I. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YÖNETİM SİSTEMLERİ

1923 Eylül’ünde Teşkilat-ı Esasiye kanununda yapılacak düzenlemelerle birlikte, komisyon olarak ivedi bir çalışmadan sonra tabiri caizse kısa süreli de olsa doğan çocuğa isim koyma ihtilafı yaşanmıştır. Özellikle ‘halk’ ibaresinin kullanılıp kullanılmaması, gerekli olup olmadığının sorgulandığı, ‘Cumhuriyet’ ibaresi varken ‘halk cumhuriyeti’ olarak tanımlamanın manasız olduğu tartışmaları yer alsa da sonuç itibariyle Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla birlikte halk ibaresine yer verilmemiştir[1]. 29 Ekim 1923 tarihinde ebedi varlığı sürdürme misyonuyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, geçmiş dönemlerde Tanrının yeryüzündeki gölgesi ‘Padişah-ı Ruy-ı Zemin, Zillullah-i Fi'l-Arz’ egemenlik anlayışıyla yönetilmekteydi. Basit tabirle ifade edilecek olursa, egemenlik 1923 yılının Ekim ayının 29’unda, tek kişinin elinden alınıp halkın iradesine resmi olarak sunulmuştur[2]. Beşeri egemenlik anlayışının vücut bulduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde en üstün gücün[3] temeli 1789 Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan fikir akımı Halk egemenliği ve Milli egemenlik teorileri başta olmak üzere Rousseau’ya göre egemenliğin bölünmezliği unsuru kuvvetler birliği sisteminin yansımalarını taşımaktadır[4]. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde kuruluşunun ilk yıllarında Meclis Hükümeti sistemi uygulanmakla birlikte halk tarafından seçilen meclisin, diğer devlet organları üzerinde kesin üstünlüğü söz konusu olmakla birlikte sadece seçimlerle kendini yenilediği bir hükümet modelidir[5], felsefi kökeni Jean J. Rousseau’nun egemenliğin bölünmezliği ve tekliği prensibine dayanır.

Kuvvetler Birliği ve Ayrılığı ifadelerinden ne anlamamız gerekir sorusunun cevabı ise, Kuvvetler birliği sistemleri; yasama ve yürütme kuvvetlerinin, bu kuvvetlerden birinin elinde toplanması ile oluşmaktadır. Bu kuvvetlerin yürütmede toplanması durumunda mutlak monarşiler ve diktatörlükler; yasama organında toplanması durumunda, meclis hükümeti sistemi oluşmaktadır. Kuvvetler ayrılığı sistemleri, kuvvetler arasındaki ayrılığın niteliğine göre, başkanlık hükümet sistemi ve parlamenter hükümet sistemi olmak üzere ikiye ayrılır. Başkanlık hükümet sisteminde, yasama ve yürütme kuvvetleri kesin ve sert bir şekilde birbirinden ayrılmaktadır. Parlamenter hükümet sistemde ise, bu iki kuvvet yumuşak ve dengeli bir şekilde birbirlerinden ayrılmaktadır. Belirtilen bu iki hükümet sisteminin bazı özelliklerini taşıyan ve bu hükümet sistemleri arasında bulunan üçüncü bir hükümet sistemi de yarı-başkanlık sistemidir[6]. En kısa ifadeleriyle bahsetmeye çalıştığımız bu yönetim şekillerinin zaman içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nde bazılarının yansımalarını gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi bunların irdelemesini yapmaya çalışalım.

