TUTUKLAMAYA İTİRAZ[1]

1. Giriş

Tutuklama müessesesi kişileri hürriyetlerinden yoksun bırakan bir tedbir olarak hem uluslararası metinlerde hem de anayasamızda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında güvencelere tabi kılınmıştır. İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi ve Sivil ve Politik Haklara İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi yanında özellikle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) bu kapsamdaki en etkin güvenceyi sağlayan uluslararası metindir. Tutuklama konusu özellikle son dönemde ülkemizde önemli tartışma ve inceleme konularından biri olmuştur. Özellikle siyasi nitelikte davalarda tutuklu yargılamalar önemli yakınmalara neden olmuş, bu yakınmalar yasama organınca da haklı görülerek yeni yasal düzenlemeler ile sorunlara çözüm üretilmeye çalışılmıştır[2].

Ceza muhakemesinde olayın aydınlatılabilmesi için maddi gerçeğe ulaşabilmek amacıyla delilerin tespiti, faillerin yakalanması ve soruşturmadan kovuşturmaya hâkimlik ve mahkemece verilen kararların uygulanabilmesini sağlamak amacıyla başvurulması gereken tedbirler koruma tedbirleridir.

Ceza muhakemesi bireylerin hak ve özgürlüklerini ilgilendirmekle beraber, bu özellik koruma tedbirlerinde çok daha ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle, koruma tedbirlerine ilişkin düzenlemeler bir ülkenin hukuk sistemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir izlenim edinilmesi için birer ölçüt niteliğindedir. Bu özelliği dolayısıyla, koruma tedbirlerine ilişkin temel ilkelere anayasalarda da yer verilir. Anayasamız da bu konuda ayrıntılı düzenlemelere yer vermiştir.

Ceza muhakemesi alanında koruma tedbirleri, bireylerin yaşamlarına yönelik ciddi müdahaleler oluşturmaktadır. Bu tedbirler arasında tutuklama tedbiri, şüpheli ya da sanığın özgürlüğüne yönelir ve en ağır olanıdır. Tutuklama cezalandırma değildir. Bu tedbirin sadece kanunlara uygun olarak uygulanması bir zorunluluktur. Bir koruma tedbiri olarak tutuklamaya ilişkin güncel sorunlar kimi zaman kanuni düzenlemelerden, kimi zaman da uygulamadan kaynaklanmaktadır. Anayasa’nın tutuklama nedenlerinin öngörüldüğü 19. maddesinin doğrudan uygulanabilir niteliği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinden kaynaklandığı düşünülen sorunların çözülmesine hizmet edecektir[3].

Ceza muhakemesinde en önemli koruma tedbirlerinden olan tutuklama, bir hakim ya da mahkeme kararıyla Anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesiyle bir kişinin (sanık veya şüphelinin) henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır. Sanık veya şüphelinin hürriyetinin kaldırılmasından başlayıp salıverilmesine ya da cezanın infazının başlamasına kadar devam eden kısıtlılık durumuna tutukluluk denilir[4].

Tutuklama, bir taraftan temel hak ve muhakeme hukukunun esaslarından olan masumluk karinesi ve diğer taraftan hukuk devletinin muhafaza ve hukuki menfaatlerin etkili bir şekilde korunmasının şartı olan hukuku icra edilmesinin kesişme alanında yer aldığı için, özellikle hukuk politikası kriminoloji ve ceza hukuku biliminin ilgisini çekmektedir. Çünkü tutuklama, cezanın sadece kusurun varlığı halinde ve kesinleşmiş hükümle tespit edilmiş kusurdan önce ceza verilemeyeceğinin doğallığı ile ceza muhakemesinin yürütülmesi ve böylece hukukun icra edilmesinin güvenceye alınması mecburi yeti arasındaki uzlaşmayı ifade eder[5].

Tutuklama, suçluluğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan, ancak suç işlediği şüphesi kuvvetli olan kişinin özgürlüğünün hâkim kararıyla geçici olarak kaldırılmasıdır. Tutuklamanın amacı, ceza muhakemesinin gerçekleştirilebilmesi veya muhtemel bir mahkûmiyetin ileride yerine getirilebilmesidir[6]. Tutuklama uygulamanın aksine bir ceza olmayıp delillerin toplanmasına ve failin kaçmasına engel olmaya yönelik bir tedbirdir.

Tutuklama geçici olup, delillerin ve delil süjelerinin (şüpheli ve sanığın) muhafaza altına alınmasına yönelik tedbir oluşu sebebiyle, tutuklama asla bir ceza değildir. Ceza yargılamasının gayesine hizmet eden bir araç olarak değerlendirilmek gerekir. Tutuklama bir koruma tedbiridir. Ceza muhakemesi sırasında delillerin muhafazasını, sanığın kaçmasının önlenmesi ve böylece muhakeme sonunda verilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilebilmesini sağlamaya yönelik geçici nitelikte bir araçtır[7]. Geçici bir araç olması yanında “kişisellik, orantılılık” ve “görünüşte haklılık” ilkeleri tutuklama kurumunda belirleyicidir[8].

Tutuklama kişinin özgürlüğünün kısıtlanması nedeniyle hassas bir koruma tedbiridir. Ceza adalet sisteminin cephedeki bir kurumu olması nedeniyle bireylerin tutuklama kararlarına yüklediği anlam çok önemlidir. Tutuklama ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve ilkeleri çerçevesinde amacına erişmesini sağlamaya yönelik yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hâkimin veya mahkemenin verdiği karara dayanan bir koruma tedbiridir. Soruşturmadaki veya yargılamadaki amaca göre delillerin toplanmasını ve fail yada faillerin kaçmasını önleyici bir koruma tedbiri olduğu kadar kişi özgürlüğünü kısıtlayan bir içerik de taşımaktadır.

