Miras hukuku uygulamalarında türlü nedenlerle kişilerin muvazaalı işlem yapma yoluna başvurduğu görülmektedir. Muris muvazaasında miras bırakanın amacı mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmaktır. Bunun dışında muvazaalı işlem toplumsal, ailevi, psikolojik birtakım nedenlere de dayanabilir. Halk dilinde mal kaçırma olarak da bilinen muris muvazaası, miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürde bir sözleşme yapması ancak bu sözleşmenin arkasına asıl niyetlerini içeren başka bir sözleşmeyi gizlemesi şeklinde olabilir. Miras hukukunda sıkça rastlanan muris muvazaası kavramı; aşağıda açıklanacağı üzere Yargıtay içtihatları ve öğretilerle şekillenmektedir. Bu nedenle miras hukukunda muvazaalı işlemleri hukuki değerlendirme altına almak hâsıl olmuştur. Bu kapsamda genel olarak;

- Muvazaa Kavramı,

- Muvazaa Türleri,

- Muvazaalı İşlemin Geçerliliğinin Değerlendirilmesi,

- Miras Hukukunda Muvazaalı İşlemlerin Çeşitli Görünüm Şekilleri,

- Muris Muvazaası Hakkında Yargıtay Uygulamaları konularının üstünde durulacaktır.

I. MUVAZAA KAVRAMI

Muvazaa, tarafların anlaşmak suretiyle iradelerinde bilerek ve isteyerek meydana getirdikleri bir uygunsuzluk halidir.[1] Muvazaalı işlemde taraflar gerçek iradelerine uymayan görünürdeki bir sözleşme üzerinde anlaşmakta olup böylece her iki taraf da beyanları ve iradeleri arasındaki uygunsuzluğun bilinci içinde bulunmaktadırlar.[2] Türk Borçlar Kanunu kapsamında ise muvazaa kavramı açıkça tanımlanmamakla birlikte muvazaa ile ilgili olarak Kanunun 19. maddesinde;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” şeklinde genel bir düzenleme bulunmaktadır. Kanundaki bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere; bir hukuki işlemin geçerliliği kapsamında taraflar neyi yapmak isterse hukuk yalnızca ona sonuç bağlayacaktır.

Daha önce de belirttiğimiz üzere muvazaa kavramı açıkça kanunda düzenlenmemiş, Yargıtay ve doktrinlerle şekillenmiş bir kavramdır. Bu kapsamda Yargıtay çeşitli kararlarında muvazaa kavramını tanımlamıştır:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2010/2-648 - K. 2010/684 - T.22.12.2010 Kararı

“…muvazaa, tarafların yapmak istedikleri asıl akdi gizlemek için görünüşte yaptıkları başka bir akittir. Örneğin, tarafların aslında taşınmaz satımını yapmayı kastetmelerine rağmen, şu veya bu nedenle bunu saklamak için hibe göstermeleri veya hibe akdini gizlemek için satış göstermeleri gibi hallerde ileri sürülebilecek iddialardır.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2011/1-720 - K. 2012/4 - T.18.01.2012 Kararı

“En sade anlatımla muvazaa, iradeyle beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, aslolan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır.”

Yukarıdaki Yargıtay kararlarından ve Kanunun ilgili maddesinde yola çıkarak; muvazaalı işlem kavramına baktığımız zaman, tarafların yapmış olduğu hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurmasını istememeleri veya görünürdekinden farklı bir işlemin hüküm ve sonuçlarını doğurmasını istemeleri söz konusudur. TBK’nun 19. maddesi uyarınca bu kapsamda tarafların gerçek iradesi esas alınacaktır. Dolayısıyla muvazaa kapsamındaki bir hukuki işlemi yorumlarken tarafların gerçek iradelerini esas almak gerekmektedir.

