GİRİŞ

Günümüzde ticari yaşam için ayrı bir yeri olan marka, hukuki ve cezai açıdan korunması gereken ve bu anlamda da önem arz eden bir konudur. Gelişen teknolojiyle birlikte, marka hakkının ayırt edici unsuru olan taklit mal yapımı daha da kolaylaştığı için marka hakkının korunması büyük önem arz eder. Markaya ilişkin hukuki açıdan temel oluşturan sınai hakkın kullanımı Sanayi Devrimiyle birlikte başlayarak marka hakkının korunmasını amaçlamıştır. Sahibinin rızası olmaksızın markanın kullanılmasının önlenmeye çalışılması, marka hakkının korunmasında en temel durumdur. Marka üzerinde iddia edilen mutlak hak, kişinin herkese karşı ileri sürebileceği bir haktır. Çalışmanın ilk bölümünde marka kavramına ilişkin genel bilgilerle kavramı açıklamaya çalıştık. Markanın tarihsel gelişiminden de bahsederek markanın unsurları, işlevleri ve markaya ilişkin düzenlemelere de bu bölümde yer verdik. Çalışmanın ikinci bölümünde ise marka hakkına tecavüz, bu tecavüzün ne şekilde olduğu, böyle durumlarda hukuki ve cezai taleplerin ne şekilde olacağına ilişkin bilgilere yer verdik.

BİRİNCİ BÖLÜM MARKA

I. MARKA

Bir teşebbüsün hizmet ya da malını diğer bir teşebbüse ait hizmet ya da maldan ayrılmasını sağlamak amacıyla, kelimeler, sözcükler, biçim ve şekil nitelikleri itibariyle açıkça diğerlerinden ayrılabilen ve diğerlerinden ayrılabilen ve baskılamayla birlikte çoğaltılabilen her nevi işaretlerdir. 556 Sayılı KHK’da yer verilen düzenleme uyarınca, bir teşebbüse ait olan hizmet ya da her nevi malı, diğerlerinden ayırmayı sağlayan ve işaretler marka olarak tanılanır[1].

Bir işaret niteliğinde olup, esas amacının ayırt etme özelliği olan marka, mutlak bir hak olduğundan dolayı herkese karşı ileri sürülebilir ve aynı zamanda da hak sahibi tarafından başkasının kullanımına ilişkin izin verebileceği gibi birtakım kısıtlamalarda da bulunabilir. Markanın en temel özelliği, sahibine tekel niteliği kazandırmasıdır[2]. Bu açıdan marka sahibi, markaya ilişkin uğrayabileceği zararlara ilişkin bu zararların önüne geçme imkânı kazanabilir ve markasını koruma altına alabilir.

Marka hakkı tescille birlikte kazanılır ve markayı kullanabilmek için gerçekleştirilmesi gereken durum budur[3]. Bu hakkı elinde bulunduran ve marka üzerinde hak sahibi olan kişi marka sahibi olarak adlandırılır. Bu hak miras işlemlerine konu olabileceği gibi hukuki bir ilişkiye istinaden devir yoluyla elde edilmesi de mümkündür[4].

Hem alıcı açısından hem de söz konusu hizmeti benzerlerinden ayırt etmek konusunda yardımcı olan markalar, ait oldukları firmayı ve kimin ürettiğini gösterir. Aynı zamanda da reklam olma özelliğine sahip markalar, temsil edilen firmanın maddi değerini de belirlemiş olurlar. Bu nedenle, güçlü bir izlenim uyandıran markaların ekonomik değerinin de bu doğrultuda iyi bir durumda olduğu çıkarımında bulunulabilir. Özellikleri ve sahibine kazandırdığı haklara bakıldığında marka hakkı, hem bulunduğu ülke içinde hem de ülkelerarası koruma altında bulunmaktadır. Çünkü bir marka için önemli olan iki unsur işaret olması ve ayırt edici niteliğinin olması, markayı diğer sembollerden ayıran özelliklerdendir[5].

Ürettiği kişinin zihinsel bir emeğinin sonucu olan marka, üreten kişinin zihinsel çalışmasını yansıtır. Fikri hak olarak tarif edilen haklar, maddi olduğu kadar manevi yönü bulunan haklar için de kullanılmaktadır[6]. Ancak maddi yönü olduğu söylense de bir markanın, bu durum yalnızca ticari satışa aracı olduğu için ön plana çıkan bir özelliktir. Bunun dışında doğrudan parayla ölçülen bir yönü olmadığından marka, maddi olmayan bir mal sayılmıştır. Bu hak üzerinde sahip olunan durum soyut niteliğe sahiptir ve eşya niteliği de taşımamaktadır. Ancak, belli bir eşyayı temsil etmek ve üretilen o eşyada kimin üretici olduğunu diğer ve benzer olanlardan ayırt etmek için kullanılmaktadır.

Markaya ilişkin yapılan düzenlemelerde yer alan farklılıklara bakıldığında 556 sayılı KHK’da yer verilen açıklamalar uyarınca “Markanın İçereceği İşaretler” ve Sınai Mülkiyet Kanunu’nun dördüncü maddesinde yer alan “Marka Olabilecek İşaretler” başlıkları altında düzenleme yapılmıştır. Yer verilen bu düzenlemeler uyarınca bu iki düzenlemenin sadece ayırt edici ifadesinin yer verilmediği görülmektedir[7].

1. Marka Kavramının Hukuki Gelişimi

Tarihsel açıdan yapılan düzenlemelere bakıldığında, marka hakkının tarihçesinin o kadar da eski olmadığı görülür. Esas amaç fikirlerin ve zihinsel ürünlerin devlet tarafından korunmasını sağlamak ve buna ilişkin gerekli düzenlemeleri sağlamaktır. Buradaki amaç, hem yapılan yeni fikirleri koruma altına almak hem de markanın işlevselliğini kaybetmesinin önüne geçmektir[8]. Buna ilişkin koruma altına alınan haklarla birlikte diğer firmaların dikkatini çekerek üretimin devamlılığını sağlamak ve markanın korunma garantisi altında olduğunu göstermekten geçer.

1967 yılında imzalanan Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Kuruluş Sözleşmesi uyarınca fikri mülkiyet haklarına ilişkin gereken açıklamalara yer verilmiştir ve bu açıklamalar içinde ticari markalar ifadesine de yer verilmiştir. Bu korumaya ilişkin fikri sınai mülkiyet haklarının alt başlığı olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Bu kavram altında inceleme yapılması gerekirse, sınai mülkiyet adı altında ticari markalar koruma altına alınarak markanın tasarımının başkası tarafından kullanılmasını önüne geçilmek istenmektedir [9]. Bunun yanı sıra kişilerin belli çıkarlarını korumak ve haksız rekabeti önlemek amacıyla da dikkat edilmesi gereken niteliklerdendir.

