GİRİŞ

Davanın tarafı olan kimselerden farklı bir kimsenin çekişmeli vakıaya ilişkin durumun aydınlanması için konuya ilişkin bilgini paylaştığı durumlarda tanık olarak mahkemede dinlenir. Tanık, takdiri delillerden olup, hâkim tarafından doğrudan başvurulması söz konusu değildir. Taraflardan biri uyuşmazlığın çözümü için tanık getirdiği durumlarda tanığın mahkemeye bildirilmesi gerekir. Bu listede yer almayan kimselerin tanıklık yapması mümkün olmadığı gibi ikinci bir tanık listesi verilmesi de mümkün değildir. Mahkemeye çağırılan tanıkların olayla ilgili bilgilerini mahkemeye aktarması beklenir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununda açıkça belirlen hallerin varlığı halinde tanık olarak çağırılan kimsenin tanıklık yapmaktan çekinmesi mümkündür. Kişisel nedenlerin var olması nedeniyle hâkim tarafından tanığın çekinme hakkı olduğu hatırlatılır. Tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümler HMK 248’de belirtilmiş olup, bu durumun istisnaları ise 251. maddede gösterilmiştir. Kanunda belirtilen bu haller dışında sır saklama yükümlülüğü ve menfaat ihlalinin gerçekleşmesi nedeniyle bir kimsenin tanıklık yapmaktan çekinmesi mümkündür. Tanıklıktan çekinen kimsenin çekinme nedenini ve çekinmeyi haklı gösteren delillerini mahkeme tarafından dinleneceği günden önce yazılı ya da duruşma sırasında sözlü bir şekilde bildirmesi gerekir.

BİRİNCİ BÖLÜM

KİŞİSEL VERİ NİTELİĞİNDEKİ VERİLERİN KORUNMASI

1. Genel Olarak

Medeni yargılama hukuku kapsamında kişisel verilerin ve sırların ne şekilde korunacağına ilişkin belirleme yapmak için ilk olarak bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiğinin ortaya konulması gerekir. Bu bağlamda ilk olarak kişisel veri kavramının ve sonra da sır kavramı hakkında açıklamada bulunmak gerekmektedir. Bu bağlamda kişisel verilerin korunması hakkıyla sırların korunması menfaatin anayasal hak şeklinde hak ve ilkelerle ilişkisinin ve bunların korunmasına ilişkin bazı önemli ulusal düzenlemelerle bu hakların medeni yargılama hukukuna ilişkin hâkim olan ilkeler ile ilişkinin ortaya konulması gerekir[1].

2. Kişisel Veri Kavramı

Kişisel verinin tanımının yapılmasından önceki süreçte veri kavramının ne olduğuna ilişkin değerlendirmede bulunulması gerekir. Sözlük anlamına bakıldığında bilgi, data anlamına geldiği görülmektedir. Bunun yanı sıra iletişim, komut ve işleme elverişli şekilde gösterim olarak tanımlanması mümkündür. Kişisel verinin ne olduğuna ilişkin KVKK’nın 3. maddesinde tanımlamada bulunulmuştur. Bu tanım uyarınca kimliğin belli ya da belirlenebilir gerçek kişiye yönelik her türlü bilgi olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra, benzer bir tanıma Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilen İşlenmesi ve Gizliliğin Korunması Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde de benzer bir tanıma yer verildiği görülmektedir. Bununla birlikte Avrupa Birliği Direktifi’nin 2. maddesinde ise belli veya kimliğin belirlenebilir gerçek kişilerle ilişkilendirilmesi mümkün her türlü bilgi şeklinde tanımlanmaktadır[2].

OECD’nin yaptığı tanıma bakıldığında ise kişisel verinin belli ya da belirlenmesi mümkün olan gerçek kişiye ait olan tüm bilgiler olduğu görülmektedir. Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nde de benzer bir tanıma yer verildiği görülmektedir. Bununla birlikte AİHM tarafından kişisel verilerin korunmasına ilişkin verilen kararlarında AİHS’in 8. maddesi kapsamında özel ve aile hayatına saygı hakkı kapsamında değerlendirildiği görülür[3].

Ulusal ve uluslararası düzenlemelere bakıldığında kişisel verinin belli ya da belirlenebilir bir kişiye ilişkin her türlü bilgi olduğu görülür. Kişisel veri kavramı kapsamında bir kimsenin maddi ve manevi varlığına yönelik her türlü bilgiyi kapsamaktadır. Bir kimsenin belli ya da belirlenmesinin mümkün olduğu kimliği, fiziksel özellikleri, sağlığına ilişkin bilgiler, siyasi görüşüne yönelik bilgiler, öğrenim ve istihdam durumu, ev ve iş adresi, banka hesap bilgileri, sosyal yaşamına dair bilgiler, telefon kayıtları ve mesajlaşmaları, sosyal medyada yer alan bilgileri gibi geniş kapsamı bulunur[4].

