​Yapay zekalar, melezleme çalışmaları, globalleşme ve insanı bekleyen gelecek..

​Bizim kendimiz için yazdığımız kaderle, bizim için yazılan kaderin ne olduğunun farkında olmak; yaptıklarımız ve yaşadıklarımızın içinde bilinçsizce savrulmaktansa “ölmeden yeniden doğmayı” anlamak; varoluşun içinde “var” olmayı, cüzzî irade ile küllî irade arasındaki ilişkiyi ve cüzzî iradenin sorumluluğunu farkındalık haline taşımayı önemsemek; belki de yaşamın anlamını keşfetmek, bu boyutsal olgunun birbiriyle olan ilişkisini anlamakla mümkün.

Bir taraftan insan zihninin icadıyla yapılanlar, diğer yandan evrensel zihnin yarattıkları.. Bu iki varoluş biçimi birbiriyle ilişkili ancak birbirinden çok farklı. Pekiyi, fark neresinde? Farkı şöyle açıklayabiliriz; evrensel zihinde var olanın kendisi ve onun yansıması! Tıpkı hayallerimizde olanla, hayallerimizin nesnel plandaki tezahürü gibi.. Ayrıca bu iki unsurun dışında bir de taklit edilen var. Konuyu yapay zekâlarla ilişkilendirdiğimizde onun da bir taklit olduğu gerçeğine ulaşabiliriz.

Gelelim “Yeni Âdem’mi yaratılıyor?” iddialarına…

Kadim metinlerde bahsedilen yeni bir çağın başlama tarihleri tam da içinde bulunduğumuz çağa denk düşüyor. Tanıklık ettiğimiz bu çağda yeni insanın daha farklı bir yapıya dönüşeceği, kapasitesinin daha çok artırılacağı, yeteneklerini daha fazla açığa çıkaracağı bir formda olacağı anlatılıyor. Acaba bu yeni insan türü nasıl ve kimler tarafından oluşturulacak? Bir genetik müdahale mi; içinden geçmekte olduğumuz foton kuşağının etkisiyle mi; dünya dışı varlıkların müdahalesiyle mi; bilim insanlarımızın buluşlarıyla mı; yoksa bizden daha zeki varlıklarla yapılacak işbirliğiyle mi gerçekleştirilecektir?

“Bizi ilerleten şey beynimize yerleştirilecek bilgi çipleri değil; bizi ilerleten ve geliştiren doğamızdaki var olan gücü kullanarak, belki de bu bedenlere ihtiyaç duymayacağımız enerjetik bir alandaki zihinsel gerçekliğimizdir.”

Görünen o ki, büyük bir sıçrama, büyük bir teknolojiyle uygun beden ve zihin formu yaratılmak isteniliyor.

Bu konu çok yönlü ele alınabilir. Doğanın yaptıklarıyla, yapay müdahaleler arasında büyük bir fark kaçınılmaz olacaktır. Kendimizi Yaratıcı ile eşdeğer görmek sadece büyük bir yanılsama olur. Evet, onu taklit etmek belki de bir yere kadar mümkündür! Ancak taklit yeteneğimizi bile ondan bir parça taşımamıza borçluyuz. Bunu hiçbir zaman unutmamak gerek. O nedenle bizi ilerleten şey beynimize yerleştirilecek bilgi çipleri değil; bizi ilerleten ve geliştiren doğamızdaki var olan gücü kullanarak, belki de bu bedenlere ihtiyaç duymayacağımız enerjetik bir alandaki zihinsel gerçekliğimizdir. Bizi, Büyük Ruh’la buluşturan en büyük güç zihinsel varlık alanımızdır. Tıpkı rüyalarda yaşadığımız zihinsel yaşantı örneklerimiz gibi. Başka bir örnekle açıklamak gerekirse; bedeni terk eden ruhların spatyom’daki varlık planı ile rüyada yaşadığımız zihinsel gerçeklik bir birine ne kadar da benzemektedir. Hermes’in “Yukarısı nasılsa aşağısı da öyledir” ifadesi bize bu gerçekliği hatırlatıyor. O halde ‘yaşadığımız her şey, henüz idrak edemediklerimize birer delil değil midir?’

Yapay zekâlar mekanik, robotik ve ruhsuzdur.

