“Mahpus bir insan, zavallı bir insandır” (ein gefangener Mann, ein armer Mann)

Friedrich Schiller (1759- 1805)

ÖZ

Suçlar ve cezalar insanlık tarihinin ilk gününden bu yana varlığı kabul edilmiş kurumlardır. İnsanların çoğalmaya başlamasıyla da, insanların birbirlerine yönelik eylemleri, kin duygusu ile müeyyidelendiriliyordu. Bu süreçte Platon’a göre “ birlikte yaşama zorunluluğundan doğan “ devlet kurumu ortaya çıkmıştır. Fillere yönelik cezaların verilmesi yetkisi bireylerden alınarak topluluklarca oluşturulmuş olan devlet kurumuna verilmiştir. Ancak müeyyidelerde belli kuralların mevcut olmaması ise adaletsiz bir ortamın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu sebeple de cezalara makul bir ölçü getirilmesi amaçlanmıştır. 

Bu çalışmada, tarihimizde mevcut cezalar ve cezaevlerinin gelişimi incelenmiştir. Cezaevleri, bireylerin gerçekleştirmiş oldukları eylemler karşılığında kişisel özgürlüklerinin belli bir süre ile kısıtlandırmak amacıyla bekletildikleri devlet binalarıdır. Çalışmada öncelikle İslam Hukukunda uygulanan cezalar incelenmiş, ardından Osmanlı Devletinde uygulanan cezalar ile cezaevlerinin Türk toplumunda doğuşu ve gelişimi değerlendirilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet dönemi de incelemeye tabi tutularak son olarak hapis cezalarında tahliye hesaplanmasına yer verilmiştir.

ABSTRACT 

Crime and penalty have been existing since the beginning of human history. With the riseof the human population, the actions of people against others had been sanctioning by the senseof resentment. According to Plato, in this process, the State became exist as arising from theneed of men for one another’s assistance. State which was constituted by the communities wasauthorized with the penalizing for acts. This authority was taken from individuals. However, itleaded to an unjust environment because there were no certain rules and regulations in thesanctioning.

This study examines the penalties and penal institutions in our history. A prison is a statefacility in which inmates are denied a variety of freedoms in return for their actions for a certaintime period. In this study, firstly penalties in Islamic law are examined, later penalties in theOttoman Empire and the birth and development of prisons are evaluated. Besides that, theRepublican period is made subject for review and developments in executional processes in thisperiod are adverted.

I – GİRİŞ 

Suçlar ve cezalar insanlık tarihinin ilk gününden bu yana varlığı kabul edilmiş kurumlardır. İnsanların çoğalmaya başlamasıyla da, insanların birbirlerine yönelik eylemleri, kin duygusu ile müeyyidelendiriliyordu. Fiillere yönelik cezaların devlet kurumuna verilmesi ile  adaletsiz bir ortamın varlığına sebebiyet vermemek ve kaos oluşturmamak gayesi ile cezalara makul ölçüler getirilmiştir. Bu makul ölçüler her dönem farklı şekilde ortaya çıkmıştır. İslam hukukunda makul ölçüler Kuran-ı Kerim esas alınarak oluşturulduğu gibi ilerleyen süreçlerde uluslararası sözleşmeler, Anayasa gibi farklı kaynaklar esas alınarak oluşturulmaya başlanmıştır. Ceza hukukunda  genel itibariyle her dönemde cezalandırma işlemi dört aşamadan oluşmaktadır. Bunlar, suç, ceza, yargılama ve infaz aşamalarıdır. Son aşama olan infaz aşaması takdir edilen cezanın hayata geçirilmesi evresidir. Cezanın infazı olarak genel itibariyle insan aklında yer eden düşünce hürriyeti bağlayıcı cezalardır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı ise, “ penoloji” denilen konuyu oluşturur ki, bu 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya’da Hamburg’lu doktor N. H. Julius vasıtasıyla “ cezaevi ilmi “ olarak ifade edilmiştir. [1]Bu bakımdan Alman hukukuna göre, ceza infaz hukuku, hürriyetten yoksun bırakan ceza yaptırımlarının yerine getirilmesini ifade eder.  [2]

İslam hukuku açısında baktığımız zamanda yine cezalandırma dört aşamadan oluşmaktadır. Bu dört aşamadan infaz aşaması ise büyük bir önem verilmiştir. Bu suretle İslam ceza hukukunda “ İnfaz yargılamanın bir parçasıdır, infaz olmayınca yargılama süreci de yok sayılır” denilerek infaz hukukuna verilen önem belirtilmiştir. [3] İslam hukukunda had, kısas ve tazir olmak üzere üç tip ceza şekli bulunmaktadır. Bu cezalar bedeni cezaları esas almaktadır. Hapis ceza ise  her ne kadar Kuran-ı Kerim’de belirtilmiş olunsa da sınırlarına ilişkin bir husus belirtilmeyerek yaptırımı uygulama yetkisine sahip kişiye sınırları belirlemek yetkisi bırakıldığı düşünülmüştür. Bu sebeple de İslam Hukukunda uygulamada çok fazla uygulanan bir ceza tipi olmadığı için hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer anlamında hapishanelerden söz edilememektedir.

Osmanlı Devletinde de uygulanan hukuk tipi İslam Hukukudur. Başlangıçta, İslam Hukukunda hapis cezasının yaygın şekilde kullanılan bir ceza tipi olmaması sebebiyle hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği yer olan cezaevlerinden söz edilememekteydi. Ancak İslam- Osmanlı Hukuku içerisinde yer alan tazir cezaları olarak adlandırılmış suç sayıldığı halde cezaları tespit edilmemiş olan cezalar bulunmaktaydı. Tazir cezaları ölüm cezası, dayak, sürgün, mahalleden ihraç, teşhir, para cezası, tazmin ve hapis cezası olarak karşımıza çıkmaktadır. Taziren cezalandırılan suçların Kuran-ı Kerim de belirtilmemiş olması sebebiyle  padişah veya onun yetkilendirmiş olduğu kişi suçun nitelik ve derecesine göre cezayı belirlemekteydi. Bu bakımdan, tazir ve kanunnameler hapis cezasının başlıca kaynağını oluşturmuştur. [4]  Hapis, şüpheli veya sanığın yargı kararı ile bir yere kapatılarak hürriyetinin kısıtlanması anlamına gelse de Osmanlı Devletinde bu uygulama daha çok bir ceza olarak değil, failin hüküm giyip cezasının belirlendiği zamana kadar tutulma işlemi olarak uygulanmıştır. Bunun uygulandığı yer anlamına gelen” mahpes “ her hangi bir yer olabilirdi Mahpes olarak kullanılan yerler, genellikle tersane, kale ve zindanlardır.  Yedikule, Baba, Cafer ve Tersane zindanları, İstanbul’da yaygın olarak kullanılan zindanlardı. [5]

Yapılan araştırmalar neticesinde Spierenburg’a göre şehirlerde ilk hapishane Londra’da 1555 yılında kurulmuş iken bazı yazarlara göre ise 1595 yılında Hollanda’nın Amsterdam şehrinde inşa edildiğini belirtmektedir. Başka bir grup yazara göre ise ülkenin İtalya olduğu belirtilmektedir. Her ne kadar somut ve kesin bir yargı bulunmasa da Avrupa’da Osmanlı Devletine göre yüzyıllar önce hapishane kurulmuştur. Osmanlı Devletinde ise ilk hapishane günümüz tarihine çok yakın, 155 yıllık bir tarihe dayanmaktadır. Sultanahmet Meydanı’nda inşa edilen ilk Osmanlı “ hapishane-i umumi “ si 1871 yılının Ocak ayında sadrazam ve vükela tarafından törenle açılmıştır. Osmanlı Devleti için yeni bir hareket olması sebebiyle de birkaç gün süreyle de isteyenlerin görebilmesi için halka teşir edilmiştir. [6]

Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1 temmuz 1926 tarih 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlüğe girmesi ile İnfaz Hukuku tekrardan  önem kazanmıştır. Bu kapsamda bir çok yenilikler ile beraber yeni kanunlar ortaya çıkarılmıştır. İlk olarak ise ceza ve hapishanelerinin idaresi 1 Haziran 1929 tarihinde İçişleri Bakanlığından alınarak Adalet Bakanlığına bağlanmıştır. Geçen süreçte bir çok değişiklik yapılmış olmakla birlikte hali hazır 13/12/2004 yılında kabul edilmiş olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun yürürlüktedir.

