Bir kimsenin, kendisine veya başkasına karşı yapılan haksız bir saldırıyı def etmek maksadıyla ve başka surette korunması olanaklı bulunmayan böyle bir saldırıdan kurtulmak üzere yaptığı savunmaya, hukukta meşru savunma denilir[1]. Meşru savunma-sık sık adı nefis savunması olarak da geçen, tüm zamanlar ve tüm kanun sistemleri tarafından tanınan, çekirdeğinde doğuştan gelen bir karakterin dahi bulunduğu hukuki bir esastır. Meşru savunma hakkı kavramı altında başka insanların gayri meşru saldırılarına karşılık verme hakkı anlaşılmaktadır[2]. Meşru savunmayı haklı çıkartacak neden ağırlıklı çıkar prensibine dayanmaktadır. Olay uygun hareket eden fail, bir çıkarlar çatışması içerisinde ağırlıklı çıkarı gözetmek zorundadır. Bu failin çıkarı (meşru savunma) olabilirken, üçüncü bir şahsın çıkarı da söz konusu olabilir( acil durum yardımı)[3]. Meşru savunma, bir saldırının varlığı halinde bireyin kendisini savunabileceği temel düşüncesine dayanmaktadır. Çünkü bizatihi haksız davranan başka birisinin bir saldırısına maruz kalmaktadır ve buna karşılık saldırgana karşı kendisini savunmaktadır[4]. Meşru savunma, failin bireysel menfaatini savunması dışında, kamu düzeninin korunması amacıyla hukuki menfaatin gerçekleşmesi olarak da kabul edilir[5].

Meşru savunma hakkı, “İki Unsur Teorisi”ni temel alır; kişinin, hem kendisini ya da üçüncü bir kişiyi savunması ya da malvarlığını koruması ( savunma prensibi) hem de hukuk düzenine karşı savunma prensibi) durumunda doğar. İşte bu ikili bakış açısı saldırıya uğrayana geniş müdahale hakkı verir[6].

Meşru savunma yoluyla hukuka uygunluk, hukukun haksızlığın karşısında kaçınması gerekmediği fikrine dayanır. Meşru savunmayla korunan çıkarlar saldırganın etkisine giren çıkarı bu nedenle aşmak zorunda değildir. Çünkü savunmanın yasallığı hukuk düzeninin savunmasına dayanmaktadır. Yani, saldırganın zarara yol açtığı hakların değersizliği, savunmanın sadece kişisel hakları korumasıyla karşılanmamakta, bilakis hukuki düzenin yürürlülüğü için devreye girmektedir[7].

Meşru savunmada failin gerek kendisine ve gerekse üçüncü şahsa ait bir hakka yöneltilmiş olarak gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o andaki durum ve koşullara göre saldırı ile orantılı bir biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiilden dolayı faile ceza verilmeme halini ifade eder. Bir kişinin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki, dış görünüşü itibariyle suç oluşturan bir fiil olmasına rağmen meşru savunma halinin meydana geldiği durumda fail bu fiilinden dolayı cezalandırılmaz. Kişinin meşru savunma sınırları içinde davrandığının kabul edilebilmesi için kendisinin veya üçüncü bir kişinin hakkına yönelik saldırının var olması ve bu saldırının derhal uzaklaştırılması gereken bir saldırı olması gerekmektedir. Bir fiilin saldırı olup olmadığı somut olaya göre belirlenmelidir[8]. Meşru savunma hali hukuka uygunluk nedeni oluşturur. Kendi şahsı veya başkası haksız bir saldırıya uğradığı için karşı koyan kimse, saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla ve uzaklaştırmaya yetecek ölçü ve oranda kuvvet kullanmakta ve böylece başka şekilde korunamayacak bir hakkı bizzat korumaktadır[9].