Tutuklama ile ilgili olarak yanlış uygulamalarda ısrar edilmesi insan yaşamında giderilmesi olanaksız travmalara ve zararlara yol açtığı gibi; ülkemizde hukuk devleti ilkesinin yerleşmesini de geciktirmekte ve hukukun üstünlüğüne inananları umutsuzluğa düşürmektedir. Söz konusu uygulama sorunlarını adalet sistemimizin salt alt yapı, yazılı hukuk kurallarının niteliği ve denetimin eksikliği ile açıklamak mümkün değildir. Asıl etken, insan haklarının, demokrasinin yeteri kadar özümsenmeyişi ve hukukun üstünlüğüne inancın zayıflığı olsa gerektir[9].

2. Tutuklama kavramı

Tutuklama, ceza muhakemesindeki en ağır koruma tedbiri olarak, kesin bir hükümle mahkûm olmadan kişinin hürriyetinin kaldırılmasıdır. Bu kadar ağır bir tedbir olması itibarıyla tutuklama, Anayasamızda düzenlenmiş ve sıkı şartlara tâbi kılınmıştır. Ayrıca İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi de bu konuya ilişkin hükümler içermektedir[10].Diğer bir ifadeyle, tutuklama, suçlu olduğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan, ancak suç işlediği şüphesi kuvvetli olan kişinin özgürlüğünün hâkim kararıyla geçici olarak kaldırılmasıdır. Tutuklamanın amacı, ceza muhakemesinin gerçekleştirilebilmesi ya da muhtemel bir mahkûmiyetin ileride yerine getirilebilmesidir. Bu durumdaki kişiye, tutuklu, içinde bulunulan yasal duruma ise tutukluluk (mevkufiyet) denilmektedir. Belirtelim ki, tutuklama kararının suçüstü halinde veya delillerin çok ortada olduğu hallerde verilmesi durumunda yargılamanın bir an önce yapılıp bitirilmesi gerekir. Çünkü yargılamanın hızlı yapılamaması, bu kurumun mahkeme ve kamuoyunun gözünde infaz kurumuna dönüşmesine neden olacaktır. Tutuklamanın infaz kurumu olmaktan çıkarılıp koruma tedbiri niteliğinde bir kurum olarak yani gerçek amacına uygun olarak uygulanabilmesi için tutuklu işlerin birkaç oturumda bitirilmesine imkân tanıyan usullerin yaratılması zorunludur[11].

Tutuklama kişi özgürlüğünü kısıtlaması ve hâkim tarafından hükmedilmesi sebebiyle hapis cezası ile benzerlik göstermekle birlikte, ortak amaçları, hükümleri ve yerine getirilmeleri yönünden farklıdırlar. Hapis ceza, tutuklama tedbirdir[12].

Tutuklama kararı verilebilmesi için, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, şüpheli ya da sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran olguların varlığı, delillerin karartılması, tanık ya da başka kişilere baskı yapılması olasılığına işaret eden somut verilerin bulunması gerekir. Bunun yanı sıra tutuklama yasağı bulunmamalı, adli kontrole başvurulabilecek durumlarda tutuklama kararı verilmemelidir[13]. Ancak uygulama belli suç tiplerinde hırsızlık, yağma, cinsel saldırı, nitelikli dolandırıcılık vesaire suçlarında adli kontrole başvurulabilme imkanı olmasına rağmen Cumhuriyet savcıları şüphelileri tutuklamaya sevk etmekte sulh ceza hakimleri ise tutuklama kararı vermektedir.

CMK’nun 100. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan suçlar bakımından, bu suçların işlendiği yönünde kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması halinde, tutuklama nedeninin varsayılabileceği öngörülmüştür. Öncelikle fıkrada sayılan suçlar bakımından da bu suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphenin bulunması ve bu durumun somut olgularla kanıtlanması gerekir. Üçüncü fıkrada bu koşula açıkça yer verilmiştir. Öte yandan tutuklama kararı verilebilmesi için bulunması gereken şüphe sebepleri, Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmesi için yeterli olan şüphe nedenlerinin ötesinde bir yoğunlukta olmalıdır. Kanun’un 170. maddesinde, kamu davası açılması bakımından delillerin “yeterli şüphe” oluşturması aranırken, 100. maddeye göre, tutuklama kararı verilebilmesi için yeterli şüphenin ötesinde “kuvvetli suç şüphesinin varlığı” somut olgularla saptanmalıdır[14]. Kuvvetli şüphe kavramı ise standart olmayıp bakış açısına göre değişen bir kavram olarak anlaşılmakta ve uygulanmaktadır. Şüphe suç işlendiği izlenimi veren hal olup, kuvvetli şüphe ise sanığın veya şüphelinin suçun faili olduğu kuvvetle muhtemelse söz konusu olur. Kuvvetli şüphe tutuklama için ön şarttır. CMK m.100/1’de ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir’ denilmiştir. Diğer bir ifadeyle, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

Türk hukukunda tutuklamaya ilişkin yasal düzenlemelerin genel olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin kararlarıyla uyumlu olduğu, uygulamanın ise aksi yönde geliştiği şeklindedir. Ülkemizde tutuklama, amacı dışında uygulanan, sürekli gündemde bulunan ve başvurma zorunluluğu olmadığı halde zorunluymuş gibi algılanan bir koruma tedbiridir[15].