Aşağıda İnfaz Hukukunun Türk Hukukundaki tarihi gelişi dönem dönem incelenecektir.

II-  İSLAM HUKUKUNDA 

Arapça kökenli olan “ ceza “ kelimesi, Arapça’da mükafat veya ceza anlamı olmak üzere iki manayı kendisinde barındıran bir kelimedir. Türkçede genel anlamıyla bir suç karşılığında uygulanan bir yaptırım olarak karşımıza çıkmaktadır.  Latincede ise kelime karşılığı “ poena “ olan  “ azap, elem “ gibi anlamlar taşımaktadır.

Arapça’ da ceza kelimesi anlamına gelen bir çok eş anlamlı kelime bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar neticesinde Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde bu kelimeler kullanılmaktadır.

Ceza kelimesi,  İslam Hukuku kapsamında bir çok eski hukukçu tarafından tasvir edilmiştir. Bunlardan biri olan eski İslam Hukukçusu Ali İbn Muhammad Mawardi’ye göre ceza kelimesinin anlamı  ise : “ Yasak olan şeylerin yapılmasını ve emredilen şeylerin de terkini önlemek için Allah Teala’nın koymuş olduğu zecri tedbirler” dir.

İslam hukuku incelendiği zaman cezaların sınıflandırılması suç tiplerine göre yapılmıştır. Bunun sebebi ise suçları sınıflandırılırken bu suçlara verilecek cezalarında belirtilmesidir.  Bu   kapsamda cezalar ise  “ had, kısas ve tazir “olarak sınıflandırılmıştır.

Kelime anlamı olarak “ men “ anlamını taşıyan had kelimesi Kur’an-ı Kerimde belirtilmiş değişmez cezalardır. Gerçekleşen suç neticesinde verilecek olunan ceza miktarı açıkça belirtilmektedir Bu sebeple de bu tür cezaların uygulanmasında hakimin takdir yetkisi veya toplumun herhangi bir müdahalesi bulunmamaktadır.

Had cezaları başlıca Allah’a karşı işlenen suçlarda uygulanan yaptırım biçimdir. Bunun belirlenmesinde rol oynayan faktör ise toplumsal menfaattir. Ancak bazı suçlarda ise kulların yani kişilerin hakkı söz konusu olmaktadır. Her iki hakkı da bünyesinde barındıran suçlar hırsızlık ve zina iftirasıdır. [7]

Allah’a karşı işlenmiş olunan hadd suçları ise şunlardır; hırsızlık, zina, şarap içmek veya sarhoş olmak, birine zina iftirası atmak, yol kesmek ve İslam dinini terk etmektir.

Söz konusu suçların müeyyideleri ise çok ağır olması sebebiyle hakim huzurunda kanıtlanması çok güç delillere tabi tutulmuştur. Örnek vermek gerekirse zinanın suçunun ispatlanması için dört erkek şahide ihtiyaç vardır. Bu kişilerin suçu en ince ayrıntısına kadar anlatması gerekmektedir. Eğer suçun gerçekleşmesi noktasında en ufak bir şüphenin bulunması, cezanın düşmesine neden olmaktadır. Mahkeme önüne gelen ve hadd cezası gerektiren suçun, affı yoktur. [8]

Had cezalarının infazı devletin yetkili organına aittir, suçtan zarar gören( mağdur) cezayı kendiliğinden infaz edemez. [9] Ezcümle, cezaya hükmedecek kişi hakim iken infazda yetkili kişi infaz memurudur.

İki had cezası verilmişse infaz sırasında birinci ceza infaz edildikten sonra ikinci cezanın infazına kadar birkaç gün ara verilmesi gerekir.[10] Had ve tazir cezaları içtima etse, önce tazir cezası infaz edilir. [11]

Had cezaları olarak belirtilmiş olunan suç tiplerini kalem kalem inceleyecek olursak eğer;

“  Zinaya yaklaşmayın. Zira o kötü bir iştir ve kötü bir yoldur.”  [12]       

“ Zinâ eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun . “ [13]

Zina cezası yukarıda da belirttiğimiz üzere kadın ve erkek için yüz sopa yani celde ile vurmaktır. Ancak her ne kadar Kur-an’ı Kerim’de bu şekilde belirtilmiş olunsa da Hz. Peygamber’in uygulamasından kaynaklı olarak evli olan kadın ve erkek için uygulanan ceza recm olarak tabir edilen taşlayarak öldürmedir.

“ Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. “ [14]

Hırsızlık suçunun cezası için belirtilmiş olunan ceza ise ayette belirtildiği üzere el kesmedir. Ancak suçun cezası için iki tane şahidin ve hakimin muhakemesi neticesinde suçun sübut olması gerekmektedir.

İçki içmenin cezası da yine Kur-an’ı Kerim ile yasaklanmıştır. Ancak cezası Kur-an’ı Kerim’de açıkça belirtilmeyip Hz. Peygamberin uygulaması ile belirlenmiştir. Bu sebeple içki içen kişiye verilen ceza tam sayısı belli olmamakla beraber celde cezasıdır.

“ Namusla kadınlara ( zina suçu ) atıp da sonra ( bu suçlamalarını ispat için ) dört şahid getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kişilerdir.”[15]

Ayette belirtilmiş olunan namuslu olma kavramı ise o dönem koşullarında “ hür olmak, akıllı ve ergin olmak, Müslüman olmak, iffetli olmak” anlamını taşımaktaydı.

“Allah ve Rasûlüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları, yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise, onlar için büyük bir azap vardır. Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tövbe edenler olursa, bilin ki, Allah, Gafûr’dur, Rahîmdir, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” [16]

Belirtilmiş olunan ayette ve söz konusu dönem üzerinde yapılan incelenmeler neticesinde yol kesme cezası belirli nitelikli hallere göre belirlenmiştir. Bunlar ise şu şekildedir;

– Soygun yapıp, adam öldürmüşse, yol kesici öldürülür ve ibret için asılır.

– Yalnız adam öldürmüş olup, soyguna katılmamış bulunursa, asılmaksızın öldürülür.

– Adam öldürmeksizin, yalnız soygun yapmışsa, çapraz bir şekilde eli ve ayağı kesilir.

– Adam öldürmeden ve soygun da yapmaksızın, yalnız yolda korku ve terör meydana getirenlere “sürgün cezası” uygulanır.

Sözlük anlamı “ bir suçluya ceza olarak, başkasının yaptığı kötülüğün aynısını verme, uygulama” anlamına gelen kısas hukuki olarak bir şahsın işlediği suça eşdeğer bir şekilde cezalandırılması esasına dayanmaktadır. İslam hukuk terimi olarak ise “ kasten yaralama, sakat bırakma ve öldürme olaylarında suçlunun, işlediği fiile denk bir ceza ile cezalandırılmasıdır. “ [17] şeklinde belirtilmiştir. Kısas cezaları da hadd cezaları gibi Kur-an’ı Kerim’de belirtilmiş olunan cezalardır.