Genel itibariyle kişisel veri tanımıyla birlikte kişisel veri tanımı uyarınca bilginin, kimliğin belli ya da belirlenebilir kimsenin ve bilginin kimliği belli ya da belirlenebilir kimseye ait olması unsurlarının olduğunu söylemek mümkündür. Medeni yargılamanın söz konusu olduğu bilginin kişisel veri sayılıp sayılmadığına ilişkin işaret edilen unsurların değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda ilk olarak bilginin değerlendirilmesi gerekir. Bilginin kişisel verinin ilk unsuru olduğu görülmektedir. Belli ya da belirlenebilir bir kimseye ait olan objektif ya da sübjektif niteliği bulunan her türlü bilginin içeriğinden bağımsız şekilde kişisel veri oluşturduğu görülür[5].

Bilginin gizli veya aleni olmasının, bilginin kişisel veri sayılması açısından önem arz etmediği görülür. Bu bağlamda bir kimsenin adı, fiziksel özellikleri, arabasının plakası gibi aleni olan bilgilerin de kişisel veri olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra kimliğin belli ya da belirlenebilir bir kimseye ait olması gerekmektedir. Verinin, kimliği belli ya da belirlenebilir bir kimseye ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığı hallerde kişisel veri sayılması söz konusu olamaz. Bu bağlamda kimliğin belirlenebilir olmasındaki amaç, o kimsenin bulunduğu topluluk içinde diğer kimselerden ayırt edilmesine ilişkin olmakla birlikte belirlenebilir olması, bir kimsenin henüz ayırt edilememesiyle birlikte ayırt edilmesinin mümkün olmasıdır[6].

Kişisel ya da maddi ilişkilere ilişkin verilerin belli bir kimseyle doğrudan ilişkilendirilebilmesi halinde ve kimliği belli bir kimsenin kişisel verisi şeklinde nitelendirilmesi mümkündür. Verinin, ek bilgiler ya da zamansal, kişisel ve maddi çaba içinde kullanılarak belirlenmesi mümkün bir kişiyle ilişkilendirilebilmesi halinde kişisel verinin varlığından söz etmek mümkündür. Bununla birlikte bu verinin kimliği belli ya da belirlenebilir bir kimseye ait olması gerekmektedir. Bilgi ve kişi arasındaki ilişkide çeşitli hallerde ortaya çıkması mümkündür. Bilginin, içeriğin, amacın ya da sonuç bakımından kişiye ilişkin olması da mümkündür. Kişiyle bilgi arasında bir bağın açık bir şekilde tespit edilmesi halinde bilginin içerik bakımından kişiye ilişkin olduğunun kabul edilmesi gerekir[7].

3. Medeni Usul Hukukunda Kişisel Veri

Kişisel veriye ilişkin yapılan tanıma ve unsurlarına bakıldığında medeni yargılamaya ilişkin birçok öğenin kişisel veri olarak değerlendirildiği görülmektedir. Tarafların yargılama sürecinde kendilerine ve karşı tarafa ve aynı zamanda üçüncü kişilerin verilerini mahkeme sunduğu görülür. Dava dilekçesi ve cevap dilekçesinin zorunlu ve gerekli unsurlarının çoğunun davalının ve üçüncü kişilerin kişisel verilerinden oluştuğu görülür. Dava konusunun doğrudan kişisel verilere ilişkin olması mümkün olmakla birlikte uyuşmazlığın çözümünde kullanılan dava malzemesinin de kişisel veri olması söz konusu olabilir[8].

Kimi bilgiler ise hassas kişisel veri olarak değerlendirilmektedir. KVKK’nın 6. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca nelerin özel nitelikli kişisel veri olduğu düzenlenmiştir. Bununla birlikte kişisel verilerin işlenmesi kural olarak yasak olmakla birlikte bunların bazı hallerde işlenmesi mümkündür. Bu hallerin söz konusu olduğu durumlarda verinin, yalnızca hassas veriler için özel şekilde kabul edildiği hallerde korunmaz. Diğer bir anlatımla bu hallerde verinin kişisel verinin korunmasına ilişkin genel hükümlere göre korunması söz konusu olur[9].