Markaya ilişkin bir diğer düzenleme ise 1994 tarihinde yapılan ve evrensel bir niteliğe sahip olan WTO Kuruluş Anlaşmasıdır. Bu anlaşma uyarınca markaya ilişkin bu hakkı kullanma yetkisi tanır. Sınai mülkiyete ilişkin verilen korumada ticari marka gibi belli başlı ayırt edici özelliklere sahip işaretlerin korunmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Genel olarak sınai mülkiyet haklarının tarihçesine bakıldığında ortaya çıktığı ilk yer Venedik olarak kabul edilmektedir. Sadece ilk patent kanunuyla değil, aynı zamanda da telif hakkına ilişkin düzenlemelere de yer verilmiştir. Yer verilen bu düzenlemelerin ardından İngiltere’de bu haklara ilişkin düzenlemelerde bulunulmuş ve ardından Amerikan patent sistemi ortaya çıkmıştır.

Ticari markaya yönelik ilk düzenlemeler 1800’lü yıllarda İngiltere, ABD ve Fransa’da ortaya çıkmıştır. Yer verilen bu düzenlemelerin amacı, belli bir markayı tüketmeye yönlenen tüketicileri, o markanın sahne markalara karşı koruma sağlamaktı. Osman Devleti’nde yapılan düzenlemelere bakıldığında, 1871 tarihinde uygulamaya konan “Eşya-i Ticariyeye Mahsus Alamet-i Farikalara Dair Nizamname” düzenlenmiş olup markanın korunmasına ilişkin ilk örnek niteliğindeki düzenlemedir[10]. Yapılan bu düzenleme Fransız Markalar Kanunu’ndan düzenlenerek hazırlanmıştır.

Yapılan bu düzenlemelerin yanı sıra Alman Marka Kanunu ve Japon Marka Kanunu da yakın zamanlarda düzenlemeye tabi olmuştur. Yakın tarihe bakıldığında 1995’te ülkemizde “Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname” uygulamaya konmuştur.

Esas itibariyle marka kavramı için gereken altyapı sınai hak kavramı altında düzenlenmiş olup, 19. yüzyılda Sanayi Devrimiyle birlikte bu kavramların önemi artmış ve ortaya çıkan ürünlerin marka değerleri korunma altına alınmaya başlamıştır. Bu alana ilişkin yapılan ilk düzenlemelerden biri Patent Kanunu olmuştur. Sınai haklara ilişkin alınması gereken önlemler ve koruma tedbirlerinin yalnızca bazı ülke veya bölgelere ilişkin olması neticesinde etkisiz kalacağı düşünüldüğünden dolayı 1883 yılında imzalanan Paris Sözleşmesi[11] uyarınca gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan bu sözleşmeye ülkemiz 1925’te katılarak söz konusu anlaşmanın uygulanabilirlik alanını genişletmiştir.

Yapılan düzenlemelerden ve markaya ilişkin korumaya yönelik gerçekleştirilen çalışmalardan bir diğeri de Dünya Fikri Haklar Örgütüdür. Markaların korunmasına ilişkin bu düzenlemeye ülkemiz de taraf olmuştur ve bağlayıcılık özelliği söz konusudur. Türkiye’de markaya ilişkin altyapı Osmanlı Döneminde oluşturulmuş olmakla birlikte 1965 yılında çıkarlan Markalar Kanunu ile birlikte gereken düzenlemeler koruma altına alınmıştır[12]. Bunun ardından 1995 yılında çıkarılan KHK ile markaya ilişkin korumalar daha kapsamlı hale getirilmiştir. Ardından çıkarılan yönetmelikle birlikte sınai haklara ve marka hakkına ilişkin gerekli düzenlemeler daha kapsamlı hale getirilmiştir.

2. Markanın Unsurları

Markanın unsurlarına bakıldığında ayırt edici unsurunun olması ön plana çıkar. Bunun yanı sıra markanın benzer olan diğer unsurlardan farklılıklarını ortaya koyan özellikleri de bir markanın unsurlarından bir diğeridir[13]. Ayırt edici unsurun yanı sıra markanın adı da markanın en belirgin ve ön plana çıkan marka unsurları arasındadır. Bunun yanı sıra logo ve sembol tasarımı ve bu çizimlerin nasıl gerçekleştirildiği de bir markanın unsurlarına bakıldığında göz önünde bulundurulması gereken bir unsurdur. Eğer o markaya ilişkin yapılmış bir slogan ve ambalaj veya tabela varsa bunlar da markayı oluşturan diğer unsurlardandır[14]. Markanın hatırlanabilirlik oranı ve o markaya hitap eden kişilere ne kadar anlamlı geldiğine ilişkin hususlar da markanın unsurları arasındadır. Bunun yanı sıra markanın beğenilirlik durumu da bu hususa ilişkindir.

3. Markanın İşlevleri

Markanın işlevlerine bakıldığında fikir sonucu üretilen ürünler üzerinde mevcut belli başlı hakların olduğunu gösterir niteliktedir. Markanın varlığı aynı zamanda belirli bir sahibinin olduğunu ve fikir sonucunda ortaya çıkan bir ürünü temsil eder. Marka sahibi söz konusu sahip olduğu bu hakkı kullanma konusunda özgür iradeye sahiptir ve aynı zamanda da gerekli düzenleme ve kısıtlamaları yapma hakkını da elinde bulundurur.

Mutlak bir hak olduğu kabul edilen marka, sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilir[15] ve markaya ilişkin haklar sahibi üzerine tekelci yetkisi verir. Diğer markalar ya da kuruluşlar tarafından markaya ilişkin oluşma ihtimali bulunan her türlü saldırıya karşı koruma oluşturur ve marka sahibinin menfaatlerini korur. Bu anlamda markanın işlevi koruyucu niteliktedir.

Markanın unsurlarına bakıldığında, daha çok işaretlerin olduğu ve markaya ilişkin değerlendirmenin bunlar üzerine olması gerektiği ifade edilmektedir. Bu nedenle 556 sayılı KHK’nın 5. maddesinde yer verilen ifade uyarınca, bir markayı diğer markalardan ayıran unsurun neler olduğu ve neleri kapsadığına dair düzenlemeye yer verilmiştir.