"İHAS maddesi 5/1 öncelikli olarak tutuklamanın "kanuni" olması gerektiğini belirtmektedir. Bu durum tutuklamanın yasalar tarafından belirlenen işleyişe uygun olması durumunu da içermektedir. Sözleşme bu noktada zorunlu olarak ulusal kanuna atıfta bulunmuştur ve bunlarla ilgili yükümlülüklerin asli ve işleyiş kurallarıyla yerine getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak, ek olarak, özgürlükten mahrum bırakma durumunun madde 5'in amacıyla uyumlu olması, yani şahsı keyfilikten koruması, gerekmektedir. Eğer bir mahkeme kararına uygun olarak yerine getirilecekse, tutukluluk süreci, ilke olarak, kanuni olmalıdır. Ayrıca, madde 5/1 ile güvence altına alınan özgürlük hakkı için oluşturulan istisnalar listesi oldukça ayrıntılı olmakla birlikte sadece bu istisnaların dar bir yorumu bu hükmün amacıyla uyumludur. Yani hiç kimsenin keyfi olarak özgürlüğünden mahrum bırakılmamasını sağlamak içindir. Ayrıca, tutuklama, madde 5/1 'in (b) alt paragrafı altında sadece yasaların belirlediği yükümlülüklerin "yerine getirilmesini sağlamak" üzere mümkündür ve en azından bahsi geçen kişi üzerinde yerine getirilmemiş bir yükümlülük olmalı ve tutuklama bu yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlama amacı taşımalı ve fakat öz olarak cezalandırıcı bir amacı olmamalıdır. İlgili yükümlülük yerine getirildiği an, tutuklama tedbirine son verilir. Demokratik toplumlardaki bahsi geçen yükümlülüklerin hemen yerine getirilmesini sağlamak ile özgürlük hakkının önemi arasında bir denge kurulmalıdır. Tutukluluk süreci böyle bir dengeyi sağlamakla alakalı bir faktördür"[16] .

Tutuklama kararının yerine getirilmesi Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da düzenlenmiştir. Buna göre, tutuklular tutukevlerinde veya maddi olanak bulunmadığı hallerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulurlar (CGTİK 111). Tutukevlerinin insan onuruna uygun inşa ve dizayn edilmiş olması, diğer oda ve alanlardan yeterli bir biçimde ayrılması, uygun tuvalet koşullarının bulunması vb gerekir. Aksi takdirde İHAS'ın 3. maddesi ihlal edilmiş olur[17].

3. Tutukluluğun denetlenmesi

Tutuklamanın kişi özgürlüğünü kısıtlayan geçici nitelikte bir araç olmasının doğal sonucu olarak, koşulları ortadan kalktığında sona erdirilmesi gerekir. Bu yüzden tutukluluk süresi içinde de tutuklama sebeplerinin sürüp sürmediğinin incelenmesi esası benimsenmiştir. Soruşturma evresinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine ve en geç otuzar günlük süreler içinde tutukluluk halinin sürdürülmesinin gerekip gerekmediği sulh ceza hâkimince değerlendirilmek gerekir. (CMK 108/1) Şüphesiz ki; bu sürelerden daha önce de talep halinden tutukluluk halinin gözden geçirilmesi mümkündür. Sulh Ceza Hâkimi bu incelemesini yaparken yine CMK’nın 100. m. deki koşulları gözetmek zorundadır. Tutukluluğun incelenmesini yukarıda belirtilen süreler içinde şüphelinin kendisi (veya müdafii) de isteyebilir. İşin doğası gereği, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminin kendiliğinden inceleme yapması mümkün değildir[18].

Sulh ceza hakimliğince yapılacak olan incelemelerde tutuklamaya ilişkin koşullardan birisinin, örneğin kuvvetli suç şüphesinin ya da tutuklama sebebinin ortadan kalkmış olduğunun saptanması halinde, halinde tutuklama kararına son verileceği gibi; tutuklamanın ölçülülüğünün ortadan kalkması halinde de tutuklama kararının kaldırılmasına karar verilecektir. Tutuklamaya ilişkin kararlarda olduğu gibi, tutukluluğun devamına veya ortadan kaldırılmasına yönelik kararlar da gerekçeli olmalıdır. Zira tutuklamanın devamına ilişkin karar da yeni bir tutuklama kararı niteliğindedir. Hâkim tutuklamanın koşullarının devam edip etmediğine, koşulların hangi olgularca desteklendiğini ayrıntılı olarak gerekçesinde göstermelidir. Tutuklamanın koşullarının devam ettiği veya dosyanın durumu, delil durumu vb. gibi ifadelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutuklamayı haksız hale getirecektir[19].

Tutuklama kararının devamına karar verilip verilmeyeceği değerlendirilirken, unutulmamalıdır ki, tutuklanan kişi açısından yeterli suç şüphesinin varlığı tutukluluğun devamının geçerliliği için gerekli olduğu gibi, hâkimin/mahkemenin tutukluluğun devamına karar verirken bunun için ortaya konulan nedenlerin geçerli, somut olgulara dayalı, yeterli ve yerinde gerekçeye dayanması gerekir[20] .