“Onda (Tevrat’ta) üzerilerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.”[18]

Kısas cezalarında kamu menfaati ihlaline ilişkin bir durum olmayıp sadece ihlal edilen hak mağdurun hakkıdır. Bu sebeple de şikayete bağlı suçlar olarak tabir edilebilmektedir. Kısas cezalarında ki menfaat mağdur taraftaki kin ve öfkeyi dindirmektir. Kısas cezasının hükmedilebilmesi için ise suçun kasten işlenmesi ve bunun sanık tarafından kesin olarak bilinmesi gerekmektedir. İhtimale dayanılarak kısas  yapılamamaktadır. Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki, kısasın uygulanması için belirli şartların mevcut olması gerekmektedir. Bunlardan bazıları ise şu şekildedir;

– Adam öldüren kişinin reşit olması,

– Mağdurun masum olması,

– Bir organ ancak kendi karşılığındaki bir organ için kısas yapılabilir,

– Hür ve köle arasında kısas uygulanamaz,

Kısas ile cezalandırma eşitlik ilkesine uygun gibi görünse de aslında uygulama da mevcut bir eşitlik sağlamamaktadır. Durumun en güzel örneği ise “ hür ve köle arasında kısas uygulanmaz”dır. Bu sebeple de, kısas açıkça eşitlik ilkesine aykırı bir yaptırım şeklidir.

Adam öldürme ve yaralama suçları, daha çok öldürülenin yakınlarını ve / veya yaralananı ilgilendirdiğinden mağdur tarafa özel bir yetki tanınmış, mahkumiyet hükmü kesinleşmiş olsa bile onların onayı alınmadan kısasın infazı uygun görülmemiştir.[19]

Yaralanmada kısas infaz edilecekse, yetkili mahkemenin kesinleşmiş mahkumiyet hükmü[20] yanında ve infaz hakimi nezaretinde kısasta uzmanlaşmış biri eliyle infaz yapılır. [21]

Bazı hallerde de kısas düşmektedir. Ezcümle;

– Cezai sorumluluk için kişinin buluğ çağına girmiş olması gerekmektedir. ( Erkekler de on iki, kadınlarda dokuz) Buluğ çağına girmemiş çocukların işledikleri suçlar, hükmen hata olarak kabul edilmektedir,[22]

– Akıl hastalığına sahip kişilerin cezai sorumluluğu bulunmamaktadır,

– Kısas konusu olacak organın kaybolması veya kişinin ölmesi durumlarında kısas düşmektedir.

Kısas cezasının infazı yani uygulanma şekli Maverdi’ye göre  belli şartlara tabi tutulmuştur.

1. “Kısas cezasına hüküm veren hâkim ya da onun vekili infaz anında hazır bulunmalıdır.

2. İnfazın adalete uygun yerine getirildiğini veya infaz anında mahkûma zulmedilmediğini belgelemek için iki kişinin infaza şahitlik etmesi gerekir.

3. İnfaz anında ihtiyaç duyulduğu anda yardıma koşabilecek birkaç kişinin bulunması gerekir.

4. Mahkûmun, üzerinde Allah hakkı olarak ruhunu teslim etmemesi için, şayet kılmadıysa üzerine farz olan günün namazını kılması için müsaade edilir.

5. Kul haklarını muhafaza için lehinde ve aleyhinde olan durumları vasiyet etmesi istenir.

6. Günahından tövbe etmesi istenir.

7. Mahkûm kısas mekânına güzelce götürülür. Kötü ve incitici bir şekilde konuşulmaz.

8. İnfaz anında açılmaması için mahkûmun avret yerleri iyice örtülür.

9. İnfazı görmemesi için mahkûmun gözleri bağlanır. Kılıcın tam

boynuna isabet etmesi için mahkûmun boynu yere doğru uzatılır.

10. İnfazda kullanılacak olan kılıç keskin olmalı, kör ve zehirli olmamalıdır. [23]

Bir diğer ceza tipi olan tazir ise sözlükte “ engellemek, te’dib etmek; desteklemek, saygı göstermek” anlamlarını taşımaktadır. Bu ceza tipi had ve kısasta olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de cezası belli suçlardan değildir. Başka bir deyişle,miktarı ve uygulaması hakime veya yöneticiye bırakılmış cezalardır. Ancak bu durumu direk hakim ve yöneticinin inisiyatifine bırakılmış olarak düşünmemek gerekir. Her ne kadar bölge ve çağa göre farklılık arz edebilse de genel kaidelere ilişkin ayetler ve hadisler ile cezaların niteliği ve sınırları belirlenmektedir.

Tazir suçlarında korunan menfaat kamu yararı yani Allah hakkı ve ferdi hak olarak farklılık arz etmektedir.

Tazir gerektiren suçlar ise şu şekilde belirtilmiştir;

– Günahlar                              : İslam Hukuku’nun doğrudan haram kıldığı ve yapılmasını yasakladığı fiiller,[24]

– Umumun Menfaatleri          : Doğrudan doğruya haram kılınmamış ancak nitelikleri bakımından yasaklanmış fiiller,[25]

– Emirlere Muhalefe              : Konulan hükümlere karşı gerçekleştirilen fiillerdir. [26]

Başlıca tazir cezaları ise şu şekildedir;

– Ölüm Cezası            :  Casusluk

– Sopa Cezası             : Had uygulamasına engel durumların olması halinde verilir.

– Sürgün Cezası          : Sahtekarlık

– Nasihat                     : Öğütten ibarettir.

– Mahkemeye celp     : İtibar zedelemesi

– Kınama                    : Kadı tarafından

– Tehdit                       : Kadı tarafından ( sana şu şekilde ceza vereceğim )

– Tecrit                        : Suçlu ile ilişkiyi kesmek, selam vermemek

– Azl ve Teşhir            : Görevden almak, suçu halka ilan etmek

– Mali Cezalar            : Farklı görüşler mevcuttur.

– Hapis Cezası            : Özgürlüğün kısıtlanması

İslam hukukuna genel anlamıyla bakıldığı zaman görüleceği üzere cezalar daha çok bedeni cezaları esas almaktadır. Günümüzde esas müeyyide olan hapis cezası ise İslam hukukunda  pek fazla yer bulamamaktadır. Bu sebeple de hapis cezasının infaz edileceği hapishane olarak tabir edilmiş kamu binası da bulunmamaktadır.

Her ne kadar İslam’ın doğuş tarihinde çok fazla başvurulan bir müeyyide olmasa da ilerleyen süreçte yavaş yavaş belli koşulların mevcudiyeti ile başvurulan bir ceza tipi haline gelmiştir. Bazı kaynaklar ise ilk dönemler de hapis cezasının uygulanmasını şu şekilde belirtilmiştir: “ Hz. Peygamber, borçlarını vermeyenleri, harp esirlerimi ve katilleri veyahut cinayetten zanlı olanları hapsediyordu. Kettani ve Ali Dede’ye göre ilk tarihlerden itibaren Hz. Osman zamanına kadar, suçlular kuyularda hapsediliyordu . Peygamber ve dört Halife zamanında özel bir hapishane yoktu. Mescitler ve dehlizler hapishane olarak kullanılıyordu. Nitekim, Hz. Peygamber, bir cinayet suçlusu olan Sumame bin Üsale’yi mescidin duvarlarına bağlamıştır. Tay kabilesinde Hatem’in kızı Sufine, mescitte kadınlara mahsus bir odaya hapsedilmişti. Hz. Peygamber, Beni Kurayza Yahudilerinden esir aldıkları kimseleri Haris’in kızının evine hapsetmiştir.” [27] Açıkça görüleceği üzere İslam Hukukunun başlangıcında hapis cezası geçici bir müeyyide şeklinde görülmüştür.

Hz. Ömer döneminde nüfusun artması ile suç oranları da artış göstermiştir. Bununla birlikte hapis cezası yaptırımı uygulanacak suç türü her ne kadar az olsa da uygulanabilmesi için özel bir yere ihtiyaç duyulmuştur. Hz. Ömer’de bu ihtiyaca yönelik olarak bir ev satın alarak hapishaneye dönüştürmüştür. Ancak İslam’da, hapishane olarak kullanılmak üzere özel bir binayı ise ilk defa Hz. Ali yaptırmıştır. Hz. Ali, Nafi ismi verilen bu hapishaneden hırsızların kolay kaçmaları üzerine, Mehis isminde daha güvenli bir hapishane yaptırmıştır. Hz. Ali, Kufe kadısı Şureyh, Mısır kadısı Hayr bin Nu’aym borçluları hapsediyorlardı. [28]

Her ne kadar tazir cezası olarak belirtilmiş olunsa da hapis cezası uygulama da mahkumiyet amaçlı değil daha çok tedbir amaçlı yani gözaltı olarak başvurulan bir yol olmuştur. Bu sebeple de bireylerin tutuldukları yerler, hürriyeti bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer olarak düşünülemeyeceği için hapishane olarak nitelendirmek doğru olmayacaktır.

