Türkiye, maalesef, 2019 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde (rule of law ındex) 126 ülke arasında 109. sırada yer almıştır. Türkiye aynı endekste 2014'te 59., 2015'te 80., 2016'da 99. sırada bulunurken 2019 yılında bu durum iyice kötüleşmiştir.[2] Belli bir noktadan sonra bu kötü gidişatın sorumluları aranacak ve sorumluluk yargı mensupları üzerine yıkılacaktır. Şimdiye kadar da hep bu şekilde kısır bir döngü şeklinde yaşanmıştır. Bu sebeple son zamanlardaki yargı bağımsızlığı konusundaki gelişmelerin incelenmesinde fayda vardır.

Siyasi irade tarafından son zamanlarda yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi anlamda idari düzenlemeler yapıldığı, prensip kararları alındığı görülmektedir. Her ne kadar bu düzenlemeler yargılama faaliyetlerinde yaşanan sorunları ortadan kaldırmasa da; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) karalarının gereklerinin ilk derece mahkemeleri tarafından uygulanması konusundaki direnç halen devam etse de; siyasi irade tarafından en azından görünürde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki bu düzenlemelerin yapılması dikkat çekici bir durumdur.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ihlal eden hâkimleri, yakın gelecekte, hangi tehlikeler/sürprizler beklemektedir? Bu hususlara değinmeye, bu hususların irdelenmesine ve analiz edilmesine ihtiyaç vardır.

Yakın zamandaki, şeffalık, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine, Yargıtay ve hükümet/siyasi irade tarafından yapılan çalışmalar ve yapılan iyileştirmeler kısaca aşağıdaki şekildedir.

I- YARGIDA ŞEFFAFLIĞA İLİŞKİN İSTANBUL BİLDİRGESİ

İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi, herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı olduğu ilkesini temel ilke olarak tanıdığından; Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, herkesin, mahkemeler önünde eşit olduğunu ve bir suçla itham edildiğinde ya da bir hukuk davasında hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilirken, yasalar uyarınca kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil ve kamuya açık duruşma hakkına sahip olduğunu ifade ettiğinden; Yukarıda anılan ilkeler ve haklar aynı zamanda, diğer uluslararası ve bölgesel insan hakları hukuk belgeleri, ülke anayasaları, yasaları ve örf hukuku ve ayrıca yargı teamülleri ve geleneklerinde de tanındığından veya yer aldığından; ve günümüzde, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olan her devlette, şeffaflık ilkesinin yargının temel unsuru olduğu evrensel kabul gördüğünden; Bu Gerekçelerle, Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın Davetiyle 20-22 Kasım 2013 Tarihinde İstanbul’da Toplanan Asya Bölgesinin Yüksek Mahkeme Başkanları ve Yüksek Yargıçları, 1-2 Haziran 2016 Tarihinde Bursa’da Toplanan Balkan Yüksek Mahkeme Başkanları Ve Yüksek Yargıçları Adaletin tesisi ve yargıda şeffaflığın güvence altına alınması için; 2016 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde “Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesi”ni kabul etmişlerdir. Bu bildirgenin detayı dipnottaki linkte yer almaktadır.[3]

II- TÜRK YARGI ETİĞİ BİLDİRGESİ

14.03.2019 tarih ve 30714 Sayılı Resmi Gazetede; Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulu tarafından 6 Mart 2019 tarihinde kabul edilen; “Hâkimler ve savcılar, görevlerini yerine getirirken adaletin en hassas ve doğru şekilde dağıtıldığından emin olan, meslekî sorumluluk içinde davranan, bütün işlemleri ile karar ve davranışlarında insan ve toplum hayatına tesir edeceklerinin ve toplum nezdindeki saygınlıklarının korunmasının Türk yargısının itibarını da yükselteceğinin bilincinde olan ‘hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn’ insanlardır. Anayasa ve kanunlardan aldıkları yetki çerçevesinde, hür vicdanları ile evrensel değerleri şiar edinerek bağımsız ve tarafsız olarak görevlerini yürütürler. Bu bildirgede belirtilen etik ilkeleri içtenlikle benimser, gerek meslekî gerekse sosyal hayatlarında bu ilkeler doğrultusunda davranmaya onurları ve vicdanları üzerine söz verirler.” Şeklindeki açıklama ile “Türk Yargı Etiği Bildirgesi” yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yargı Etiği Bildirgesi’nde “Bağımsızdırlar” Başlığı Altında;

2.1 Bağımsızlıklarıyla adil yargılanmanın ve hukuk devletinin güvencesidirler.

2.2 Yargı bağımsızlığının, yargılama fonksiyonunun baskı ve tesirden uzak bir şekilde yerine getirilmesi için tanındığının bilinciyle hareket ederler.

2.3 Bağımsızlıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilecek baskı ve tesiri kayıtsız şartsız reddederler.

2.4 Kararlarını; kişilerin, kurumların ya da kamuoyunun tepkisini çekeceği endişesi duymaksızın ve onları memnun etme kaygısı taşımaksızın bağımsız olarak verirler.

2.5 Yargıya güvenin sağlanması ve sürdürülebilmesi için bağımsız olmak kadar, bağımsız görünmenin de önemli olduğu bilincindedirler.

2.6 Bağımsızlığın, sorumsuz ve ayrıcalıklı olmak anlamına gelmediğinin, bilakis hesap verebilirlik ilkesi çerçevesinde adaletin tecelli etmesini sağlama amacı taşıdığının farkındadırlar.

2.7 Kanunlarda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak hesap verebilirliğin; bağımsızlıklarını zedelemeyen, aksine toplumsal meşruiyetlerini artırmak suretiyle güçlendiren bir ilke olduğunun bilincindedirler.

3.1 Adil yargılamanın gereği olarak, herhangi bir tarafa iltimas göstermeden ve ayrımcılık yapmadan tarafsız bir şekilde hareket ederler.

“Tarafsızdırlar” Başlığı Altında;

3.2 Tarafsız hareket etmekle yetinmez, objektif bir bakış açısıyla tarafsızlıklarına ilişkin her türlü kuşkuyu bertaraf edecek bir duruş sergilerler. Yargıya güvenin sağlanması ve sürdürülebilmesi için tarafsız olmak kadar, tarafsız görünmenin de önemli olduğu bilincindedirler.

3.3 Meslekî ve sosyal hayatlarında tarafsızlık ilkesine aykırı düşebilecek her türlü ayrımcı söylem ve davranıştan kaçınır; konuşma ve beden dilini tarafsızlıklarını ihlal etmeyecek biçimde kullanmaya özen gösterirler.

3.4 Sosyal medya başta olmak üzere, kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapacakları yorum, değerlendirme ve paylaşımların kolaylıkla amacını aşan sonuçlar doğurabileceğini ve tarafsızlıklarını sorgulanır hale getirebileceğini öngörerek hareket ederler.

3.5 Kişisel kanaat ve düşüncelerinin, tarafsızlıklarına gölge düşürmesine izin vermez ve ön yargılı şekilde hareket etmezler. Görevlerini yürütürken ön yargı ve tercihlerinden etkilenip etkilenmediklerini sorgularlar.

3.6 Toplumda, herhangi bir olay ile ilgili olumlu veya olumsuz bir kanaat oluştuğu durumlarda dahi tarafsızlıklarını korurlar.

3.7 Görevlerini yerine getirirken kendileri, yakınları ve sosyal çevrelerini gözetmek amacıyla taraflı davranışlarda bulunmayı reddeder, tarafsızlıklarından ödün vermezler.

Şeklindeki kriterler benimsenmiştir.

HSK Genel Kurulu tarafından 6 Mart 2019 tarihinde kabul edilen Türk Yargı Etiği Bildirgesi tanıtım toplantısındaki konuşmasında Adalet Bakanı ve HSK Başkanı Abdülhamit Gül; [4] “Yargısal adaletin kurumsal imkânlarını kurmak ve korumak hukuk devletinin gereğidir. Hak arama yollarını, ayrımsız bütün vatandaşlarımız için açık ve işler tutmak temel hassasiyetimizdir. Yargı sistemini insanımıza hizmet eden bir araç olarak işlevsel kılmak zorundayız. Hak taleplerine süratle ve adaletle yanıt vermek durumundayız. Bunun için bugüne dek pek çok adım attık. Reformlar yaptık. Hukuk ve yargı sistemimizde önemli iyileştirmeler, kayda değer gelişmeler sağladık. Yargının ayak bağı olan pek çok sorunu çözdük. Gücünü ve itibarını kıran engelleri aştık. …,

Türk Yargısı, bağımsızlık ve tarafsızlık vasfını koruyarak, yargı yetkisini Anayasamızın emrettiği gibi Türk Milleti adına kullanmaya devam edecektir. Bildirge, bağımsız ve tarafsız özelikleriyle yargı mensuplarını adil yargılama hakkının en önemli güvencesi olarak tanımlıyor. …,

Adliyenin kapısı, adaletin kapısıdır. Bu kapıya gelen herkes, hakkına erişeceğini bilmelidir. Bu kapıyı çalan herkes, saygın bir muamele görmelidir. Ve bu kapıdan ayrılan her vatandaşımız, evine asgari bir memnuniyetle dönmelidir. İşte bu bildirge, herkesin insan onuruna yaraşır şekilde, nezaketle muamele görme hakkına da işaret etmektedir., …, İşte bu bildirge, yargı mensuplarının kararlarıyla, tutum ve davranışlarıyla tartışmalardan uzak durması gerektiğini de bir kez daha hatıra getirmektedir., …, Bugün kamuoyuna açıkladığımız bu Bildirge, Türkiye Cumhuriyeti hakim ve savcılarının takip edecekleri etik ilkeleri belirleyen bağlayıcı bir belgedir.” Şeklinde yapmış olduğu konuşma ile; aynı zamanda siyasi bir temsilci olan Adalet Bakanı, bu bildirgenin hâkim ve savcılar açısından yürürlüğe giren bağlayıcı bir belge olduğunu vurgulayarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının hâkimler ve savcılar tarafından sağlanması gerektiğini üstüne vurgu yaparak açık bir şekilde beyan etmiştir.