Tutuklama kararları kural olarak en çok otuz gün hüküm ifade eder. Soruşturma evresinde, sulh ceza hâkiminin zorunlu savcı olarak görev yaptığı haller hariç sulh ceza hâkiminin resen şüphelinin serbest bırakılmasına karar vermesi söz konusu değildir (CMK m. 163). Bu evrede de en geç otuz günün sonunda Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından tutukluluğun devamı konusunda karar verilmelidir (CMK m.108/1). Aynı hakka şüpheli (ve/veya müdafii) de sahiptir (CMK m. 108/2). Cumhuriyet savcısının re'sen serbest bırakma yetkisini kullandığını düşündüğümüzde (CMK m. 103/3), denetim yükümlülüğü kapsamında Cumhuriyet savcısının CMK m.l08'e göre sulh ceza hâkiminden ancak tutukluluğun devamına karar vermesini talep etmesi ihtimali söz konusu olabilecektir. Bu durumda sulh ceza hâkimi, tutuklama kararının verildiği andan Cumhuriyet savcısının başvuru anına kadar geçen dönemde CMK m.1l00'de belirtilen tutuklama koşullarının değişip değişmediğini kontrol edecek ve şüphelinin serbest bırakılmasına ya da tutukluluğun devamına karar verecektir[21].

İddianamenin kabulünden sonra başlayan kovuşturma evresinde; tutukluluk halinin sürdürülüp sürdürülmeyeceği her oturumda, ya da koşulların varlığı halinde oturumlar arasında hakim veya mahkemece değerlendirilecektir. Hakim veya mahkeme incelemesini yaparken otuzar günlük süreyle bağlıdır. Kovuşturma evresindeki inceleme için talep olması şart değildir. Sanığın, müdafiinin veya Cumhuriyet savcısının talebi olmasa da kendiliğinden inceleme yapılması gerekir[22]. Diğer bir ifadeyle, kovuşturma evresinde tutukluluk halinin devam edip etmeyeceğine mahkeme karar verir. CMK m. 108/3 gereğince, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmediğine her oturumda (celsede) veya koşullar gerçekleştiğinde oturumlar arasında ancak her halükarda otuzar günlük süreler içinde re'sen karar verilir. Bu hükme göre mahkeme, tutukluluğu her oturumda, koşullar gerçekleştiğinde oturumlar arasında ve her halükarda otuz gün içinde re'sen denetlemek ve tutukluluğu karara bağlamak mecburiyetindedir. Mahkeme duruşmada CMK m.108'e göre bir karar vermesi gerektiğinde bu ara kararını CMK m.33'deki genel kurala göre verecek, yani tutukluluğun devamı konusunda hazır bulunanlara görüş soracaktır. Mahkemenin bu denetim yükümlülüğü, oturum aralarının uzun olması nedeniyle oturum (celse) aralarında da doğabilir. CMK m.33'e göre, duruşma (oturum) dışındaki kararlar, Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü alındıktan sonra verilir[23].

Tutuklamanın devamına karar verilirken, tutuklama kararından o ana kadar nelerin değiştiği veya değişmediği de kararda gösterilmelidir. Şüpheli veya sanığın ilk başta hangi gerekçeyle tutuklandığı, tutuklama nedenlerinin hangisi veya hangilerinin devam ettiği, hangi delillerin toplanamadığı ve bunların karartılması tehlikesinin bulunduğu gibi hususların tartışılması ve tutuklama kararının gerekçesinde gösterilmesi gereklidir. Tutuklamanın devamına karar verilirken, hangi koşulların bu tedbirin devamını gerekli kıldığının açıklanmamış olması İHAS’ın 5. Maddesinin ihlali niteliğinde olacaktır[24].

Şüpheli ve sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinde her zaman herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın salıverilmesini isteme hakkı bulunmaktadır (CMK m. 104/1). Bu talepler soruşturma evresinde sulh ceza hâkimince, kovuşturma evresinde mahkemece değerlendirilecek ve tutuklamanın koşullarının ortadan kalktığı tespit edildiğinde tahliyeye, devam ettiği tespit edildiğinde ise tutukluluğun devamına karar verilecektir (CMK m. 104)[25].

Tutuklulukta geçecek sürelerin uzun olması, hâkimlerin ve mahkemelerin tutukluluk halinin devamına rahatça karar vermeleri, bir süre sonra, beraat kararı verilmesinin önünde psikolojik engeller de oluşturabilecektir. Düzenli olarak tutukluluğun devamına karar veren bir mahkemenin, mahkûmiyet hükmü vermek hususunda kendini mecbur hissetmesi mümkündür. Böyle bir durumda beraat karası verilmesi, tutukluluğun devamı yönünden verilen kararların ve uzun süren tutukluluk halinin hukuka uygunluğunu, meşruiyetini tartışmaya açacaktır[26].

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, tutukluluğun devamına ilişkin inceleme periyodik olmalıdır. Cumhuriyet savcısının tutukluluğun uzatılması konusundaki görüşleri, bu taleplere karşı yorumda bulunabilmesi için tutukluya bildirilmelidir. Tutuklunun sağlık durumu da dikkate alınmalıdır. Mahkeme bir kararında, 74 yaşındaki diyabet hastası ve kardiyo vasküler bozukluğu olan sanığın otuz beş ay boyunca tutuklu kalmasının belirli koşullar altında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence yasağına ilişkin 3.maddesini ihlal edeceğine işaret etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tutuklamanın uzatılmasına ilişkin kararlarda sanığın kişisel durumunun irdelenmemesini, kalıplaşmış sözcükler kullanılarak tutuklamanın uzatılmasını eleştirmekte; sadece suçlamanın ciddiyeti göz önüne alınarak bu konunun değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir[27].

Tutuklama önleminin devamı için tutuklu kimseye ayrıntılı gerekçe sunmamak, İHAS'ın ihlali olarak kabul edilmiştir. Yakalanan kişinin bir suç işlemiş olduğuna ilişkin makul şüphenin devamı, ilk başka görünüşte haklılık için yeterli olsa da tutukluluğun devamı için yeterli değildir. Bu gibi durumlarda adli makamlarca öne sürülen diğer gerekçeler, kişi özgürlüğünü kısıtlamayı haklı çıkarmaya elverişli yoğunluk ve yeterlilikte olmalıdır[28].