III- OSMANLI DEVLETİNDE,

Türk hukukunda “ infaz”, “ yerine getirme “ ve “ cezanın çektirilmesi” olarak adlandırılan kurumdur. [29]

Osmanlı Devleti’nde diğer bir çok alanda olduğu İnfaz Hukukumda, aslen Ceza Hukuku alanında esas itibariyle İslam Hukuku uygulanmaktadır. Ancak zamanla, bir çok faktörün etkisi ile uygulamalarda farklılıklar arz etmiştir.

Osmanlı Devleti’nde cezalar bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Yani örfi ve şeri ceza hukuku ayrımı olmadığı gibi cezaların içerisinde bir derecelendirme de mevcut değildir. Ancak uygulama da görüleceği üzere belli cezaların sonucu kişiler üzerinde diğer cezalara göre çok daha etkili olmuştur.

Osmanlı Devletinde uygulanan başlıca cezalar şunlardır: kürek cezası, dağlama, sürgün, teşhir, para cezası, kalebentlik [30], idam, hapis, organ kesme gibi örnekler verilebilir. Her ne kadar cezalarda ayrım yapılmadığı belirtilmiş olunsa da yukarıda belirtilmiş olunduğu gibi bazı cezaların sonuçları diğerlerine göre daha ağırdır. Bu sebeple de ağır ve hafif ceza ayrımı yapılarak incelenmesi daha doğru olacaktır.

Hafif cezalara örnek olarak dayak cezası, memurluk yerlerinin değiştirilmesi, azil verilebilir.

Ağır cezaların en başında ise idam gelmektedir. Yine aynı şekilde organ kesme, kürek, sürgün ağır cezalardandır. Bu tür cezaların infazı gerçekleştikten sonra geri dönüşü mümkün değildir. Bu sebeple de hakim bu cezalara hükmederken özel şartların varlığını aramaktadır. Suçun ispatı tereddütte yer vermeyecek şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir. İslam hukukunda belirtilmiş olunan had cezalarının uygulama biçimi olarak düşünülebilinir.

Osmanlı Devletinde idam cezaları iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi; hakim tarafından İslam hukukuna veya Osmanlı Kanunlarına göre verilmektedir.  Bu tür ceza için ayrıca padişahın da onayı gerekmekteydi. İkincisi ise herhangi bir karar verilmeden padişah emri ile  verilen cezalardır. Padişah emri ile verilen idam cezası herhangi bir şekle tabi tutulmamıştır. Bu sebeple de çoğu zaman işkence ile yani kazığa çakmak, çengele asmak, çarmıha germek gibi yollar ile uygulanmıştır. ( Siyaseten Katl[31] )

Ağır cezalardan biri de hapis cezalarıdır. Hapis cezaları İslam Hukukunda tazir cezaları olarak belirtilmiştir. Yani sınırları ve uygulama biçimi Kur’an-ı Kerim’de belirtilen cezalar içerisinde yer almamaktadır. Bu sebeple de bu cezanın uygulama biçimi ve sınırlarını belirleme de takdir yetkisi padişahtadır. İslam hukukunda çok fazla uygulama alanı bulmayan hapis cezası yine aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde başvurulan bir ceza tipi değildir. Uygulama da daha çok ta’zir ve para cezalarına ilaveten uygulanmıştır.

Kanunname ve adaletnamelerde yargı kararı olmadan kimsenin cezalandırılmaması, ehl-i örfün suçluya ceza uygulayabilmesi için kadıdan suçun hukuken sabit olduğunu gösteren bir belge almak zorunda olduğu sıkça vurgulanır.[32] Ağır suçlar için XVI. yüzyıldan itibaren kürek, XVIII. yüzyıldan itibaren de kalebentlik cezası bir çeşit hapis-sürgün karışımı olarak belirli ölçüde uygulanmıştır.[33]

Hapis cezaları, sürgün cezaları, tazirin diğer çeşitleri ve siyaset cezaları, sadrazam tarafından infaz edilmekteydi. Para cezaları ( cürm-ü cinayet) ve benzeri küçük cezalar ise, mahalli idarelerdeki mülki amirlerce infaz edilirdi. [34]

Osmanlı Devleti’ndeki tüm cezaların infazı halinde mahkum eğer hamile, akıl hastası veya sarhoş ise mevcut durumun ortadan kalması beklenmektedir. Ayrıca cezaların hadd cezalarının infazı sırasında havanın çok sıcak ve soğuk olmaması da dikkate alınan hususlardan biridir.

Osmanlı Devletinde esas uygulanan hukukun İslam Hukuku olduğunu yukarı da belirtilmiştir. İslam hukukunda ise cezalar “ hadd, tazir ve kısas “ olarak sınıflandırılmaktadır.

Hadd cezaları, Kur-an’ı Kerim’de sayılmış ve ceza sınırları belirlenmiş olunan cezalardır. Bu cezalar;  hırsızlık, zina, şarap içmek veya sarhoş olmak, birina zina iftirası atmak, yol kesmek ve İslam dinini terk etmektir. Osmanlı Devleti’ndeki bu cezaların infazı ise kalem kalem aşağıda belirtilmiştir.

Hırsızlık suçu neticesinde suçu işleyene verilecek olunan ceza elin kesilmesidir. İslam Hukukçuların bir çoğu, sağ elin bilekten kesilmesini konusunda görüş birliği içerisindedir. Ancak bazı hukukçular ise sağ kolun omuzdan kesilmesi gerektiğini düşünmektedir. El kesme cezasının, uzman bir kişi tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ezcümle, infazı gerçekleştiren kişinin ceza sınırını aşmadan infazı yerine getirmesi gerekmektedir. İnfaz gerçekleşirken kullanılan aletin keskin olması gerekmekte olup sanığın acı çekmesi önlenmelidir.

Zina suçunda verilen ceza sanığın medeni durumuna göre farklılık arz etmektedir. Bekar bir kişinin suçu işlemesi halinde verilecek olunan ceza 100 kırbaç ( celde) iken evli kişiye verilecek olunan ceza recmdir. Celde cezasının infaz anında belirli koşulların yerinde olması gerekmektedir. Bunlar; kırbacın kalın olmaması, düz ve budaksız olması; infaz eden kişi kolunu, omzundan arkasına geçirmemelidir. İnfaz esnasında özel bölgelere ile baş, yüz karın gibi yerlere vurulmaması gerekmektedir.

Osmanlı devletinde ise  zina suçunun tam olarak gerçekleşmemiş olması halinde  verilen ceza ise teşhir yaptırımıdır. Örneğin ;” Bir şer’iye sicilinde fahişelik suçundan mahkemeye çıkarılan kadının, daha öncesinde mahkeme kararıyla zina suçu sebebiyle eşeğe bindirilip insanlara ibret olsun diye çarşıda dolaştırılmıştır.” [35]

Recm cezası ise uygulanan kişinin öldürülene kadar taşlanmasıdır.

Şarap içmek veya sarhoş olmak suçunda verilecek olunan ceza Kur’an-ı Kerim’de belirtilmemiştir. Ancak Hz. Peygamber 40 kırbaç ceza verildiği görüşü mevcuttur.

Zina iftirası atmak suçunda verilen ceza 80 kırbaş cezasıdır.

Yol kesmek suçunda verilen suçun niteliğine göre farklılık arz etmektedir. Kişiye ölüm cezası verilebileceği organ kesme veya sürgün cezaları ile birlikte teşir cezası da uygulanmaktaydı.

Dinden dönme yani irtidat suçunda verilecek olunan ceza kişi erkek ise ölüm cezası iken kadın ise Müslüman olana dek hapsedilmesidir.