Türk Yargı Etiği Bildirgesi aslında hâkim ve savcıların tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile ilgili uluslararası metinlerde faydalanılarak milli bir bildirgenin, milli bir iradenin ortaya konmasıdır. Özellikle Yargıda Doğruluğun Güçlendirilmesine Yönelik Yargı Grubu tarafından kabul edilen 2001 Bangalor Yargı Etiği Taslak Belgesi 25-26 Kasım 2002 tarihlerinde Lahey Barış Sarayı’nda düzenlenen Yüksek Mahkeme Başkanları Yuvarlak Masa Toplantısında revize edilmiş, bu metin HSK’nın web sayfasında da yayınlanmıştır.[5] Bu metinlerin yanında Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri,[6] Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa İlkeleri "Budapeşte İlkeleri’nden”[7] istifade edilmiş olup, bu metinler de HSK’nın web sayfasında yayınlanmıştır.

III- 2019 YILI YARGI REFORMU SRATEJİSİ VE GETİRDİĞİ DÜZENLEMELER

2019 yılı Yargı Rerformu Stratejisi planında kişi hak ve özgürlüklerinin iyileştirilmesi konusunda kısaca aşağıdaki temel prensipler belirlenmiş/benimsenmiştir.

Türkiye, Birliğe (Avrupa) üyeliği stratejik bir hedef olarak görmekte ve katılım sürecine bağlılığını korumaktadır. İlk Yargı Reformu Stratejisi, 2009 yılında 23 üncü Fasıl müzakereleri kapsamında gayrı resmi açılış kriterlerinden birini karşılamak amacıyla hazırlanmıştır. Hazırlanan belgenin güncellenmesine yönelik çalışmalar ise 2015 yılında tamamlanmıştır. Bu Belge, üçüncü Strateji Belgesidir. Bu Reform Belgesi ile Türkiye, Avrupa Birliği üyelik sürecine verdiği önemin altını çizmektedir. Türkiye, Birliğe üyeliği stratejik bir hedef olarak görmekte ve katılım sürecine bağlılığını korumaktadır.

2005 yılından bu yana sürdürülen müzakere sürecinin canlı tutulması ve bir an önce tamamlanması, Türkiye için olduğu kadar ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel bağlarımızın bulunduğu AB için de önem taşımaktadır. Türkiye'nin üyeliği, AB'nin bölgesel bir güçten küresel bir güce dönüşmesine katkıda bulunacaktır.

Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi, AB'nin temelinde de yer alan evrensel değerlerin bir yansıması olmakla kalmayıp, uluslararası barış ve istikrarın sağlanması bakımından da tarihî bir dönüm noktası olacaktır. Bu bütünleşme, aynı zamanda kültürel zenginliği sağlayarak farklı anlayışların birlikteliğine ve Avrupa ortak hukukunun birlikte geliştirilmesine vesile olacaktır.

Türkiye, Kopenhag Kriterleri doğrultusunda bugüne kadar gerçekleştirdiği reform ve uyum çalışmalarıyla, daha özgürlükçü ve katılımcı demokrasiye ulaşma iradesini ortaya koymuştur. Önümüzdeki süreçte yaşanacak dinamik bir reform süreci de bu iradenin güçlü bir biçimde devam ettiğinin göstergesi olacaktır.

AYM ve AİHM kararlarında yer verilen ihlal alanlarına ilişkin etkili çözümler geliştirilecektir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatları ile Avrupa Birliği'nin insan haklarına ilişkin müktesebatı "Avrupa insan hakları hukuku"nu oluşturmaktadır. Türkiye, bu ortak hukukun bir parçasıdır. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası koruma mekanizmalarının gözlem ve raporları dikkate alınacaktır. Ülkemizin, strateji belgeleriyle somutlaşan reform iradesi, AB katılım süreciyle ilgili siyasi hedeflerin de ötesine geçecek şekilde, sistemin ihtiyaçları ve toplumsal talepler zemininde yükselmektedir.

"Hukuki dinlenilme hakkı" hak arama özgürlüğünün önemli bir unsurudur. Anayasa'nın 36'ncı maddesi ile bu hak teminat altına alınmıştır. Usul kanunlarında ise bu hakkın uygulanmasında temel kurallar düzenlenmiştir. Bu hak, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir. Bu dönemde ayrıca, vatandaşların mesnetsiz ihbar ve şikâyetler nedeniyle soruşturmaya maruz bırakılmaması ve böylelikle lekelenmeme hakkının korunması için ihbar ve şikâyetin soyut, genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmamasını sağlayan bir düzenleme hayata geçirilmiştir.

Hazırlık sürecinde adalet istatistiklerine dayalı analizler, çalışmalara yön vermiştir. Uluslararası kuruluşların değerlendirmeleri ise planlama çalışmalarına derinlik kazandırmıştır.

Çalışmalar kapsamında, AB, Avrupa Konseyi, Venedik Komisyonu ve diğer uluslararası kuruluşların rapor ve değerlendirmeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları dikkate alınmıştır. Ayrıca, AB, Avrupa Konseyi ve AİHM temsilcileri ile taslak üzerinde gerçekleştirilen görüşmelerden geniş biçimde yararlanılmıştır.

Bu amaç kapsamında yer alan hedef ve faaliyetler belirlenirken başta Avrupa Birliği, Yine bu husus; “Avrupa Konseyi ve Venedik Komisyonu tarafından hazırlananlar olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların yargı alanına ilişkin belge ve değerlendirmeleri dikkate alınmıştır. Öngörülen mevzuat değişiklikleri yapılırken bu değerlendirmelerin ayrıntılarının çerçeveyi belirleyeceği tabiidir.” Şeklinde ifade edilmiştir.

Cumhurbaşkanı Yargı Reformu ile ilgili açıklamalarında; “Amacımız tüm kurumlarımızın mülkiyet hakkına, ifade özgürlüğüne duyarlı olmalarını sağlamaktır, Yargı reformu sisteme olan güveni artıracak hem de daha öngörülebilir yatırım ortamının oluşmasına yardımcı olacak, Yargı reformu AB tam üyeliği sürecine bağlılığımızı gösteriyor, Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni yargıya güvenin artırılması ilkeleri çerçevesinde hazırladık, Yargı Reformu Strateji Belgesi iki temel anlayış üzerine oturuyor. Birincisi hak ve özgürlükler. Demokrasinin güçlendirilmesi hedefi var. Her alanda özgürlüklerin genişletilmesi için mevzuat değişiklikleri yaptık. İfade özgürlüğünü demokrasinin en önemli şartı olarak görüyoruz, önümüzdeki dönemde adil yargılanma hakkının daha etkin şekilde korunmasını hedefliyoruz….” vb. içerikte konuşma yapmıştır.[8][9]

Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından 30.05.2019 tarihinde açıklanan Yargı Reformu Stratejisinde özet olarak devlet; yargı alanında kendisini bağlayıcı nitelikteki birçok hedef ve kriter belirlemiştir. Bu kriterlerin başında, bağımsız uluslararası yargı kurumlarının kararlarına uyulması, Avrupa Konseyi ve benzeri nitelikte kuruluşların yargı konusundaki tavsiye kararlarına uyulması ve Avrupa Birliği müktesebatının benimsenmesi gelmektedir.

Terörle Mücadele Kanunu’nun AİHM içtihatları ile uyumlu olmadığı, muğlak ifadeler içerdiği, mevcut hali ile AB müktesebatıyla uyumlu olmadığına dair Avrupa Komisyonu Türkiye ilerleme raporları, uluslararası mahkeme kararları, bağımsız kuruluşların tespit ve raporları ve bu tespitlere ve raporlara itibar edileceğine dair, bütün yargı mercilerini bağlayıcı mahiyette olan, 2019 yılı Yargı Reformu Strateji planı hazırlanmış ve en üst seviyede, Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından, deklare edilmiştir.

IV- BAĞIMSIZ KURULUŞLARIN RAPORLARI VE YARGI ÜZERİNDEKİ BASKILAR KONUSUNDA GETİRİLEN ELEŞTİRİLER

A- AVRUPA HUKUK YOLUYLA DEMOKRASİ KOMİSYONU’NUN (VENEDİK KOMİSYONU) 667 İLA 676 SAYILI OLAĞANÜSTÜ HAL KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERİ HAKKINDAKİ RAPORU

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), İzleme Komitesi Başkanlığının talebi üzerine, Venedik Komisyonu tarafından 667-676 Sayılı OHAL KHK’larının Avrupa Konseyi Standartlarına uygunluğu konusunda 48 sayfalık bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapor 12 Aralık 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Komisyon, meslekten çıkartılan kamu görevlilerine, meslekten çıkartılma gerekçelerinin delillerinin kendilerine sunulmadan, savunmaları alınmadan, meslekten ihraç edilmelerini eleştirmiş, Anayasa Mahkemesinin 4 Ağustos 2016 tarihinde kendi 2 üyesini, hiçbir delile dayanmadan, sübjektif kanaate göre meslekten ihraç edilmiş olduklarını, HSYK’nın binlerce hakimi ve savcıyı aleyhindeki iddiaları destekleyecek deliller olmadan meslekten çıkartılmış olduklarını tespit etmiştir.