4 . Tutuklamaya İtiraz

Tutuklanan kimsenin tutuklama kararına itiraz hakkı mevcuttur. Bu bir kanun yoludur. Kişi bunu talep ederek, salıverilmeyi talep eder. Bu itiraz kanun yolu dışında, tutuklama kararının gözden geçirilmesini talep etmek hakkı da mevcuttur. Hâkimin veya mahkemenin vermiş olduğu tutuklama, tutukluluğun devamı veya tahliye isteminin reddi kararlarına karşı itiraz kanun yolu tanınmıştır. Esasen itiraz sadece hâkim kararlarına karşı tanınmış bir kanun yolu iken ve mahkeme kararlarına karşı asıl kanun yolu istinaf (temyiz) olmasına rağmen istisnaen mahkemenin verdiği tutuklama ile ilgili kararlara karşı da itiraz yolu tanınmıştır[29].

Kişi özgürlüğünü kaldırmaya yönelik çok ağır bir önlem olması nedeniyle tutuklamaya karşı kanun yoluna başvurulabilir (Ay m. 19/8). Tutuklama kararına (CMK m. 101/5), tutukluluğun devamına, tutukluluğun kaldırılmasına veya tutuklama yerine adli kontrol uygulanmasına ilişkin kararlara karşı itiraz edilebilir (CMK m.105,104/2)111. Cumhuriyet savcısı, şüphelinin tutuklanmasını istediğinde, sulh ceza hâkiminin vereceği kararlara itiraz edilebilir. Sulh ceza hâkimi, tutuklama talebi karşısında ya kabul ya da red kararı verecektir. Sulh ceza hâkiminin tutuklama talebinin reddine ilişkin kararına itiraz üzerine, merciin tutuklama kararı vermesi mümkündür. Bu aşamada verilen tutuklama kararlarına da itiraz edilebilir (CMK m.271/4). Sonuç olarak tutuklamaya, tutukluluğun devamına, savcının tutuklama talebinin reddine veya tutuklama kararının kaldırılmasına ilişkin hâkimlik ve mahkeme kararlarına itiraz söz konusudur. Yargıtay'ın tutukluluğun devamına ilişkin kararlarına da itiraz mümkündür. İtiraz kanun yolunda prensip, itiraz üzerine verilen kararların kesin olmasıdır. Ancak bu kuralın tutuklama açısından, merciin ilk defa tutuklama kararı verdiği halleri kapsayan bir istisnası vardır. Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir (CMK 271/4)[31].

Tutuklu bulunan şüpheli veya sanık kanun bizzat başvuruyorsa, zabıt kâtibine veya tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumu müdürüne beyanda bulunmak suretiyle veya bu hususta bir dilekçe vererek kanun yoluna başvurabilir (CMK m. 263/1)[32]. Mahkemenin re’sen vereceği tutuklama kararma karşı Cumhuriyet savcısı da itiraz yoluna başvurabilir. CMK, Cumhuriyet savcısının sanık lehine de kanun yollarına başvurabilmesini kabul etmiştir (m. 260/3). Mahkemenin kendiliğinden verdiği tutuklama kararının, tutuklamaya ilişkin koşulları taşımadığını düşünen Cumhuriyet savcısı, tutuklama kararının kaldırılması için itiraz kanun yoluna başvurup, kararın kaldırılmasını isteyebilecektir[33].

İtiraz, ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde yapılır. Kararı veren makama itirazı gösteren bir dilekçe verilir veya tutanağa geçirilmek üzere zabıt kâtibine beyanda bulunulur. Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir[34] (CMK m.268). Merci, yazı ile cevap verilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir (CMK m.270/1) . Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir (CMK m.270/2). Yasaya göre, Cumhuriyet savcısından görüş alınması merciin takdirine bağlıdır. Zira CMK m.270/l'de, "merci, ...itirazı ...bildirebilir"; CMK m.270/2 de, "Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda" şeklinde takdiri ifade eden anlatımlara yer verilmiştir[35].

Tutukluluğa itiraz, etkili ve elverişli olmalıdır. İtirazı inceleyen makam, tarafsız ve bağımsız bir makam olarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır. Yapılan itiraz üzerine savcıdan görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir (CMK 270/2).

İtiraz bir kanun yolu olmakla, tutuklama kararına karşı itiraz da kanun yolu kurumunun düzenlendiği kısımda düzenlenmiştir. Bu nedenledir ki, tutuklamanın düzenlendiği CMK 100 vd. maddelerinde sadece tutuklama kararlarına ve adli kontrol uygulanmasına ilişkin kararlara itiraz edilebileceği hükmü sevk edilmiştir (CMK 101/5, 104/2, 105)[37].

Tutuklama kararının verilmemesi üzerine savcı da bu karara itiraz edebilir. Esasen itiraz üzerine verilen kararlar kesin olmakla beraber, bu takdirde merci tarafından ilk defa tutuklama kararı verildiğinden, bu karara karşı da itiraz olanağı kanunumuzda tanınmıştır (CMK 271/4).