II. MUVAZAA TÜRLERİ

Muvazaa “adi (mutlak) muvazaa” ve “nisbi (nitelikli) muvazaa” olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilebilir. Adi (mutlak) muvazaa; tarafların yaptıkları bir işlemin hiç hüküm doğurmaması konusunda anlaşması durumunda söz konusu olur. Başka bir anlatımla mutlak muvazaa, kişilerin aslında hiçbir işlem yapmadıkları halde, yalnız üçüncü kişilere karşı bir işlem yapmış gibi görünmek için işlem yapmaları haline denir.[3] Örneğin icra tehdidi altındaki borçlunun mal kaçırmak için güvendiği bir arkadaşına taşınmazını devretmesi durumunda; borçlunun gerçek amacı taşınmazını devretmek değil, taşınmazına haciz konmasını önlemektir. Böyle bir işlem taraflar arasında yapılsa dahi tarafların iradesi söz konusu işlemin sonuç doğurmaması olduğundan dolayı yapılan işlem geçerli olmayacaktır.

Miras hukuku kapsamında daha çok karşımıza çıkan nisbi(nitelikli) muvazaa ise tarafların yaptıkları görünürdeki bir işlemin başka bir işlemin hüküm ve sonuçlarını doğurması konusunda anlaşmasıdır. Muris muvazaası niteliği itibariyle nisbi bir muvazaa işlemidir. Başka bir anlatımla nisbi muvazaa, kişilerin aralarında yaptıkları bir işlemi, kendi gerçek iradelerine uymayan ve sırf etrafı aldatma amacıyla yaptıkları başka bir işlem altına gizlemeleri olarak tanımlanabilir.[4] Yani nisbi muvazaada taraflar, gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile saklamaktadırlar. Dolayısıyla nisbi muvazaa türünde “görünürdeki işlem” ve “gizli işlem” olmak üzere iki işlem vardır. Tarafların gerçek iradeleri görünürdeki işlemin değil, arka planda olan gizli işlemin hüküm ve sonuçlarını doğurmasıdır. Örneğin uygulamada çoğunlukla miras bırakanın çocuğuna bir taşınmazını bağışladığı durumlarda taraflar işlemi tapuda satış olarak göstermektedir. Burada miras bırakanın gerçek iradesi o taşınmazın çocuğuna karşılıksız olarak devretmesi (bağışlama sözleşmesi yapma) iken görünürdeki işlem satış sözleşmesidir.

III. MUVAZAALI İŞLEMİN GEÇERLİLİĞİ

Muvazaalı işlemin geçerliliği bakımından da adi (mutlak) ve nisbi (nitelikli) muvazaayı birbirinden ayırmak gerekir. Adi (mutlak) muvazaada tarafların asıl iradesi yapılan işlemin hüküm ve sonuç doğurmaması yönünde olduğunda söz konusu işlem geçersiz olacaktır. Adi muvazaada Türk Borçlar Kanunu’nun 19.maddesi uyarınca tarafların ortak iradeleri esas alınacağından yapılan işlem kesin hükümsüzdür ve işlemin konusunun taşınır veya taşınmaz olması da durumu değiştirmeyecektir. Mutlak muvazaada sözleşme yapıldığı andan itibaren geçersiz olacağından taraflar için herhangi bir alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı gizi taraflar herhangi bir zarara uğramış olsalar bile muvazaalı sözleşmeyi bilerek ve isteyerek yaptıklarından bu zararların da tazminini isteyemeyeceklerdir. Bu kapsamda mutlak muvazaada taraflar yalnızca verdikleri şeylerin iadesini talep hakkına sahiptirler. [5]

Nisbi (nitelikli) muvazaa söz konusu olduğunda işlemin geçerliliği kapsamında sözleşmenin konusuna göre ayrım yapılması gerekir:

- Sözleşmenin Konusu Taşınır Olan İşlemlerde Nisbi Muvazaa:

Sözleşmenin konusu taşınır ise ve sözleşmenin geçerliliği şekle tabi değil ise her ne kadar nisbi muvazaa söz konusu olsa da tarafların asıl iradeleri yani gizli işlem geçerli olacaktır. Bunun nedeni ise sözleşme konusu olan taşınırın devrinin herhangi bir şekle bağlı olmamasıdır. Örneğin miras bırakan kendisine ait olan çok değerli tablolarını çocuklarından birine vermek amacıyla ile satış sözleşmesi yapması ancak karşılığında herhangi bir bedel almaması durumunda görünürdeki işlem satış sözleşmesi, gizli işlem ise bağışlama sözleşmesidir. Gizli işlemin geçerliliği şekle bağlı olmadığından konusu taşınır olan bağışlama sözleşmesi geçerlidir. Zilyetliğin devri taşınırın devri için yeterli olacaktır ve bu halde işlem bağışlama olarak hüküm ve sonuç doğuracaktır.[6]