4. Markaya İlişkin Düzenlemeler

Yapılan düzenlemelere bakıldığında 556 Sayılı KHK’nın marka hakkına ilişkin kapsamlı bir koruma sağladığı görülmektedir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 21.03.2006 tarih, 2005/790 Esas, 2006/2934 K. kararında yer verilen ifade uyarınca, markanın KHK kapsamınca korunabilmesi için tescil ile elde edilmesi gerektiğine yer verilmiştir [16]. Bunun yanı sıra Yargıtay’ın 14.11.2005 tarihli 2005/10986 kararında ise verilen diğer bir karada, tescille sağlanacak korumanın sadece tescil edildiği biçimde o markaya ilişkin koruma sağlanacağı ifade edilmiştir.[17] Yer verilen açıklamada, tescil edilmiş markanın kim adına tescil edilmişse, söz konusu marka hakkı sahibinin de bu kişi olacağı ifade edilmiştir. Tescil edilen markaların korunma süresi on yıl olmakla birlikte bu süre boyunca sahibini on yıl boyunca korur. Sahibinin izni olmaksızın o markaya ilişkin düzenleme yapılamayacağı ve sahibinin rızası olmaksızın kimsenin müdahalede bulunmamasını sağlar. Marka hakkı da soyut bir hak olduğu için buna ilişkin iddialarda bulunan kişilerden yalnızca tescile kayıtlı olana ait olur ve onun kullanımına ilişkindir.

Markaya ilişkin yer verilen düzenlemelerden biri de rehnedilmesinin ve haczedilmesinin mümkün olmasıdır. Parayla ölçülebilen ve aynı zamanda da miras yoluyla devredilmesi mümkün olan bir haktır. Yargıtay vermiş olduğu bir kararda, marka hakkının işlevine ilişkin yaptığı açıklamada, marka hakkının hukuki işlemlere yönelik konu olup olamayacağına ilişkin düzenlemede bulunmuştur ve markanın gayri maddi mal olduğuna ve mutlak hak olduğuna karar vermiştir. Bunun yanı sıra taşıdığı bir ekonomik değer olduğunu ve bağlı olduğu şirketin malvarlığına dâhil edilebileceği ifade edilmiştir[18].

Markaya ilişkin düzenlemelerin neler olduğu ve ne şekilde düzenlemelere tabi olduğuna bakıldığında tasarım, grafik, harfler, sayılar, logolar, sözcükler koruma altına alınmıştır. Ancak, tüm bu düzenlemelere karşın ambalaja yönelik de tescil söz konusu olmasına rağmen renklere ilişkin doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır.

Renklerin marka şeklinde tescil edilebileceğine ilişkin doğrudan bir düzenleme de yer almamakla birlikte TRIPS madde 15’te yer verilen düzenleme uyarınca markayı oluşturan ve oluşmasında kullanılan işaretlere ilişkin düzenlemede bulunularak renklere ilişkin hangi renklerin kullanılacağı da bu hükümde düzenlenmiştir[19]. Bu bağlamda renklere ilişkin ayırt edicilik taşıyan yönleri soyut şekillerce düzenlendiğinde ayırt edici nitelik kazandığı ve bu şekilde marka halini alabileceği ifade edilmiştir. Bu konuya ilişkin Yargıtay ifade ettiği görüş uyarınca, renklerin doğrudan kullanımlarının tescile söz konusu olamayacağını belirtmiştir[2].

Marka konusunda ön plana çıkan hususlardan bir diğeri de isimlerin marka haline getirilip getirilmeyeceğidir. Eğer ki bir ismin ad ve soyad ile birlikte kullanıldığında ayırt edici bir özelliği ön plana çıkıyorsa, bu durumda marka olarak tescil edilmesi mümkün hale gelir. Bunun yanı sıra işletmenin ismi ya da ticaret unvanı da müstear isimlerle birlikte tescili mümkündür[21]. 556 Sayılı KHK’da yer verilen düzenleme uyarınca, kelimelerin de marka olarak tescil edilebileceği ifade edilmiştir. Bu hususta Yargıtay, bir sözcüğün ya da sözcük grubunun ayırt edici özellikleri varsa bu durumda marka olarak değerlendirilebileceğini söylemiştir[22].

Marka konusunda bir diğer düzenleme ise koku, ses ve melodilere ilişkindir. Belirtmek gerekir ki melodiler farklı biçimlerde ortaya konmakla birlikte ses ve koku marka olarak tescil edilmesi daha kolay olabilmesine karşın, melodiler için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Marka altında korumaya tabi olan diğer bir işaret ise üç boyutlu işaretlerdir. Bunun yanı sıra yönetmeliğin dördüncü maddesinde yer verilen açıklamada iki boyutlu şekillerin ya da marka değeri olan ve ayırt edici niteliğe sahip şekiller de tıpkı KHK’da gösterildiği şekilde koruma altına alınmıştır[23].

Ayırt edici özellik açısından verilen ifadede beşinci maddenin yorumlanmasının geniş şekilde yapılması ve ayırt etmek için kullanılan tüm simge ve öğelerin KHK’da belirtilen markanın bir parçası sayılarak değerlendirilir. Zaten KHK’da verilen hükümlere bakıldığında bir markaya ilişkin en önemli unsurun ayırt edicilik unsuru olduğu ve bu hususa dikkat edildiği bilinir. Çizimle gösterilmesi de bir markanın ayırt edici olması için önem arz eder. Ayırt edici özellik, marka için gerekli ve temel bir nitelik olduğu için tescilden önce kazanılmış olma şartı da aranır. Belirli bir kişiye ya da kişiye ait olduğu bilinen bir markanın bu şekilde ayırt edici olduğundan da söz edilebilir. Bunun yanı sıra ayırt edicilik özelliği tescilden önce kazanılabildiği gibi tescil anında kazanılması da mümkündür[24].

İKİNCİ BÖLÜM MARKA HAKKINA TECAVÜZ

II. MARKA HAKKINA TECAVÜZ

Marka hakkına tecavüz niteliğinde oluşturan davranışların neler olduğu 556 sayılı KHK’da yer verilmiştir. Dokuzuncu maddede yer verilen düzenleme uyarınca marka tescilinden doğan hakların kapsamı belirtilmiş ve tecavüzü oluşturan davranışlara da yer verilmiştir[25]. Ancak buna rağmen markanın taklit edildiğin bilgisi ya da bilinmesi gerektiğine yönelik bir açıklamaya yer verilmemiştir. KHK’nın dokuzuncu maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca markanın işaretine benzer ürünlerin piyasadan toplanması ve depo edilmesine ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Tescilli markanın taklit edilerek üretilen ürünlerin satılmasının tecavüz oluşturacağı ifade edilmiştir. Markayı taklit ederek bu malların piyasaya sürülmesi veya depo edilmesi halinde de tecavüzün oluştuğu ifade edilmektedir[26].

Taklit marka malları üreten, satan, dağıtan ya da elinde bulunduran şahısların yalnızca bu durumu bilmeleri durumunda marka tecavüzü sayılır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta başka bir markanın taklit edilip edilmediğini bilme durumuna ilişkindir.