Komisyon, hâkimlerin özel kamu görevlileri olduklarını, bağımsızlıklarının Anayasal ve uluslararası düzeyde güvence altına alınmış olduklarını, (M ve SHS’nin 14/1, AİHS’nin 6/1. Maddeleri), sadece görevden alınmaları değil, bütün yargı sistemini zayıflatacağını, yargı sistemi içinde “soğutma etkisi” yaparak, diğer hâkimleri de bu gibi tedbirlere kendilerinin de maruz kalma korkusundan OHAL KHK’ları kapsamında ilan edilen tedbirleri bozma konusunda isteksiz kalabileceklerini tespit etmiştir. Bu durumun da yargı bağımsızlığı ve güçler ayrılığını etkileyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca meslekten çıkartılma kararının bireye özgü, gerekçeli ve gerçekliği kanıtlanabilir delillere dayalı olması gerektiğini vurgulamıştır.[10]

Komisyon, 667 Sayılı KHK’ya dayalı olarak Anayasa Mahkemesinin 2 üyesini, Yüksek Yargı organları ve HSYK’nın binlerce hâkim/savcıyı görevden almaları karşısında, görevden alınan kişilerin, Türk Yargı Sistemi içinde haklarını aramaları durumunda başarı şansının çok zayıf olduğunu tespit etmiştir.[11]

Komisyon, KHK’lar kapsamında yetkilendirilen Komisyonlar, (HSYK gibi) tarafından, kişiye özgü gerekçelendirme yapılmadan, görevden alma ve tasfiyelerin, hükümetin keyfi ve kontrolsüz yetki kullanmasının yolunu açmış olduğunu, keyfi ve sebebi anlaşılmayan uygulamalar olduğunu tespit etmiş, bu kararların mahkeme huzurunda denetlenmesinin ve tartışılmasının güçlüğünden bahsetmiştir.[12] HSYK’nın idari bir organ olduğunu, vakaları inceleme, adil yargılanma güvencelerine itibar etme ve gerekçeli karar verme yükümlülüğü olmadığını tespit ederek HSYK kararlarının mahkemeler açısından hukuki kesinlik taşımayacağının tespitini yapmıştır.

Komisyon’un eleştirdiği önemli konulardan bir tanesi de; 667 Sayılı KHK’nın 9. ve 668 Sayılı KHK’nın 37. Maddeleridir. Bu OHAL KHK’ları kapsamında karar alan ve görevlerini yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle, hukuki, idari, mali veya cezai sorumluluklarının olmayacağı şeklinde düzenlene yapılmıştır. Komisyon, özellikle cezai sorumsuzluk hali açısından çok tehlikeli bir düzenleme olduğunu, TCK’da suç olan bir kısım eylemlere cevaz verdiğini, bunun tehlikeli bir mantık olduğunu, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı olduğunu, suiistimal riski taşıdığını tespit etmiştir.

B- 2016 YILI TÜRKİYE İLERLEME RAPORU

Avrupa Komisyonu’nun 2016 Yılı Türkiye İlerleme Raporu, 09.11.2016 tarihinde yayınlanmıştır. Türkiye Avrupa Birliğinin kilit bir ortağı olup, Türkiye ile AB 1964 yılından beri yürürlükte olan ortaklık anlaşması ile bağlıdır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım müzakereleri 2005 yılı Ekim ayında başlamış olup, ortak çıkar alanlarında bir kısım fasıllar açılmış, bir kısmı da açılmaya devam etmektedir. Yargı ve temel haklar başlıklı 23. Fasıl ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Başlıklı 24. Fasıl için hazırlık belgeleri tamamlanmaya çalışılmaktadır. Avrupa Konseyi Raporunda; yargının yönetimi, bağımsızlığı, tarafsızlığı, yargıda hesap verilebilirlik, yargının kalitesi, OHAL sürecindeki hak kısıtlamaları, OHAL KHK'larının AİHM'ne uyumluluğu, OHAL sürecinde ihlal edilen temel hak ve hürriyetler konusunda ciddi eleştiriler getirmiş, çözüm öneriler ortaya koymuştur.

Avrupa Komisyonu Raporunda Özellikle;

1) Yargı Bağımsızlığında gerilemenin yaşandığı,

2) HSYK'nın yürütme erkinin etkisi altında olduğu,

3) HSYK'nın yargılama süreçlerine müdahalede bulunduğu,

4) Suç iddialarının soruşturulmasında; bağımsız yargının yetkisinde delillere ve bütünüyle şeffaf usullere dayanan ve özellikle masumiyet karinesi, ceza sorumluluğunun şahsiliği, hukuki kesinlik, savunma hakkı, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği, etkin itiraz hakkı gibi temel haklara uyulması gerektiği,

5) Yürütme erkinin yargıya müdahale ettiği,

6) HSYK'nın, istekleri dışında, olağanüstü şekilde hâkim/savcıların yerlerini değiştirdiği, hâkim/savcılar hakkındaki ceza ve disiplin davalarında usulü kurallara uyulmadığı,

7) Yargıtay ve Danıştay'ın yapısında yapılan değişikliklerin yargı bağımsızlığını etkilemekte olduğu, ciddi endişeler oluşturduğu,

8) Yürütme ve yasama temsilcilerinin mahkeme kararlarını eleştirmeyi alışkanlık haline getirdikleri,

9) Yargıda büyük çaplı ihraçların yargı bağımsızlığını zedelediği, mesleğe yeni kabul edilen hâkimlerin alınma usulü itibariyle endişe oluşturduğu,

10) OHAL KHK'larının, AİHS'nin 15. Maddesinde sayılan istisnaları ihlal edecek hükümler içerdiği, alınan tedbirlerin, durumun kesinlikle zorunlu kıldığı ölçüde, gerekli ve orantılı olması gerektiği,

11) Terörle Mücadele Kanunu'nun AB Müktesebatı ile uyumlu olmadığı,

12) Gazetecilerin sindirildiği,

13) Kamu yayın kuruluşlarının hükümet yanlısı yayınlar yaptıkları,

14) Hâkim/savcılar hakkında verilen meslekten ihraç kararlarının kişi bazlı somutlaştırmadan, soyut gerekçelerle verilmiş olduğunu,

15) "Sulh Ceza Hâkimliklerinin" yürütmenin yargıyı daha fazla etkilemelerine imkân tanıdığı, bu hâkimlikler tarafından verilen kararların giderek AİHM içtihatlarından uzaklaştığı,

16) Adli Yıl açılışının Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yapılmasının, kuvvetler ayrılığı ilkesinin sorgulanmasına sebep olduğu,

17) Darbe girişimi sonrası işkence ve kötü muamele şikâyetlerinde artış olduğu, hücre hapsi ve keyfi uygulamaların sıklıkla disiplin cezası olarak kullanıldığı,

18) Devletin üst düzey temsilcilerinin nefret söylemlerini artan şekilde kullanmalarının önemli bir endişe kaynağı oluşturduğu,

Hususlarını tespit etmiştir.

C- AVRUPA KONSEYİ İNSAN HAKLARI KOMİSERLİĞİNİN 7 EKİM 2016 TARİHLİ OHAL KAPSAMINDA ALINAN TEDBİRLERİN İNSAN HAKLARINA ETKİLERİNE İLİŞKİN MEMORANDUMU

Bu Memorandum, İnsan Hakları Komiserinin 27-29 Eylül 2016 tarihleri arasında Ankara'da gerçekleştirdiği bir dizi ziyaret sonrası hazırlanmıştır. Bu Memorandum da birçok hak ihlalinden bahsedilmiştir. Burada sadece yargı bağımsızlığına yönelik tespitler kısaca aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.

1) OHAL KHK'larının insan hakları güvencesinden saparak, idare yetkililerine, nerede ise sınırsız yetkiler verdiğini, bu durumun keyfiliğe yol açtığını, hukukun üstünlüğünü aşındırdığını, OHAL KHK'larının bu sebeple bir an önce yürürlükten kaldırılması gerektiği,

2) Avukatla görüşme konusunda getirilen sınırlamaların, avukat-müvekkil arasındaki mahremiyet hakkını ihlal ettiği,

3) KHK'larla; yargı mensuplarını korumak için oluşturulmuş, Anayasal ya da yasal güvencelere uyulmaksızın meslekten çıkartılma yetkisi verildiğini,

4) Alınan kararların şeffaflıktan ziyade sosyal çevre bilgisine dayandığını, KHK'larla getirilen sınırlamaların gereklilik ve ölçülülük testine uymadığını, alınan tedbirlerin durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve ulaşılmak istenen amaçla orantılı olmadığı,

5) Hâkim/savcıların görevden alınmalarında en yüksek düzeyde delillerle şartların aranması gerektiğini, mevcut uygulamaların genel geçer, şablonsal ve kişiye özgülenmemiş gerekçelendirmeler içerdiğini, kişilere savunma hakkı verilmemiş olduğu,

6) Yaklaşık 3500 yargı mensubunun işten çıkarıldığını, binlercesinin cezaevinde olduğu, böyle bir ortamda, Türk Mahkemelerinin yürütme ve idare tarafından ya da yargının bizzat kendisi tarafından keyfi kararların yol açtığı potansiyel insan hakları ihlallerine yönelik olarak etkili başvuru yolları sağlamasının insan hakları ihlallerine yönelik olarak etkili başvuru yolları sağlanmasının zor olduğu;

Hususlarını tespit etmiştir.