Meşru savunma hakkı açıkçası önemli bir hak olup, insan doğası ve kendini koruma içgüdüsü kadar da eski, temel kişisel bir haktır. Fakat kanunların hüküm sürdüğü modern devletlerde, savunmaya başvuru kuraldan farklı bir istisna olmalıdır ve her durumda, savunmanın sınırları kesin bir şekilde çizilmelidir[10]. Diğer bir ifadeyle, tüm yasal sistemlerde hukuka uygunluk nedenlerinin en eski esası olan meşru savunma, kanunla yasaklanmış olan bir fiilin hukuka aykırılıktan çıkmış olma durumu ile ilgili olarak neredeyse evrensel bir esastır. Her ne kadar eski “Hukuk hukuksuzluğa boyun eğmemelidir” esası prensip olarak görülse de kapsamı ve menzili değiştirilmektedir. Meşru savunma çok uzun bir zaman boyunca öncelikle şahsın fiili bir saldırıya karşı elinde bulunan kişisel bir hak olarak görülmüştür. Bu günlerde meşru savunmanın sosyal işlevine aynı (hatta belkli de daha fazla) ağırlık veriliyor: savunmacının şahsi menfaatinin savunmasının yanında, umumi barışın sağlanması için yasal menfaatin gerçekleştirilmesi olarak da görülmektedir. Bu şekilde kişisel meşru savunma ile kanun ve düzenin sosyal anlamda korunmasının bir araya getirilmesi ile meşru savunma konsepti genişleyici olduğu kadar sınırlayıcı da olan bir gelişime maruz kalıyor. Sosyal bakış açısı bağlamında genişleyicidir, yani meşru savunma hakkının saldırgan şahısla sınırlı kalması şart değildir ve yardım şeklinde üçüncü kişilere de uzanır (prensipte böyle bir yardım kamu menfaati lehine çevrilebilir). Aynı zamanda da sınırlayıcıdır yani meşru savunma her halükarda kullanılacak yegâne bir hak değildir, ancak sosyal işlevinin çarpıtılmadığı bir yolla her halükarda kullanılacak bir hak halini alır[11].

Meşru savunma kendiliğinden caiz bir karşı saldırı değildir. Bir ölçüde (sınırlı) mevcut menfaatlerle bağlantılıdır. Bu, meşru savunmanın da yüksek menfaat sebebiyle hukuka uygunluğun bir olgusu olduğu anlamına gelmektedir. Ancak burada meşru savunmanın, savunma tarafından zarar verilen şeyden daha değerli olan bir menfaati koruması gerektiği anlaşılmasın. Buna ek olarak, meşru savunmanın hem şahsi hem de toplumsal bir işlevi vardır. Meşru savunmada bulunan, sadece kendi menfaatini değil, aynı zamanda umumi barışı da koruduğu için, bu toplumsal menfaat de savunmada bulunanın kefesine koyulmalıdır. Dolayısıyla, meşru savunma toplumsal barış menfaatlerini de hesaba kattıktan sonra da savunulan değer saldırgana yapılan zarardan düşük ise haklı çıkarma işlevini yitirecektir[12]. Diğer bir ifadeyle, meşru savunmada savunmayı gerçekleştiren kişinin eylemi saldırgan kendisine zarar vermeyi hedeflediğinden değil; daha büyük bir sosyal değer yüzünden meşrulaşıyor[13].

Hukukun en eski kurumlarından olan meşru savunma, her zaman ve her dönemde ceza hukuku sistemlerinde kabul edilmiştir. Günümüzde de meşru savunmayı kabul etmemiş bulunan hiçbir hukuk düzeni yoktur. Roma hukukunda, Cermen hukukunda, Kanonik hukukunda, İslam hukukunda değişik düzenlemelerle meşru savunma kurumu kabul edilmiştir[15]. Meşru savunmaya 1982 Anayasası'nda da yer verilmiş ve meşru savunma hali yaşama hakkının sınırlama sebeplerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Meşru savunma kavramı doktrinde; “meşru müdafaa”[16], “yasal savunma”[17] veya “haklı savunma”[18] sözcükleriyle adlandırılmaktadır.

Meşru savunma kavramına ilişkin mülga Türk Ceza Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu arasındaki diğer bir fark ise, sınırın aşılması konusunda ortaya çıkmaktadır. Mülga Kanun'un 50’nci maddesine göre, sınırın aşılmasında kast- taksir ayırımına gidilmeden indirimli bir ceza verilmekle birlikte, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na göre, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, bu durumda taksirle işlenen suçtan ceza verilecek ve TCK’nın 27/1’inci maddesi gereğince ceza indirimi yoluna gidilecektir. Ancak eylemin taksirle işlenebilen suçlardan olmaması halinde cezalandırma mümkün olmayacaktır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’u ile getirilen bir diğer yeniliğe göre ise, meşru savunmada sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş olması halinde fail cezalandırılmayacaktır.

Meşru savunma, suçun hukuka aykırılığını ortadan kaldıran hukuka uygunluk nedenlerinden bir tanesi olarak kabul edilmiş olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ nun genel hükümler bahsinde, birinci kitap ikinci kısım ikinci bölümünde “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlığı ile 25’ inci maddesinde düzenleme konusu edilmiştir. Buna göre meşru savunma; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiiller… ceza verilmez” hükmünü içermektedir.