II. TÜRKİYE'DE UYGULANAN HÜKÜMET SİSTEMLERİ

Yeni Türk Devleti I. Dünya Savaşı’ndan sonra kaos ve emperyalist güçlerin kirli emelleriyle gözlerini açtıktan sonra tüm bu felaketlerin tüm dünyayı ele geçirmesini seyre dalamayacağının pek tabi farkındaydı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından 1919 senesinin mayıs ayının 19’unda atılan o ilk adım kurtuluş meşalesini Samsun’da yakarak misak-ı milliyi gerçekleştirmek adına var olma meselesi başlamıştı. Lozan imzalandıktan sonra artık tüm dünyanın kabul ettiği ve saygı duyduğu bu haklı mücadele sonucunda yeni Türk Devleti’nin nasıl bir sistemle yürütüleceği ve hangi zeminde meşrulaşacağı işte o ulu önderin şu sözünde vücut buluyordu: ‘Demokrasi ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir.’Türk ulusunun yaratılışına en uygun olan yönetim cumhuriyettir.’ Bu fikir akımıyla birlikte halefi unsurun vuku bulması Cumhuriyet kurulmasıyla birlikte, ilk anda gerekli olan yönetim örgütü, eğitim sistemi, mali sistem vs. Osmanlı'dan alınmıştır. Parlamenter sistem ile tecrübe, siyasi parti ve çeşitli siyasi kurumlar Osmanlı'dan miras kalmış, Cumhuriyet'in aydın ve yetişmiş insan kadroları yine Osmanlı'dan intikal etmiştir. Osmanlı döneminde yaşanan modernleşme süreci, daha çok, bir "tecrübe" olarak Cumhuriyet'e aktarılmıştır. Osmanlıdan Cumhuriyet'e intikal eden, belki de en önemli, "alışkanlık" , her ikisinde de, değişmenin devlet eliyle ve kısa sürelerde gerçekleştirileceğine kanaat getirilmesidir[7]. Tüm bu değişim süreçleri zaman içerisinde kendini geliştirip yenilemeye devam ederken ‘Konvansiyonel sistemin’ devletin idaresinde ve yönetiminde söz sahibi olduğunu zaten dile getirmiştik. Konvansiyonel sistemde (Meclis Hükümeti Sistemi) yasama ve yürütme iktidarının mecliste toplanması söz konusudur.

1921 tarihli T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde özellikle altı çizilmiştir ki ‘ İcra kudreti ve teşri selahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder’ yürütme iktidarı meclis adına ve onun emir ve direktifiyle kullanacaktır[8]. Bu sistemde önemli olan yürütme idaresinin tüm saikının meclise saf bir şekilde yansıması ve bu doğrultuda millet iradesinin devletin idaresiyle örtüşmesi saf demokrasi tanımının uygulamada vücut bulması halidir. Meclis Hükümeti sisteminin en önemli özelliklerinden bir tanesi de meclisin kendi kendini toplantıya çağırabilmesi ve öz fesih hakkının saklı olmasıdır[9]. Binaenaleyh meclis yürütme tarafından alınan kararları iptal edebilecek veya değiştirebilecektir. Doktrindeki yazarlara göre, 1923 yılına kadar meclis hükümeti sistemi saf bir şekilde uygulanmasına rağmen icra vekilleri heyetinin mecliste çoğunluğu ele geçirmesiyle birlikte konvansiyonel sistemin ruhu kaybolmuş ve yeni kurulan bir devlet için en güzel hükümet sisteminin efsunu kalmamıştır. Günümüz dünya düzeninde Meclis Hükümetine yer veren en önemli örnek İsviçre’dir[10]. Yine bahse değer görmek gerekir ki, 1924 Anayasasının 4. Maddesinde, ‘Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Maddeyi yorumladığımızda parlamenter sisteme dönük özellikler taşıdığını söylememiz güçse de Konvansiyonel sistemin etkilerini taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz[11].