Hapis, şüpheli veya sanığın yargı kararı ile bir yere kapatılarak hürriyetinin kısıtlanması anlamına gelse de Osmanlı Devletinde bu uygulama daha çok bir ceza olarak değil, failin hüküm giyip cezasının belirlendiği zamana kadar tutulma işlemi olarak uygulanmıştır. Bunun uygulandığı yer anlamına gelen” mahpes “ her hangi bir yer olabilirdi Mahpes olarak kullanılan yerler, genellikle tersane, kale ve zindanlardır.  Farsça kökenli olan zindan kelimesi “ karanlık ve sıkıntı verici yer “  anlamına gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde de zindan olarak kullanılan yerler surlar olduğu için karanlık ve nemli yerlerdir. Yedikule, Baba Cafer ve Tersane zindanları, İstanbul’da yaygın olarak kullanılan zindanlardı.[36] Zindanlar sadece İstanbul’da olmayıp İstanbul dışında da br çok kale burçları zindan olarak kullanılmaktaydı. Bunlardan bazıları ise Manyas, Cide, Kastamonu, Kars, Zara, Vizköprü’dür.

Baba Cafer Zindanı 19’uncu yüzyıldan önce kullanılan önemli zindanlardan biridir. Bu zindan İstanbul surlarında, Yemiş iskelesi civarlarında “ Zindankapı” olarak adlandırılan kısımda yer almaktadır. Zindan çeşitli bölmelere sahipti. Bu bölmelerden biri yer altında bulunan ve ağır ceza mahkumlarının kapatıldığı veya idam edildiği “ Kanlıkuyu” isimli zindandır.  Söz konusu zindan günümüzde Genç Osman Kulesinde bulunmaktadır.

1831 yılında İstanbul zindanları kaldırıldı ancak İstanbul dışında bulunan zindanların kullanılmasına devam edildi. 1871 yılında da Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayının[37] bir bölümünde Hapishane-i Umumi kurulmuştur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında tazir cezası olan hapis cezası padişah veya vekilinin tayin ettiği cezaya göre çektiriliyordu. Ancak Tazminatla kabul edilen 1256  ( 1840 ) tarihli Kanun-ı Ceza, 1267 ( 1850 ) tarihli Kanun-ı Cedit ve 1274 ( 1858 ) Ceza Kanunname-i Hümayun ile hapis cezası hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kabul edilmiştir.

Tazminatla birlikte ölüm cezasının uygulanacağı suç tipleri de geniş tutulmamış sadece devlete isyana yönelik isyanda verilebileceği öngörülmüştür. Bu suçu işleyenlere “ siyaseten katl” olunabileceği belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra siyaseten katl kişilerin çıkarlarına göre uygulanmış, bir çok masum kişinin bu sebeple de hayatını kaybetmesine sebebiyet vermiştir.

1267 ( 1850 ) tarihli Kanun-ı Ceditte tek başına hapis cezasına pek yer verilmemiştir. Ancak, diğer suçlar kapsamında verilecek kürek ve pranga cezalarının artış göstermesi ile bu kişilerin cezalarının infaz edilmesine kadar geçen süreçte barınmaları için mahpese ihtiyaç artmıştır. Hapis cezasının tek başına verilebileceği suçlar ise, kız kaçırmak, birbirini yaralamak, bakkallık,kasaplık, fırıncılık gibi ticarette ağırlıktan çalmak ya da mallarını belirlenmiş narhtan pahalıya satmaktan ibaretti. [38]

1274 ( 1858 ) Ceza Kanunname-i Hümayün ile kürek cezası, hapis cezası ve kalebentlik hürriyeti bağlayıcı ceza olarak kabul edildi. Kalebentlik, devletçe saptanan kalelerin birinde ömür boyu veya bir süre tutulma iken hapis cezaları daha hafif suçlar için devlet hapishanesinde, hüküm giyilen süre boyunca tutulma cezası olarak ön görülmüştür. [39]

Cezaevlerinin kötü koşulları ise Islahat Fermanı ile düzenlenmeye başlanmıştır. Islahat Fermanında bu durum şu şekilde belirtilmiştir: “ İnsan haklarını adaletle bağdaştırmak için, kendilerinden kuşkulanılan kişilerin ya da cezalıların, hükümlü veya tutuklu olarak bulundukları bütün hapishanelerde ve öteki tutukevlerinde, tutukluluk koşullarının olabildiğince kısa bir sürede düzeltilmesine başlanmalıdır ve cezaevlerinde devlet tarafından konulmuş disiplin kurallarına uygun olan işlemler dışında, bedensel ceza, eziyet ve işkenceye benzer eylemler de tümüyle kaldırılmalıdır; bundan başka uygulanacak sert davranışlar yasak olup, yapanlar, cezalandırılacağı gibi, böyle davranışlarda bulunulmasını emreden görevliler ile bu eylemleri yapan kişilerin de, ceza yasası uyarınca görev yerleri değiştirilip, kendileri cezalandırılmalıdır. “ [40]

1879’ Hukuk ve Ceza Usul kanunları hazırlandığı esnada hapishanelerin durumu ile ilgili gerekli tedbirlerin alınması için mazbata hazırlanmıştır. Bu mazbataya göre hapishaneler: “Kabahat işleyenler 24 saatten 1 haftaya kadar, cünha işleyenler 1 haftadan 6 aya veya 6 aydan üç seneye kadar hapsedilecekleri iki ayrı tür ve cinayet işleyenler de 3-15 yıl veya müebbeden küreğe konanlara mahsus olan iki ayrı tür hapishanelerde cezalarını çekeceklerdir. Kadın ve erkek hapishaneleri ayrı ayrı olacaktır”. “ Beyoğlu, Galata, Beşiktaş, Yeniköy, Üsküdar, Kanlıca zaptiye merkezleri ile, Babıali, Bab-ı askeri, Tersane ve Tophane hapishaneleri tevkifhane olarak adlandırılacak ve kullanılacaktır. Bu tevkifhanelerde kimse 24 saatten fazla tutulmayıp, Bab-ı Zabtiye’ye gönderilecektir. “ [41] Verilen mazbaata belirtilen hususlar ile birlikte 1880 yılında” Tevkifhane ve Hapishanelerin İdarelerine Dair Nizamname” ile “ Hapishane Gardiyanları Hakkında Talimatname “ yürürlüğe girmiştir. II. Abdülhamid döneminde her eyalet ve şehir merkezinde ve bir çok kazada hapishane açılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde hapishanelerin durumu ne kadar kötü olsa da hükümlü veya tutukluya tanınmış olunan belli haklar mevcuttur:

Tutuveki ve cezaevi ayrı ayrı olmalıdır. [42]

Hükümlü veya tutuklunun eşi haricinde yakınları ile de görüşmesine izin verilmiştir.  Ancak ziyaret soruşturmaya zarar verecek nitelikte ise bu hak kısıtlanabilmektedir. Osmanlı Devleti’nde ziyaret ve mektuplaşmanın sınırlandırıldığına dair örnekler mevcuttur.

Rodos kadısına ve dizdarına hüküm ki; Rodos’a irsal olan Kırım Han’ın iç kalede habs olunmasın emredip buyurdum ki; emrim üzere mezkuru iç kalede habs eyleyip kendi adamlarından gayrı bir ferdi buluşturmayasın. Eğer onun gibi hariçten gelip mektup sunarlarsa kendileri tutup habs edip sunduğu kağıtları bir keseye koyup mühürleyip mezbur ile Südde-i Saadetime gönderesin. Emri şerifime mugayir kimseyi buluşturmayasın.” [43]

Evli olan hükümlü veya tutuklulunun eşi ile cinsel temasına izin verilmesi konusunda İslam Hukukçuları arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Bazı hukukçular asli ihtiyaç olarak nitelendirdiği için gerekli olduğunu, bazıları ise asli ihtiyaç olmadığı için gerekli olmadığını beyan etmişlerdir.

