Prof. Dr. Ersan Şen yazdı;

Bizde, şüpheli veya sanığın yeni suç işlemesini önlemek veya mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m.104/3’e benzer “infial tutuklaması” hükmü yürürlükte değildir. Mülga CMUK m.104/3’e göre; “Altı aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda sanık ancak, suçun toplumda infial uyandırması veya ikametgahı veya meskeninin bulunmaması veya kim olduğunu ispat edememesi halinde tutuklanabilir”. Bu veya benzeri hüküm, yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülmemiş, bunun aksine CMK m.100/4’de “Sadece adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Bugün ise, vücut dokunulmazlığının basit yaralama ile ihlal edilmesini suç sayan Türk Ceza Kanunu m.86/2’de dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasından dolayı şüpheli veya sanıkların tutuklanmasının önünü açacak kuralın getirilmesinin amaçlandığını görmekteyiz ki; infial tutuklaması, kamuoyuna mal olmuş insanların kasten yaralanması durumunda tutuklama, tedbir veya tevbih tutuklaması olarak adlandırılabilecek bu tür bir tutukluluğun, tutukluluk sayısını artıracağı, keyfi ve eşitliği ihlal eden uygulamalara yol açabileceğini ifade etmek isteriz.

Tutuklulukta dikkat edilmesi gerekenler;

İlk tutuklama kararında ve devam eden tutukluluklarda mutlak şekilde ilgili ve yeterli gerekçe aranmalıdır. Bir başka ifadeyle; CMK m.100/3’de sayılan katalog suçlardan birisi ile suçlanan şüpheli veya sanığın tutuklanması, sırf bu katalogdan dolayı otomatik uygulanamaz, yani bu konuda “kesin kanuni karine” kabul edilemez. Şüpheli veya sanığın, iddiaya konu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı şarttır. Buna, tutuklulukla ilgili ve yeterli somut gerekçe şartı denir.

Devam eden tutukluluklarda, “artan suç şüphesi seviyesi” ölçütü mutlaka dikkate alınmalı ve araştırılmalıdır. Genel geçer ve basmakalıp tutukluluk gerekçesi ne kadar yanlışsa, devam eden tutuklulukta aynı gerekçenin tekrarı da bir o kadar yanlış olabilir. Bunun yegane istisnası; iddiaya konu suçun ve cezasının çok ağır olması, şüphe seviyesinin artmamasına rağmen düşmemesi ve yargılamanın elde olmayan sebeplerle tamamlanamaması, “ölçülülük” ilkesine göre adli kontrol tedbirinin tatbikinin gerçekten yetersiz kalacağının anlaşılmasıdır. Esasında bu görüş eleştirilebilir, çünkü tutuklunun makul sürede yargılanma hakkı vardır, ayrıca tutuklunun kaçmasını önleyecek adli kontrol tedbirleri ile serbest yargılanması da mümkündür. Şüpheli veya sanığın tutukluluğu mahkum olacağını göstermeyeceği gibi, tutuksuz yargılanması da beraat edeceği anlamına gelmez. Yargılamanın esası ile ceza yargılamasının koruma tedbirlerini ve bunun şartlarını ayrı değerlendirmek gerekir.

CMK m.102’de öngörülen süreler tutukluluk için öngörülen azami süreler olup, tutuklulukta sonuna kadar kullanılamaz. Tutuklunun makul sürede yargılanma hakkı vardır ve bu hak nedeniyle azami süreler, tutukluluğun devamı için ilgili ve yeterli gerekçe gösterilmedikçe tüketilemez. Tutuklunun makul sürede yargılanma hakkı, serbest bırakılıp tutuksuz yargılanmayı isteme hakkını kapsar. Esasında makul sürede yargılanma hakkı her şüpheli ve sanığa tanınmış bir hak olup, tutuklu için bu hak tutuksuz yargılanma hakkı anlamını taşır. Tutuklunun yargılanma süreci uzarsa, tutuklama tedbirinden beklenen amaca ulaşılıp ulaşılamadığına bakılmalı ve bihakkın serbest bırakılma veya adli kontrol tedbirinin tatbiki yoluna gidilmelidir.