- Sözleşmenin Konusu Taşınmaz Olan İşlemlerde Nisbi Muvazaa:

Nisbi muvazaada Türk Borçlar Kanununun 706.maddesi uyarınca taşınmaz mülkiyetinin devri resmi şekle bağlı olduğundan, konusu taşınmaz olan sözleşmelerde durum farklıdır.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1974/1 - K. 1974/2 - T. 01.04.1974 Kararı

İçtihadı birleştirmeye konu, tapuda kayıtlı bir taşınmaz malın muvazaalı olarak satışıdır. Böyle bir durumda gizli aktin geçerli sayılabilmesi için gizli akit, biçim koşuluna ( şekil şartına ) bağlı ise biçim koşulunun da gerçekleşmiş olmasında zorunluluk vardır. Aksi durumda hibe sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Çünkü tapu memuru önünde açıklanan irade, bir ivaz karşılığı mülkiyetin aktarılması iradesidir ki, sadece bu iradeye resmiyet verilmiştir. Satışa ilişkin resmi işlemin gizli akti de içine alacağı kabul edilemez… Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun`un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına….oyçokluğuyla karar verildi.” şeklindedir.

Nisbi muvazaa konusunda taşınmazları esas alırsak görünürde bir satış sözleşmesi varken tarafların asıl iradesi olan gizli işlem ise çoğunlukla bağışlama olacaktır. Taşınmazın devrinin geçerliliği resmi şekilde yapılmış olmasına bağlı olacağı için tarafların tapuda yapmış olduğu satış sözleşmesi, gerçek irade olan bağışlama sözleşmesi yerine geçerli olmayacaktır.[7]

Taşınmazlarda tescil sebebe bağlıdır. Dolayısıyla tescilin geçerli olabilmesi için mutlaka geçerli bir nedeni olması gerekir. Eğer tescil sebebi geçersiz ise TMK’nun 1024.maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yapılan tescil de geçersiz olacaktır.[8] Taşınmaz devrine ilişkin nisbi muvazaa durumuna baktığımız zaman tapuda resmi şekil ve tescil bulunmakta ancak tapuda resmi şekilde yapılan satış sözleşmesi tarafların gerçek iradelerini yansıtmamaktadır. Bu nedenle de tapuda yapılan satış sözleşmesi tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından kesin olarak hükümsüz olacaktır. Gerçek iradeyi yansıtan bağışlama sözleşmesi de resmi şekilde yapılmamış olduğundan şekle aykırılık nedeniyle kesin hükümsüzdür.

Tapudaki tescilin geçerli olabilmesi için mutlaka geçerli bir hukuki sebebinin olması gerekir. Yani hukuki sebep bağışlama ise mutlaka tapuda da bağışlama olarak yazması gerekir. Dolayısıyla TMK’nun 1024.maddesinin ikinci fıkrası gereği hukuki sebepten yoksun olarak yapılan tescilde yolsuz tescil olacaktır. Bu kapsamda taşınmaz mülkiyeti devralan kişiye geçmediği için hak sahipleri dava açarak mülkiyetin iadesini isteyebilecektir.

- Tapu Siciline Kayıtlı Olmayan Taşınmazlarda Nisbi Muvazaa Mümkün Mü?

Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazın devrinde muvazaa söz konusu olduğunda durum değişecektir. Şöyle ki, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların devri ana kuraldan farklı olarak şekle bağlı değildir. Zira Yargıtay tarafından verilmiş ve yerleşik hale gelmiş birçok kararda tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların devrinin menkul (taşınır) mallarda olduğu gibi zilyetliğin devri yoluyla gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla eğer tapuya kayıtlı olmayan bir taşınmaz daha önce devredilmiş ise görünürdeki işlem satış, gizli işlem bağışlama olsa dahi bu devir işlemi geçerlidir ve bu işleme karşı muvazaa iddiası ileri sürülemez. Bu kapsamda tapu siciline kayıtlı olmayan taşınmazlar muvazaalı olarak devredilse bile devir işlemi şekle bağlı olmadığından tarafların gerçek iradesine göre mülkiyet geçecektir.[9]

Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların devri resmi şekle bağlı olmadığı gibi, bu taşınmazın devrine ilişkin olarak gerçekleştirilebilecek ispat da herhangi bir şarta bağlı olmayıp her türlü delille ispat söz konusu olabilecektir.

