Antalya Barosunun eski başkanlarından Avukat Cengizhan Gököz, günlük yaşamda hukuki konularda doğru sanılan yanlış bilgilerin, olumsuz hukuki sonuçlar doğurabileceğine dikkati çekti. Gököz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanın doğum öncesi, doğumu, yaşamı ve ölümü sonrasını düzenleyen hukuk kurallarının kişilerin yaşarken karşılaşabilecekleri bütün sorunları kapsadığına işaret etti. Gököz, insan yaşamı için bu kadar önemli bir yer tutan hukuk kurallarının, kişilerin hukuki konulara ilgisini artırdığına değinerek, ''Bu nedenle bazen hukuken doğru sandığımız birçok kuralı, yanlışlığını bilmeden yaşamımızda uygulayınca bir takım sakıncalarla karşılaşıyoruz'' dedi.

Toplumda ''tutuklama''nın ''mahkumiyet'', ''salıverilme''nin ise ''beraat'' olarak algılandığını dile getiren Gököz, ''Henüz yakalanan şüpheliyi, 'cani, ırz düşmanı, sapık, canavar' gibi sıfatlarla manşete taşıyıp, onların tutuklanmasını 'adaletin gerçekleşmesi', salıverilmesini ise 'yargının ve yasaların aczi'ne bağlayan haberler, bizleri bu konuda yanlış düşünmeye itiyor'' diye konuştu.

''Şüpheli''nin ''sanık'', sanığın ''suçlu'' ilan edildiğinden yakınan Gököz, bu yanlışlıklara, ''ifade''ye ''sorgu'', ''gözaltına alma''ya ise ''polis tarafından tutuklama'' gibi kavramları yanlış kullanmanın eklendiğini belirtti.

Vatandaşlar arasında hukuka ilişkin, kaynağı net olmayan bazı inanışlar olduğunu aktaran Gököz, bu yanlış bilgilerin kişilerin hukuk önünde mağdur olmalarına sebebiyet verebileceğini ifade etti.

-TRAFİKLE İLGİLİ YANLIŞ BİLİNENLER-

Gököz, ''doğru'' sanılan bazı ''yanlış'' bilgileri şu şekilde sıraladı:

''-Trafikte direksiyon başına geçmenin 2/8 kusurluluk yaratacağı düşüncesi tamamen yanlıştır. Kusur durumu her olaya göre ayrı belirlenir, salt araç kullanmak kusur teşkil etmez.

-Trafikte arkadan çarpmanın mutlak 8/8 kusurlu olmayı gerektirdiği düşüncesi tamamen yanlıştır. Kusur durumu her olaya göre ayrı belirlenir.

-Alkollü araç kullananın her halükarda 8/8 kusurlu olması gerektiği düşüncesi de tamamen yanlıştır. Kusur durumu her olaya göre ayrı belirlenir. Alkollü araç kullanmak 2918 Sayılı Yasa'da ayrı düzenlenmiş cezai yaptırımı olan bir ihlaldir.

-Ehliyetsiz araç kullananın her halükarda 8/8 kusurlu olması gerektiği düşüncesi tamamen yanlıştır. Ehliyetsiz araç kullanmak kusur tespitinde dikkate alınmaz. Olayın oluş biçimine göre, ehliyetsiz kişi olayda kusursuz sayılabilir. Ehliyetsiz araç kullanma 2918 Sayılı Yasa'da ayrı düzenlenmiş cezai yaptırımı olan bir ihlaldir.

-Sağdan gelen araca yol vermeme halinde, her halükarda 8/8 kusurlu olunacağı düşüncesi de yanlış olup, olayın gerçekleşme şekline göre, örneğin kavşakların eşitliği veya üstünlüğü, kavşağa önce giriş, hız, kavşağı tamamlamış olma durumu kusur durumunu etkiler.

-MEDENİ HUKUK ALANINDAKİ YANLIŞ BİLİNENLER-

-Boşanan eşlerin mallarının, boşanma sonucu yarı yarıya paylaştırılacağı görüşü yanlış olup, edinilmiş mallara katılma, resmi mal rejiminde eşlerin sahip oldukları mal varlıkları ve özellikle evlilik birliği edinilmiş mallar (tarafların şahsi malları dışında) katkı payları hesap edilip, bu malların edinilmesi için tarafların yaptıkları masraflar düşüldükten sonra hesaplanan miktar paylaştırılmaktadır. Bu paylaşımda taşınmazın (ayni hakkın) verilmesi söz konusu olmayıp, hesaplanan para karşı tarafa ödenmektedir. Somut olarak iki dairesi olan çiftin boşanmasında bir daire bir eşe, diğer daire diğer eşe verilmemektedir.

