18/05/2018 tarih ve 30425 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun Matrah ve Vergi Artırımı başlıklı 5. Maddesinin 4. Fıkrasının (a) bendi şöyledir:

"Matrah ve vergi artırımının bu Kanunun yayım tarihini izleyen üçüncü ayın sonuna kadar bu maddede öngörülen şekilde yapılması, hesaplanan veya artırılan gelir, kurumlar ve katma değer vergilerinin, peşin veya ilk taksiti bu Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen sürede başlamak üzere ikişer aylık dönemler halinde azami altı eşit taksitte bu Kanunda belirtilen süre ve şekilde ödenmesi şarttır. Bu vergilerin bu Kanunda belirtilen şekilde ödenmemesi hâlinde, 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesine göre gecikme zammıyla birlikte takip ve tahsiline devam olunur, ancak bu madde hükmünden yararlanılamaz."

Bu yasa hükmüne göre matrah ve vergi artırımı yapan mükelleflerin yasa kapsamında belirlenecek bir takvim ve usul içinde ödeme yapmaları beklenmekte olup, ödeme yapılmaması durumunda yapılmayan ödemelerin takip ve tahsil edileceği ve mükellefin de artık matrah artırımının sunacağı imkanlardan yararlanamayacağı düzenlenmiştir. Belirlenen taksitlerin bir kısmını ödeyip kalanını (veya tamamını) ödemeyen mükellefler ödedikleri kısmın mahsubunu veya iadesini beklerken bu madde ile kalan tutarların da takip ve tahsil yoluna gidileceği hükme bağlanmıştır.  Kısaca bu madde sayesinde adeta 7143 sayılı yeni bir vergi ihdas olunmuş ve ödenmediği takdirde mükellefe yeni bir vergi borcu doğurularak takip ve tahsil edileceği belirtilmiştir. 

Bu yasadan önceki matrah artırımına ilişkin Kanunlarda (6111, 6736 gibi) buna benzer bir hüküm bulunmaz iken bu Kanun maddesi ile artık vatandaştan taksitleri zorla alma yolu benimsenmiştir. Kısaca kişi taksitlendirme için başvurduğu esnada bundan böyle yeni bir vergi mükellefiyeti tesis edilmiş olunmaktadır. Bir mükellef matrah artırımında bulunur ise artık bu vergisini düzenli ödemek zorunda olup tamamını ödemediği takdirde geri iade veya mahsup alamayacaktır. Üstüne üstlük matrah artırımı imkânlarından da yararlanamayacak ve son miktarına kadar tahsili yapılacaktır. Yani idare vatandaştan durduk yere zorla tahsilât yapmakta ancak karşılığında hiçbir imkân sunmamaktadır.

Anılan Yasa hükmünün iptal istemini değerlendiren Anayasa Mahkemesi 22/10/2020 tarih ve E:2019/100, K:2020/62 sayılı kararıyla istemi oyçokluğuyla reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin ret gerekçesi daha çok vergi daireleri ile vergi mahkemelerine izlemeleri gereken yolu gösterme mahiyetinde olmuştur. AYM bu durumda mükerrer verginin ortaya çıkmaması için vergi dairelerinin 7143 sayılı Kanun kapsamındaki tahsilatları yaptığı incelemelerde dikkate alması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca AYM, şayet vergi daireleri bunu dikkate almaz veya gözden kaçırırsa vergi mahkemelerinde açılacak davalarda bu durum mahkemelerce de değerlendirilecektir demektedir.

İstanbul 6. Vergi Mahkemesi ise 16/11/2021 tarih ve E:2020/2696, K: 2021/3142 sayılı kararıyla tam da bu durumu değerlendiren bir karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şu şekildedir: “Davacının 7143 sayılı yasadan yararlanarak bu yıla ilişkin beyan ettiği (artırdığı matrah nedeniyle) vergilerin yapılacak tarhiyatlardan mahsubu yoluna gidilmesi gerektiği, mükelleflere matrah artırımda bulunma imkânı vererek inceleme yapılmasının önüne geçilmesi imkânı veren bir yasa olup bu yönüyle ayrı bir vergilendirme kanunu olmadığı, bu nedenle davacının anılan yasa kapsamında incelenen yıl için artırdığı matrahlar üzerinden tahakkuk eden ve ödenen vergilerini yine aynı yılı içinde kalması nedeniyle dava konusu re’sen tarh edilen vergilerin ve kesilen vergi ziyaı cezalarının matrah artırımında bulunulan tutarlara isabet eden kısımlarında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Anılan vergi mahkemesi kararı AYM’nin işaret ettiği hak tesliminin gerçekleştirilmesi bakımından son derece yerinde bir karar olmuş ve 7143 sayılı Kanun şartlarına riayet edemese de artırdığı matrah taksitlerini bir şekilde ödemiş olan mükelleflerin bu ödemelerinin mahsup edilmemesi gibi ikinci bir mağduriyet yaşamalarının önüne geçmede önemli bir dayanak oluşturmuştur. Her ne kadar AYM tarafından bahsi geçen konu Anayasaya aykırı olarak nitelendirilmemiş ise de Anayasanın 2. maddesiyle hükme bağlanan hukuk devleti ilkesi gereği Kanun düzenlemelerinin hem kişiler hem de kurumlar (idare) yönünden açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gerekmektedir. Gelinen noktada AYM tarafından da kabul edilen kanundaki eksikliklerin idare ve mahkemeler kanalıyla giderilmesi yolunun tercih edilmesi hem bu merciler nezdindeki iş yükünü artıracak hem de yeni bir takım ihtilafların doğmasına sebebiyet verecektir.