IV. MURİS MUVAZAASININ UNSURLARI

Muris muvazaası; bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilindeki kayıtlı taşınmazını, satış sözleşmesi veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi varmış gibi tapuda devretmesidir.[10] Mal kaçırmak için tapu devredilen kişi mirasçı olmayan üçüncü bir kişi olabileceği gibi başka bir mirasçı da olabilir. Muris muvazaası nisbi (nitelikli) muvazaanın özel bir görünümüdür.

YHGK E. 2010/1-295 - K. 2010/333 - 16.06.2010 Tarihli Kararı

“Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.” şeklindedir. Kararı incelediğimizde muris muvazaasının dört unsuru bulunmaktadır:

1. Görünürdeki İşlem: Görünürdeki işlem, tarafların gerçek iradelerine uygun olarak yapmak istedikleri işlem değildir. Yani bu işlem tarafların aralarında yaptıkları anlaşma uyarınca hüküm ve sonuç doğurmayacak olan sözleşmedir. Bir sözleşmelerin geçerli olabilmesi için tarafların irade beyanlarının birbirine uygun olması gerekir.[11] Oysa muris muvazaasında miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının iradesi, muvazaalı işlemin meydana gelmemesi konusunda birbirine uygundur. Uygulamada çoğunlukla görünürdeki işlem, satış veya ölünceye bakma sözleşmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

2. Gizli İşlem: Miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürdeki sözleşmenin arkasına saklayarak, kendi aralarında yaptıkları ve hüküm ve sonuç doğurmasını istedikleri, asıl iradelerini yansıtan sözleşmedir. Bu işlemde görünürdeki sözleşmenin aksine tarafların irade ve beyanları arasında uygunluk söz konudur. Uygulamaya baktığımız zaman taraflar arasındaki gizli sözleşme, çoğunlukla karşılıksız devir olan bağışlama sözleşmesi olmaktadır.

3. Üçüncü Şahısları (Mirasçıları) Aldatma Kastı: Muris muvazaasının oluşabilmesi için, miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafı sözleşmenin gerçek niteliğini üçüncü şahıs olan mirasçılardan gizleyerek onları aldatma kastı içinde olmalıdır.[12] Miras bırakan muvazaalı işlemi yaparken mirasçılarını aldatma kastı içinde bulunmalı ve muvazaalı işlemi yapmadaki amacı mirasçılardan mal kaçırmak, terekeden daha az pay almaları olmalıdır. Şayet miras bırakan söz konusu malı iradesine uygun olarak bağışlar ise bu işlem tenkise tabi olma ihtimali söz konusu olacaktır, bu kapsamda uygulamada da çoğunlukla miras bırakanın yapılan kazandırmayı tenkis ihtimalinden kurtarmak için muvazaaya başvurmaktadır. Muvazaaya dayalı sözleşmenin yapıldığı sırada, miras bırakanın mal kaçırmak istediği mirasçısının veya mirasçılarının bulunması, aldatma kastının gerçekleşmesi için yeterlidir.[13] Muvazaalı işlemin yapıldığı tarihte miras bırakanın mirasçısının olmadığı halde, miras bırakanın öldüğü tarihte mirasçısı olursa, mirasçının yapılan muvazaalı işleme karşı muvazaanın tespiti açısından dava açmakta hukuki yararının ve hakkının bulunduğu kabul edilmektedir.