-Evi terk eden eş hakkında açılacak boşanma davasının mutlak davacı lehine biteceği düşüncesi de her olayda mümkün olmayıp, evi haklı terk eden eşin aleyhine açılacak dava ret ile sonuçlanacaktır. Evlilik birliğinde kendine düşen yükümlülükleri yerine getirmemek için evi terk eden ile eşinin çekilmez hareketleri veya şiddeti sonucu evi terk eden eşin durumu ayırt edilmelidir.

-Boşanma davalarında dava açanın daha avantajlı olacağı veya dava açmanın boşanma davasında dezavantaj olduğu düşüncesi tamamı ile yanlıştır. Tarafların haklılığı ve haksızlığı davada belirlenecek olup, haklılığın tespitinde dava açıp açmamanın hiçbir önemi yoktur.

-İHTAR VE FESİH-

-İhtar ile iki taraflı sözleşmenin tek taraflı feshedilebileceği düşüncesi de yaygın olarak bilinen hukuki yanlışlardandır. İhtar tek taraflı bir irade beyanı olup, iki taraflı bir sözleşmenin tek taraflı feshi kural olarak mümkün değildir.

-İhtar yasada zorunlu olduğu hallerde çekilmesi şart olan, alacak iddialarında karşı tarafın direnime getirip, faiz işletilmesinin başlangıcını belirleyen bir işlemdir. Ancak sözleşmelerin, o sözleşmede tek taraflı ihtarın feshi sağlayacağı yazılı olsa dahi, hukuken feshin haklı olabilmesi için hakimin müdahalesine ihtiyaç vardır. Bu da yargılamayı gerektiren bir husustur.

-Hukuk davalarında da özel itirazlar hariç dava dilekçesine süresi içerisinde cevap vermeme davayı kabul anlamına gelmez.

-İhtara cevap vermemenin mutlak kabul anlamına gelip, hak kaybına yol açacağı düşüncesi yukarıda belirtilen susmanın kabul anlamına gelmeyeceği hukuki gerçeğinden hareketle yanlıştır. İhtara cevap vermemek ihtar içeriğini kabul etme anlamına gelmez. Ancak mahkeme tarafından hukuki sonuç yaratacak şekilde davetiyeye derç edilen ihtar, hukuki sonuç doğurur.

-''SÜKUT İKRARDAN MI GELİR?''

-Susmanın 'sükut ikrardan gelir'' kanaati gereği kendisi hakkındaki iddiayı kabul etmiş anlamına geleceği düşüncesi, eski bir kurala dayanmakta olup, özellikle ceza hukukunda kişiye savunma hakkı olarak susma hakkının tanınmış olması, susmanın bir kabul anlamına gelmeyeceğini ortaya koymaktadır.

-Tebligatı kabul etmemenin veya tebligat yapılacak adreste bulunmamanın tebligatın yapılmasına engel teşkil edeceği düşüncesinde de isabet yoktur. Zira, tebligat bizzat kişiye, huzurda tebliğ edilmek istenip, bundan kaçınılmışsa tebligat memuru dağıtıcının, tebligat evrakına ''imzadan imtina etti' notu ile tebligat yapılmış sayılır.

Dağıtım saatlerinde evde bulunmayan veya evde bulunduğu halde dağıtım memuruna kapıyı açmayan kişinin tebligatı, Tebligat Kanunu'nun 21. maddesine göre kapıya 2 numaralı ihtar yapıştırılarak mahalle muhtarına teslim edilir. Bu suretle tebligat yapılmış sayılır. Bu durumda tebligatı alıp, süresi içerinde itiraz ederek büyük bir avantaj sağlanacak yerde kesinleşmiş takip ile karşı karşıya kalınır.

-KİM BORÇLU, KİM ALACAKLI?

-Bir kimsenin banka hesabına yatırılan paranın o kimseden alacaklı olunduğunun göstergesi veya delili olduğu da yanlış bilinen bir husustur. Bir kimsenin hesabına para yatırılması ondan alacaklı olunduğunu değil o kimseye borcun bulunduğu ve bu borcun ödendiği anlamına gelir.

-Kira sözleşmelerinde mutlaka diğer eşin imzasının bulunması gerektiği veya tahliye taahhütlerinde de diğer eşin imzasının bulunmasının zorunlu olduğu düşüncesi her halde doğru değildir. Doğru olabilmesi için, konutun ''aile konutu'' olarak Medeni Kanun 193-4 kapsamında özgülendirilmiş olması gerekir.''