​İçinde bulunduğumuz teknolojik süreç bir ilerleme olarak görünüyor. Acaba bu ilerleme insan zihninde bir gerilemeye neden olacak mı? Fazla uzak bir tarihe gitmeden modern çağın başlangıcını şöyle bir hatırlayalım:

Aklın öne çıktığı, insan gücü yerine makinelerin icat edildiği, sanayide devrim niteliğindeki bu gibi çıkışlarla insan, bedenini konforlu bir alana taşıdı. Fakat aslında amaç bu konforlu alandan yararlanarak insanın kendisini aydınlatmaya ayıracağı bir sürecin olmasıydı. Oysa beklenenin tersine daha büyük bir sorunu beraberinde getirdi. Başka bir yazıda daha geniş planda açmak üzere şimdilik parantezi kapatıyorum. Önceleri doğanın ruhunu hissederek kendi ruhunu anlayan insan, kapitalizm eşliğinde giderek ruhundan koparıldı ve kendisine yabancılaştırıldı. Tamamen insan eliyle yapılan “şeyler” doğanın sunduklarının önüne çıkarılarak yüceltildi. İnsanlar kendilerini yalnızca sahip olduğu mülkleri, pahalı arabaları, evleri ve eşyalarıyla değerlendirmeye başladı. Ve insan giderek bir makine gibi ruhsuzlaştırıldı. Püriten insan anlayışı hedonist ve narsist insana evrildi.

“Bir taraftan çalışmayı, üretmeyi ibadet gören bir anlayış, diğer taraftan da ihtiyaç fazlası tüketen, egosu güçlenmiş, değerleri indirgenmiş hedonist ve narsist kimlikler oluşturuldu.”

Bu tam beş yüz yıl önce başlatılan değişik bir sistem ürünüydü. Hep fazlası hep fazlası derken geriye tek tüketecek şey “kendimiz” kaldı. Bu “insan ürünü” gerek duyulmayacak sayıda arttı. Ve kontrol açısından tehlikeli bir boyuta ulaştı. Kısaca; Sümer metinlerinde adı geçen tanrıların, kendilerine hizmet etmesi için yarattıkları “LULU AMELU (ilkel işçi, amele)” şimdi daha farklı bir biçimde mekanikleştirilerek yarı robot ve yarı insan olarak hizmet vermeye hazırlandırılıyor.

İçinde bulunduğumuz bu çağ olağanüstü değişime sahne oluyor. Bizler, bu değişim ve dönüşüme tanıklık eden kuşaklarız. Efendiler(!) yeni bir insan türü oluşturmak için bilim dünyasını adeta seferberliğe çağırmış gibi.. Hatta bu teknolojik bilginin dünya dışı varlıklar tarafından desteklenerek aktarılma iddiaları da var. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir kitapta[1] dünya dışı varlıkların yeryüzü insanıyla nasıl temas kurdukları birebir temasçıların ağzından anlatılıyor. İnsanın bir yandan inanası gelmese de apocryph eserler ve kutsal metinler sanki bunları doğrular nitelikte. Örneğin Tora yazmalarında İbrahim Peygamber’le, Sina Dağı’nda da Musa’yla konuşan tanrı acaba bir uzaylı mıydı? Gökten gelip gitmeleri, bindikleri araçların tarifleri ufolara çok benzemekteydi. Ve Hanok’un (Kur’an’da İdris Peygamber) göğe alınması olayı da tıpkı dünya dışı varlıklar tarafından bazı insanların günümüzdeki alıkonma olaylarına çok benziyordu. Kaynaklarda Hanok (İdris), tanrılar tarafından göğe alınır ve her boyutta gördüklerini anlatır. Hele bir yer var ki, adeta bir laboratuardır ve küvözde, insanlara benzeyen canlılar büyütülmektedir. Evet yanlış okumadınız? Hanok[2], tanrı genleriyle insan türünün melezlenmesinden doğan bir çocuktur. O nedenle, üç yüz altmış dört yaşındayken tanrılar onu göğe, yaşadıkları yere götürmek isterler.

Farklı yapıdaki gemileriyle, farklı yıldız sistemlerinden gelen ve dünya gezegeninde temas kurmak isteyen dünya dışı varlıkların gerçekliğini kabul etmek çok zor. Ancak değişik zamanlarda ve farklı yerlerde yaşanan olağanüstü olaylar, bu inanılması güç dünya dışı varlık temaslarını doğruluyor olabilir mi?

Bu gerçekliğe, yıllardır bilim dünyası tarafından samimi ve tutarlı bir açıklama yapılması bekleniyor. Yalnızca Hollywood filmlerine malzeme olarak kullanılan bu konunun, belki de artık fantastik bir kurgu olmaktan çıkarılması gerekiyor..

Dünyalılar üzerinden yapılmak istenen mutasyonel sıçramalar, yeni kodlamalar, yeni formlardan bahsediliyor. Adeta Sümerler, Mayalar, İnkalar, Mısırlılar gibi uygarlıkların Popol Vuh, Mahabharata veya Enuma Eliş'teki insanı yaratma mitlerinde anlatıldığı gibi.. Şimdi de insanoğlu, bir zamanlar kendisine yapılan müdahale gibi yeni bir insan türü elde etmeyi amaçlıyor.

Bunlar yarı insan yarı makine şeklindeki “Homo Robotik” ler mi olacak?