4. Muvazaa Anlaşması: Muvazaa anlaşması, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafının muvazaalı işlemi mirasçıları aldatmak amacıyla yaptıkları ve kendi aralarında bu sözleşmenin hüküm ifade etmeyeceği konusunda vardıkları anlaşmadır. [14]Muvazaa anlaşmasında tarafların muvazaayı kararlaştırması zorunludur.[15] Dolayısıyla muvazaa anlaşması tarafların beyanları ile iradeleri arasında isteyerek meydana getirdikleri uyumsuzluğu açıklayan bir anlaşmadır ve bu anlaşma herhangi bir şekle tabi değildir. Muvazaa anlaşması, görünürdeki işlem ile aynı anda yapılabileceği gibi, görünürdeki işlemin yapılmasından önce de yapılabilmekle birlikte en geç görünürdeki işlemle birlikte yapılmalıdır. Dolayısıyla muvazaa anlaşması görünürdeki işlemden sonra yapılamaz. Muvazaa anlaşması taraflar arasındaki devir sözleşmesinde zımni olarak yapılmaktadır.

V. MURİS MUVAZAASI DURUMUNDA MİRASÇILARIN HAKLARI

Miras bırakanın yaptığı muvazaalı bir taşınmaz devri söz konusu olduğunda daha önce de bahsettiğimiz üzere bu devir kesin hükümsüz olacaktır. Devralan kişi adına yapılan tescil yolsuz olduğundan ve yapılan tescilin yolsuz olduğunu bildiğinden dolayı kötü niyetli de olduğundan zamanaşımı ile de mülkiyeti kazanması da mümkün olmayacaktır. Mirasçılar bu durumda muvazaalı işlemin tarafına dava açarak paylarına düşen miktar kapsamında taşınmazın devrini isteyebileceklerdir. Bu kapsamda mirasçılar devralan kişiye karşı her zaman TMK’nun 1025.maddesi uyarınca “yolsuz tescilin düzeltilmesi davası” nı açabileceklerdir.[16] İşbu dava bir ayni hak iddiasına dayanan bir davadır. Ancak mirasçılar bu davayı miras bırakan hayatta olduğu sürece açamayacak olup, hakları mirasın kendilerine geçmesi ile birlikte doğacaktır.

YHGK E. 2010/1-295 - K. 2010/333 – T. 16.06.2010 Kararı

Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini, bu sözleşmeye dayanılarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile pay oranında adına tescilini veya eski hale getirilmesini (terekeye döndürülmesini) isteyebilir.”.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2016/9999 - K. 2019/3481 - T. 29.05.2019 Kararı

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriği ile miras bırakan ...’un çekişme konusu taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla temlik ettiği saptanarak davanın kabul edilmiş olması kural olarak doğrudur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine… Ancak, davacının miras payı oranında iptal ve tescile karar verilmesi, kalan payın ise davalı üzerinde bırakılması gerekirken, davalı ... yönünden de yeniden tescil karar verilmesi doğru değildir…”

Muvazaanın tarafı olan devralanın her zaman taşınmazı başkasına devretme ihtimalinin bulunduğu unutulmamalıdır. Muris muvazaası kapsamında yolsuz tescilin düzeltilmesi davası açıldığı zaman mutlaka TMK’nun 1011.maddesine göre geçici tescil şerhi talebinde bulunulmalıdır. Aksi takdirde taşınmazı devralan 3. Kişi iyi niyetli ve bu devrin geçersiz olduğunu bilmiyor ise TMK’nun 1023.maddesi ve tapu siciline güven ilkesi uyarınca mülkiyeti kazanacaktır ve mirasçılar bu durumda taşınmazı geri alamayacak olup devralandan yalnızca taşınmazın nakdi değerini talep edebilecektir. Dolayısıyla iyiniyetli 3. Kişinin taşınmaz mülkiyetini kazanmasını önlemek için yolsuz tescilin düzeltilmesi davası ile birlikte TMK m. 1011’e göre “geçici tescil şerhi talebi” nde bulunulmalıdır. Taşınmaz hakkında geçici tescil şerhi konduğunda 3. Kişi bu taşınmazı üzerindeki ayni hak iddiasını bilerek devralır ve mirasçılar davayı kazandığı takdirde karar ile birlikte doğrudan doğruya tapuya giderek adlarına açıklayıcı tescil yaptırabilirler. Bu durumda 3. kişi ise taşınmazı üzerindeki şerh ile birlikte devraldığı için bu duruma itiraz edemeyecektir.