D- AVRUPA KONSEYİ İNSAN HAKLARI KOMİSERİNİN TÜRKİYE HAKKINDAKİ 19.02.2020 TARİHLİ RAPORU

Kırk bir sayfalık bu raporda yargı bağımsızlığı, terör suçlarının tanımı, savunma hakkı, örgütlenme hakkı gibi birçok konuda tespit yapılmış, eleştiriler getirilmiştir. Bu bölümde sadece yargı bağımsızlığı ile ilgili kısım alınmıştır.

Raporda; “Komiserlik nazarında adalet sistemi ve yargı bağımsızlığı süregelen sorunlar olsa da, Komiser, vaziyetin son yıllarda, özellikle de Temmuz 2016'dan Temmuz 2018'e kadar yürürlükte kalan olağanüstü hal sonrasında, ciddi anlamda kötüye gittiğini gözlemlemektedir. Komiser, hâkimlerin bağımsızlığının anayasal ve sair yapısal teminatlarının uğradığı erozyonun, öngörülen teminatların dışında meslekten çıkarma ve mesleğe alımlar gibi doğrudan doğruya bağımsızlığa etki eden adımların yanı sıra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin en son kararlarında ortaya konduğu üzere, yargının siyasi menfaatlere yönelik artan tarafgir tutumuna işaret eden bulguları dikkate almaktadır.

Bu durumun, tutukluluğun kötüye kullanılması gibi süregelen ama ağırlaşmış birçok soruna eklenen yeni kaygılarla birlikte, bilhassa ceza adaleti sistemi üzerindeki etkisi dikkate değerdir. Komiser, özellikle terörle ve örgütlü suçlarla ilgili davalarda, Türk yargısı tarafından adil yargılanmanın en temel teminatlarının göz ardı edilmesinin ve hukuka uygun eylemlere ceza kanunlarının gelişigüzel uygulanmasının, hukukun üstünlüğünün özünü tehlikeye sokan bir hukuki güvensizlik ve keyfilik seviyesine ulaştığını tespit eder. Ceza yargılamalarına ilişkin olarak, Komiser, ayrıca, sulh ceza hâkimliklerinin oynadıkları rol ve olağanüstü hal sırasında ceza yargılaması usulünde yapılan kalıcı değişiklikler hakkındaki endişelerini belirtir.

Devlet memurlarının işten çıkarılmaları konusunu, bu KHK'ların örtülü cezai yaptırım sayılabilecek otomatik sonuçlarından ve de tüzel kişileri etkileyen tedbirlerden ayırmaktadır. Komiser, Türk makamları tarafından yürürlüğe konan OHAL KHK'ları ile ilgili başvuru yollarının genel olarak etkililiği konusunda kaygı duymakla birlikte, bu başvuru yollarının söz konusu cezai sonuçlar ve tüzel kişiler bakımından yetersiz kaldığını düşünmektedir. Komiser, ayrıca, insan hakları ihlalleri için iç hukuktaki bir başvuru yolu olarak Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun etkililiğini tehlikeye düşüren son gelişmelerden endişe duymaktadır. Bunun başlıca sebebi, savcılar ve alt derece mahkemelerinin sistematik bir biçimde Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının ruhuna ve müstakar içtihadına gösterdikleri dirençtir.

Komiser, Türk yargısının içinde bulunduğu durumun ciddiyetini ve harekete geçilmesi gereğinin aciliyetini vurgulayarak, Türk makamlarını, ilk adım olarak, hâkim bağımsızlığının anayasal ve yapısal teminatları ile ceza muhakemesinde adil yargılanma teminatları bakımından OHAL'den önceki duruma geri dönmeye, ardından bu teminatları tedricen güçlendirmeye davet eder. Komiser, ayrıca, Avrupa Konseyi organlarının yıllar boyu Türkiye'ye sunmuş olduğu açık rehberliği ışığında, ceza mevzuatının bütünüyle gözden geçirilmesini tavsiye eder. Adalet sisteminin başlıca sorunlarından birinin bugün yargıda hâkim olan tutum olduğunu dikkate alarak, Komiser, Türk yetkilileri tutumlarını değiştirmeye ve gerek söylemlerinde gerek eylemlerinde yargı bağımsızlığına saygı duymaya başlamaya çağırır.

Komiser, giderek negatif ve yıkıcı hale gelen, insan hakları savunucularını hedef alan ve terörist olarak yaftalayan siyasi söylemden kaygı duymaktadır. Bu söylem, idari mercilerin ve yargının önyargılı bir biçimde sık sık harekete geçmesine yol açmaktadır. Özellikle bununla ilgili olarak Komiser, sivil toplumun cesaretini kırmak ve sivil toplumu susturmak için ceza yargılamasının kötüye kullanılmasına kadar varan, insan hakları savunucularını hedef alan yaygın bir yargısal işlem örüntüsüne işaret eder.

2018'in sonu itibarıyla, AİHM'in Türkiye'yi ilgilendiren ve içinde en az bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ("AİHS" veya "Sözleşme") ihlali bulunan 3148 karar vermiş olduğunu kaydeder. Bunlardan 919'u özellikle adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin olup, 755'i kişinin özgürlük ve güvenlik hakkına, 603'ü dava süresine ve 279'u etkili başvuru hakkına ilişkindir.[13]

Örneğin, ceza kanunundaki bir hüküm amacı dışında ve insan haklarıyla bağdaşmayan kullanımı nedeniyle yürürlükten kaldırıldığında, savcılar, aynı nitelikte eylem ve ifadeleri kanunlardaki diğer hükümleri ve usulleri kullanarak AİHS'e aykırı surette cezalandırmaya devam etmişlerdir. Bu yaklaşım, büyük oranda, Türk yargısının içine işlemiş bulunan sözde devlet ve güvenliğin korunmasını insan haklarının üstüne koyma eğilimden güç almaktadır.

Hâkimler sadece yargı dışından gelen tesirlerden değil, hakim arkadaşlarından ve üstlerinden gelen talimat veya baskılardan da masun olmalıdır. AİHM içtihadına göre, bir mahkemenin bağımsızlığına kanaat getirebilmek için, diğerlerinin yanı sıra şunlara bakılması gerekir: üyelerinin atanma biçimi ve görev süreleri, dışarıdan gelen baskılara karşı teminatların bulunması ve mahkemelerin demokratik bir toplumda kamuoyuna telkin etmesi gereken güven düşünüldüğünde bağımsız oldukları görüntüsünü verip vermedikleri.[14] Bu konuya mahsus Avrupa Konseyi standartları şunları içermektedir; Bakanlar Komitesi'nin 2010 tarihli Hâkimler hakkında Tavsiye Kararı (CM/Rec(2010) 12): Bağımsızlık, etkinlik ve sorumluluklar, 2001 tarihli yargı bağımsızlığı ve hakimlerin azledilemezliği hakkında Avrupa Hakimleri Danışma Konseyi Görüş No. 1 ile 2007 tarihli toplumun hizmetinde yargı için kurul hakkında Görüş No. 10 ve Venedik Komisyonu'nun konu hakkındaki çok sayıda görüşü[15]."HSYK'nın hakim ve savcılara ilişkin düzenleme ve denetleme yetkileri birçok Avrupa ülkesinde olduğundan daha geniş olmakla kalmamakta; bu yetkiler, öteden beri, iddia makamı ve yargı erkine ait temel yetkiler üzerinde olağanüstü bir tesir elde edecek şekilde, gayet tartışmalı, siyasi bir biçimde yorumlanmakta ve kullanılmaktadır".

Komiser, HSK'nın yeni yapısının HSK'nın üyelerinin tamamının bütün siyasi partilerin ve menfaatlerin katılımını garanti eden bir usul olmaksızın ya Cumhurbaşkanı ya Meclis tarafından atanmasına imkân verdiğini görmektedir. Bu, hiçbir HSK üyesinin meslektaşları tarafından seçilmediği anlamına gelir ki bu da, hâkim ve savcıların mesleki tutum ve davranışlarını denetlemekle (hakim ve savcıların atamaları, terfileri, tayinleri, disiplin cezaları ve meslekten çıkarılmaları dahil olmak üzere) yükümlü bu tip yargı kurullarının üyelerinin en az yarısının, yargının her kademesindeki hakimler tarafından, meslektaşları arasından, yargı içinde çoğulculuğu gözetir şekilde seçilmesini öngören Avrupa standartlarıyla açıkça çelişmektedir.[16]

Sonuçta Komiser'in selefi,[17] Venedik Komisyonu[18], Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO)[19] ve Parlamenterler Meclisi[20] bu değişikliği eleştirmiştir. Bu anayasa değişiklikleri yürürlüğe girmeden önce de, Venedik Komisyonu, "yargı ve savcılar üzerinde anayasa değişikliklerinin yol açacağı güçlendirilmiş yürütme hakimiyeti, Türk yargısının bağımsız olmadığına dair uzun zamandır süregelen endişelerin olduğu bir bağlamda çok daha sakıncalı olacaktır. Değişiklikler, halihazırda yetersiz olan yürütme üzerindeki yargı denetimi sistemini zayıflatacaktır"[21]

Komisyon, "önerilen sistemin otoriter ve tek adam rejimine doğru yozlaşması tehlikesinin" altını çizmiş, "ayrıca, zamanlamanın olabilecek en kötü zamanlama olduğunu, başlı başına bunun bile bir endişe kaynağı teşkil ettiğini zira yürürlükteki olağanüstü halin bir anayasa referandumu için elverişli bir demokratik ortam sağlamadığını" vurgulamıştı.[22]

