Nitekim bu kapsamda darbe sonrası anti demokratik yöntemle kabullenilmiş bir anayasa yerine demokratik süreçlerle bir Anayasa hazırlanması fikrinin Türkiye için bir kazanç olduğu açıktır.

Bu kapsamda ve bu süreçte halkın hukuksal sorunlarını çözmekle ödevli Hakim ve Savcı teminatı açısından konuyu ele almanın önem kazandığı görülmektedir. Nitekim bu sürece gelene kadar Medeni ve Borçlar Hukuku, Hukuk Usulü ile Ceza Usulü ve Ceza Kanunları bağlamında pek çok temel kanunda hukuki düzenleme yapıldığı görülmektedir.

Ancak bu düzenlemelerin eski mevcutlarını yeniden ele alıp, çoğu içerik olarak aynı bırakılıp dilde sadeleştirme yolu tercih edilirken, bazı maddelerde uygulamanın getirdiği sorunlara özgü doktrinsel kaynağı ve sosyolojik boyutu iyi tartışılmamış örneğin uzlaştırmaya tabi suçların ve arabuluculuğun kapsamının genişletilmesi gibi pek çok yeni düzenlemenin hukuk hayatına kazandırıldığı görülmektedir.

Bu düzenlemelerin çoğuna bakıldığında, çözüme ulaştırılması istenen sorunun davanın tarafları arasında bozulan hak dengesini olabildiğince erken tesis etme amacı yattığı görülmekle beraber, yargı alanı dışına itilen bu kısmın etkin bir denetim ihtiyacının olduğu da açıktır. Aslında ulaşılmak istenen sonucun zaten mevcut hukuki düzenlemelerde yer alan müesseselerin örneğin sulh ibra ve feragatnamede taraf vekillerinin etkisinin kuvvetlendirilmesi suretiyle hukuki sorunların yargı alanı içerisinde şaibesiz bir ortamda çözümünün mümkünatının da sağlanabileceği açıktır.

Mevcut düzenlemelerin yapılmasına ilişkin ihtiyaç neden doğmuştur? Bunun üzerinde de durulması gerekmektedir. Aslında Türk Hakimi medeni hukuk bağlamında boşluk olan hukuki meseleler ile ilgili hukuk yaratma erkiyle donatılmıştır. Söz konusu erkin doğru ellerde kazuistik düzenlemelere gerek olmaksızın kısa yoldan çözüm yaratması da mümkündür.

Kazuistik düzenlemeye olan ihtiyacın ise hakimin hukuk yaratmasından kaçınması ile doğrudan bağlantılı olduğu yani hakim ve savcıların özetle bir yol gösterici aramalarından geçtiği açıktır

Bu duruma hakim ve savcıları getiren şey ne olmuştur? Bu sorunun cevabı için çok derinlere değil, hakim ve savcıların özlük işlerine yani atama, yer değiştirme ve terfilerinin bağlı olduğu kurul ve bu kurulu bağlayan kurallara bakmak yeterli olacaktır. Bu kuralların ise anayasal bir teminat altında düzenlendiği belirtilmekle beraber önceden yer alan coğrafi teminat ilkesine dayanmadığı ve şeklen bir performans kriterini içermekle beraber, kararların isabet ve dayanılan hukuki nitelemeyi öncelemeyen şekli bir değerlendirmeyi baz alarak yapıldığı çoğu zaman şahsi tanışıklıkların belirleyici yol izlediği bir yapıyı ortaya koymaktadır.

Nitekim her tayin döneminde değişen ilkeler ile öngörülemez bir tayin terfi sisteminin benimsendiği de açıktır. Bu çerçevede aslında geçim ve yaşama standardını içerdiği için icra eden açısından bir meslek özelliği gösteren Hakimlik ve Savcılık mesleği, içinde çok bilinmeyenli bir denklem görüntüsü sergilemektedir.

Bu kapsamda tayin ve terfi işlemini yapan birimle tanışıklık, memleket bağı veya diğer bağları olan kişiler kolaylıkla istediği yerden istediği yere her tayin dönemi istedikleri şekilde keyfe keder mazeretlerle tayin olabilmekte iken diğerleri için bu yol bir taş attım havaya düştü bakalım nereye kabilinden bir hal arz etmektedir.

Sonuç olarak: günümüz şiarında çokça dillendirilen ‘Halk yaşat ki, devlet yaşasın’ sözünden hareketle yeni Anayasa çerçevesinde hakim ve savcı teminatı ile coğrafi yer teminatının, atama, tayin ve terfi gibi özlük işlerinin anayasal bir teminata kavuşturulmasının büyük bir ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.

Aksi hal bağımsız bir yargıya kavuşmak için Marsta kolonilerin kurulmasını beklemek kadar uzak ve bilinmez bir geleceğe umut bağlamaktan ibaret olacaktır.