Parlamenter sistemin geçmişine göz atmak istediğimizde, İngiltere’de halk temsilcilerinden oluşan parlamento ile monark arasında çıkan çatışmalar sonucunda, iki taraf arasındaki ilişkilerin zamanla halk lehine gelişerek ortaya çıkan bir hükümet sistemi olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır[12], ilk olarak 1295 yılında “Model Parlamento” olarak adlandırılan Temsilciler Meclisi kurulmuştur. Böylece parlamenter sistemin ilk kurumları oluşmaya başlamış ve 18. yüzyılın ortalarına doğru parlamenter monarşi doğmuştur[13]. Parlamenter sistem; kuvvetler ayrılığına dayanan fakat kuvvetlerin ayrılmaktan öte iç içe geçtiği ve yasamayla yürütme organının karşılıklı olarak birbirlerinin varlığını sona erdirebildikleri bir hükümet şeklidir. Parlamenter sistemde yasama ve yürütme yetkileri kural gereği iki ayrı organa verilmiş gibi görünse de, hükümet, parlamento içerisinde oluşturulduğu için bu organların birbirinden tam anlamda bağımsız olduğu söylenemeyecektir. Parlamento, hükümete göre daha ön planda olmasına rağmen iki organın da birbirlerinin görevlerine son verme hakları bulunmaktadır. Bu sistemde her iki organda aynı anda görev alabilmek mümkündür. Ayrıca siyasi partilerin, bu sistemde kuvvetler arasındaki işbirliğini arttırma konusunda önemli roller üstlendikleri söylenebilecektir[14]. İlk kez İngiltere’de görülen parlamenter sistemin ortaya çıkışında Kral ile toprak soyluları arasında imzalanan Magna Carta[15] belgesi önemli bir rol üstlenmiştir. Bu belgeyle kralın bazı yetkileri kısıtlanmış ve demokrasi yolunda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Kral karar alırken bir danışma kurulu oluşturmuştur. Bu danışma kurulu zamanla gelişerek parlamento kavramını ortaya çıkarmıştır[16].

Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından ise durum, 1961 yılından sonra tüm unsurlarıyla birlikte parlamenter sistem vücut bulmakla birlikte 1982 Anayasasıyla birlikte yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının yetkilerinin bir hayli artırıldığı ve sorumsuzlaştırdığını söylememiz kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Yine altını çizmek gerekir ki, dünya yönetim şekillerini incelediğimizde parlamenter sistemi benimseyen ülkeler arasında oldukça farklılık olmakla birlikte parlamenter sistemin kırmızı çizgilerinin olmadığını ve bu ayrımı yapmanın zor olduğunu düşünüyoruz.

Hatta doktrinde Parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı teorisinin bir uygulaması olmadığını savunan yazarlarında olduğunu bilmenizi isteriz[17].

Epstein parlamenter sistemi şu şekilde tanımlamıştır: Yürütme iktidarının, yasama iktidarından kaynaklandığı ve ona karşı sorumlu olduğu anayasal demokrasi tipi. Bu tanımdan yola çıkarak tezini öne süren Lijphart ise parlamenter sistemin iki ayırıcı unsuru olduğu kabul etmektedir. Bu unsurlardan ilki, yürütmenin yasamaya karşı sorumlu olması; ikincisiyse yürütmenin başı olan başbakanın yasama organı tarafından seçilmesidir. Ancak Lijphart daha yeni bir çalışmasında, yürütme organının kolektif bir yapıya sahip olmasını da üçüncü bir unsur olarak bunlara eklemiştir[18].

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde 1980 ve sonrasında yürütme kanadının bir hayli sorumsuzlaştırdığını söylemiştik akabinde günümüz değerlendirmesi yapmak gerekirse, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri sonucunda Türkiye’de hem yasal hem de fiili olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan yeni hükümet sistemine geçildiğini söylememiz yanlış olmayacaktır[19].

2017 Anayasa değişikliğiyle, Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkmış, seçilme yaşı ise 25’ten 18’e düşürülmüş ve askerlik hizmetini yapmış olma koşulu askerlikle ilişiği olmamak şeklinde değiştirilmiştir. TBMM seçimlerinin beş yılda bir yapılması koşulu yeniden getirilmiştir. Hatırlanacağı üzere 2007 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile daha önce yine beş yılda bir yapılan genel seçimlerin dört yılda bir yapılması sağlanmıştı. Bu haliyle yeniden 2007 yılı öncesine dönülmüştür. 24 Haziran 2018 seçimlerine bu düzenlemelerle gidilmiştir. ( ve daha nicesi..)