Hükümlü ve tutuklunun yiyecek, giyecek, tedavi masrafları gibi giderleri devlet tarafından karşılanmaktadır. İhtiyaç halinde hükümlü yakınlarına da maaş bağlandığı belirtilmiştir.

Hükümlü veya tutuklunun vefat etmesi halinde dini merasim masrafları yakınları tarafından karşılanmaz ise devlet hazinesinde karşılanacağı belirtilmiştir.

Hükümlü veya tutuklunun hastalanması halinde ilk öncelik ceza veya tutukevinde, yapılamaz ise dışarı da bir kurumda tedavi ettirilmesi gerekmektedir.

Anadolu kadılarına hüküm ki: Darende Yorgi nam zimmi gelip nefs-i İzmir’de kefere kethüdası olup sene-i sabıkada donanma-yı hümayunum ol canibe vardıkta, kaptanım kürekte olan mücrimlerden on üç nefer kimesneyi mariz olmağın kendüye tımar etmek için teslim olunup mezburlar ifakat bulup habs olunmuşlar iken bir gece mahbesi bozup gaybet ettiklerinde müşarünileyh avdet edip gelip zikrolunan mücrimleri talep edip gaybet etmiş bulunmağın kendüye bulmak teklif edip kefile verdiğin arz etmeğin buyurdum ki… ele getirip yarar adamlara koşup gönderip küreğe konmak için Rodos Beyine teslim ettiresin… “ [44]

İnfaz esnasında akıl hastalığına yakalanan kişinin infazı durdurulmaktadır.

Hükümlü kendi rızası olsa bile tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamamaktadır.

Hükümlüye işkence yapmak yasaktır.

Söz konusu hükümlülük sıfatı ise belli şekillerde sona ermektedir. Bu durumlar ise şunlardır:

Bihakkın tahliyesi veya şartlı salıverilme hali ile sona erme. Süreli hapis cezalarında belli bir süre geçtikten sonra mahpusun iyi hali görülür ve asgari süre çekilmiş olursa şartla tahliye imkanı mevcuttur. [45] Süreli hapisin sürenin dolması, önleme hapsinde tehlike halinin sona ermesi,  borçtan dolayı hapiste ise  ödeme veya aciz halinin anlaşılması bihakkın tahliye örnekleri olarak gösterilebilir. [46] İyi hal kararı verilenler, infaz memurları tarafından salıverilir. [47]

Akıl hastalığı, genel  veya özel af, şikayetten vazgeçme, hapis cezasının başka bir cezaya çevrilmesi sona erdiren genel sebeplerdir.

Firar eden kişilerin asla salıverilmeyeceği belirtilmiştir. Mükerrer suçların salıverilmesi ise Padişah iznine bağlanmıştır.

IV-  CUMHURİYET DÖNEMİNDE

1911 yılında Dahiliye Nezareti’ne bağlı Hapishaneler Müdiriyeti’nin kurulması ise ceza infaz kurumlarının merkezi bir idare altına alınması için ilk adımlar atılmıştır. 1 Temmuz 1926’da 765 sayılı Türk Ceza Kanunun yürürlüğe girmesi ile İnfaz Hukuku tekrardan gündeme gelmiş ve bazı düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan ilk düzenleme ise 1 Temmuz 1929 tarihinde ceza ve tutukevlerinin idaresi İçişleri Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığına bağlanmıştır.  765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bakanlıkça yol, maden ve inşaat ekipleri oluşturulabileceği; belli kurumlarda çalıştırılabilecekleri  belirtilmiştir.

765 sayılı TCK’nın 11. maddesinde cürümlere mahsus cezalar şunlardır: “ Ağır hapis, Hapis, Sürgün, Ağır cezayı nakdi, Hidematı ammeden memnuiyet[48]” ; kabahatlara için verilen cezalar ise “ Hafif hapis, Hafif cezayı nakdi, Muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası” şeklindedir. Bu cezalardan hürriyeti bağlayıcı olanlar ise “ Ağır hapis, hapis, sürgün ve hafif hapis “ cezalarıdır.

Ağır hapis cezası TCK’nın 13. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ağır hapis cezası “ Ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve muvakkat[49]”tır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve müebbet ağır hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder. Muvakkat ağır hapis cezası ise 1 seneden 24 seneye kadardır.

Maddenin ilk halinde iki dereceli bir infaz sistemi kabul edilmişti. Buna göre birinci aşamasında hükümlü 3 yıldan fazla olmamak koşulu ile cezanın 1/6’sını tek başına bir hücrede geçirmektedir. İkinci aşamada ise hükümlü kalan sürede geceleri yine hücrede geçirmekte, gündüzleri de diğer mahkumlarla konuşmamak kaydı ile çalıştırılmaktaydı.

Kanun maddesinde 08/06/1933 tarih ve 2275 sayılı Kanun, 11/6/1936 tarih ve 3038 sayılı Kanun, 03/02/1937 tarih ve 3112 sayılı Kanun ile değişiklikler yapılmıştır. En son ise 09/07/1953 tarih ve 6123 sayılı kanun ile TCK m. 13’te değişiklik yapılmıştır.

09/07/1953 tarih ve 6123 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile ağır hapis cezasının infazı 3 dereceli sisteme tabi tutulmuştur. Buna göre mahkum birinci aşamada cezasının onda birini yalnız olarak bir hücrede geçirmektedir. Bu süre 1 aydan az ve 8 aydan fazla olmamaktadır. İkinci  aşamada hükümlü durumuna ve suçun mahiyetine göre ayrı gruplar halinde bulundurulmaktaydı. Bu süre hükümlünün hücrede kaldığı süre çıkarıldıktan sonra geriye kalan sürenin yarısıdır. Üçüncü aşamada ise, iyi hal şartı göstermek şartı ile hükümlü gündüz Adliye Vekaleti, ziraat, deniz avcılığı, yol, inaşat, maden ve orman gibi sahalarda çalışmakta akşamları da cezaevine getirilmektedir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar ve kalan cezası bir seneden az kalanlar ve yaş veya bedeni ile üçüncü devreye uyum sağlayamayacak kişiler üçüncü aşamaya geçemeyeceklerdir.

Üçüncü aşamasının ağır hapiste yarısını, hapis veya hafif hapiste üçte birini iyi halle geçiren kişiler tahliye talebi hakkı kazanmaktadır.  İkinci aşamada bulunan ise ağır cezasını yarısını, hapis ve hafif hapis cezasında üçte birini iyi halle geçirdikleri zaman tahliye hükümlerinden yararlanabilmektedir. Bu durumda hükümlü şartla tahliye edilerek belli şartlara tabi tutulmaktadır.

Şartla salıverilmiş olunan hükümlü, geri kalan sürede kasten işlenmiş bir suç neticesinde hapis cezası alırsa veya şartları yerine getirmezse, şartla salıverilme kararı geri alınmaktadır.  Suçun işlendiği tarihten sonrası kısım ceza süresinden mahsup edilmeyerek aynen çektirilmektedir. Ayrıca kişi tekrardan şartla salıverilmeden yararlanamamaktadır.

Hapis cezası[50] 7 günden 24 seneye kadardır. Geceli gündüzlü bağımsız hapis dönemi bulunmamaktadır.

Hafif hapis cezası[51] ise 1 günden iki seneye kadardır. Bu cezalar para cezasına çevrilebilmektedir. Cezası süresi bir aydan fazla ve mükerrer olmayan kadın ve küçüklerin cezalarının oturdukları yerde çektirilmesine karar verilebilmektedir.  Hapis cezası alan hükümlüye bazı imalathanelerde veya nafia[52] ve belediye işlerinden çalıştırılmak üzere cezası  çektirilebilmektedir.

Hafif para cezası, onbeşmilyon liradan birmilyarbeşyüzmilyon liraya kadar belirlenebilmektedir. Meblağnın devlet hazinesine ödenmesi ile ceza infaz edilmiş kabul edilmektedir.