Muvazaalı olduğu düşünülen bir devir var ise; öncelikle TBK m.19 uyarınca bu kapsamda tarafların gerçek iradesi esas alınacağından TMK’nun 1025.maddesi uyarınca muvazaaya dayalı yolsuz tescilin düzeltilmesi davası açılmalıdır.

Miras bırakanın yapmış olduğu bazı kazandırmalar TMK’nun 669 vd. maddeleri uyarınca denkleştirmeye tabidir. Miras bırakan öldüğünde mirasçılar bu kazandırmaya konu malın aynen terekeye dönmesini talep edebilir. Denkleştirme talebinin özelliği miras bırakanın ölümünden önce hangi sürede bu kazandırmayı yaptığının önemi olmamasıdır. Ancak denkleştirme borçlusu muvazaanın aksine taşınmazı kendisinde tutarak bu malın nakdi değerini mirasçılara verme hakkına sahiptir.

En son başvurulacak yol ise TMK m. 560 uyarınca tenkis davası olmalıdır. Çünkü bütün sağlar arası kazandırmalar tenkise tabi değildir. Ayrıca bir kazandırma tenkise tabi olsa dahi mirasçıların saklı payını ihlal etmeyebilir veya az ihlal edebilir. Mirasçılar bu durumda tenkise tabi olan kazandırmanın yalnızca saklı payını ihlal eden kısmını talep edebileceklerdir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1986/4 - K. 1987/5 - T. 22.05.1987 Kararı

“Bu nedenlerle, miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Kanununun 18. maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal-tescil davası açabileceklerinin kabulü ile içtihat aykırılığının bu suretle giderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”

Bu kapsamda Yargıtay’ın kararında belirtildiği üzere yolsuz tescilin düzeltilmesi davası ile tenkis davası aynı dava içerisinde kademeli istek olarak ileri sürülebileceği gibi, ayrı ayrı da açılabilir. Birbirlerinin açılmasını engelleyen bir yasa hükmü bulunmadığından mirasçılar bunlardan birini ötekisine tercihen açmaya zorlanamaz. Bu davalardan birinin önceden açılması, açık bir irade beyanı olmadan ötekisinden feragat anlamına da gelmez. Bu kapsamda biri hakkında verilen hüküm ötekisi hakkında kesin hüküm de oluşturmayacaktır.

VI. YARGITAY’IN MURİS MUVAZAASINA YAKLAŞIMI

Yargıtay’ın muris muvazaasına yaklaşımı muvazaanın görünüm şekillerine göre değişmektedir.

- Görünürdeki işlem satış sözleşmesi, gizli işlem bağışlama sözleşmesi ise:

Yargıtay görünürdeki işlemiş satış sözleşmesi, gizli işlemin bağışlama sözleşmesi olması durumunda miras bırakanın amacının dikkatlice araştırılması gerektiğini vurgulamakta ve genel olarak diğer mirasçılardan mal kaçırma olduğunu kabul etmektedir.[17] Dolayısıyla nisbi muvazaa söz konusu olduğunda gizli işlem olan bağışlama kesin hükümsüz, görünürdeki işlem ise zaten tarafların iradelerine uygun olmadığından geçersiz olacaktır. Mirasçılar, yapılan işlemin hükümsüzlüğüne bağlı olarak kendi payları oranında yolsuz tescilin düzeltilmesi davası açabileceklerdir.

- Görünürdeki işlem satış sözleşmesi, gizli işlem ölünceye kadar bakma karşılığı devir ise;

YHGK E. 2010/1-295 - K. 2010/333 - 16.06.2010 Tarihli Kararı

“…Tüm bu olayların gelişiminden, miras bırakanın hepatit hastalığı nedeniyle, sağlık harcamalarının arttığı, kira gelirinden başka hiçbir gelirinin bulunmadığı, karşılaştığı sağlık harcamalarına kaynak yaratmak için çekişmeli taşınmaz payını hayatı ve hastalığı boyunca yanında kalıp kendisiyle ilgilenen ve destek olan davalıya sattığı; her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunsa da, salt tapuda gösterilen değer ile gerçek değer arasındaki nispetsizliğin muvazaanın varlığına yeter delil sayılamayacağı, kaldı ki, ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, satışın gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi ve sunulan aşırı hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği, hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2017/4245 - K.2017/5151 - T. 10.10.2017 Kararı

“…Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır. Yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde miras bırakanın dava konusu 646 sayılı parseldeki 3/10 payını temlikinde gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, kendisi ile ilgilenen, bakımını yapan gelini Merziye'ye bakılmasından duyduğu minnet sonucu devri yaptığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir." gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.”