Yargı mensuplarının zorla yerlerinin değiştirilmesinde, ayrıca soruşturmalarda, görevden geçici el çektirmelerde ve meslekten çıkarmalarda artış ile sonuçlanan birtakım gelişmeleri 2013'den itibaren olmak üzere sıralamıştı. Komiser, birçok muhatabın, bu tedbirlerin devleti merkeze alan tutumları ve örneğin ifade özgürlüğünü koruyan tartışmalı kararlar alarak dikkati kendi üzerine çekmekten kaçınma gibi çekinceleri körükleyerek veya yeniden canlandırarak yargıda genel bir endişe ve korku atmosferi yarattığı görüşünde olduğunu not düşmüştü.[23]

HSYK'ya ve yüksek mahkemelere tanınan olağanüstü yetkilere dayanılarak yargının neredeyse üçte biri, yaklaşık 4 000 hakim ve savcı, bu dönemde meslekten atılmıştır. Bu, Komiser'in selefinin, HSYK kararlarının yargı mensuplarının görevden alınmalarında uygulanması gereken standartlara uymadığı uyarılarına rağmen gerçekleşmiştir.[24] Komiser, bilhassa, bu kararların hüküm kısmının, genel geçer, basmakalıp, özelleştirilmemiş bir gerekçeden ibaret olduğuna, buna 2845 ve 543 isimlik listelerin ek yapıldığına dikkat çeker.

Anayasa Mahkemesi de, hâkimlerinden ikisini "sosyal çevre bilgisi" ve Anayasa Mahkemesi üyelerinde söz konusu örgütle bağlarının olduğu yönünde "zaman içinde oluşan ortak kanaatlere" istinaden görevden almıştır. Ardından, Anayasa Mahkemesi üyeleri dâhil olmak üzere, meslekten atılan hâkimlerin çoğu, terör örgütü üyeliği nedeniyle açılan ceza davaları kapsamında tutuklanmıştır. Bu bağlamda, Komiser, AİHM tarafından Nisan 2019'da verilen karara özellikle dikkat çeker. Bu karara göre, söz konusu iki Anayasa Mahkemesi hâkiminden birinin meslekten atılması ve tutuklanmasında, Anayasa Mahkemesi üyelerinin sahip olduğu usuli teminatlar göz ardı edilmiş (ve bu yüzden de "kanunda öngörülmüş bir usule uygun" olduğu söylenemez), ayrıca baştaki tutukluluk hiçbir maddi kanıta dayandırılmamıştı.[25] Komiser ayrıca, BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu'nun da başka iki hakimin tutukluluğunu keyfi bulduğunu not düşer.[26]

Hakeza, Türk makamları henüz bunu resmi olarak reddetmekteyken, yargı içinde X sempatizanlarının örgütlenmesini kamuoyu önünde bu dernek eleştirmekteydi. Bu derneğin başkanının sonradan tutuklanıp 10 yıl hapis cezasına çarptırılması, hâkimlerin ve avukatların bağımsızlığı BM Özel Raportörü tarafından yargı bağımsızlığına ciddi ve ağır bir saldırı ve hukuka uygun yargılamanın ihlali olarak değerlendirilmiştir.[27]

Ziyareti boyunca Komiser'in muhatapları, hâkimlerin sanıkların insan haklarını koruyan tartışmalı kararlar verdikten sonra keyfi olarak tayin edildikleri, taraflı oldukları bilinen hâkimlere siyaseten hassas davaların tevdi edildiği veya böyle davaların belli tipte kararlar verme ihtimali yüksek olan mahkemelere verildiği çok sayıda örneğe işaret etmişlerdir. Bunlar, yargının ve HSK'nın, özellikle siyasi menfaatler bakımından tarafgir davrandığına dair iddialara daha fazla inandırıcılık kazandırmaktadır.

Bununla birlikte Komiser, Türkiye'de yürütme ve yasama mensuplarının mahkemeleri eleştirdiğini ve kamuoyu önünde devam eden davalarla ilgili, masumiyet karinesini hiçe sayarak ve hukuki dava sürecine saygı noktasında tereddütler yaratarak yorum yapmaya devam ettiklerini gözlemler. Aslında, bir sonraki bölümde detaylandırılacağı gibi, yürütme mensupları, birçok halde, şikâyetleriyle ceza yargılamalarını başlatan aktörlerdir.

Dava dosyalarındaki gizli bilgilerin, savunmanın dahi dosyaya erişimi yokken, kasten bu medyaya sızdırılıyor görünmesidir.[28] Söz konusu davalar, muhalefetteki siyasetçileri özellikle hedef almaları, zamanlamaları, savcılık işlem ve eylemlerinin koordinasyonu, belli bazı hâkimlerin öne çıkması, ayrıca hukuki emsallere meydan okumaları itibarıyla siyasi saiklerin açık belirtilerini ortaya koymaları nedeniyle ön plana çıkmaktadır.” Şeklinde Türk yargısının işleyişi konusunda ağır eleştiriler getirilmiştir.

V- HÂKİMLER İÇİN “KANUN YOLU DEĞERLENDİRME FORMU” DÜZENLEME İŞLEMİNE TEKRAR BAŞLANMIŞTIR

Hakim ve Savcılar hakkında “Kanun yolu değerlendirme formu” düzenlenmesi hususu tekrar uygulanmaya başlanmıştır.

6100 Sayılı HMK’nın 28. maddesinde (1/7/2016 tarihinde 6723 sayılı Yasa’nın 25.maddesi ile) yapılan değişiklikle hakim ve savcılar hakkında “Kanun yolu değerlendirme formu” düzenlenmesi hususu tekrar kabul edilerek 2011 yıllında son verilen uygulama 2016 yılında tekrar hayata geçirilmiştir. Bu düzenlemeye göre; Yargıtay ve Danıştay daireleri ile genel kurullarınca yapılan kanun yolu incelemeleri sonunda; Hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında kanun yolu değerlendirme formu düzenlenir. Kanun yolu değerlendirme formu; soruşturmanın niteliği, iddianame, karar veya hükmün hukuka uygunluğu ve isabet derecesi, soruşturma, kovuşturma veya yargılamanın hedef sürede tamamlanması, gereksiz masrafa sebebiyet verilmesi, duruşmalara hazırlıklı çıkılması veya hazırlıksız çıkılarak gecikmelere neden olunması, dosyaların eksiklik nedeniyle geri çevrilmeye neden olmayacak şekilde görevli daire veya birime gönderilmesi, bilirkişi görevlendirilmesinin hukuka uygun yapılması, soruşturma, kovuşturma veya yargılama işlemlerinin usul hükümlerine uygun olarak doğru ve zamanında yapılması, dava konularının anlayış ve yönlendirilmesi ile mütalaa, gerekçeli karar ve tebliğnamelerin yazılış, tahlil ve sonuçlandırılmasında başarı gösterilmesi gibi hususlar dikkate alınarak çok iyi, iyi, orta ve zayıf şeklinde düzenlenir. Yapılan incelemede olumlu veya olumsuz kanaat edinilememesi hâlinde, değerlendirme formu bu durum belirtilerek düzenlenir.

VI- HÂKİMLER VE SAVCILAR KURULU TARAFINDAN, HÂKİM VE SAVCILARIN DERECE YÜKSELMESİ ESASLARINA İLİŞKİN İLKE KARARINDA ÖNEMLİ BİR DEĞİŞİKLİK YAPILMIŞTIR

Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İcrası Dairesi Heyeti 9 Ocak 2020 tarihinde HSK’yı ziyaret etmiş, bu ziyaretten 6 gün sonra, Hakim ve Savcıların terfilerine ilişkin İlke Kararında değişiklik yapılarak 15 Ocak 2020 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.[29][30]

HSK, hâkim ve savcıların derece yükselmesi esaslarına ilişkin ilke kararında kritik bir değişiklik yapılmıştır. Bu kapsamda hâkim ve savcıların terfileri yapılırken, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri, neden oldukları ihlalin niteliği ve ağırlığı ile ilgililerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve anayasa ile teminat altına alınan hakların korunması konusundaki gayretleri” de dikkate alınacaktır.

Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı’nın “Yükselme Esasları”nı düzenleyen 6. maddesinde değişikliğe giden HSK, “Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkeleri temelinde, AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nce incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri, neden oldukları ihlalin niteliği ve ağırlığı ile ilgililerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve anayasa ile teminat altına alınan hakların korunması konusundaki gayretleri” fıkrasını eklemiştir.

Böylece, hâkim ve savcıların terfisinde; AİHM ve AYM kararlarına uyup uymadıkları veya ihlale neden olup olmadıkları da yükselme şartları arasında dikkate alınacaktır. HSK, “Birinci Sınıfa Ayrılan ve Birinci Sınıf Olan Hâkim ve Savcıların Çalışmalarının Değerlendirilmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı”na da bu şartı eklemiştir.[31]

VII- HSYK’NIN 24.08.2016 TARİH VE 426 SAYILI KARARI KAPSAMINDA HAKİM VE SAVCILARIN SORUMLULUKLARI

24.08.2016 tarih ve 426 Sayılı kararında HSYK Genel Kurulu, hakim ve savcıların görevleri sırasındaki hangi eylem ve işlemlerinin hukuka aykırı fiil olarak kabul edilebileceğine dair birçok örnek içermektedir. (Genel Kurulun bu kararı herkesin erişimine açık olsa da hakim/savcı isimleri anonimleştirilerek alıntı yapılmıştır.)