İtiraz mercii itiraz hakkında duruşma yapmaksızın dosya üzerinden karar verir. Ancak gerek görürse, Cumhuriyet savcısı ve müdafi veya vekili dinleyebilir (CMK m. 271/1). İtirazı inceleyen merci itirazı haklı görürse, itiraz edilen konuya ilişkin olarak da karar verecektir. Şayet tutuklama kararma karşı itiraz edilmişse, itirazı haklı bulması halinde merci kararın iptaline ve tutuklanan kişinin salıverilmesine karar verecektir. Buna karşın hakim veya mahkemenin tutuklama talebinin reddine ilişkin bir kararına karşı itiraz yoluna başvurulmuşsa ve itiraz mercii talebi yerinde görürse, vereceği karar doğrudan doğruya tutuklama kararı olmamalıdır. CMK’nın 271/4. maddesinde “Merciin, itiraz üzerine verdiği kararlan kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararma karşı itiraz yoluna gidilebilir’’ hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün CMK’nın 98. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir ” hükmü ile birlikte değerlendirilmesi gereklidir. Buna göre, tutuklama isteminin reddi kararma karşı yapılan itirazı değerlendiren merci, bu itirazı haklı bulursa ve şüpheli huzurunda değilse, öncelikle yakalama emri düzenlemelidir. Bu yakalama emri üzerine merciin huzuruna getirilen şüphelinin sorgusu yapıldıktan sonra tutuklanıp tutuklanmayacağına karar verilmelidir. Zira itiraz mercii itirazı haklı bulursa, itiraz konusu hakkında da karar verecektir (CMK m. 271/2)[38].

5. Tutukluluğun devamı kararına itiraz

Hukukumuzda tutuklama kararının bir kez verilmesinden sonra, yargılama sonuçlanıncaya kadar tartışılmaması uygun görülmemiştir. Bu nedenle, tutukluluğun düzenli aralıklarla incelenmesi öngörülerek, bu tedbirin geçicilik niteliği bir kez daha vurgulanmıştır. Tutukluluğun gözden geçirilmesi de kanunumuzun genel sistemine uygun olarak soruşturma ve kovuşturma evrelerine göre farklı düzenlenmiş bulunmaktadır[39].

Özgürlüğü kısıtlanan kişi bu durumunun yasaya uygunluğu hakkında kısa bir zamanda karar verilmesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde tahliyesinin emredilmesi için bir mahkemeye itiraz etme hakkına sahiptir (İHAS m. 5/4).İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine göre, tutukluluğun incelenmesi için mahkemeye başvurma hakkının tutukluya fiilen ve hukuken tanınmış olması gerekir[40].

Şüpheli veya sanığın tutuklamanın devamı kararlarına karşı “itiraz” kanun yoluna başvurulabilmesini kabul etmiştir (m. 101/5). Mahkeme kararlarına ancak Kanunda özel olarak düzenlendiği durumlarda itiraz edilebilecek olmakla birlikte (CMK m. 267/1), CMK’nın 101/5. maddesi bu durumu özel olarak düzenleyerek, tutuklama kararlarına karşı itiraz edilebilmesini öngördüğünden kovuşturma evresinde mahkemenin vereceği tutuklama kararlarına da itiraz edilebilecektir.

Nitekim hukukumuzda, kişi özgürlüğünü kaldırmaya yönelik çok ağır bir önlem olması nedeniyle tutuklamaya karşı kanun yoluna başvurulabilmesi anayasal ve yasal güvence altındadır (Ay m.19/8). Tutuklamaya, tutukluluğun devamına, savcının tutuklama talebinin reddine, tutukluluğun kaldırılmasına veya tutuklama yerine adli kontrol uygulanmasına ilişkin kararlara karşı gidilebilecek kanun yolu itirazdır (CMK m. 105,104/2). İtiraz, ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde yapılır. Kararı veren makama itirazı gösteren bir dilekçe verilir veya tutanağa geçirilmek üzere zabıt kâtibine beyanda bulunulur. Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir (CMK m.268). İtirazı inceleyecek merci, yazılı cevap verebilmesi için itirazı karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi; gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir (CMK m.270). Tutuklamaya itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Yasa’da, ancak gerekli görüldüğünde savcı ve sonra müdafiin dinlenmesi öngörülmüştür.

İHAS'ın 5/4. maddesi tarafından korunan tutuklamaya itiraz yargılamasında süjeler arasında hâkim önünde dinlenilme ve silahların eşitliği ilkesine uyulmalıdır. İtirazın değerlendirildiği yargılamanın taraf teşkil ederek, çelişmeli yapılması gerekir. Dosya üzerinden ve çelişmesiz yapılan itiraz değerlendirmesi Sözleşme'nin belirtilen hükmünü ihlal eder. Duruşma çelişmeli olabilmeli, özgürlüğü kısıtlanan kimse bizzat bulunabilmeli, kendisini temsil ettirebilmen ve gerekirse tanık çağırabilmeli ve sorgulayabilmedir. Aynı şekilde, özellikle tutuklama veya tutukluluğun devamı ya da bunlara itiraz yargılamalarında sanık ile iddia makamı arasında silahların eşitliği ilkesine uygun davranılmalı, sanığın dosyaya ulaşabilmesi engellenmemeli, dosya açısından gizlilik kararı alınmış olsa bile, en azından tutukluluk ile ilgili bilgilere (belge veya beyan delili olsun) ulaşması engellenmemelidir. Bu itirazın değerlendirilmesi sonrasında verilen kararın da mutlak surette gerekçeli olması gerekir[43].