4. Kişisel Verilerin Korunması

Kişisel verilerin korunması hakkının, teknolojik gelişmelerle birlikte kişilerin kendilerine yönelik verilerin korunması ve saklanması ihtiyacının artmasıyla birlikte öneminin arttığı görülmektedir. Birçok hukuk sisteminde şeffaflık talebi ile bağlantılı şekilde değerlendirilen kişisel verilerin korunması hakkı uyarınca ilgililerin hangi verilerinin ne gibi amaçlarla korunması gerektiğine ilişkin açık bir şekilde bilgilendirmenin olduğu görülmektedir[10].

Kişisel verilerin korunması hakkın diğer sistemlerin yanı sıra hak alanı ile ilgili olması ile ilgisi bulunmaktadır. Hakkın, özel yaşamın gizliliği, bilginin geleceğinin belirlenmesi hakkı gibi haklar ile birbirini desteklemesi, hukuki dinlenilme hakkı gibi haklar ile çatıştığı görülmektedir. Bu anlamda kişisel verileri yalnızca bir odaktan değerlendirmek doğru olmaz. Kişisel verinin değerlendirilmesi farklı yaklaşımlara göre söz konusu olması mümkündür[11].

Kişisel verilerin korunması hakkının ekonomik hak yaklaşımı bakımından değerlendirildiğinde Amerikan Hukukunda ekonomik bir hak olarak değerlendirildiği görülmektedir. Buradaki yaklaşımın sektörel bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bu nedenle kişisel verilerin korunması alanına ilişkin kapsamlı ve katı düzenlemelerin yapılmasıyla birlikte geçici çözümlerin yapıldığı görülmektedir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin mülkiyet hakkı görüşü uyarınca kişisel verilerin mülkiyet hakkına dayalı şekilde piyasa odaklı mekanizmalar olduğu ileri sürülür. Bu görüş uyarınca kişisel verilerin mülk olarak değerlendirilerek veri sahiplerine veri üzerinde tasarrufta bulunma imkânı sağladığı görülmektedir. Bu anlamda kişilerin söz konusu veri pazarı üzerinde verilerinin satılması veya verilerinin hangi şartlar altında kullanılabileceğinin kontrol edilebileceği ileri sürülür[12].

Fikri mülkiyet hakkı görüşüne göre kişisel verilerin korunması hakkının hukuki niteliğine dair görüştür. Bu görüş uyarınca kişisel verilerin korunması hakkının fikri mülkiyet sahibinin eseri üzerinde sahip olduğu manevi haklara ilişkin olduğu görülmektedir. Bu nedenle kişisel verilerin fikri mülkiyet hakkına benzer şekilde koruma altına olduğu düşünülmektedir. Söz konusu her iki hakkın da temel amacının bilgilerin korunması kontrolün sağlandığı görülür. Temel insan hakkı yaklaşımı uyarınca kişisel verilerin korunması hakkının temel insan hakkı olduğu görülmektedir. Genel kişilik hakkının bireylere yalnızca devlet kurumlarına karşı kullanabilecek bir savunma hakkı tanımaz. Bununla birlikte veri işlemenin özel kurumlarla yapılmasıyla birlikte ortaya çıkması muhtemel tehlikelere karşı bireylere karşı korunmasının da devletin görevi olduğu görülür[13].

Kişisel verilerin koruması hakkına ilişkin değerlendirmeye bakıldığında Anayasa’nın ruhuna uygun şekilde yapılması gerekir. Anayasal düzenleme ile birlikte hukukumuzda kabul edilen yaklaşım uyarınca temel insan hakkı yaklaşımına uygun olması gerekir. Sosyal hukuk devleti anlayışı uyarınca kişiliğin korunması ve serbest bir şekilde geliştirilmesi hakkına dayanan kişisel verilerin korunması hakkının meta olarak değerlendirilmemesi gerekir. Kişisel verilerin korunması hakkın Anayasa madde 20’de yer verilen insan hakkı olduğundan dolayı özel yaşamın gizliğinin düzenlediği üzere insan hakkının özel yaşamın gizliliği devamında düzenlenmesi nedeniyle hukukumuzda kabul edilmiş yaklaşımın ortaya konulduğu görülmektedir[14].