Ki bu yazımızda özellikle altını çizmek istediğimiz en önemli değişiklik; Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğinin kesilmesine son verilmesidir. Partili Cumhurbaşkanı olarak da nitelendirilen bu değişiklik ile Cumhurbaşkanı olan kişi, aynı zamanda, partisiyle ilişkisini de sürdürebilmektedir. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanındadır ve bu sistemde başbakan ve bakanlar kurulu yani siyasal sorumluğu olan hükümet bulunmamaktadır. Sistemde Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanlar bulunmaktadır. Yine düzenleme ile Cumhurbaşkanı yardımcılığı sistemi getirilmiş ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ile üst düzey kamu görevlilerinin atanması ve görevlerine son verilmesi Cumhurbaşkanına verilmiştir[20].

Cumhurbaşkanına, yürütme yetkisine ilişkin konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi verilmiştir[21].

Yeni hükümet sistemiyle getirilen değişiklikleri inceledikten sonra fikrimizce değişmesi gereken hususlara ışık tutmaya çalışacak olursak;

Öncelikli olarak T.C. Anayasası’nın 103. Maddesinde, Cumhurbaşkanı’nın and içmesi ele alınmış olmakla birlikte madde metninde şu ibareler yer alır:

Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Madde metninde de görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanı and içerken üzerine yüklenen yükümlülükleri tarafsızlıkla yerine getireceği sözünü vermektedir.

Aklıselim her insan, partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini benimseyen bir ülkede cumhurbaşkanının tarafsız olamayacağının bilincinde olmalıdır. Bu sebeptendir ki anayasanın ilgili maddesi ivedilikle değiştirilmelidir. Hukuk devleti prensibine inanmış ve kabul etmiş bir devletin anayasal düzeninde en önemli konumda yer alan hükümet başkanının and içmesi hususunun hukuka, usule ve siyasal düzene aykırı bir şekilde yürürlükte olması kabul edilemez niteliktedir. Kaldı ki, T.C. Anayasasının 104. Maddesinde Cumhurbaşkanı’nın görevleri sayılmış olmakla birlikte Anayasanın uygulanmasını temin eden bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da bu şekilde and içer? Bunu anlamakta çok zorluk çektiğimizi ifade etmemiz gerekir.

Dile getirmek zorunluluğu görüyoruz ki, bu çalışmamızda geçmişten günümüze Türkiye Cumhuriyetindeki hükümet sistemlerini incelemeye çalıştık kanaatimizce değişmesi gerektiğini düşündüğümüz unsurları arz ettik faydalı bir çalışma olması temennisiyle..

*Muhammet Can KARACA
 

----------------------------------------------

*Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi

[1] SANCAKTAR, Türk Basınında Yeni Türk Devletinin İsmi Hakkında Yaşanan Tartışmalar (eylül-ekim 1923), Tarih Dergisi, Sayı 56 (2012 / 2), İstanbul 2013, s. 129-145

[2] M. Fatih ÇINAR, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesinden Anayasal Demokrasi İdealinin Yansımaları, Toros Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Toros Üniversitesi İİSBF Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 9, Aralık 2018,

[3] Superanus.