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5‟inci maddesinin 4‟üncü fıkrası, suç veya başka her hangi bir sebeple tutulma nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kimseye, tutulmasının hukukiliği hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması hukuki değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Bu hak, ceza muhakemesiyle ilgili olarak gözaltında tutma ve tutuklama hallerine olduğu gibi, birinci fıkradaki diğer tutma hallerine de uygulanır. Bir özgürlükten yoksun bırakma, 5/1‟inci fıkrasındaki hallerden birine uygun olsa bile, eğer hukukilik denetimi için başvurma hakkı bulunmuyorsa 4‟üncü fıkraya aykırılık oluşur. Bu hakkın ulusal düzeyde kullanılabilmesi için, iç hukukta başvurulacak makamın ve usulün gösterilmiş olması gerekir. Bu fıkra, idari makamlar tarafından gerçekleştirilen bir tutma işleminin, hukuka uygunluğunun denetlenmesi konusunda iç hukukta hukuki bir yol sağlanmasını öngörmektedir. Eğer bir olayda bir mahkeme tarafından bir tutma/tutuklama kararı verilmiş ise, bu kararda hukukilik denetiminin içselleştirilmiş olduğu kabul edilir. (18.071971 tarihli De Wilde, Ooms ve Versyp (Esas hk) v./Belçika kararı, (başvuru no: 2832/66; 2835/66; 2899/66) 08.06.1976 tarihli Engel ve diğerleri v./Hollanda Kararı (Esas hk) (başvuru no: 5100/71; 5101/71; 5102/71) 18.07.1994 tarihli Wynne v./İngiltere kararı (başvuru no: 15484/89) AİHM‟ye göre tutuklama aşamasında ve tutukluluğa itiraz aşamasında başvurucu tarafından dosyaya ulaşılmış olması gerekirken, olayda başvurucunun avukatına kovuşturmanın dayanağı olan dosyadaki beyanlara karşı etkili bir biçimde itiraz etme olanağı tanınmamış olması, dosyadaki şerik sanıkların ifadelerine karşı görüş belirtme fırsatı verilmemiş olması, öte yandan iddia makamının dosyanın bütününe hakim olması nedeniyle, olayda izlenen usulde çelişmeli yargılama ve silahlarda eşitlik ilkesi yoktur; bu nedenlerle dördüncü fıkranın ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM, aynı doğrultudaki bir diğer kararında ise şöyle denilmektedir; 12.12.1991 tarihli Toth v./Avusturya kararında, başvurucunun salıverilme talebinin reddine karşı itirazının görüşüldüğü üst mahkeme önündeki yargılamada, kendisi ve avukatı bulunmadığı halde iddia makamından bir yetkilinin bulunması ve mahkemenin sorularına yanıt vermiş olması nedeniyle izlenen usulde çelişmeli yargılama ilkesine aykırılık görmüş ve 4‟üncü fıkranın ihlal edildiği sonucuna varmıştır[44].

Tutuklu sanığın müdafiinin soruşturma dosyasına ulaşabilmesi, gerektiği biçimde savunma yapabilmesi için gereklidir. Tutuklamaya itirazın iyi yapılabilmesi, savunma görevinin yeterince yerine getirilebilmesi ve tutuklamanın hukuka uygunluğuna karar verilebilmesi için bu verilere müdafi ulaşabilmelidir. Soruşturmanın gizliliğine zarar verebileceği gerekçesiyle, bu konumdaki bir şüpheli/sanığa tüm dosya kapsamı olmasa dahi, en azından hakkındaki tutuklama kararını ilgilendiren aleyhindeki delillerin gösterilmesi gerekir. Aksine bir uygulama İHAS. m. 5/4'e aykırılık oluşturur[45].

CMK’nın 104. maddesinin 1. fıkrasında; soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanığın salıverilmesini isteyebileceği, 2. fıkrasında ise; şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verileceği, ret kararına da itiraz edilebileceği öngörülmüştür.

Nitekim, soruşturma ve kovuşturma aşamasında tutukluğun incelenmesini düzenleyen CMK’nın 108. maddesinin mümkün olan bir hakkın kullanılması yönünden kovuşturma aşamasına ilişkin 3. fıkrasını da kapsayan 1. fıkrasında; “…şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir” denilmiştir.

Burada da, salıverilme isteği veya tutukluluğunun devamı hususu değerlendirilen ya da tutukluluğu devam eden sanığın yanında müdafiin yer alması gerektiği yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır.

Tutukluluğun devamına veya salıverilme isteminin reddine ilişkin kararların, ister dosyanın esasına girilerek hükümle birlikte, isterse dosyanın esasına girilmeden ara kararı olarak verilsin, CMK’nın 104. maddesi anlamında bir karar oldukları ve dolayısıyla temyize değil, anılan Yasanın 104/2–3, 267 ve 268. maddelerine göre itiraza tabi oldukları anlaşılmaktadır. İtiraz üzerine verilen kararlar ise kesindir (CMK m. 271/4). Bu kararlara karşı ancak olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına bozmaya başvurulabilir (CMK m. 309).

Hükme esas teşkil eden veya başka kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararları hükümle birlikte temyiz edilebilir. Bu nedenle mahkemenin/hâkimin kararının ne suretle hükme etki ettiğinin sanık tarafından somut olgularla ortaya konması ya da temyiz incelemesinde bu hususların somut olarak tespit edilmesi gerekir. Diğer taraftan, ait olduğu kanun yolunda incelenmekle ya da söz konusu kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşen kararlar olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına bozmaya konu olabileceklerinden ayrıca temyiz kanun yolu ile incelenemezler.

Uygulamada verilen tutuklamaya devam kararlarına karşı itiraz halinde etkin bir iç hukuk yolunun pratikte olmadığı görülmektedir. Şöyle ki; itiraz somut olaylara dayanmadan ve matbu ifadelerle reddedilmektedir. Şüpheli ve sanık müdafilerince de çoğu zaman hukuki bir sorumluluk altına girmemek için usulen itiraz yoluna başvurulduğu da görülmektedir. Her iki durumda kişi hak ve özgürlüklerinin söz konusu olduğu halde, son derece sakıncalı durumlar olduğu açıkça görülmektedir. İtiraz mercii CMK madde 271/3’üncü maddesi uyarınca kararı mümkün olan en kısa sürede verecektir. Bu şekilde bir düzenleme yanlış yorumlara neden olabilir. CMK madde 268/2’nci maddesinde olduğu gibi (kararına itiraz edilen hâkim veya mahkemenin itirazı incelemesi ve yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie göndermesi) bir süre şartının getirilmesi yararlı olacaktır[46].