Yargıtay görünürdeki işlemin satış sözleşmesi, gizli işlemin ölünceye kadar bakma karşılığı devir olması durumunda her ne kadar görünürdeki işlem satış olsa da eğer bir taşınmaz bakma karşılığı bir başkasına devredilmiş ise burada sözleşmenin karşılıksız yapılmadığını ve işlemin geçerli olduğunu kabul etmek gerektiği kanaatindedir.

- Görünürdeki işlem satış sözleşmesi, gizli işlem paylaşma amaçlı devir ise;

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2013/4215 - K. 2013/7209 - T. 08.05.2013 Kararı

“…Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2013/1209 - K. 2013/5186 Sayılı Kararı

“….Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmış değildir. Hal böyle olunca, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı böylece yukarda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.”

Paylaşma amaçlı yapılan devirlerde ise miras bırakan taşınmazını mirasçılarına satış olarak devretmekte, yani tapuda devir sebebi olarak satış sözleşmesi yer almaktadır. Ancak aslında miras bırakan tapuda yaptığı devir karşılığında herhangi bir bedel almamakta dolayısıyla bu durumda miras bırakan tapuda satış olarak gösterdiği muvazaalı taşınmaz devirlerini, mirasçılar arasında paylaştırma amacıyla yapmaktadır. Miras bırakan, tapuda satış olarak gösterdiği muvazaalı taşınmaz devirlerini mirasçılar arasında makul ölçüler içerisinde dengeli bir biçimde paylaştırma amacıyla yapmışsa Yargıtay, miras bırakanın artık mirasçılardan mal kaçırma amacının olamayacağı ve muvazaanın dikkate alınmayarak işlemlerin geçerli sayılacağı kanaatindedir. Ancak Yargıtay’a göre hak dengesi gözetilmemiş ise veya bütün mirasçılara devir yapılmamış ise bu durumda işlem muvazaalı olup, diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığından geçersizdir. Burada hak dengesinin gözetilmesinden çıkarılacak anlam ise; mirasçıların miras paylarına eşit veya yakın devir yapılmasıdır.

----------------------

[1] Kocayusufpaşaoğlu / Hatemi / Serozan / Arpacı, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Birinci Cilt, Borçlar Hukukuna Giriş Hukuki İşlem Sözleşme, İstanbul, 2014, s. 345.

[2] Eren, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2017, s. 365.

[3] Akıntürk, Turgut / Ateş Karaman, Derya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2016, s. 55.

[4] Reisoğlu, Safa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2014, s. 103.

[5] Arslantürk, Merve, Muris Muvazaası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, s. 18.

[6] Hatemi, Hüseyin / Gökyayla, Emre, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2015, s. 91

[8] 4721 Sayılı TMK Madde 1024/2: “Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.”

[9] https://www.bilalkucuksengun.av.tr/blog/muris-muvazaasi-nedenine-dayali-tapu-iptali-ve-tescil-davasi/ (Son Erişim Tarihi: 02.03.2021)

[10] https://kulacoglu.av.tr/mirastan-mal-kacirma-muris-muvazaasi/ (Son Erişim Tarihi: 02.03.2021)

[11] 6098 Sayılı TBK Madde 1/1: “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur.”

[12] Antalya, Gökhan / Sağlam, İpek, Miras Hukuku, 2015, s.310.

[13] Özmen, İhsan / Özkaya, Eraslan, Muvazaa Davaları, 1993, s.167.

[14] Nomer, Haluk, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2015, s.73.

[15] Antalya, Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt I, 2016, s. 281.

[16] 4721 Sayılı TMK Madde 1025/1: “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden aynî hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir.”

[17] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/322780 (Son Erişim Tarihi: 02.03.2021)