KHK madde 61’de düzenlenen tecavüz halleri doğrudan marka hakkının tecavüzüne yönelik yardım etme halini ve taklit markanın nasıl daha kolay yapılacağına ilişkin düzenlemeleri içerir. 61. maddenin d bendinde ise marka hakkının elde edilmiş olmasından kaynaklanan lisansın sınırlarının ne derecede olduğu, lisans sözleşmesiyle birlikte verilen hakların değiştirilmesi ve genişletilmesine ilişkin izinlerin alınması gerektiği, söz konusu hakların devrinde marka sahibinin rızasının alınması gerektiğine yer verilmiştir[27]. Ancak bu düzenleme Anayasa Mahkemesi’nin 2004 tarihli 2002/92 E., 2004/25 K. sayılı kararıyla birlikte yayımlanmasından bir sene sonra yürürlükten kaldırılmış olup bu konuya ilişkin getirilen son düzenleme KHK 61/d olmuştur.

1. Marka Hakkına Tecavüz Halleri

Marka hakkına tecavüz sayılan durumlardan biri KHK 9. maddenin ihlal edilmesinden kaynaklanır. Marka sahibi tarafından, markasının başkası tarafından hizmet ya da mal için kullanımına yönelik engelleyici davranışlarda bulunulabilir. Düzenlenen bu hüküm uyarınca, tanınan markaları korumak için yer verilmiş bir düzenlemedir ve Yargıtay kararları da tanınmış markanın ne olduğuna ilişkin tanımlamada bulunmuştur[28]. Verilen marka tanımlamaları uyarınca, markaya ilişkin belirli bir tanım sınırı getirilerek ne şekilde düzenlendiğine ve hangi unsurları içerdiğinin hesap edilmesi gerektiği göz önünde bulundurulur. Böylelikle marka üzerinde hak sahibi olan, markasının aynısı ya da benzerine ilişkin sınırların içinde girildiğinde kullanımı yasaklar ve marka sahibinin markaya ilişkin haklarının korunması sağlanır.

Marka hakkına tecavüz niteliğinde sayılan durumlardan ilki, söz konusu markaya ilişkin amblemin marka üzerinde hak sahibi olmayan başka biri tarafından kullanılmasıyla gerçekleşir. Bu kapsam dâhilinde marka hakkına tecavüzden bahsedilmesi için yalnızca benzer işaretin üretilmiş olması yeterli değildir, bunun yanı sıra üretilen bu işaretin ürünler ya da ambalaj üzerinde kullanılması gerekir. Bu hak yalnızca marka sahibine aittir ve onun tarafından konulabilir[29].

Marka sahibi dışında biri tarafından üretilen malların satışa çıkarılması ya da depo edilmesi halinde de bu tecavüzün gerçekleştiği söylenebilir. Markanın üzerine marka sahibinin kullanma hakkının olduğu amblem konulduktan sonra, marka hakkına tecavüz oluşur. Marka sahibinin izni olmaksızın markayı temsil eden unsurların piyasaya sürülmesiyle birlikle marka hakkına tecavüz oluşur.

Marka sahibinin kullanma yetkisinin bulunduğu marka haksız bir şekilde kullanıldığında ya da malın gümrük bölgesine girmiş olması halinde de marka hakkına tecavüzün olduğundan söz edilir. 5833 Sayılı Kanun ile değiştirilmeden önce 556 Sayılı KHK’nın önceki düzenlemesi uyarınca, haksız şekilde kullanılan işaretin ithal edilmesi ya da ihracına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmişti. Yer verilen bu düzenlemede de marka hakkı ihlalinin nasıl gerçekleştiğine ilişkin düzenlemede[30] yer almaktadır.

Marka sahibine ait bir amblem, işaret, logonun hak sahibi olmayan biri tarafından herhangi bir işe yönelik ya da reklamda kullanılmış olması da marka tecavüzünün oluştuğu anlamına gelir. Yer verilen bu hüküm ile markaya ilişkin amblemin kullanılması sadece mal ya da ambalaj üzerine konulması değil, ayrıca reklamda izinsiz şekilde kullanılması da marka hakkına tecavüzün olduğunu gösterir[31]. Ancak dikkat etmek gerekir ki, marka sahibinin kendi markasına ilişkin malları piyasaya taşıma yoluyla reklam yapmasıyla birlikte sonraki alıcıların markayı kullanma neticesinde reklam yapmaları KHK 9 kapsamında değerlendirilmez.

Marka hakkına tecavüze ilişkin dikkat edilmesi gereken bir diğer durum ise internette ticari kaygıyla hareket etme neticesinde reklamda bulunmaktan kaynaklanır. Buna ilişkin 556 Sayılı KHK’da herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiş olup, 5833 Sayılı Kanunda yer verilen düzenleme uyarınca ardından

KHK’da da yer verilmiştir [32]. Yer verilen bu düzenlemeden önce Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen haksız rekabet hükümlerine gidilerek markanın korunması sağlanırdı. Olaya ilişkin Yargıtay kararında[33], internet ortamı üzerinden yapılan marka tecavüzlerine ilişkin haksız rekabet hükümlerinin uygulanacağı üzerinde durulmuştur. Marka hakkına tecavüzde bulunan kişi ile tescilli marka arasında oluşan rekabette, markanın kullanılması gerekir.

Marka tecavüzüne neden olan durumlardan bir diğeri de markayı taklit etmekten kaynaklanır. KHK’nın 61. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca, marka hakkına sahip kişinin izni olmaksızın markanın taklidi de marka tecavüz hallerinden biri sayılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken unsur, marka sahibinin izninin olup olmadığına ilişkin bir değerlendirmede bulunmaktan geçer. Markanın bir kısmı ya da tamamına ilişkin kullanımda, kopya edilmesi ya da değiştirilerek kullanılması halinde marka hakkı tecavüzünden bahsetmek mümkün olacaktır[34]. Markanın aynen kullanılmasında tespite ilişkin herhangi bir zorluk çıkmazken, markanın bir kısmının kullanılması ya da değiştirilerek kullanılması halinde, markanın aynısı kullanılmamasına rağmen, ayırt edilemeyecek şekilde benzerinin kullanılması halinde de durum aynı şekilde değerlendirilir.

Marka hakkına ilişkin tecavüze neden olan durumlardan bir diğeri de marka hakkı sahibi ile yapılan lisans sözleşmesinde sahip olunan hakların izinsiz genişletilmesine izin vermemektir. Marka hakkı sahibi ve marka hakkını, marka hakkı sahibinin verdiği izin doğrultusunda kullanan kişi arasında gerçekleştirilen lisans sözleşmesi, herhangi bir süreye tabi olmaksızın gerçekleştirilmesi mümkün olabilir. Belli bölgelerde yapılmak üzere tarafların uygun iradeleri sonucunda yapılan lisans sözleşmesi, kapsamadığı alanlarda uygulanmaya başlarsa bu durum da marka hakkı sahibine yönelik tecavüzlerden sayılır[35].