Tutuklunun ne zaman serbest kalacağını, tutuksuz yargılanacağını veya yargılamanın tamamlanma süresini bilmemesi, meçhulde kalması, bu sırada tutukevinde değil de kapalı ceza infaz kurumunda kalması, hem psikolojik ve hem de suçsuzluk/masumiyet karinesi yönü ile travmatik sonuçlara yol açabilir ki, bir tedbir olan tutukluluğun CMK m.100’de sayılan fonksiyon ve amaçları arasında “ceza yerine uygulanma” ve “suçluluk kabulü” sayılmamıştır.

Tutukluluk süresinin uzun tutulmaması, şüphelinin Anayasa m.19/7-8 ve İHAS m.5’de güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkı korunmalıdır. Tutuklulukla aynı şartlara sahip olan ve yaşlılık, ağır hastalık, cezanın ağırlığı veya tutukluluğun uzaması karşısında tercih edilen adli kontrol tedbiri uygulanmalı. Aksi halde, iddianameler bir an önce düzenlenmeli ve kamu davaları başlatılmalıdır. Çünkü uzayan tutukluluk ister istemez cezaya dönüşecek ve suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan şüphelinin durumunu ağırlaştıracaktır.

CMK m.109/1’de, adli kontrol ve tutuklamanın aynı şartlara tabi olduğu ifade edilmiştir. Tutuklulukta aranan “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delil” önşartı, adli kontrolün daha kolay ve etkin tatbikini, özellikle aynı devam eden veya azalan suç şüphesinde tutukluluk yerine adli kontrole başvurulmasını sağlamak için değiştirilebilir.

Tutuklama ve adli kontrol için aranan “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delil” ibaresi, adli kontrol bakımından “yeterli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller” veya “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” olarak değiştirilmeli, böylece tutukluluk ile adli kontrol arasında bir derecelendirmeye gidilmeli, adli kontrol tedbirinin farkı ortaya koyulup uygulanabilirliği artırılmalı, bu yolla da karar veren makamın her durumda tutukluluğu tercih etmesinin veya gerekmediğinde de adli kontrolü uygulamasının önüne geçilmelidir. Bu değişiklik, adli kontrolün mevcut şekilde uygulanmasına bir ek hüküm olarak da getirilebilir, yani “ölçülülük” ilkesine uygun olarak tutukluluk yerine adli kontrol tercih edilebileceği gibi, şüphelinin kuvvetli değil de yeterli olduğu durumda da adli kontrol tedbirinin tatbiki mümkün hale gelir.

Tutuklama için ilgili ve yeterli gerekçe olmalı ve bu gerekçe kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillere dayandırılmalıdır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde şüphe seviyesinin kuvvetli olması değil, makul olup olmadığına bakılmaktadır. Tutuklulukta makul gerekçe arayan İHAM, bu yönü ile iç hukuka göre daha az güvence sağlamış gözükmekle birlikte, uygulamada İHAM güvencesinin, iç hukukta tutukluluk için aranan somut gerekçelere göre şüpheli veya sanığın daha lehine olduğunu söylemek gerekir. Bu noktada kuralın üstünlüğü değil, uygulamanın önem taşıdığını söylemek isteriz.

Ayrıca İHAM, iç hukuk yolları tüketilmeden tutukluluğun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiğine dair başvuruyu esastan inceleyemez.

Son Söz; tutuklunun soruşturması ve kovuşturması süratli yapılmalı veya mümkün olduğu kadar tutuksuz yargılama yöntemi seçilerek, tutukluluğun cezaya dönüşmesinin önüne geçilmelidir.



Kaynak: Haber7