İKİNCİ BÖLÜM

MEDENİ USUL HUKUKUNA GÖRE TARAFLARIN KORUNMASI İÇİN BAŞVURULACAK YOLLAR

1. Genel Olarak

Medeni yargılama hukuku kapsamında yargılamanın taraflarının kişisel verilerin ve sırların korunmasına ilişkin üçüncü kişilerin verilerinin ve sırlarının korunmasıyla kıyaslandığı sırada daha çok dikkat edilmesi gereken bir alan olduğu görülmektedir. Bu durumda yargılamanın ilişkisi kapsamında yargılamanın taraflarının daha dikkatli hareket etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda tarafların doğrudan kendi menfaatleri için yargılamada bulunmasıyla birlikte üçüncü kişilerin yabancı olarak yargılamada yer aldığı görülmektedir. Bu nedenle HMK’da yer verilen düzenleme uyarınca kişisel verilerin ve sırların korunması için imkânın sağlanmasıyla birlikte yer verilen düzenlemelere bakıldığında üçüncü kişilerin menfaatine ilişkin korumanın da yer verildiği görülmektedir[15].

Üçüncü kişilerin tanıklıktan çekinme hakkının kesin koruma sağlayan imkânların, yargılamanın tarafları için uygulama alanı bulmaz. Ancak belirtmek gerekir ki bu durumun yargılamadaki tarafların kişisel verileri ve sırlarının hiçbir surette korunamayacağı anlamına da gelmez. Bu hususa ilişkin sunulmasının mümkün olduğu ihtimal ise tarafların kişisel verilerinin ve sır niteliğindeki belgelerini üçüncü kişilere karşı korunması ve birbirlerine karşı korunması bakımından değerlendirilmesi söz konusu olur[16].

Duruşmanın taraflarının kişisel verilerinin ve sırlarının üçüncü kişilere karşı korunmasında etkin yollardan biri tarafların kişisel verileri ve sırlarının korunması için aleniyetin kaldırılmasıdır. Böylece kişisel verilerin ve özellikle de sırların üçüncü kişilerce öğrenilmemesi ve yayılmamasına olanak sağlanarak meydana gelebilecek zararın da önlendiği görülür. HMK’nın 28. maddesi uyarınca duruşma ve kararların bildirilmesinin aleni olduğu belirtilmektedir. Bu hükmün yanı sıra aleniyetin kaldırılarak duruşmada aleniyetin kaldırılması da mümkündür[17].

2. Gizli Yargılama

Aleniyetin kaldırılmasıyla birlikte yapılan gizli yargılamada temel amaç, yargılama faaliyetlerinde ilgisi bulunmayan kimselerin dosyaya ilişkin bilgileri öğrenmesi engellenir. Aleniyet ilkesinin söz konusu olmasının nedeni ise yargılama faaliyetlerinin kapalı kapılar ardında gizlenmesiyle birlikte yanlış anlaşılmaların şüphelerin önlenmesinden kaynaklanır. Bununla birlikte yargılamaya dâhil olan kimselerin verilerinin ve sır niteliğindeki bilgilerinin üçüncü kişiler ile paylaşılmış olması anlamına gelir. Bu nedenle kimi haller aleniyet ilkesinin kaldırılması ihtiyacının çıktığı görülür[18].

Kişisel verilerin korunmasıyla birlikte sırların korunması menfaatiyle aleniyet ilkesi arasında zıtlık olduğu görülmektedir. Bu sebeple kişisel verilerin ve sırların korunmasına yönelik yapılan düzenlemelerle birlikte verilerin gizli tutulması ve herkes tarafından bilinmesine ilişkin gerekli önlemlerin alınması amaçlanmaktadır. Aleniyet ilkesi uyarınca duruşmalara giren üçüncü kişilerin taraflara ait kişisel verileri dinlemesi de mümkündür. Bu bağlamda sırların korunmasının gerekliliği de söz konusudur[19].

Hukukumuzdaki gizli yargılamaya yönelik düzenlemelerin dikkate alınmasının yanı sıra gizli yargılamaya yönelik yeterli düzenlemenin olmadığı görülmektedir. HMK’da yer verilen düzenlemede ise gizli yargılamaya ilişkin genel ahlakın ve kamu güvenliğine ilişkin gerekli olduğu hallerde gizlilik ilkesinin uygulanacağı belirtilmiştir. HMK’nın 28. maddesinde yer verilen düzenlemenin madde gerekçesine bakıldığında ise söz konusu hükmün ikinci fıkrasında gizli yargılamanın nedenlerinin mümkün olduğu hallerde somutlaştırmaya çalışıldığı görülmektedir[20].