Kimi durumlarda lisans sözleşmesiyle birlikte üretilecek mallara yönelik sınırlama getirilmiş olabilir. Bu gibi durumlarda üretilecek mallara ilişkin üretim sınırının üzerine çıkılırsa, bu halde de marka hakkına tecavüzden bahsetmek söz konusu olur[36]. Ancak belirtmek gerekir ki lisans sözleşmelerinde yer alan markayı korumaya ilişkin hükümlerin göz ardı edilmesi de marka hakkının ihlaline sebebiyet veren durumlardan biridir. Bu gibi aykırılık hallerinin oluşturduğu durumlarda marka sahibinin marka hakkına değil de sözleşmeye aykırılıktan dolayı talepte bulunması gerekir.

Marka hakkı sahibi, başka bir kişiye markaya ilişkin haklarını lisans yoluyla devretmiş olabilir. Bu devirle birlikte bu kişilerin markaya yönelik birtakım haklardan faydalanması sağlanabilir. Ancak KHK 61 uyarınca, lisans sayesinde birtakım haklara sahip olan kişiler, bu hakları başkasına devreder ya da başkasının kullanmasını sağlarsa, bu gibi durumlarda da marka hakkı tecavüzünün gerçekleştiği söylenebilir[37].

2. Hukuki Talepler

Marka hakkına tecavüz hallerinde, marka sahibinin birtakım taleplerde bulunması söz konusu olur. 556 Sayılı KHK’nın 61. maddesinde yer verilen hüküm uyarınca, marka hakkına tecavüz halleri sayılmış ve bu durumlara yönelik hukuki taleplerin neler olduğu üzerinde durulmuştur. Talep dâhilinde sayılan durumlardan biri de marka hakkı sahibinin uğradığı zararın yanı sıra ayrıca mahrum olunan kar da bu hesaplamanın bir parçası haline gelir. Böylelikle müspet zarar açısından koruma sağlandığı gibi menfi zarara ilişkin korumanın sağlandığından da bahsetmek mümkündür[38]. Marka hakkına yönelik yapılan bu saldırı neticesinde üretilen mallara el koymanın yanı sıra ayrıca bu malların imhasının da sağlanması hukuki talepler arasında yer alan durumlardan biridir.

Marka hakkının korunmasına yönelik alınacak önlemlerden ilki ithiyadi tedbir kararının verilmesi ve marka hakkı sahibinin haklarına halel getiren mallara sınırda el koymaktır. KHK 76. madde ve devamında düzenlenen bu hukuki koruma talebi uyarınca, mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar zarara uğramamak ve telafisinin güç olacağı durumları engellemeye yönelik ihtiyadi tedbir kararının verilmesini isteyebilir. Böylece davanın beklenen süreden uzun sürmesi ya da diğer durumlara ilişkin beklenmeyen bir durum söz konusu olduğunda, alınan ihtiyadi tedbir kararıyla birlikte oluşacak olumsuz durumların önüne geçilir[39].

Marka hakkına tecavüzü önleyecek hukuki taleplerden bir diğeri ise gümrükte el koymaktır. Böylelikle, marka hakkı sahibini izni olmaksızın üretilen malların henüz ülke içinde yayılmadan korunmanın sağlanması mümkün olacaktır. KHK 79. Maddede yer verilen düzenleme uyarınca, marka sahibinin marka hakkına ilişkin zarar getirecek bir durum söz konusu ise, bu gibi hallerde marka hakkı sahibinin izni olmaksızın üretirken mallara iç veya dış piyasada dağıtımı yapılmaksızın el konulması mümkündür. Ayrıca belirtmek gerekir ki, malların gümrükte el konulmasına ilişkin alınan önlemlerde Gümrük Kanununda yer verilen düzenleme uyarınca hak sahibinin sahip olduğu yetkilere ilişkin koruma sağlanır[40].

Yer verilen bu düzenleme uyarınca, KHK’nın 79. maddesinde yer verilen hüküm uyarınca, sadece taklit yoluyla üretilen markalara ilişkin durdurma önlemi alınabilmesine rağmen, ayrıca yer verilen düzenleme uyarınca marka sahibinin Gümrük Kanununda yer verilen düzenleme uyarınca, marka hakkının talebi doğrultusunca marka hakkına ilişkin durdurma önlemi alınmasını isteyebilir. Düzenlenen hüküm uyarınca[41] söz konusu markalara ilişkin talep üzerine malların gümrükte ne şekilde el konulacağına yer verilmiştir. Yalnızca hak sahibinin sahip olduğu haklara tecavüz niteliğinde olan hakların ihlaline yönelik açıkça bir müdahale söz konusu ise, bu durumda el koyma kararının verilebilmesi mümkündür.

Sadece taklit mallara ilişkin değil, ayrıca markanın amblemini taşıyan malın yanı sıra diğer tüm eklentiler de bu kapsamda hukuki koruma altına alınmıştır. Böylelikle bunlara ilişkin herhangi bir tecavüzün gerçekleşmesi halinde de marka hakkı sahibi tarafından tecavüzün önlenmesi istenebilir[42]. Verilen düzenlemede üç gün sınırı getirilmiştir. Bu düzenleme, bozulma ihtimali olan mallara ilişkindir.

Marka hakkına ilişkin tecavüzün önlenmesine ilişkin KHK’da yer verilen hukuk davaları öngörülmüştür. 62. maddede yer verilen düzenleme uyarınca, tespit davası öngörülmüştür. Açılan bu dava ile markaya ilişkin herhangi bir tecavüzün olup olmadığına ilişkin açılan dava uyarınca menfi tespit davası açılabilir. Böylece marka hakkına yönelik herhangi bir tecavüzün bulunup bulunmadığına ilişkin herhangi bir şüphe varsa bunun giderilmesi de sağlanabilir. Marka üzerinde üçüncü bir kişinin hak sahibi olup olmadığı ve bunun yanı sıra kişilerin sahip olduğu haklara yönelik bunların sınırlarının ne olduğuna ilişkin değerlendirme de yapılabilir.

Tespit davalarının yanı sıra sağlanan bir diğer hukuki koruma ise eda davalarına ilişkindir. Buna göre, KHK’nın 62. maddesinde yer verilen hüküm uyarınca, hukuka aykırı durumun ortada kaldırılması için markaya tecavüz eden durumların ortadan kaldırılması ve bu tecavüz nedeniyle oluşan zararların ortadan kaldırılarak tecavüzün oluşmasını engelleyici önlemlerin alınması gerekir[43]. Marka hakkına saldırı niteliğinde olan eylemlerin durdurulmasına ilişkin açılan davada, hâkim eylemi gerçekleştiren kişinin bu eylemlerinden kaçınmasını ister. Bu durumun ortaya çıkması için marka hakkı sahibinin zarar görmüş olması aranmaz ve ortaya çıkabilme ihtimalinin bulunduğu zararlar nedeniyle de böyle bir talepte bulunulması mümkündür.