[4] Adnan KÜÇÜK, Egemenlik (hâkimiyet), Halk Egemenliği ve Milli Egemenlik Tartışmaları ve Egemenlik Anlayışında Esaslı Dönüşüm, (internet kaynağı-https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/155605, son erişim: 13.07.2020- 11.49)

[5]AYGEN- ATMACA, Kuruluşunun İlk Yıllarında Türkiye Cumhuriyeti'nde Uygulanan Hükümet

Sistemleri, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401

[6]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401

[7] Dr. Fatma ACUN, Osmanlı' dan Türkiye. Cumhuriyeti'ne: Değişme ve Süreklilik, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, s.166

[8] TURHAN, Meclis Hükümeti (Konvansiyon Kuramı), - İnternet kaynağı https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/38237 son erişim: 16.07.2020- 13.49

[9]TURHAN, a.g.e

[10]TURHAN, a.g.e

[11]TURHAN, a.g.e

[12]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401

[13] İ. Halil ASİLBAY, Parlamenter Sistem ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1250

[14]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401

[15] Manga Carta, tarihin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasa ile kral, sınırsız yetkilerinden feragat etmiş, hukukun kendi arzularından daha üstün olduğunu kabul etmiştir. Kralın yetkileri ile ilgili memnuniyetsizlikler, 1066’da Normanlar’ın İngiltere’yi kuşatmasıyla başlamıştır. Bu kuşatmayla birlikte hem baronlar hem de diğer vatandaşlar ekonomik açıdan olumsuz etkilenmeye başlamıştır. Zenginliklerini yavaş yavaş kaybeden baronlar, Kral John döneminden önce de birçok kez ayaklandılarsa da en etkilileri Kral John esnasında yapılan ayaklanmalardır. Bunun nedeni ise Kral 2.Henry’in oğlu olan Kral John’un kurnazlığı, aç gözlülüğü, egoistliği ve bir o kadar da savaştaki beceriksizlikleridir. Kendi arzu ve isteklerini sınırlayamayan bu kral, her ne kadar dünya için faydalı bir hata yapmış olsa da kendi tahtının gücünü bir çırpıda silmiştir. Kral John’un getirmiş olduğu toprak vergileri, gümrük vergileri, askerlik bedelleri gibi kendi zenginliğini arttırmak için yaptığı bu gereksiz yaptırımlar, baronları ve halkı fazlasıyla zor duruma sokmuştur. Papa II.Innocent ile arasında sorunlar çıkan yurtsuz Kral John, hem papayı hem de baronları karşısına almıştır. Birlikte hareket etmeye karar veren din adamları ve baronlar, ilk başlarda kralın gözünde pek de sorun teşkil etmemiştir. Ancak durum, İngiltere’nin ayinlere alınmamasına karar verilince değişmiştir. Kral John, Papaya yaptığı küstahlığın bedelini çok ağır ödemiş ve pişman olmuştur. Yurtsuz Kral bunun üzerine papa ile arasındaki sorunları gidermek için çıktığı yolculukta Fransa Kralı Philippe ve ordusuyla karşılaşmıştır. 1214’te Fransa kralı Philippe ve ordusuyla karşılaşan Yurtsuz Kral, acı ama şaşırtıcı olmayan yenilgiyle döndüğünde bu yenilgiyi fırsat bilen baronlar, Kral John’a yüklenmeye başlamıştır. Din adamları ve baronlar, Kral’a yaptırım uygulayacaklarına dair büyük bir yemin etmiş, her ne pahasına olursa olsun kazanacaklarına dair ant içmişlerdir. 1215’te Stanford’da başlayan ilk ayaklanma ile baronlar, 17 Mayıs’ta Londra’yı ele geçirmiştir. Yenilgiyi kabul eden yurtsuz Kral, 1215’de Runny çayırlığında “Magna Carta’yı imzalamıştır.- (internet kaynağı https://qha.com.tr/opinion/1215-tarihli-magna-carta/)

[16]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401

[17] Ayrıntılı bilgi için lütfen bknz. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1250, s.252

[18] İ. Halil ASİLBAY, Parlamenter Sistem ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme, TBB Dergisi 2013 (104)

[19] TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237

[20]TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237

[21]TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237

Anahtar Kelimeler: Yönetim Şekli, Cumhuriyet, Başkanlık Sistemi, Partili Cumhurbaşkanı, Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türk Tipi Başkanlık Sistemi