Tarafların kişisel verilerinin ve sırlarının bu haller kapsamında korunacağını söylememenin ifadenin fazlasıyla geniş yorumlanması anlamına gelir. Kişisel verilerin korunması ilişkin hakkın ve sırların korunmasına ilişkin menfaat bakımından HMK 28’de yer verilen düzenlemenin üçüncü fıkrası uyarınca tarafların gizlilik talebiyle birlikte tarafların gizlilik talebinin ön sorunlara ilişkin hükümler uyarınca gizli duruşmada bağlanarak incelenip karara bağlandığı görülür. Hâkim tarafından verilen bu kararın gerekçesinin esas hakkındaki kararıyla birlikte açıklar. Bu hüküm uyarınca gizli yargılamada yönelik verilen kararda davayı gören mahkemece ayrı bir duruşmada verilmesi gerekir. Aynı hükmün dördüncü fıkrasında yer verilen düzenleme uyarınca hâkim tarafından gizli yargılamaya ilişkin işlemlerin gerçekleştirildiği esnada hazır bulunanları o yargılamaya ilişkin edindikleri bilgileri açıklamama hususunda uyarıda bulunarak susma yükümlülüğüne davet ettiği görülmektedir[21].

3. Tanıklıktan Çekinme

Tanıklık yapmanın kamu hukukundan doğan bir yükümlülük olduğu görülmektedir. Bu yükümlülüğün davanın tarafı olmayan kimselere üçüncü kişinin tanık olarak çağrılmasıyla birlikte duruşmaya gelmesi ifade öncesindeki vereceği beyanları ile doğruluğuna ilişkin yemin etmesi ve sorulan sorulara bildiklerini doğru şekilde açıklamasını gerektirmektedir. HMK’nın 245. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca kanunda belirtilen hükümler saklı kalmakla tanıklık için çağrılan herkesin gitmek zorunda olduğu görülmektedir. Usulüne uygun şekilde çağrılmasına rağmen mazereti olmaksızın gelmeyen tanıkların zorla getirilmesi, gelmemenin sonucunda neden olduğu giderlere nedeniyle beş yüz Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına hükmolunduğu görülür[22].

Zorla getirilen tanıdığın daha önceden gelmemesine ilişkin bu durumu haklı gösterecek nedenlerinin olması halinde bu durumu mahkemeye bildirmesi halinde aleyhe hükmedilen giderlerin ve disiplin para cezasının kaldırıldığı görülür. HMK’nın 247. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca kanunda açık bir şekilde belirtilen hallerde tanık olarak çağrılan kimsenin tanıklık yapmaktan çekinebileceği görülmektedir. Tanıklık yapma yükümlülüğünün yalnızca davanın taraflarının menfaatine değil, aynı zamanda da yargıya da etkin şekilde etki ettiği görülmektedir. Bu nedenle yargının etkinliğinin devam etmesi için bu yükümlülüğün muafiyetinin taraflara bırakılmadığı ortadadır. Üçüncü kişilerin yalnızca kanunda yer verilen şartların olması halinde tanıklık yapma yükümlülüğünden kurtulması mümkündür. Bu nedenle sözleşmeyle kararlaştırılan sır saklama yükümlülüğünün tanıklıktan çekinme hakkı vermediği görülmektedir[23].

3.1. Tanıklıktan Çekinme Nedenleri

Tanıklıktan çekinme nedenlerinin neler olduğuna ilişkin düzenlemeye HMK 248-249-250 kapsamında düzenlemenin yer aldığı görülmektedir. Bu noktada söz konusu maddeler kapsamınca üçüncü kişilere ait kişisel veri ve sıraların korunması açısından önemi bulunan noktalardan bahsedilir[24].

Kanunda yer verilen düzenlemelerden ilki kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinmedir. HMK’nın 248. maddesinde düzenleme bulan bu hüküm uyarınca iki taraftan birinin nişanlısı, evlilik bağının ortadan kalksa da iki taraftan birinin eşi, kendisi ya da eşinin altsoy ya da üstsoyu, taraflardan biriyle arasında evlilik bağı bulunan kimseler, üçüncü üçüncü derecenin dâhil olmasıyla birlikte kan ya da kendini oluşturan evlilik bağının ortadan kalkması halinde kayın kısımlarının, koruyucu aile ve onların çocuklarıyla koruma altına alınan çocuğun tanıklıktan çekinmesi mümkündür[25].

Kanunda yer verilen bu düzenlemeyle birlikte kişilerin taraflar ile arasındaki yakın bağlardan dolayı tanık şeklinde ifade vermelerinden dolayı zorlanmaktan korundukları görülür. Bu durumda bu kimselerin kişisel verileri ve sırlarının korunması da imkân sağlandığı görülmektedir. Kişisel nedenler ile tanıklıktan çekinme nedenlerinin varlığı halinde hâkimin tanık olarak çağırdığı bir kimsenin çekinme hakkı bulunduğu için önceden hatırlaması söz konusudur. Yer verilen hüküm uyarınca mahkemenin üçüncü kimseye sır sebebiyle ve menfaatinin ihlal tehlikesinden dolayı tanıklıktan çekinme hakkının olduğunu önceden hatırlatması gerekmez. Ancak bu duruma ilişkin herhangi bir engel de bulunmamaktadır[26].