--------------------------

[1] Avukat. Özlem Öğütcü, İstanbul Barosuna kayıtlı.

[2] Pamuk, İsmail, “ Tutuklu Sanıkların Tahliye Talep Haklarının Kapsamı: Anayasa Mahkemesinin İlker Başbuğ Kararı Kapsamında Bir İnceleme”, Tutuklama, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:10, Sayı: 125-126, Seçkin Yayıncılık, Şubat 2015, s. 152.

[3] Katoğlu, Tuğrul, “Tutuklama Tedbirine İlişkin Sorunlar”, Ankara Barosu Dergisi, 2011/4, Ankara, s. 19.

[4] Koparan, Mehmet Reşat, TBB Dergisi, Sayı: 65, Ankara 2006, s. 154.

[5] Albrecht, Hans Jörg, “Tutuklama Hukuku ve Uygulaması Avrupa’da Karşılaştırmalı Bir Perspektif”, çeviren Arslan Mehmet, Tutuklama, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:10, Sayı: 125-126, Seçkin Yayıncılık, Şubat 2015, s. 30.

[6] Centel, Nur, “İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları Işığında Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım”, MÜHF – HAD, C. 17, S. 1-2, s. 49.

[7] Çakmak, Selçuk Güney, Tutuklama. www.hukukcu.com/bilimsel/kitaplar/tutuklama.htm-55k

[8] Koparan, s. 155.

[9] Centel, Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım, s. 92.

[10] Ünver, Yener/Hakeri, Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku. Adalet Yayınevi, 14. Baskı, Ankara 2018, s. 337.

[11] Centel, Nur/Zafer. Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Bası. Beta Yayıncılık, İstanbul 2016, s. 363.

[12] Koparan, s. 155.

[13] Katoğlu, s. 21.

[14] Kunter, Nurullah/ Yenisey ,Feridun/ Nuhoğlu, Ayşe, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. B., İstanbul, Beta, 2006, s. 758.

[15] Centel, Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım, s. 89.

[16] Bkz. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararı: Novvıcka'ya Karşı Polonya Davası (Çev: Ayşe AKÇİN), Ceza Muhakemesi Önlemleri ve Özellikle Gizli Araştırma Önlemleri, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi, Cilt: 11, Ankara 2011.

[17] Bkz. Ünver/Hakeri, s. 350.

[18] Koparan, s. 170-171.

[19] Yıldız, “Tutuklama Kararına Karşı Başvuru ve Denetim Yolları”, s. 136.

[20] Eker Kazancı, Behiye. İHAS ve İHAM Kararları Çerçevesinde Yakalama ve Tutuklama Koruma Tedbiri ile Kişi

Güvenliği ve Hürriyetinin Sınırlandırılması, TBB Dergisi 2012, S: 98, s. 93.

[21] Centel/Zafer, s. 383.

[22] Koparan, s. 171.

[23]Centel/Zafer, s. 383-384.

[24] Yıldız, “Tutuklama Kararına Karşı Başvuru ve Denetim Yolları”, s. 136-137.

[25] Centel/Zafer, s. 384.

[26] Katoğlu, s. 24.

[27] Bkz. Centel, Tutuklama Uygulamasında Sorunlar, s. 203-204.

[28] Bkz. Ünver/Hakeri, s. 362.

[29] Ünver/Hakeri, s. 350.

[30] Centel/Zafer, s. 379.

[31] Yenisey /Nuhoğlu, s. 21.

[32] Yıldız, Ali Kemal, “Tutuklama Kararına Karşı Başvuru ve Denetim Yolları” , Tutuklama, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:10, Sayı: 125-126, Seçkin Yayıncılık, Şubat 2015, s. 137-138.

[33] Yıldız, Ali Kemal, Ceza Muhakemesi Hukukunda Tutuklama ve Adli Kontrol, s. 681.

[34] Serbest bırakılma talepleri ile ilgili kararın, yukarıda belirtilen dinleme (yada yazılı görüşleri alma) işleminden sonra üç gün içinde verilmesi gerekir. CMK’nın 103 (1) m. ile kişi hürriyetine verilen önem vurgulanmış

inceleme ve değerlendirme süresinin keyfi tutumlarla uzatılması önlenmek istenmiştir. Dolayısıyla serbest bırakılma taleplerini içeren dilekçeyi alan hakimin havale işlemini yaparken aldığı tarihi ve saati yazması yasanın amacına uygundur. Koparan, s. 166.

[35] Centel/Zafer, s. 380-381.

[36] Peters/Altwicker, s 133 (akt-Ünver/Hakeri, s. 353).

[37]Ünver/Hakeri, s. 351.

[38] Yıldız, “Tutuklama Kararına Karşı Başvuru ve Denetim Yolları”, s. 138.

[39] Ünver/Hakeri, s. 362.

[40] Bkz. Centel, Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım, s. 66.

[41]Yıldız, “Tutuklama Kararına Karşı Başvuru ve Denetim Yolları”, s. 137.

[42] Centel, Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım, s. 67.

[43] Doğru, s. 45.

[44] Bkz. Çalışkan, s. 15.

[45] Ünver/Hakeri, s. 353.

[46] Özen, s. 211.