Aliud ifa, kısaca borçlunun sözleşmede kararlaştırılan edimden farklı bir şeyi teslim etmesidir. Sözleşmenin teslim borcunu içermesi halinde borcun kapsamındaki şeyden çok başka bir şey teslim edilmesi halidir. Ayıplı ifa ile aliud ifanın birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Ayıplı ifada, gereği gibi olmasa dahi bir ifa mevcuttur ancak aliud ifa halinde ifanın varlığından bahsedilemeyecektir. Örneğin; iş sahibine, yüklenici tarafından, spor salonu teslim edilmesi gerekirken eğlence salonu teslim edilmesi, üç odalı yerine iki odalı bağımsız bölüm teslim edilmesi hallerinde ayıplı ifa değil, aliud ifa söz konusudur. ¹

“818 sayılı BK’nun 194. maddesine göre (6098 sayılı TBK’nun 219. maddesi) “ayıp, bir malın satıcı tarafından açıkça veya üstü kapalı olarak vaat edilmiş ya da sözleşmeyle izlenen amaç gereği bulunması gerekir ve beklenir (vaade dildiği varsayılmış) niteliklerden yoksun olması demektir. Eğer alıcı tarafından istendiği bildirilmiş eşyadan apayrı, bambaşka bir eşya teslim edilmişse, yani basit bir nitelik sapması(nitelik eksikliği) değil de apaçık bir özdeşlik veya türdeşlik sapması gerçekleşmişse, artık ayıplı ifadan değil de başka bir şeyle yanlış ifadan(aliud ifadan)söz edilir”(Prof.Dr. Rona Serozan, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul, 2002, syf.126,130). Başka bir deyişle “çeşidiyle belirlenen bir menkulün satımında, sözleşenlerin çeşidini belirlemek için sözleşmede öngördükleri vasıflardan biri teslim edilen şeyde bulunmazsa artık ayıplı teslim değil satılandan başka bir şeyin teslimi (aliud teslimi) söz konusudur”(Yargıtay 11.HD. 20.02.1999 tarih, 1988/9372 E., 1990/1085 K. sayılı ilamı). Bu durumda ise uyuşmazlığın çözümünde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 96. ve devamı hükümlerinin nazara alınması gerekecektir.” (YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 2014/11508 K. 2015/7972 T. 9.6.2015)

Aliud ifanın olduğu durumlarda ortada var olan bir ifadan söz edilemeyeceği için iş sahibinin sahip olduğu haklar, bu hakları kullanırken tabi olacağı zamanaşımı süresi farklılık gösterecek olup, bu doğrultuda somut olayda aliud ifanın mı yoksa ayıplı ifanın mı var olduğu büyük önem arz etmektedir.