Tanıklıktan çekinmeye ilişkin diğer bir durum da sır nedeniyle tanıklıktan çekinmedir. HMK’nın 249. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca kanun gereği sır şeklinde korunan bilgilere ilişkin tanıklığına başvurulan kimselerin bu hususlara ilişkin tanıklıktan çekinmesi mümkündür. Ancak belirtmek gerekir ki 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nda 1969 tarihli hükmün saklı kalması kaydıyla sır sahibi kimsenin sırrın açıklanmasına izin verdiği hallerde bu kimselerin tanıklıktan çekinmesinin mümkün olmadığına yer verilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte hâkimlerin, avukatların, vergi danışmanlarının, noterlerin, denetçilerin kanundan kaynaklanan sır saklama yükümlülüğü bulunmaktadır[27].

Tanığın, kanunda yer verilen düzenleme uyarınca saklamasının gerektiği bilgilerin başkaları tarafından öğrenilmesi halinde meydana çıkacak soruları cevaplaması söz konusu olamaz. Tanığın mesleki konumuna bağlı olarak kaçınma hakkına ilişkin somut ispata dair mesleğe yönelik güven durumuna ilişkin bir çatışmaya yol açıp açmadığını belirler. Burada güven durumuna ilişkin yorumlamanın dar yorumlanması gerekmez. Bu düzenleme kapsamındaki kimselerin öğrendikleri şeylerin koruma altına alındığı görülmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken unsurun tanığın kendisine sorulan soruların sırlarını açıklamadan cevaplanıp cevaplanmayacağına ilişkindir[28].

HMK’nın 249. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca tanığın kendi sırlarından daha çok başkalarına ait sırların kanun uyarınca saklanması gerektiğinden dolayı sırların korunması amaçlanır. Meslek sırrı kapsamındaki sırların tarafların yanı sıra aynı zamanda da üçüncü kişilerin sırlarının korunmasına ilişkin imkân sağladığı görülmektedir. Avukatlık Kanunu’nun 36. maddesinde yer verilen düzenleme ile avukatların kendilerine tevdi edilmiş ya da baro görevlerinde öğrendikleri bilgileri açığa vurmamaları gerekir. Bununla birlikte avukatın da tanıklıktan çekinmesi mümkündür. Bu gibi hallerde avukatın çekinme hakkını kullanması hukuki ve cezai sorumluluğu doğurmamaktadır[29].

Avukatların sır saklama yükümlülüğü meslek sırlarına ilişkin sağlanan hakların dışında arabuluculuk faaliyeti esnasında da tarafların güven duymaları ve müzakere katılmaları esnasında gizliliğe yönelik tedirginliğin yaşanmaması için ifade edilmiş ve bu durum Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenmiştir. Arabuluculukta tarafların çekinme hakkı bakımından kanunun 5. maddesinde düzenlemenin yer verildiği görülmektedir. Bu düzenleme uyarınca tarafların arabulucuya katılmaları halinde katılanlardan birinin üçüncü kişi, uyuşmazlığa ilişkin hukuk davası açılması halinde ya da tahkime başvurulduğu esnada tanıklık yapılamayacak hallerin sayıldığı görülmektedir[30].

Sır saklama yükümlülüğüne ilişkin olarak noterlerin, noter kâtiplerinin de görevleri esnasında öğrendikleri sırları kanunun emrettiği hallerin dışında açıklamaları söz konusu değildir. Kanunda yer verilen düzenlemeyle birlikte noterlerin sırlarının açıklanmaktan kaçınılması hali, hekimin sır saklama yükümlülüğü ile aynıdır. Bu hallerde hekimlerin de sır saklama yükümlülüğü kapsamındaki mesleklerden biri olduğu görülmektedir. Örneğin, Noterlik Kanunu’nun 54’üncü maddesine göre, noter ve noter kâtipleri, görevleri dolayısıyla öğrendikleri sırları, kanunun emrettiği haller dışında açıklayamazlar. Anılan maddeden anlaşılacağı üzere noterlerin sırları açıklamaktan kaçınma imkânları, kanunun aksini emrettiği noktaya kadardır[31].