HSYK Genel Kurulu bu kararının 29. Sayfasında; hakimler X ve Y’yi suçlanarak bu kişilerin eylemleri; “….delil yaratma bakımından hukuk sınırlarını zorlama konusunda özgüven…” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu kararda Gene Kurul, aşağıda sayılan hususları hakim ve savcılar tarafından yapılabilecek hak ihlalleri olarak nitelemiştir.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2016/99 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “….bu isnadı kuvvetlendirmek adına sahte delil yaratıldığı, bazı belge ve notlara gerçekle bağdaşmayacak şekilde anlamlar yüklenerek soruşturmanın mecrasından çıkarıldığı, soruşturma sürecinde, soruşturma konusu suçla ilgi ve bağlantısı bulunmayan ve suç niteliği taşımayan “….’ya ilişkin düşünce, eleştiri ve görüş içeren bilgi paylaşımında bulunan kişiler hakkında da hukuka aykırı yollarla iletişimin tespitine yönelik kararlar ve koruma tedbiri süresinin müteaddit kez uzatımına karar verilmek suretiyle, koruma tedbirlerinin ölçüsüz bir şekilde kullanıldığı…” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2015/100 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “…aynı nitelikteki 7 kararla, 594 klasörden oluşan soruşturma dosyaları intikal etmeden, atılı suçlar nedeniyle soruşturma dosyalarındaki deliller incelemeden, suç ve deliller ile her bir şüpheli yönünden ayrı ayrı kişiselleştirme yapılmaksızın, genel geçer ve birbirinin kopyası niteliğindeki gerekçelerle, tutuklu 63 şüphelinin tahliyesine karar verdiği, tutuklanmasına karar verdiği,” şeklinde tespit yer almıştır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunun 28/09/2015 tarih, 2014/115949 Soruşturma no. ve 2015/35346 Esas no.lu iddianamesinde; “..özel soruşturma usûllerine tabi olmalarına rağmen telefon görüşmelerine ait seslerin çözülerek metin haline getirildiği ve hazırlanan fezlekede de bir kısmına suç isnadında bulunulduğu, soruşturmaların özel şekle tabi olduğu anlaşıldığından haklarındaki tespitlerin derhal ve doğrudan doğruya Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilerek suç şüphesi varsa, özel soruşturma usûllerine göre delil toplama yoluna gidilmesi gerekirken ilgili maddelerin aksine hareket edildiği ve bu hukuk dışı yollara soruşturma süresince ısrar edildiği tespitine yer verilmiştir…” şeklinde tespit yer almıştır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından düzenlenen 04/12/2015 tarih, 2014/40810 Soruşturma no. ve 2015/47335 Esas no.lu iddianamesinde; “…yukarıda değinilen soruşturmalardaki usulsüzlükler yapılıp örgüt mensubu olmayan yetkili kişi ya da mercilerden gizlenirken uygulanan stratejilerden birinin de, "Uygun hâkim veya savcı" bulunması faaliyeti olduğu,” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2015/8 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “…birçok şüpheli hakkında basit şüpheyi gerektiren delil dahi yok iken aynı gün toplu gözaltı, arama ve el koyma gibi koruma tedbirlerine başvurdukları anlaşılmıştır…” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2016/93 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “…ilgili olarak soruşturma usulüne riayet etmeden soruşturma yürüterek suç isnadında bulunması, kolluğa hazırlattığı fezlekede adı geçene ait çok sayıdaki telefon görüşmelerine yer verdirtmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiler arasındaki telefon görüşmelerinin dinlenip kayda alınmasına ve tape yapılmasına müsaade etmesi..” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2015/9 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “CMK'nın 160'ıncı maddesi gereğince şüphelilerin lehine olan delilleri de toplama yükümlülüğü bir yana, aleyhe delilleri dahi toplamadan şüphelilerin gözaltına alınmasına karar verdiği, yine soruşturma dosyasını devralan Cumhuriyet savcıları tarafından müştereken düzenlenen "İnceleme Notu" başlıklı ve 26/12/2013 tarihli belgede belirtilen eksiklikler göz önünde bulundurulduğunda şüphelilerin malvarlıklarına el konulabilmesi için aranan "Condictio cine qua non" şart özelliğini haiz "Soruşturma konusu suçların işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması" koşulu gerçekleşmeden, CMK'nın 128'inci maddesindeki düzenleme uyarınca tüzel kişilik olan şirket malvarlığına elkoymanın mümkün olmadığını gözetmeden yasal düzenlemeye açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde (7) gerçek ve (2) tüzel kişi adına kayıtlı tüm mal varlığına el konulmasına karar verilmesini talep ettiği, …” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Kurulu İkinci Dairesi'nin 2016/124 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “….diğer sanıklarda ele geçirilen dijital materyallerde yer alan kişisel bilgi mahiyetindeki fişleme kayıtlarını, doğruluğunu tahkik etmeden peşinen doğru kabul edip iddianameye açıkça yazarak dosyadaki tarafların itibarsızlaştırılmasına neden olduğu,” şeklinde tespit yer almıştır.

Hiç bir örgütsel bağlantı içermeyen ve içeriğinde yargılama konusu ile ilgili bulunmayan telefon tapelerini iddianameye yazarak, özel hayata dair belgeleri dosyaya ekleyerek alenileşmesine sebebiyet vermek suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği, Etkin bir soruşturma yürütmediği, zira dijital verilerde geçen eylemlerin gerçek hayatta yaşanıp yaşanmadığını tahkik etmeden peşinen doğru kabul ederek ve bu verileri esas almak suretiyle iddianame tanzim ettiği ve yine maddi gerçeğin ortaya çıkmasını ve deliller üzerindeki şüphenin izalesini sağlayacak olmasına karşın aramalarda elde edilen materyallerle ilgili parmak izi ve biyolojik (DNA) inceleme yapılması talepleri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar vermediği, Tüm bu açıklamalar ışığında, yüzlerce tarafı olan bir soruşturma dosyasına kişilerinin özel hayatına dair mahremiyet içeren görüntülerinin, bu hususta düzenlenen bilirkişi raporlarının, yine kişisel bilgi niteliğinde olan fakat doğruluğu bilinmeyen fişleme kayıtlarının ayıklanmadan, doğruluğu araştırılıp tetkik edilmeden, soruşturma konusu olay ile ilgisini ortaya koyup, maddi delillerle ilişkilendirmeden, kişisel yaşam alanlarına müdahale edilerek adeta tüm kamuoyuna servis edilsin diye aleni bir şekilde iddianame ve eklerine dâhil edilmesinin, bu bilgilerin yazılı ve görsel medya organlarınca ve sosyal medya üzerinden yayılması ile başta TSK ve askeri personel olmak üzere kamu görevlileri ile ilgili ''Vatan hainliği yapan, ahlâksız hayat yaşayan, kadına ve paraya düşkün, eşinin aldatmasından rahatsız olmayan'' kişiler olarak algılanmasına sebebiyet verdiği,..” şeklinde tespit yer almıştır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2016/45 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “….Hâkim X'in soruşturmadaki usulsüzlükleri gözardı ederek iddianameyi kabul ettiği, ..”

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi'nin 2015/76 Esas Sayılı Soruşturma Dosyasında; “…ile “dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetler yönünden, başvurucuların sundukları bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının İlk Derece Mahkemesince kabul edilmemesi ve bu konularda bilirkişi incelemesi yaptırılması yolundaki taleplerin yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, ‘gerekçeli karar hakkına’ ve ‘silahların eşitliği’ ilkesine aykırı olduğu belirtilerek, Anayasa’nın 36'ncı maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdiği dosya kapsamından anlaşılmıştır.” şeklinde tespit yer almıştır.

Yukarıda bahsi geçen dosyalarla ilgili HSYK Teftiş Kurulu tarafından yürütülen disiplin soruşturmaları gizli olduğundan, bu soruşturmaların içerikleri kamuoyu ile paylaşılmamıştır. HYSK tarafından yapılan bu tespitlere karşı suçlanan hâkim ve savcıların ne şekilde savunma yaptıkları, bu disiplin soruşturmaları sonucu ceza alıp almadıkları, disiplin cezası almışlarsa süt hukuk mercilerine müracaat edip etmedikleri ve bu kararların kesinleşip kesinleşmediği de kamuoyu tarafından bilinmemektedir.

Diğer taraftan ise; HSK’nın (HSYK) benzeri gerekçeleri kullanarak hâkim ve savcılar hakkında disiplin soruşturması başlatabildiği, aynı gerekçelerle önce meslekten geçici süre ile açığa alma kararı daha sonra da meslekten ihraç kararı verebildiğidir. HSYK’nın bu kararları, 2802 sayılı HSK’daki usulü düzenlemelerin gereklerine uyulmadan alınmış olduğundan çok ciddi anlamda eleştiri konusu yapılmış, AİHM Alpaslan ALTAN ve Hakan BAŞ kararlarında bu hususu özellikle vurgulamıştır. Diğer taraftan ise, HSK’nın yukarıda bahsi geçen kararındaki yaklaşımı, mevcut durumda görev başında olan, özellikle de son zamanlardaki terör yargılamalarından görev almış olan, bütün hâkim ve savcılar için de uygulanabilecek disiplin işlemleri açısından, usul hükümlerine tam ve eksiksiz olarak uyulduğunda, önemli bir örnek teşkil etmektedir.