Marka hakkı sahibinin haklarını ihlal edici niteliğe sahip halde üretilen mallara ilişkin olarak, üretilen ya da kullanımının cezayı gerektirdiği eşyaların üretimi halinde araçlara el konulması da alınacak hukuki önlemlere oluşturulan örneklerdendir. Buradaki amaç, oluşacak yeni bir tecavüzün önlenmesine ilişkin tedbirin alınmasına ilişkindir. Ayrıca el konulan ürünler, marka hakkı sahibinin izni dışında üretilmişse, alınacak diğer bir önlem ise el konulan mallara ilişkin marka hakkı sahibinin mülkiyet hakkı kurmasına ilişkindir. Bu talep, KHK 62. maddenin d bendinde yer verilen hüküm uyarınca talep edilmesi mümkündür. Ancak belirtmek gerekir ki, bu kapsamda el konulabilecek mallar yalnızca üretime konu olan mallardır, üretime ilişkin kullanılan araç ve gereçlerin bu kapsamda değerlendirilmesi söz konusu olmaz[44].

Marka hakkına tecavüze yönelik alınacak önlemlerden bir diğeri ise üretimi gerçekleştirilen araçların imha edilmesidir. Böylece ilerde gerçekleşecek tecavüzlerin önlenmesi sağlanır. Bu nedenle açılacak olan davalarda bu talebin doğrudan doğruya mahkemeye sunulması gerekir, bu duruma yönelik bir duruma mahkeme doğrudan kendisi karar veremez. Burada dikkat edilmesi gereken husus ölçülülük ilkesi olmak zorundadır. Ayrıca mahkemenin böyle bir duruma ilişkin karar verebilmesi için alınabilecek diğer önlemlerin alınmış olması ancak buna rağmen marka hakkına tecavüzün devam ediyor olması gerekir. Marka hakkına bulunulan saldırılara yönelik koruma talebi isteyen marka hakkı sahibinin başvuracağı diğer bir yöntem ise tecavüzün giderilmesi davasıdır. 556 Sayılı KHK’nın 62. maddesinin b bendinde yer verilen düzenleme uyarınca, uğranılan zararın maddi-manevi olması halinde, bu zararların tazmini talep edilebilir.

Marka hakkı zarara uğrayan kişi maddi ve manevi tazminat davası açma imkânına sahiptir ve markasına yapılan tecavüz nedeniyle talepte bulunma hakkı söz konusudur[45]. Söz konusu bu düzenlemeden yararlanabilmek için, marka tescilinin ilanı gerekir, sadece marka başvurusunda bulunmak böyle bir talepte bulunmak için yeterli değildir. Ayrıca fiili bir zararın gerçekleşmesi de tazminat talebi için aranan şartlardandır [46]. Tazminat talebinde bulunulması için yer verilen düzenlemeye bakıldığında [47] marka hakkına tecavüze ilişkin yapılan düzenlemelerde esas amaç, markanın itibarının gördüğü zararı karşılamaktır. Ortaya çıkarılan taklit marka nedeniyle marka hakkı sahibinin fiili zarar görmesi sonucunda müşteri potansiyelinin zarar görmesi durumu da değerlendirilmektedir. Müşterinin ortaya çıkarılan taklit marka nedeniyle şaşırtılması sonucunda marka tecavüzü oluşmaktadır ve kimi durumlarda bu durumun telafisine yönelik alınan önlemler de söz konusu olmaktadır.

Marka hakkı sahibinin uğradığı zarara ilişkin tazminat talebinde bulunulması için yoksun kalınan kazanca ilişkin değerlendirmede de bulunulması gerekir. Bu duruma ilişkin tespitte bulunurken, taklit markanın eğer üretilmeseydi marka hakkı sahibi ne tür zararlarla maruz kalmayacaktı ve ortaya çıkan durumu telafi etmek için ne gibi durumların telafi edilmeyeceği de değerlendirme kapsamında olan hususlardandır.

Yoksun kalınan kara ilişkin hesaplamanın nasıl olacağı KHK 66/2’de ifade edilmiş olup, bu duruma ilişkin Yargıtay kararında [48] da duruma ilişkin değerlendirmede bulunulmuştur. Başka bir Yargıtay kararında[49] ise KHK 66. madde kapsamınca yer verilen düzenlemede, tazminata ilişkin değerlendirmenin mahkeme tarafından gerçekleştireceği ve verilen hükmün de bu doğrultuda olacağına yer verilmiştir. Verilen bu karar uyarınca, marka sahibinin uğradığı zararın telafisine yönelik hangi yolun izleneceği marka hakkı sahibine bırakılmıştır.

3. İleri Sürülebilecek Cezai Talepler

Marka hakkı sahibinin uğramış olduğu zararlar neticesinde öne sürebileceği birtakım cezai talepler mevcuttur. Bu talepler, 5833 Sayılı Kanundan önce KHK’nın

61. maddesinde yer verilen düzenlemeden oluşmaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar[50] uyarınca, suç ve cezada kanuniliğin olmaması nedeniyle bu düzenleme iptal edilerek 5833 Sayılı Kanunun düzenlenmesi sağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinden önce yer verilen düzenlemede cezai yaptırımı söz konusu olmakla birlikte suç kapsamından çıkarılmış ve marka hakkına tecavüzde bulunan kişilerin cezalandırılması dolaylı şekilde yapılması sağlanmıştır[51].

Tescilli markaya ilişkin tecavüzün olduğu hallerde markanın nereden alındığı ve nasıl bulunduğuna ilişkin suçlara yönelik düzenleme yürürlükten kaldırılmış olup, suça iştirak hallerinde Türk Ceza Kanununda yer verilen düzenlemenin uygulanması da böylelikle uygulamadan kaldırılmıştır. KHK 61. maddede yer verilen yeni düzenleme uyarınca marka ihlaline karşı işlenen suçlarda koruma altına alınan hukuki yararlardan ilki üretim ve ticarete ilişkin marka ihlaline yöneliktir. Bir diğer koruma kapsamı ise markaya yönelik amblemin koruma altına alınması ve markaya ilişkin yetkili olmayan kişilerin işlem ve müdahalede bulunmasına yöneliktir.

4. Marka İhlali Suçları

Markaya yönelik gerçekleştirilen suçlara bakıldığında, KHK 61’de yer verilen düzenlemenin bu kapsamda olduğu görülür. Yer verilen bu düzenleme uyarınca, marka hakkı sahibine karşı markaya tecavüzde bulunan kişi, satışı sağlar, üretimde bulunur ya da markaya ilişkin hizmeti üretirse, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Markanın doğrudan kullanılması ya da değiştirilerek kullanılması da bu durumun ortaya çıkması için yeterlidir. Markanın maddi unsurlarına yönelik yapılan alıntı ve değiştirmeler neticesinde o markaya ilişkin üretim yapılması ya da hizmet oluşturulması mümkündür[52].