Tanıklıktan çekinmeyi haklı kılan bir diğer neden ise menfaat ihlalinin tehlikesi nedeni ile tanıklıktan çekinmedir. HMK’nın 250. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca tanığın beyanının kendisi ya da 248. maddede yazılı kimselerden birine maddi zarar vermesi halinde kendisinin 248. maddede yazılı kimselerden birinin şeref itibarını ihlal edecek veya ceza soruşturmasına ya da kovuşturmasına sebep olması mümkünse, meslek ya da sanatına ilişkin sırların ortaya çıkmasına sebebiyet vermesi halinde üçüncü kişilerin tanıklıktan çekinmesi mümkündür[32].

HMK 250’de yer verilen düzenlemenin, 249’dan farklı olarak tanığa ilişkin sırların korunmasına yöneliktir. Tanığın kendi menfaatinden öte vatandaşlık görevi şeklinde tarafların menfaati ifade edildiğinden dolayı kendisine ya da yakınlarına zarar vermesi, kendisi ya da yakınlarını küçük düşürmesi söz konusu olan ve cezai sorumluluğun çıkmasına neden olacak, meslek ya da sanatına ilişkin sırların öğrenilmesine neden olan hallerde tanıklıkla yükümlü değildir. Bu düzenlemeyle birlikte tanığın kendisi aleyhine doğması mümkün sonuçlardan korunmak istediği görülür. Bu durumda görülmektedir ki hukukumuzda menfaat ihlali tehlikesi nedeniyle tanıklıktan çekinme hakkına ilişkin düzenlemelere açık bir kanuni düzenlemeyle yer verilmiştir[33].

Tanıklıktan çekinme usulüne bakıldığında ise HMK’nın 252. maddesi uyarınca tanıklıktan çekinen kimselerin çekinme nedeni ve bu sebebi haklı gösterecek delilleri, dinleneceği günden önce yazılı ya da davet edildiği duruşmada sözlü olarak bildirmesi gerekir. Çekinme sebeplerinin ve buna ilişkin dayanakların önceden bildirilmesi halinde tanığın belli bir günde mahkemeye gitmesi gerekmez. Mahkemenin duruşmadaki tarafları dinledikten sonra tanıklıktan çekinme hallerinin haklı olup olmadığına ilişkin değerlendirmede bulunur[34].

Belirtmek gerekir ki tanığın bazı durumlarda tanıklıktan çekinmesi mümkün değildir. HMK’nın 251. maddesi uyarınca 248, 249, 250. maddelerin bendinde yer verilen düzenlemeler uyarınca hukuki işlemin yapılması esnasında tanık olarak bulunan kimselerin o işlemin içeriği hakkında bilgilerin olması halinde tanıklıktan çekinmesi mümkün değildir[35].

SONUÇ

Medeni yargılama hukukunda kişisel veriler ve sırların korunmasına ilişkin yapılan değerlendirmeler uyarınca kişisel verinin belli ya da belirlenmesi mümkün bir kimseye ait veri olduğu görülmektedir. Ancak kişisel verinin tanımından yola çıkarak her sırrın kişisel veri şeklinde değerlendirilmesi söz konusu olamaz. İlgilinin gerçek kişinin belli ya da belirlenebilir kılmayan ya da tüzel kişilere ilişkin sırların kişisel veri olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Sırların korunmasındaki menfaatin ise bilgi edinme hakkını temel alan menfaat teorisi uyarınca değerlendirilmesi gerekir. Medeni yargılama esnasında sırrın korunmaya yönelik bir değeri olup olmadığının somut olaya göre değerlendirilmesi gerekir. Bu halde sır sahibi kimsenin sır saklama menfaatiyle karşı tarafın dava konusunun aydınlatılması menfaati arasında da uygun bir dengenin sağlanması gerekmektedir.

Hukukumuzda kararların bildirilmesinin ve duruşmaların aleni şekilde yapıldığı görülmektedir. Kanunda belirtilen kimi hallerde ise duruşmanın gizli yapılma ihtimalinin olabileceği ifade edilir. Bunun yanı sıra kişisel menfaatin olduğu hallerde kanunda sayılan haller kapsamında tanıklıktan çekinme hallerinin de sıralandığı görülmektedir. Bu durumlarda tanıkların mahkeme dâhilinde tanıklıktan çekinmesi mümkündür.

KAYNAKÇA

Akil, Cenk, Genel Hatları ile Alman Medenî Yargılama Hukukunda Kısmî Hüküm, İÜHFM, C. LXX, S. 1, 2012, s. 179-201.

Akkan, Mine, Medenî Usûl Hukukunda Tanığa Soru Kâğıdı Gönderilmesi, Hakan PEKCANITEZ Armağanı, DEÜHFD, C. 16, Özel Sayı, 2008, s. 555-609.

Atalay, Oğuz, Pekcanıtez, Medenî Usûl Hukuku, C. II, 15. Bası, İstanbul 2017.