VIII- HÂKİMLERİN SORUMLULUKLARINA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER

Anayasa’nın 2. maddesinde “…sosyal bir hukuk devletidir” denilerek dolaylı olarak devletin sorumluluğu hukuk devleti ilkesi gereğince ele alınmıştır. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40/3.maddesinde; “Kişinin, Resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” Şeklinde düzenleme mevcuttur.

Anayasa’nın 125/son maddesinde; “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” şeklinde, 129/5.maddesinde; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” denilerek idarenin sorumluluğu ele alınmıştır. 6100 sayılı HMK’ya göre ise hâkimlerin sorumluluğu Anayasa 40/3. ve 129/5. maddelerine dayandırılmıştır.[32]

6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun (HMK) “Devletin sorumluluğu ve rücu” başlıklı 46.maddesinde; “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir: a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması. b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması. c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması. ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması. d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması. e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması. (2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz. (3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.” Şeklinde düzenleme mevcuttur.

Hâkimlerin verdikleri kararlarından dolayı ilke olarak sorumlu tutulmayacakları esas olmakla birlikte, HMK, hâkimin bağımsızlığı kadar tarafsızlığını da güvence altına almak amacıyla, onun hukuki sorumluluğunu sınırlı olarak kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tâbi tutmuştur.

Hâkimin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilmesi için; HMK'nın 46. maddesinde tahdidi olarak yazılı bulunan sebeplerin bir ya da bir kaçının gerçekleşmesi, Hâkimin görevini yaparken taraflara davacıya karşı düşmanlığı veya karşı tarafla dostluğu nedeniyle, davacı aleyhine, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olması, kasten adalete ve yasalara aykırı karar verdiğinin, tevil ve tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olması, davacının karardan dolayı zarar görmesi ve hâkimin davranışı ile zarar arasında illiyet bağının olması ve bu hususların davacı tarafından kanıtlanması gerekir.[33]

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlıklı 141/3,4.maddesindeki düzenlemeye göre ise; “…, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak Devlet aleyhine açılabilecek, Devletin, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu edilebilecektir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.07.2011 gün ve 2011/4 Esas 2011/4 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için HMK'nın 46. maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilecektir. Açıklanan hükümler, Hâkimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa'ya konulmuştur.[34]

Hakimler aleyhine açılacak davalarda uygulanacak özel usul hükümleri benimsenmiştir. Bir hakime karşı, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açılabilmesi için vekaletname ile özel yetki verilmesi gerekmektedir. (HMK’nın 74.maddesi) Hakim ve savcılara ait davalar acele işlerden sayılacak, Kanuni zaruretlerden doğan engel olmadıkça davalar üç aydan fazla devam edemeyecektir. Cumhuriyet savcıları nezdinde bulundukları mahkemelerdeki bu tür davaları ve aşamalarını, varsa gecikme nedenlerini her duruşma sonunda Adalet Bakanlığına bildireceklerdir. Bu tür davaların kanun yolu incelemesi de öncelikli olarak yapılacaktır. (HMK’nın 95.maddesi) Dava esastan reddedilirse davacı, beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına mahkûm edilecektir. (HMK’nın 49.maddesi)

Tazminat davasında, ilgili hâkimin durumu ise HMK m.48/2’de “Mahkeme, açılan tazminat davasını, ilgili hâkime resen ihbar eder” şeklin­de düzenlenmiştir. Buna göre hâkim “zorunlu ihbar edilen” olacaktır. Hâkim kendi fiilinden ötürü Devlet’e karşı açılan tazminat davasında fer’i müdahil olarak bulunacaktır. [35]

Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz. Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülür. (HMK’nın 47.maddesi)

HMK’nın 46/3.maddesindeki düzenlemeye göre; Devlet, tazminata mahkûm olması halinde, ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde hakime rücu edecektir. Bu hüküm emredici bir hüküm olduğundan, tazminata mahkûm olan Devletin sorumlu hâkime rücu etme konusunda takdir yetkisi yoktur. Devlet’in rücu etmemesi halinde, her yurttaş özellikle hâkimin kusurundan dolayı zarara uğrayıp açtığı tazminat davasını kazanan yurttaş ilgili hâkime rücu edilmesini sağlamak için idari yollara başvurabilecektir.[36][37]

2802 Sayılı Yasa’nın 93/A. maddesi, 6 Mart 2014 tarihinden bu yana yürürlükte olmadığı için; savcılar ve adalet müfettişleri bakımından yine 6110 sayılı Kanun öncesi duruma dönülmüştür. Cumhuriyet savcıları ve adalet müfettişlerinin yaptıkları idari faaliyetler neticesinde herhangi bir zarar meydana gelmiş olursa bu zararın tazmini 6 Mart 2014 tarihinden itibaren idari yargıda tam yargı davasına konu olabilecektir. Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekili açısından ise Yargıtay Kanunu’nun m.13/2. ve 15/3.maddelerinde özel düzenleme yer almaktadır. [38]

DEĞERLENDİRME

Ülkemizdeki yargı bağımsızlığı ve hâkimlerin tarafsızlığının teminatı açısından yapılan düzenlemelerle birlikte, uluslararası raporlara yansıyan uygulama pratikleri birlikte ele alınmıştır. Olması gerekenle mevcut olan, her hangi ilave bir yoruma yer verilmeden karşılaştırılmıştır. Avrupa Konseyi Komiserinin raporunda; hâkimlerin, sanıkların insan haklarını koruyan tartışmalı kararlar verdikten sonra keyfi olarak tayin edildikleri, taraflı oldukları bilinen hakimlere siyaseten hassas davaların tevdi edildiği veya böyle davaların belli tipte kararlar verme ihtimali yüksek olan mahkemelere verildiği çok sayıda örneğe işaret etmiştir. Bu durumun ise yargının ve HSK'nın, özellikle siyasi menfaatler bakımından tarafgir davrandığına dair iddialara daha fazla inandırıcılık kazandırmakta olduğunu güçlendirdiği vurgulanmıştır. Yine komiser, yürütme mensuplarının, birçok halde, şikayetleriyle ceza yargılamalarını başlatan aktörler olduğunu vurgulayan, dava dosyalarındaki gizli bilgilerin, savunmanın dahi dosyaya erişimi yokken, kasten bu medyaya sızdırıldığı[39] savcılık işlem ve eylemlerinin koordinasyonu, belli bazı hakimlerin öne çıkması, ayrıca hukuki emsallere meydan okumaları itibarıyla siyasi saiklerin açık belirtilerini ortaya koymaları nedeniyle ön plana çıkmakta olduğu tespitine yer verilmiştir. Avrupa konseyinin diğer raporlarında da benzer hususlara yer verilmiştir.

Son 5 yıl içerisinde yargı bağımsızlığının, bizzat yargı mensupları vasıtasıyla, ihlal edildiğine dair basına yansıyan birçok olgu bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi ilk defa, ihlalin ihlaline karar vermiştir.[40] AİHM ilk defa Türkiye hakkında AİHS’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine dair kararlar vermeye başlamıştır.[41] AYM ve AİHM kararları mahkemeler tarafından yerine getirilmemiştir.[42]

Yazılı kaynaklarda hükümet tarafından yapılan resmi basın acıkmalarının genelinde ve devletin resmi politika ve yaklaşımlarında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından şekilsel anlamda, kağıt üzerinde, söylem bazında, her hangi bir sorun gözükmemektedir.[43] Bu durum yargı bağımsızlığına verilen önemin aydınlık yüzüdür. Uygulama ve yargılama pratikleri açısından ise birçok sorun bulunmaktadır. Uygulamalardaki sorunlar genel anlamda, birçok ulusal ve uluslararası raporda, AİHM ve AYM kararlarında dile getirilmiştir. Özelde ve bireysel anlamda ise dava dosyalarında, yapılan bu hukuka aykırı işlemlerin ve yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyen her bir faaliyetin delilleri mevcuttur. Bu durum ise, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının karanlık yüzünü oluşturmaktadır.

İleride, taraflı ve bağımlı yargı konusu gündeme geldiğinde dış etkilerden ziyade öncelikle yargı görevlini yerine getiren kişilerin, yani hâkim ve savcıların sorumluluklarını, ideal olan mevzuat hükümlerine göre, yerine getirip getirmedikleri, öncelikle araştırılacaktır. Dış müdahalelerin ispatı zor olmakla birlikte, yargı mensupları tarafından yapılan suiistimallere ait delillerin her bir dosya içinde bulunmasından dolayı ise ispati çok da zor olmayacaktır. Bu durumda yargı mensuplarının, kendilerine baskı yapıldığını iddia etmeleri, kendilerine emir ve talimat veriliğinden dolayı bir kısım hukuka aykırı karar aldıklarını, uygulamaları yaptıklarını ileri sürmeleri ise geçerli bir mazeret sayılmayacaktır.

Anayasa’nın 90/5.maddesindeki düzenleme karşısında; 667 sayılı OHAL KHK’nın 9. ve 668 sayılı OHAK KHK’nın 37. Maddeleri de, hâkimler tarafından yapılan hukuka aykırı işlemler açasından bir koruma sağlamayacağı gibi, hukuka aykırı eylemeler için hukuka uygunluk sebebi de sayılamayacaktır.[44] Hâkimlik mesleğinin niteliği, hâkimlere öncelikle yargı bağımsızlığına karşı yapılan müdahalelere karşı koyma sorumluluğa yüklemektedir. Hâkimin asıl görevi tarafsız ve bağımsız olarak yargının icrasının sağlanmasıdır. (Anayasa’nın 90/5., 138-140., 2802 Sayılı HSK’nın 4. ve TCK’nın 288.maddeleri) Hakimler verecekleri kararlarla, yasama, yürütme ve yargı organları arasında, evrensel hukuk normlarına uygun hareket etmek suretiyle, her zaman denge unsuru olma fonksiyonlarını korumak zorundadırlar.