Marka ihlalinin iltibas yoluyla gerçekleştirilmesi de mümkündür. Birbirine benzetmek suretiyle oluşturulan markaların yanıltıcı şekilde kullanılması sonucunda ortaya çıkan karışıklıktır. Bu bilgiler dâhilinde KHK 61/A düzenlemesine bakıldığında, tescilli markaların aynısını ya da ayırt edilemeyecek şekilde benzerini yapan, kullanan, ticari amaçla elinde bulunduran ve ticari amaçla kullanan kişilerin cezalandırılacağı düzenlenmiştir. Bu tür suçlarda fail, söz konusu suçlardan birini dahi gerçekleştirdiğinde suçun oluşması ve cezalandırılması için gereken durum ortaya çıkmış sayılır.

Markanın tescilini ifade eden ibarelerin silinmesi de marka hakkına ilişkin tecavüzün oluştuğunu gösteren durumlardan bir diğeridir. İşaretin kaldırılması ya da kasti olarak değiştirilmiş olması, bu suçun ortaya çıkmasında neden olan durumlardan biridir [53]. Ayrıca, marka üzerinde tasarruf yetkisi bulunmaksızın tasarrufta bulunan ve hukuki işlemlere konu eden kişi de marka ihlaline sebebiyet vermiş sayılır. Diğer yandan, marka hakkı sahibi ile gerçekleştirilen lisans sözleşmesi uyarınca, bu sözleşmenin sınırları aşılıyorsa bu durum da marka ihlali suçları kapsamında değerlendirilmesi gerekir[54].

SONUÇ

Marka algısı toplumda ne kadar artarsa, markanın değeri de o denli yükselir. Hem ekonomik yapısı açısından hem de içerdiği özgün fikirlerden dolayı bir markanın korunmaya ihtiyacı vardır ve bu nedenle gerekli korumanın ne şekilde yapılacağı ve gerekli düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiğini belirlemek önem arz eder.

Ülkemizde 556 sayılı KHK markaları koruma altına almış olup, korumanın ne şekilde olacağına yönelik düzenlemeler içermektedir. Ancak bu koruma, yalnızca tescil edilen markalara yönelik koruma sağlar. Bu açıdan, KHK’nın belirlediği şartlar uyarınca tescili sağlanan markalara karşı her türlü hukuki cezai başvuruda bulunulabileceği ifade edilmiştir. Marka hakkına tecavüz halinde ne şekilde düzenleme yapılması gerektiğine KHK’da yer verilmiş olup, söz konusu hüküm uyarınca markayla aynı ya da benzetme veya karıştırma halinin bulunduğu durumların tecavüz niteliğinde sayılacağı ifade edilmiştir.

Marka hakkının korunmasına ilişkin alınan önlemler ve yapılan düzenlemeler, marka hakkı sahibinin marka tecavüzünde olan birtakım haklarının ortaya çıkmasını sağlar. Markasının zarar gördüğünü ya da itibarını kaybettiğini öngören marka sahibi, markayı oluşturan işareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi, depo edilmesi ya da taşınmasına ilişkin veya reklamda kullanıldığını tespit ettiğinde kullanılmasını engelleyebilir.

KHK 61’de yer verilen düzenleme ise marka hakkının korunmasına ilişkin önlemlerin alınmasına yöneliktir. Marka sahibinin mallarını taklit ederek satan, dağıtan ya da başka bir ticaret alanına marka sahibinin izni olmaksızın yönlendirmesi neticesinde hukuki korumanın ne şekilde olacağına ilişkindir. Bir diğer düzenleme ise KHK madde 9’da düzenlenmiş olup hangi hallerin marka tecavüzü olup olmadığını ifade etmiştir. Buna göre marka sahibinin hukuki ve cezai ne gibi haklarının olduğuna da yer verilmiştir. Buna göre marka sahibinin, markasının gördüğü, görmekte olduğu ve göreceği zararlara ilişkin hukuki sürece başvurduğunda, bu süreç içerisinde markasının daha fazla zarar görmemesi için ve aynı zamanda da ticari itibar açısından olumsuz etkilenmemek için talebin ciddi ve gerekli olduğunu ispat ederse ihtiyati tedbir talebi konulması talebinde bulunabilir. Bu düzenleme uyarınca yer verilen hükmün amacı tam ispat olmamakla birlikte yalnızca mahkemenin kanaatini olumlu şekilde etkilemeye yöneliktir.

KHK 79 uyarınca, marka sahibinin markasına ilişkin benzer malların olduğu tespit edildiğinde, marka hakkının korunmasına ilişkin olarak gümrük idaresi tarafından mallara el konulması istenebilecektir. Gümrük idaresi tarafından kendiliğinden yapılan bu işlemde yalnızca taklit teşkil edenlerin değil, marka hakkının korunması kapsamında markaya zarar veren tüm mallara el koyabilecektir. Taklit malın yanı sıra malın kullanımına ilişkin yan ürünlere de aynı şekilde el konulması istenebilir.

Marka hakkının korunmasına ilişkin bir diğer durum ise KHK 74’te düzenlenmiş olduğu üzere menfi tespit davası açılmasıdır. Buna göre, sınai bir çalışma gösteren ya da gösterecek kişinin başkasının markasına tecavüz edip etmediğine yönelik dava açarak bu duruma ilişkin mahkeme ilamını delil niteliğinde elinde bulundurabilir.

Marka hakkının korunmasına ilişkin alınabilecek önlemlerden bir diğeri de marka hakkına tecavüzün devam etmesi halinde mahkemeden marka ihlaline neden olan davranışların sonlandırılması talep edilebilir. Böylece tescilli markanın diğer markalardan ayırt etmesini engelleyen nedenlerin ortadan kaldırılmasına ilişkin talepte bulunulması da mümkündür. Marka hakkının korunmasına ilişkin tecavüze uğrayan marka hakkı sahibinin cezai yollara başvurma imkânı da söz konusudur. Bu tür malları elinde bulunduran, depo eden ve aynı şekilde üçüncü bir kişiye temin için elinde hazır olarak bekleten kişi de aynı şekilde bu durumdan sorumlu olur.

Marka üzerinde tasarruf yetkisinin bulunmamasına rağmen markaya ilişkin hukuki işlemlerde bulunmak ve buna yönelik taleplerde bulunmak da marka hakkının korunması kapsamı gereğince suç kapsamında değerlendirilmiştir. Marka sahibinin bu nedenle talepte bulunarak haklarını ihlal eden kişilere karşı eylem ve faili öğrendiği andan itibaren altı ay içinde şikâyet hakkını kullanması gerekir.

Av. Muhammed Alparslan BUDAK

------------------------------------

[1] Arkan, 1997.

[2] Arkan, 1997.

[3] Özen, 2009.