Sürgün cezası ilk şeklinde müebbet ve süreli ( altı ay- beş sene )olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. 1936 yılında yapılan değişiklik ile müebbet hapis cezası kaldırılmış, süreli sürgün cezası sınırı ise bir yıl ila beş sene olarak belirlenmiştir. Kişi üç yerden asgari uzaklık sınırı ile yerin tayini hakimin takdirine bırakılmıştır. Hükümlü, sürgün edileceği yere varıncaya kadar ki tutuklu kaldığı her bir gün için üç gün olarak hesap edilerek sürgün cezası süresinden mahsup edilmekteydi. Hükümlü sürüldüğü şehir veya kasabada tamamen serbest olup, sürüldüğü yere ailesini götürebildiği gibi, orada ticaret de yapabilirdi. [53] Kanun madde 13/07/1965 tarih 647 geçici 2. madde ile mülga edilmiştir.

Yapılan değişikliklerle 01/10/1936’da iş esaslı İmralı adasında ilk cezaevi açılmıştır. 3408 sayılı ve 06/06/1938 tarihli Kanun ile Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1941 yılında Ceza ve Tevkif Evleri Nizamnamesi, 1943 yılında ise Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü Teşkilatı Kanunu çıkarılmıştır.[54] 1945 yılında Dalaman’da ve 1948 yılında Edirne’de iş esaslı açık tarım cezaevleri inşa edilmiştir.

Ağır hapis cezasının ilk aşamasının geçirilmesi gereken hücre hapsi, yeterli hücre hapsi bulunmaması neticesinde tam anlamıyla uygulama alanı bulamamıştır. Bu sebeple de, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün göndermiş olduğu genelge ile hücre hapis cezasının “ hücre adedi ihtiyacı karşılayacak miktarda inşa edilinceye kadar alelıtlak müebbet hapisle en ağır hapis cezasına mahkum olandan başlanmak ve aşağı doğru inilmek suretiyle infaz…” edileceğini; “ cez miktarı müsavi olan mahkumlardan mükerrerler ve haklarında içtima hükmü tatbik edilenlerin öne alınacağı” bildirilmiştir. [55]

Hapis cezasının amaçları genel itibariyle suç işlenmesinin önlenmesi, toplumun korunması ve kişinin ıslah edilmesidir. Ancak hücre hapis cezası hükümlünün ıslah edilmesini açıkça engellemektedir. 647 sayılı CİK’in gerekçesinde bu durum şu şekilde belirtilmiştir: “ Sekiz aya kadar verilebilecek hücre müddetinde, kendi başına terk ve tecrit edilen hükümlünün devamlı suçunu düşünmesi veya mizacına göre, yaptığı ile iftihar etmesi yahut da sorumluluğu topluma yüklemek gibi değişik ruh haletlerine kapılması ve özellikle pişmanlık yerine isyan hissini durması, hücre sistemini ıslah prensipleri ile bağdaştıramamıştır. “ “ Böyle bir ruh haletinin tretman için hiç de müsait bir zemin teşkil etmediği aşikardır.” [56]

SONUÇ 

Mahkemelerce verilen ve kesinleşen ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi ile ilgilenen hukuk dalı olan infaz hukuku her toplumda olduğu gibi ülkemizde de dönemin koşullarına göre değişiklikler göstererek günümüzdeki halini almıştır.

İslam Hukuku döneminde cezalar “ hadd, kısas ve tazir “ olarak sınıflandırılmaktaydı.

Hadd suçu ,Allah hakkına yani kamu haklarına karşı işlendiği var sayılan ve cezası Kur’an-ı Kerim belirtilmiş olunan suçlardır.

Kısas suçu, kişiye karşı işlenmiş bir suçun işlediği suça eş değer şekilde cezalandırılmasını esas alan, Kur-an’ı Kerim’de belirtilmiş  sayılan suçlardır.

Tazir cezası, suç sayıldığı halde cezaları tespit edilmemiş olan, Allah’a veya kişiye karşı işlenen suçlarda verilen cezalardır.

Osmanlı Devleti’nde de  İnfaz Hukukunda esas olan İslam Hukuku idi. Devletin ilk dönemlerin İslam Hukuku birebir uygulama alanı bulurken, devletin yıkılışına doğru geçen süreçte dış faktörlerden etkilenerek bir değişim yaşamıştır. İslam Hukukunda çok fazla uygulama alanı bulmayan hapis cezası önem kazanmaya başlamış, hapishaneler inşa edilmiştir.

Tazminat dönemi , Osmanlı Devlet’inde İnfaz Hukuku açısında önemli bir noktadır.

Islahat Fermanı ile de cezaevlerinin kötü koşullarına ilişkin düzenlenmeler yapılmıştır.

1871 yılının Ocak ayında ilk hapishane olan “ hapishane-i umumi “ açılmıştır.

Cumhuriyet döneminde ise 1911 yılında Dahiliye Nezareti’ne bağlı Hapishaneler Müdiriyeti’nin kurulması ile ceza infaz kurumlarının merkezi bir idare altına alınması için ilk adımlar atılmıştır.

1 Temmuz 1926’da 765 sayılı Türk Ceza Kanunun yürürlüğe girmiş ve İnfaz hukuku açısından düzenlemeler yapılmıştır.

Yapılan ilk düzenleme ise 1 Temmuz 1929 tarihinde ceza ve tutukevlerinin idaresi İçişleri Bakanlığı’ndan Adalet Bakanlığına bağlanmasıdır.

Cumhuriyet döneminde, İslam Hukukunda mevcut cezalar bırakılarak daha çok modern ceza tiplerine yönelme gerçekleşmiştir. Bunlardan en önemlisi de tabi ki daha çok uygulama alanı bulan hapis cezasıdır.

Bu dönemde iş esaslı hapishaneler açılmış, ilk olarak da  01/10/1936’da İmralı adasında ilk cezaevi açılmıştır.

Sonuç olarak, İnfaz Hukuku mevcut şeklini alana kadar çok uzun ve zorlu bir süreçten geçmiştir. Bu çalışmada İnfaz Hukukunun gelişimindeki sürece ilişkin önemli unsurlar değerlendirilerek günümüzdeki şeklini nasıl aldığı anlatılmaya çalışılmıştır.

Stj. Av. Melike SEVİNGEN

---

Anahtar Kelimeler : İnfaz, İnfaz Hukuku,  Ceza Hukuku, Cezaevi, İslam Hukuku

KEYWORDS : Execution, Law on criminal execution, Penalty, Criminal law, Prison, İslamiclaw

KAYNAKÇA 

AVCI, Mustafa ( 2004 ), “ Osmanlı İnfaz Hukukundaki Gelişmelere Genel Bir Bakış “, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, s 3-4 : s. 87- 159  

DEMİBAŞ,Timur ( 2019 ), İnfaz Hukuku, Ankara: Seçkin Hukuku  

KÖROĞLU, Mehmet (2011), “ Hukuk Tarihi Açısından Ölüm Cezası Ve İnfaz Şekilleri”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 17 : s. 309-322. 

ÖZGÜR, Mustafa, ( 2019 ), İslam Hukukunda İnfaz, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, doktora tezi.

ÖZTÜRK, Sevcan ( 2014), XIX. Yüzyıl Osmanlı Ceza Sisteminde Dönüşüm: Zindandan Hapishane Geçiş, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

1. YAKUT, Esra ( 2006 ),  “ Tazminat Dönemi’ne Kadar Osmanlı Hukuku’nda Taziri Gerektiren Suçlar ve Cezaları”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları Dergisi, sy 2 : s. 25-40.

“ Türkiye Ceza İnfaz Kurumları Tarihçesi Araştırma Projesi  “, http://www.cte.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/turkiye-ceza-infaz-kurumlari-tarihcesi-arastirma-projesi

[1]     Mechler Achim, Psychatrie des Strafvollzugs, Stuttgart- New York 1981, s 1 vd.   

[2]     Kaise Günther, Strafvollzug im Europaeischen Vergleich, Darmstadt 1983, s 3.   