Yargı, denge ve denetleme sistemi içinde kilit öneme sahiptir. Yargı, yasama ve yürütmenin işlemlerinin hukuka uygun olup olmadığını denetleyebilmek ve gerektiğinde onları frenleyebilmek için tarafsızlığını ve bağımsızlığını daima korumak zorundadır.[45][46] “Hâkimlerin ülkeyi kurtarma görevleri yoktur”, bu görev siyasilerindir. Hâkimlerin terörle mücadele etme yükümlülükleri de yoktur. Terörle mücadele, emniyet ve istihbarat birimlerinin görevidir. Hâkimlerin ise; her ne şartta olursa olsun, kıyamet de kopsa, sadece ve sadece, adaleti tesis etme ve evrensel hukuk normlarını doğru uygulama yükümlülükleri bulunmaktadır.[47][48] Ülkeyi kurtaracak, devleti koruyacak birçok alternatif dinamik mevcut olmasına rağmen, bireyin, vatandaşın haklarını savunabilmesi için adil yargının dışında başka bir mekanizma, başkaca bir güç bulunmamaktadır.

Av. İzettin DEMİR

-------------------------------------------------------------

[1] http://sodev.org.tr/sodev-yargi-bagimsizligi-ve-yargiya-guven-arastirmasi-raporu-aciklandi/

[2] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-47415566

[3] https://www.yargitay.gov.tr/documents/0616uymzirvesiturkce.pdf

[4] https://www.hsk.gov.tr/DuyuruOku/1309_turk-yargi-etigi-bildirgesi-tanitim-toplantisi.aspx

[5] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/4a92e0cc-e94b-4912-aaf9-5dfc5b885e98.pdf

[6] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/51159f30-8d0e-4bb4-becc-1446b51d1a5d.pdf

[7] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/d28e036f-72e3-4db7-a602-b86c198eb73c.pdf

[8] “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı yargı reformunda öne çıkan başlıklar”, https://tr.euronews.com/2019/05/30/erdogan-acikladi-yargi-reformunda-neler-var, (20.01.2020)

[9] “Cumhurbaşkanı Erdoğan Yargı Reformu Strateji Belgesini açıkladı, “https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/cumhurbaskani-erdogan-yargi-reformu-strateji-belgesini-acikladi-4993439/, (20.01.2020)

[10] AİHM de bu tespiti; “Alparslan Altan v. Turkey (B. No: 12778/17)” kararı ile teyit etmiştir.

[11] AİHM de bu tespiti; “Hakan Baş v. Türkiye (66448/17)” kararı ile teyit etmiştir.

[12] AİHM de bu tespiti; “Hakan Baş v. Türkiye (66448/17)” kararı ile teyit etmiştir.

[13] AİHM, madde ve devlete göre ihlal istatistikleri.

[14] Bkz. Çıraklar/Türkiye, 28 Ekim 1998, paragraf 38, Fey/Avusturya, 24 Şubat 1993, paragraf 30. Ayrıca bkz., 17 Kasım 2010'da kabul edilen Bakanlar Komitesi Hakimler Hakkında Tavsiye Kararı Rec(2010)12: Bağımsızlık, etkinlik ve sorumluluklar.

[15] Bkz. Venedik Komisyonu, Yargı Sisteminin Bağımsızlığı Hakkında Rapor, Kısım I: Hakimlerin bağımsızlığı, CDL-AD(2010)004, 16 Mart 2010. Venedik Komisyonu, ayrıca, yargının ve bireysel olarak hakimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını değerlendirmede esas alınacak referans noktalarını tespit etmiştir, Hukukun Üstünlüğü Kontrol Listesi, CDL-AD (2016)007, 18 Mart 2016.

[16] Hakimler Hakkında Tavsiye Kararı (CM/Rec(2010) 12), paragraf 27.

[17] Beyanat Nils Muiznieks, İnsan Hakları Komiseri, 7 Haziran 2017.

[18] Venedik Komisyonu, Büyük Millet Meclisi Tarafından 21 Ocak 2017'de Kabul Edilen ve 16 Nisan 2017'de Referanduma Sunulacak Olan Anayasa Değişikliklerine İlişkin Görüş, CDL-AD(2017)0051 10-11 Mart 2017.

[19] Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu Uygunluk Raporu, Dördüncü Değerlendirme Aşaması: Parlamento üyeleri, hakimler ve savcılar bakımından yolsuzluğun önlenmesi, GrecoRC4(2017)16. 18 Ekim 2017.

[20] Türkiye'yi yeniden izlemeye alan Türkiye'de demokratik kurumların işleyişine dair Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kararı Karar 2156(2017), 25 Nisan 2017.

[21] CDL-AD(2017)005, op.cit., paragraf 129.

[22] CDL-AD(2017)005. op.cit., paragraf 133.

[23] Türkiye'de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne ilişkin memorandum, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, CommDH(2017)5. 15 Şubat 2017.

[24] Türkiye'de olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlerin insan haklarına etkilerine ilişkin memorandum, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, CommDH(2016)35. 7 Ekim 2016, paragraf 29.

[25] Alparslan Altan /Türkiye, 16 Nisan 2019.

[26] İnsan Hakları Konseyi, Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, Görüş No. 53/2019 Melike Göksan ve Mehmet Fatih Göksan (Türkiye), 18 Eylül 2019.

[27] Açıklama Hakimlerin ve Avukatların Bağımsızlığı BM Özel Raportörü, 6 Şubat 2019.

[28] Dunja Mijatovic, İnsan Hakları Komiseri, Üçüncü taraf sıfatıyla davaya müdahalesi, 20 Aralık 2018, Mehmet Osman Kavala / Türkiye, CommDH(2018)30. paragraf 32.

[29]https://www.hsk.gov.tr/EtkinlikOku/1410_avrupa-insan-haklari-mahkemesi-kararlarinin-icrasi-dairesi-heyetinin-kurulumuzu-.aspx

[30] İLKİZ, Fikret., “Yargıda birinci sınıf umursamazlık” https://t24.com.tr/haber/fikret-ikiz-yazdi-yargida-birinci-sinif-umursamazlik,856792

[31] ULUDAĞ, Alican., “İhlale Yol Açan Hâkime Terfi Yok” http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ihlale-yol-acan-hakime-terfi-yok-1714593

[32] AYDIN, Melikşah., “Hâkimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluğu”, https://www.academia.edu/35728617/H%C3%82K%C4%B0MLER%C4%B0N_HUKUK%C4%B0_VE_CEZA%C4%B0_SORUMLU%C4%9EU

[33] YHGK’nın 2016/12-2349 Esas ve 2018/555 Karar sayılı Kararı

[35] KARADEMİR., Dilek, “Son Kanun Değişiklikleri Işığında Hâkimin Hukuki Sorumluluğu, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-119-1495

[36] KARADEMİR., Dilek, “Son Kanun Değişiklikleri Işığında Hâkimin Hukuki Sorumluluğu, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-119-1495

[37] “… Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edil­mesinin, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. … Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarında bir engel bulunmamaktadır.” Danıştay 5.D, 3.6.2008, 7369/3234 (Kazancı hukuk otomasyon). HGK, 2011/2-109 E., 2011/481 K.))

[38] KARADEMİR, Dilek., “Son Kanun Değişiklikleri Işığında Hâkimin Hukuki Sorumluluğu, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-119-1495

[39] Dunja Mijatovic, İnsan Hakları Komiseri, Üçüncü taraf sıfatıyla davaya müdahalesi, 20 Aralık 2018, Mehmet Osman Kavala / Türkiye, CommDH(2018)30. paragraf 32.

[40] Anayasa Mahkemesi kendisine yapılan bireysel başvuruda hak ihlali olduğunu tespit etmiş, bu hak ihlalinin ortadan kaldırılması için dosya yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmiş, ilk derece mahkemesi AYM’nın karar gerekçesini yerine getirmediğinden AYM tarafından ikinci kez hak ihlali kararı verilmiştir. (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019)

[41] 10 Aralık 2019 tarihli Kavala v. Türkiye (başvuru no. 28749/18) Kararı; 20 Kasım 2018 tarihli Selahattin Demirtaş / Türkiye (No. 2) Kararı

[42] http://platform24.org/yazarlar/2713/anayasa-mahkemesini-yok-etmek

[43] Siyasi irade tarafından yargı bağımsızlığının ihlal edildiğine dair birçok rapor bulunmasına rağmen, siyasi irade resmi söylemlerinde yargı bağımsızlığını savunmaktadır.

[44] AYM’nin 2013/2187 Karar ve 19/12/2013 Tarihli Sevim Akat Ekşi kararı

[45] http://www.birarada.org/tr/24488/Denge-ve-Denetleme-icin-Bagimsiz-ve-Tarafsiz-Yargi

[46] ERDOĞAN, Mustafa., “Fren ve denge, adalet ve yargı”, https://www.diyaloggazetesi.com/fren-ve-denge-adalet-ve-yargi-makale,8494.html

[47] AKTAN, İrfan., “Sami Selçuk: Yargıçların ülkeyi kurtarma görevleri yok”, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/03/13/sami-selcuk-yargiclarin-ulkeyi-kurtarma-gorevleri-yok/

[48] "Bırakın Adalet Yerini Bulsun, İsterse Kıyamet Kopsun" (William Watson)