[4] Arkan, 1997.

[5] Tüzün, 2011.

[6] Tüzün, 2011.

[7] Abacıoğlu Viskuşenko, 2018.

[8] Soyak, 2005.

[9] Soyak, 2005.

[10] Soyak, 2005.

[11] Karaca, 2015.

[12] Karaca, 2015.

[13] Çolak, 2016.

[14] Çolak, 2016.

[15] Arkan, 1997.

[16] Kazancı İçtihat Bankası, E.T. 06.03.2019.

[17] Kazancı İçtihat Bankası, E.T. 06.03.2019.

[18] Kaya, 2006.

[19] Noyan, 2009.

[20] Noyan, 2009.

[21] Karan, 2004.

[22] Karan, 2004.

[23] Karaca, 2015.

[24] Yasaman, 2004.

[25] Çetinkaya, 2010.

[26] Çetinkaya, 2010.

[27] Karan, 2004.

[28] “Tanınmış marka, bir şahsa veya teşebbüse sıkı bir şekilde matufiyet, garanti, kalite, kuvvetli reklam, yaygın bir dağıtım sistemine bağlı, müşteri, akraba, dost düşmen, ayrımı yapılmadan coğrafi sınır, kültür, yaş farkı gözetmeksizin aynı çevredeki insanlar tarafından refleks halinde ortaya çıkan bir çağrışımdır.” Yarg. 11. HD, 13.03.1998, 1997/5647 E., 1998/1704 K. (kazanci.com, E.T. 30.03.2019)

[29] Çolak, 2016.

[30] Serbest Bölgeler Uygulama Yönetmeliği md. 31/3 “Yabancı bir memleketten başka bir yancı veya Türkiye’den yabancı bir memlekete gitmek ya da yabancı bir memleketten Türkiye’ye gelmek üzere bögleden geçen/geçirilen eşya, bölgede “transit” halinde sayılır. Transit olarak geçen/geçirilen eşyanın, Serbset Bölgede aktarma edilmesi, karaya çıkarılması veya bir süre kalması transit halini değiştirmez.”

[31] “Davacnın markasının, ticarethane ve bakım servisindeki tabelalarda, camekanlarda ve kartvizitlerde, davacı marka sahibiyle arasında bir bağlılık bulunduğu izlenimi verecek şekilde aynen kullanılması haksız rekabet teşkil eder. (11. HD, 15.04.1993, 1992/1577 E., 1993/2447 K. (kazanci.com E.T. 30.03.2019)

[32] 5833 Sayılı Kanun ve KHK’nın 9. maddesine bakıldığında yer verilen bu düzenleme “İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması” şeklinde yer verilmiştir.

[33] Yer verilen karar doğrultusunca, “....... alan adları yürürlükteki bir mevzuatla düzenlenmediğinden, TTK'nın 57/5. maddesindeki işaret ve tanıtma vasıtası olarak nitelendirilip değerlendirilmesi gerekir. Alan adlarına ilişkin bir yasal düzenleme bulunmadığından, alan adının korunan bir işareti ya da hakkı ihlal etmesi halinde, TTK’nın 56 vd. maddelerine dayalı haksız rekabetin tespiti ve önlenmesi davası açılması mümkündür.” (E.T. 30.03.2019, kazanci.com)

[34] Çetinkaya, 2010.

[35] Arkan, 1997.

[36] Kara, 2019.

[37] Kara, 2019.

[38] Özen, 2009.

[39] Özen, 2009.

[40] Madde 57/1 “Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması mevzuatına göre, marka, coğrafi işaret, endüstriyel tasarım hakları ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında giren haklarla ilgili olarak, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyetteki eşyanın gümrük işlemleri; hak sahibinin veya temsilcisinin talebi üzerine veya söz konusu eşyanın sahte markalı ya da telif hakkına tabi taklit mal tarifine uyduğuna ilişkin açık deliller olması halinde, re’sen gümrük idareleri tarafından durdurulur. Durdurma kararı ithalatçıya veya hak sahibine veya temsilcisine bildirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

[41] Madde 57 “Fikri ve Sınai haklar mevzuatına göre korunması gereken haklar ile ilgili olarak hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyetteki eşyanın alıkonulması gereken haklar ile ilgili olarak hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyetteki eşyanın alıkonulması veya gümrük işlemlerinin durdurulması hak sahibinin veya temsilcisinin talebi üzerine gümrük idareleri tarafından gerçekleştirilir. Durdurma veya alıkoyma kararı hak sahibi veya temsilcisi ile beyan sahibi veya 37 nci maddede belirtilen kişilere bildirir. b) Gümrük idaresine henüz bir talepte bulunulmadığı durumda ve söz konusu eşyanın fikri ve sınai mülkiyet ihlal ettiğine dair açık deliller olması halinde, hak sahibinin geçerli bir başvuruda bulunabilmesini teminen, gümrük idareleri tarafından eşya üç işgünü süresince re’sen alıkonulabilir veya eşyanın gümrük işlemleri durdurulabilir.” hükmü yer almaktadır.

[42] Yönetmeliğin 104. maddesinin 2. fıkrasında yer verilen düzenleme uyarınca, “El koyma ve gümrük işlemlerinin durdurulmasına kararı verilirse, bu kararın tebliğinden sonra hak sahibi (ya da temsilcisi) eşyayı inceleyebilir ve eşyadan numune alabilir. Gizli nitelikte olan ve meslekî sır kapsamındaki bilgiler hariç olmak üzere eşya sahibinin ve alıcının adı, soyadı, adresi gibi bilgiler yetkili mahkemeye müracaatta kullanılmak üzere talepte bulunan hak sahibine verilir.”

[43] Kaya, 2006.

[44] Kaya, 2006.

[45] KHK 9. maddede; “Tecavüz nedeniyle tazminat talep etme hakkı, marka sahibine aittir. KHK' ya göre, markanın sağladığı haklar, üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayımı tarihi itibariyle hüküm ifade eder.

Ancak, marka tescil başvurusunun bültende yayınlanmasından sonra gerçekleşen ve marka tescilinin ilan edilmesi halinde yasaklanması söz konusu olabilecek fiiller nedeniyle, başvuru sahibi tazminat davası açmaya yetkilidir.

Yalnız mahkeme, öne sürülen iddiaların geçerliliğine ilişkin olarak tescilin yayınlanmasından önce karar veremez.” hükmüne yer verilmiştir.

[46] Şanal, 2005.

[47] KHK 62. maddede “Marka sahibinin izni olmaksızın, marka taklit edilerek üretilen ürünü üreten, satan, dağıtan veya başka bir şekilde ticaret alanına çıkaran veya bu amaçlar için ithal eden veya ticarî amaçla elde bulunduran kişi, hukuka aykırılığı gidermek ve sebep olduğu zararı tazmin etmekle yükümlüdür.”