Bolayır, Nur, Hukuk Yargılamasında Delillerin Toplanmasında Tarafların ve Hâkimin Rolü, İstanbul, 2014.

Dedeağaç, Ender, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri, Ankara Barosu Dergisi, 2011, s. 9-296.

Demircioğlu, Yaşar, Medeni Usul Hukukunda İnsan Hakları ve Adil Yargılanma Güvenceleri, Ankara 2007.

Görgün, Şanal, Medenî Usul Hukuku, 4. Bası, Ankara 2015.

Karaaslan, Varol; Medenî Usûl Hukukunda Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara, 2013.

Karaaslan, Varol, Hâkimin Tarafsızlığı İlkesi ile Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi Arasındaki İlişki, SDÜHFD, MİHBİR Özel Sayısı, C. IV, S. 2, 2014, s. 97-130.

Kurt Konca, Nesibe, Medenî Usûl Hukukunda Tarafların Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü, Ankara, 2016.

Kuru, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017.

Meriç, Nedim, Hâkimin Davayı Aydınlatma Yükümlülüğü, DEÜHFD, C. 11, Özel Sayı, 2009, s. 377-424.

Pekcanıtez, Hakan/Yeşilırmak, Ali, Medenî Usûl Hukuku, C. III, 15. Bası, İstanbul, 2017.

Üçüncü, Sümeyye Hilal, Medeni Yargılama Hukukunda Kişisel Verilerin ve Sırların Korunması, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2018.

Ünver, Yener, İspat Hukukunun Esasları, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 4 Sayı: 8, 2005/2 s. 265-289.

-------------------

[1] Bolayır, Nur, Hukuk Yargılamasında Delillerin Toplanmasında Tarafların ve Hâkimin Rolü, İstanbul, 2014.

[2] Karaaslan, Varol, Hâkimin Tarafsızlığı İlkesi ile Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi Arasındaki İlişki, SDÜHFD, MİHBİR Özel Sayısı, C. IV, S. 2, 2014, s. 97-130.

[3] Meriç, Nedim, Hâkimin Davayı Aydınlatma Yükümlülüğü, DEÜHFD, C. 11, Özel Sayı, 2009, s. 377-424.

[4] Üçüncü, Sümeyye Hilal, Medeni Yargılama Hukukunda Kişisel Verilerin ve Sırların Korunması, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2018.

[5] Görgün, Şanal, Medenî Usul Hukuku, 4. Bası, Ankara, 2015.

[6] Dedeağaç, Ender, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri, Ankara Barosu Dergisi, 2011, s. 9-296.

[7] Akkan, Mine, Medenî Usûl Hukukunda Tanığa Soru Kâğıdı Gönderilmesi, Hakan PEKCANITEZ Armağanı, DEÜHFD, C. 16, Özel Sayı, 2008, s. 555-609.

[8] Karaaslan, Varol; Medenî Usûl Hukukunda Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara, 2013.

[9] Pekcanıtez, Hakan/Yeşilırmak, Ali, Medenî Usûl Hukuku, C. III, 15. Bası, İstanbul, 2017.

[10] Pekcanıtez, 2017.

[11] Kurt Konca, Nesibe, Medenî Usûl Hukukunda Tarafların Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü, Ankara, 2016.

[12] Pekcanıtez, 2017.

[13] Üçüncü, 2018.

[14] Üçüncü, 2018.

[15] Demircioğlu, Yaşar, Medeni Usul Hukukunda İnsan Hakları ve Adil Yargılanma Güvenceleri, Ankara 2007.

[16] Akil, Cenk, Genel Hatları ile Alman Medenî Yargılama Hukukunda Kısmî Hüküm, İÜHFM, C. LXX, S. 1, 2012, s. 179-201.

[17] Kuru, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017.

[18] Kuru, 2017.

[19] Karaaslan, 2013.

[20] Karaaslan, 2013.

[21] Atalay, Oğuz, Pekcanıtez, Medenî Usûl Hukuku, C. II, 15. Bası, İstanbul 2017.

[22] Atalay, 2017.

[23] Akil, 2012.

[24] Akil, 2012.

[25] Meriç, 2009.

[26] Meriç, 2009.

[27] Ünver, Yener, İspat Hukukunun Esasları, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 4 Sayı: 8, 2005/2 s. 265-289.

[28] Ünver, 2005.

[29] Ünver, 2005.

[30] Kurt Konca, 2016.

[31] Kurt Konca, 2016.

[32] Görgün, 2015.

[33] Kuru, 2017.

[34] Kuru, 2017.

[35] Akkan, 2008.