​Kamuoyuna sızan bazı (Nasa, bilimsel gelişmeler ve basın yayın organları) kaynak bilgilerine göre bu müdahaleler yalnızca dünyayı yöneten elit güçler tarafından değil, aynı zamanda onların da bağlı bulundukları zeki varlıklarla kurulan koalisyonlarla da ilerledikleri iddia edilmektedir.

Çok yakın bir zamanda robot, yarı robot ve insan bir arada mı yaşayacak?

Pekiyi, bu ne demek ve bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Sosyoloji, psikoloji, inanç, ekonomi, biyoloji, siyaset alanlarında olağan üstü bir değişim demek. En basit anlamda bu, gerçek ve sanalın bir birine karışması demek! Tıpkı ruh ve beden ilişkisinde ruhun unutulması gibi bir şey demek!

Sizinle insanmış gibi konuşan robot çok cazip ve çok hoş, çok faydalı, hatta eğlenceli dahi gelebilir. Ancak gerçeklik algıları birbirine karışacak. Yapay zekâlarla yaşayan yarı robot insanlar ile günümüz homo sapiens birbirine karışacak. Ve insan kendi gerçeklik algısını kaybederek yeni bir sanal gerçeklik algısı oluşturacak. Zamanla yarı robot ile kendisi arasında müthiş bir yakınlık hissi duyacak. Belki de onu kendisine tercih eder hâle gelecek ve gerçek olmayan sanallığını gerçeği olarak görmek isteyecek! İşte nasıl ki, modern çağda ruhuna yabancılaşan insan duyular üzerinden bir var oluş gerçekliği kurduysa, bu süreçte giderek bedenine de yabancılaşmış olacak. Yapay bedene gerçeklik algısı yükleyerek sanal bir gerçekliğe inanmış olacak. Bütünüyle robot olandan kendini bir süreliğine ayırt etse de uzun bir sürecin sonunda bu ayrım kabiliyetini de kaybedecek.

Dün bugünü, bugün yarını oluşturuyorsa bilimsel bilgi bu kaynağını nereden alıyor dersiniz? Bilim; okült, mistik, felsefik ve sezgisel yaratıcı düşünce yapısından beslenmek zorunda. Pekiyi, derin düşünce ve insan zihni olmadan ilerlemek mümkün olabilir mi? Öz, töz ve cevheri oluşturan Büyük Ruh olmadan ilerleme olmaz. Bu kaynağın önemini bilenler elbette orijini koruyacak ve ilerlemesinden vazgeçmeyeceklerdir. Sonuçta küçük bir kesim insan bu seçilmişlerin içinde olacak, bilinç ve şuur seviyesi korunacak. Peki diğer insanlara ne olacak? Veya siz hangi tarafta olmayı tercih edeceksiniz? Gönüllüce gidip yapay zekâları satın alarak hizmet vermeyi mi, yoksa spiritüel aydınlanmayı tercih ederek bedenlere ihtiyaç duymayacağınız bir enerji formunda var olmayı mı sürdüreceksiniz?

Teknoloji bizi daha zeki yapmıyor, aslında zekâmızın ilerlemesini engelliyor.

Teknolojinin ilerlemesi gelişime kısmi bir katkı sağlayabilir. Ancak teknolojinin; insanın tekâmülünü zayıflatan, gerileten ve hatta bozunduran bir yapıya sahip olabileceğini de unutmamak gerek. Günlük hayattan basit bir örnek verecek olursak, mesela önceden zihnimizde yaptığımız toplama-çıkarma-çarpma işlemlerini hesap makinesi olmadan yapamaz olduk. Dolayısıyla zaman geçtikçe bu zihinsel hesaplama yetimiz giderek körelip kapanacaktır. Çünkü doğa yasaları işlevselliği olmayan bir şeyi devre dışı bırakır. Ve zamanla yok olup değişime uğramasına neden olur.

“Uyanmalı ve kendimizi yepyeni bir çağa hazırlamalıyız! Buna neredeyse zorunluyuz..”

İrademizin başka bir iradeye teslim olması tekâmülümüz açısından sakıncalar doğurabilir.

Evren muazzam bir akla, sezgiye, iradeye, tahmin edemeyeceğimiz olasılıklara sahip. Biz insanoğlu olarak bu aklın ve bu olasılıkların içinde robotlaşmadan, potansiyelimizi işletilebilir ölçüde seçimler yapma iradesine sahibiz. Yaratıcı’yla buluşacağımız neredeyse tek yol zihindir. Yapay bir zihin ise asla bu yeteneğe sahip olamayacaktır.

Nimet Erenler Gülkökü

Sosyolog- Aile Danışmanı ve Araştırmacı Yazar

------------------------------

[1] “NOVUS” Yeni Dünya-Yeni İnsan- Yeni Bilinç/Erhan Kolbaşı - CBN Yayınları

[2] Hanok’un Gizemleri Baruh’un Kıyameti /CBN Yayınları