[3]     Fahreddin Osman b. Ali b. Mihcen Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik fî şerhi Kenzi’d-dekâik (Bulak: el-Matbaatü’l-kübra’l-emiriyye, 1313), 3: 168.   

[4]     Bilmen Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, C. III İstanbul 1950, s. 24; Yıldıztaş Mümin, Mütareke Döneminde Suç Unsurları ve İstanbul Hapishaneleri, yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul 1997, s 35    

[5]     Şen Ömer, Osmanlı’da Mahkum Olmak, Avrupalılaşma Sürecinde Hapishaneler, İstanbul 2007, s. 6.    

[6]     Timur Demirbaş, İnfaz Hukuku, 2019, s. 164.  

[7]     Ebû Zehre, el- Cerîme, s.64.    

[8]     EKİNCİ, s. 335, 336.   

[9]    ŞABAN, Zekiyyüddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (Çev: İ. K. Dönmez) Ank. 1996, s.289.    

[10]  ZEYLAĠ, Fahreddin Osman b. Ali (743/1343), Tebyînü‟l-Hakaik ġerhu Kenzi‟d-Dekaik, Bulak, 1315, III/207, İBN HÜMAM, Kemaleddin Muhammed b. Abdulvahid (861/1456): ġerhu Fethi‟l-Kadir, Mısır, 1970, V/340, İBN NÜCEYM, Zeynüddîn b. İbrâhim el-Mısrî: el-Bahru‟r-Râik ġerhu Kenzi’d-DekâikMısır, 1310, V/43, İBN ABİDİN, M. Emin (1252/1836): Reddü‟l-Muhtâr, İst. 1984, IV/51, KARAMAN, Hayrettin, İslâm Hukuk Tarihi, İst.1997, s.186.    

[11] Ali Efendi (Çatalcalı) (1103/1697), Fetava, İst. 1257, s.136.    

[12]   İsra. 32    

[13]   Nur. 24/2   

[14]   Maide. 5/38   

[15]   Nur. 24/4    

[16]   Maide. 5/33, 34   

[17]   Kâsânî, Bedâi’, VII, 233; İbn Rüşd, Bidâye, II,330.    

[18]   Maide, 5/45   

[19]   UDEH, I, No:519, ÖZEN, s.290. Kısas cezalarında infaz yetkisi resmi mercilerde değil mağdur taraftadır, kısas         kararını hakim kararı verir, mağdur taraf infaz eder, devlet yalnızca kendi idari mercilerini ilgili mağdur tarafın emrine verir Şeklindeki görüş için bkz. SCHACHT, s.197. 

[20]   Kısas cezasına hakim hükmeder, mahkumiyet hükmü kesinleşmeden ölüm cezası infaz edilemez. “İslâm hukukunda mahkemece verilmiş bir hüküm olmadıkça kısas cezasının uygulanmasına yer verilmediği gibi…” ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, Türk Hukuk Tarihi, Ank.1999, s.75   

[21]   Kısas cezası ölüm şeklinde verilmişse infaz yetkisinin mağdur tarafa verilebileceği, yaralamayla ilgili kısas hükmünün failin mağdura verdiği zarar miktarını aşmaması için uzman kişiler eliyle yapılabileceği iddiası için bkz. TOSUN, Öztekin, Suç Hukuku Dersleri, Üst. 1967, s.6. 

[22]   Günümüzde: 12 yaşında ve 12 yaşından küçüklerin cezai sorumluluğu bulunmaz.  

[23]   Maverdi, el- Havi’l- kebir, 12 : 110.  

[24]   Abdülkâdir Ûdeh, İslâm Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, I/202 (Çev: Akif Nuri), İstanbul, 1976; Amir, a.g.e., s. 64; Ahmed Fethi Behnesi, et-Ta’zir fi’l-islâm, Kahire, 1988, s. 34-35; Ahmet Gelişgen, İslâm Ceza Hukuku Prensipleri ve Ta’zir Cezaları, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1993, s. 81.    

[25]   Ûdeh, a.g.e., I/203; Amir, a.g.e., s. 67-68; Behnesi, a.g.e., s. 31-32; Gelişgen, a.g.e., s. 81-83. 

[26]   Ûdeh, a.g.e., I/202-203; Gelişgen, a.g.e., s. 83-84.    

[27]   Atar Fahreddin, İslam Adliye Teşkilatı ( ortaya çıkışı ve işleyişi ) , Ankara, s 217 vd.

[28]   Atar, 218

[29] Bu kavramın kullanılması örneği için bkz. SELÇUK, Sami, “Cezanın Çektirilmesinin Değişmezleri”, İnfaz Hukukunun Sorunları Sempozyumu Bildirileri, Ank.2000, s.27vd. 

[30] Terim olarak suçluların kale surları içinde ikamete tâbi tutulup hisardan dışarıya çıkmalarına izin verilmemesi şeklinde uygulanan bir cezayı ifade eder. 

[31] Fatih Kanunnameleri ile Osmanlı Devleti yasasına dahil olmuştur. 

[32]  Bardakoğlu, “Hapis”, s.63.  

[33]   Adak, a.g.t. s31.   

[34]   Cin/Akgündüz, a.g.e, s.310.  

[35]   Mutaf, 2008: 590.

[36]   Şen Ömer, Osmanlı’da Mahkum Olmak, Avrupalılaşma Sürecinde Hapishaneler, İstanbul 2007, s. 6. 

[37]   Mehtere olarak anılmaktadır. 

[38]   Yıldız,100-103.

[39]   Yıldıztaş, 37.

[40]   Bozkurt Gülnihal, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Resepsiyon Süreci ( 1839 – 1939 ), Ankara 1996,s 109

[41]   Bozkurt, 111 vd. 

[42]   İBN ABİDİN, V/512.

[43]   BOA 3 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm No : 1323

[44]   10 L 966/15.07.1559. BOA, 3 Numaralı Mühimme Defteri, Hüküm: 113. 

[45]   EBU GUDDE, s. 79.

[46]   Mahpusun ıslah olduğu ve bir daha suç iĢlemeyeceğine dair komĢularının beyanda bulunması, gerektiğinde onun ihzarına kefil olmalarıyla tahliye edilmesi, tahliye sırasında bir daha suç iĢlemesi halinde daha ağır bir ceza ile cezalandırılacağı ihtarını içeren belge Ģöyledir: “Narh-ı ruzi ile eşyalarını füruht etmeyip huşunetle muamele edip ibadullahı ızrarları teşekki birle … hapsine verilip … tediben 18 günden beri Boğazkesen Kalesine vaz olunmuştu… mezbur Ömer için fima ba’d salahı zahirdir ve şimdiden sonra taraf-ı Şer’i Şeriften verilen narh-ı ruziye kendisi ve ademisi itaat ve ibadullahı ızrardan mücanebet etmek üzere müteahhittir deyu haber verdiklerinden maada eğer bir daha hilaf-ı taahhüt zuhur ederse nefsine ve hin-i mutalebede ihzarına kefiliz deyu kefaletleri tescil olunmakla ba’de’l-yevm yine adem-i itaati zahir olursa Seddülbahir Kalesinde müddet-i medide habsolunmak şartıyla ıtlakına müsaade… 8 Z 1179.” Ġst. Kadılığı, 25, s.47, akt. TEKĠN, s.45. 

[47]   İBN FERHÛN, II/185. İlhanlılarda hakim kararı (hükm-i Şer‟i) ile (hapse) mahkum olanlar kadılkudatın muvafakati olmadan tahliye edilmezlerdi. UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ank. 1988, s.246. 

[48]   Kamu hizmetlerine yasaklı olmak. 765 sayılı TCK md. 31

[49]   Geçici, süreksiz. 

[50]   765 sayılı TCK m. 15.

[51]   765 sayılı TCK m.21 

[52]   Bayındırlık. 

[53]   Taner, 613 vd. 

[54]   Türkiye Ceza İnfaz Kurumları Tarihçesi Araştırma Projesi 

[55]   Gölcüklü, 78 vd. 

[56]   Gölcüklü, 82.