Satıcı karşısında daha tecrübesiz ve zayıf durumda bulunan alıcının korunması gerekmektedir. Tüketici konumunda bulunan alıcıya birçok sözleşmede olduğu gibi ön ödemeli konut satışı sözleşmelerinde de rastlanmaktadır. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun madde.40/1 uyarınca ön ödemeli konut satış sözleşmesi, tüketicinin konut amaçlı bir taşınmazın satış bedelini önceden peşin veya taksitler halinde ödemeyi, satıcının da bedelin tamamen veya kısmen ödemesinden sonra taşınmazı tüketiciye devir veya teslim etmeyi üstelendiği sözleşmedir. Bu sözleşmede alıcının tüketici olarak korumaya alınmasının nedeni alıcının konutun henüz tamamlanmış halini görmemesi, satıcı tarafından sunulan maket veya proje üzerinden gördüğü kadarı ile sahip olduğu kısıtlı fikirler sonucu sözleşmenin tarafı olması nedeniyle doğabilecek zararlara karşı tüketiciyi koruma yoluna gidilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E. 2017/13-531, K. 2018/409, 28.2.2018 tarihli kararı uyarınca, satın alınan dairenin bulunduğu sitede reklam ve ilanlarda taahhüt edildiğinin aksine okul olması planlanan yere olması gerekenden daha büyük AVM yapılması sebebiyle yeşil alanın ortadan kalktığı, dairenin önünün tamamen kapandığı gerekçesiyle satış bedelinin indirilmesi talep edilmiştir. Somut olayda görüldüğü üzere okul inşa edilmesi planlanan alana AVM inşa edilmesi karşısında tüketicinin sahip olduğu bedelde indirim hakkını talep etmesi söz konusudur. Gerçek anlamda zarar, mal varlığının irade dışı azalmasına neden olan zarar verici olaydan sonraki durumu ile bu olay gerçekleşmiş olmasaydı bulunacağı durum arasındaki fark olarak ortaya çıkan maddî zarardır ve sözleşmeye aykırılık, eksik veya ayıplı işler nedenleri ile ortaya çıkan bedel farkının ( semen tenzilinin ) ödetilmesi davalarında, indirime konu edilecek miktarın tespiti için doktrinde, “mutlak metot”, “nispi metot” ve “tazminat metodu” adıyla bilinen değişik görüşler mevcut olmakla birlikte, somut olayda uygulanması gereken yöntem, Yargıtay uygulamaları ile de yerleşmiş bulunan “nispi metot” olarak adlandırılan hesaplama yöntemidir. Bu metoda göre satış tarihi itibariyle satılanın, ayıpsız ( zarar doğurduğu iddia edilen durum olmaksızın halinin ) ve ayıplı( iddianın dayanağı durumla birlikteki halinin ) değerleri arasındaki oranın, satış bedeline yansıma miktarı belirlenmektedir. Başka bir ifade ile satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetilmeksizin, satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri ile mevcut ayıplı hâldeki rayiç değeri ayrı ayrı belirlenerek, bu iki değerin birbirine bölünmesi suretiyle elde edilecek oran, satış bedeline uygulanmaktadır.

Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 4’üncü maddesinde ise ayıp kavramının tanımında sözleşmeye aykırılık lafzen bulunmuyor olsa da tüketicinin satın aldığı malın ”ambalajında, etiketinde, tanıtıma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarda yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydalan azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler” söz konusu olması hâlinde ‘ayıplı mal’ olduğu kabul edilmiş olup, bu hâllerin de özü itibari ile sözleşmeye aykırılık teşkil ettiği konusunda duraksama bulunmamaktadır.

Sözleşmeye aykırı ifa hâlinde ise tüketici, aykırılık nedeniyle doğan zararın giderilmesini somut olayın özelliklerine göre genel hükümler uyarınca isteyebileceği gibi, ayıba ilişkin hükümlerin niteliğine uygun düştüğü oranda genel hükümlere göre tüketiciye daha çok koruma sağlayan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında kendisine tanınan sözleşmeden dönüp bedelin iadesi, malın ayıpsız misli ile değişimi, ücretsiz onarım veya ayıp oranında bedel indirimi şeklindeki haklardan birini seçmek suretiyle de sağlayabilir. Başka bir deyişle, tüketicinin isterse TBK‘nın 125’inci, isterse TKHK‘nın ayıp hükümlerine dayalı yarışmalı talepte bulunması da olanaklıdır (AYDOĞDU, M.: Milli Şerh- 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Şerhi, İstanbul 2016, s.203). Ayıplı maldan kaynaklanan sorumluluğu birden çok sebebe dayandırabilme imkânının bulunduğu durumlarda, aksine bir talebi olmadıkça tüketicinin en iyi şekilde tazminat hakkını elde edebileceği sorumluluk hükümlerine göre karar verilmesi gerekir.

Özetle, Maketten satış olarak tabir edilen ön ödemeli konut satışı yoluyla taşınmaz satan müteahhittin, ilerleyen zamanda projeyi değiştirmesi ve ilan edilenden farklı bir eser meydana getirmesi ( havuzun iptal edilmesi, kapalı otoparkın iptali, sosyal tesisin iptali, vb…. ) durumunda tüketicilerin bundan doğan zararlarının tazmini yoluna gidebilmektedirler. her ne kadar satın alınan dairenin konum, cephe, m2, malzeme kalitesi vb… açısında bir ayıp yada kusuru olmasa bile. Yansıma yoluyla oluşan zarar, satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetilmeksizin, satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri ile mevcut ayıplı hâldeki rayiç değeri ayrı ayrı belirlenerek, bu iki değerin birbirine bölünmesi suretiyle elde edilecek oran, satış bedeline uygulanarak bulunur. Söz konusu zarar müteahhit firmandan istenebilmektedir.