Meşru savunma, bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı, uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepkidir[19]. Kendi şahsı veya başkası haksız bir saldırıya uğradığı için karşı koyan kimse, saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla ve uzaklaştırmaya yetecek ölçü ve oranda kuvvet kullanmakta ve böylece, başka şekilde korunamayacak olan bir hakkı bizzat korumaktadır[20]. Diğer bir ifadeyle, kişinin kendisinin veya başkasının hukuki varlığını, gerçekleşmekte ya da gerçekleşmesi yakın olan, hukuka aykırı bir saldırıya karşı zorunlu savunmasıdır[21].

5237 sayılı TCK’nın 25’inci maddesinin 1’inci fıkrasında, bir hukuka uygunluk nedeni olarak meşru savunma düzenlenmiştir. Meşru savunma kişinin kendi kendini savunmasıdır. Esasında meşru savunma devlete ait olan saldırılara karşı kişileri koruma görevinin, sıkı şartlara bağlı olarak kişilere bırakılmış olmasını ifade eder. Böyle bir düzenleme zorunludur. Zira bu durum hem her canlının saldırı karşısında kendisini savunma yönündeki içgüdüsel davranışına, hem de suç siyasetine uygundur. Çünkü meşru savunma suçla mücadelede önemli bir araç fonksiyonu da görerek, suçlular üzerinde caydırıcı bir etki meydana getirecektir[22]. Nitekim 25’inci maddenin gerekçesinde “….her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir. Esasen, kanunlarımızda mala karşı saldırılarda da meşru savunmayı kabul eden hükümlere yer verilmiş olması kurumun bu şekilde düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir, şeklinde belirtilerek meşru savunmanın insanın kendisini savunma içgüdüsünden kaynaklanan bir tepki olduğu ve suç işlemeyi önleyebilecek nitelikte bir fonksiyona sahip hale getirildiği ifade edilmiştir[23].

Meşru savunmanın özünü, insanın kendini koruma içgüdüsü oluşturur[24]. Meşru savunma, bir kimsenin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade eder. Meşru savunma halinde, halen mevcut bir saldırıyı defetmek amacıyla işlenen fiil dış görünüşü itibariyle bir suç oluşturmaktadır. Ancak bu fiil, gerçekleşmekte olan bir saldırıyı uzaklaştırmak ve başka şekilde korunamayacak bir hakkı korumak amacıyla işlendiği için hukuka aykırı değildir. Bu amaç meşru savunmanın bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır[25]. Diğer bir ifadeyle, meşru savunma halinde hukuk düzeni saldırıya uğrayanın menfaatini saldıranın menfaatini kanuna karşı çıkanın menfaatine tercih eder[26]. Meşru savunmadaki temel düşünce, ‘‘ hukuk haksızlığı görmezlikten gelemez’’ düşüncesidir. Bu nedenle, kendisine yönelik ve o anda mevcut bir hukuka aykırı saldırıdan kendisini korumak için hareket eden kişi, hukuka uygun hareket etmektedir[27]. Meşru savunmaya, kanunda, genel bir ifade olmaktan öte “ teknik “ her hangi bir değeri bulunmayan “ Ceza sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler “ arasında yer verilmiş, ancak madde gerekçesinde, bu tarihi kurumun, doğru olarak bir “ hukuka uygunluk nedeni “ olduğu belirtilmiştir[28].

Türk öğretisinde, meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir[29]. Meşru savunma hukuka aykırılığı ortadan kaldıran nedenlerden biridir. Haksız bir saldırıdan korunmak için yapılan hareketlerin suç oluşturması durumunda eylemin hukuka aykırı sayılamayacağı bazı koşullarla kabul edilmiştir. Meşru savunmada, bir kişinin herhangi bir hakkına yönelik saldırının def edilmesi amacıyla saldırıyla orantılı ve ölçülü olarak girişilen bir savunma durumu söz konusudur. Dolayısıyla görünüş itibariyle tipik suç neticesinin ortaya çıkmış olması eylemi hukuka aykırı kılmaz. Çünkü aslında kişinin kendisinin veya üçüncü bir kişinin saldırıya uğrayan bir hakkını korumak amacıyla giriştiği eylem, başka türlü korunma imkânının söz konusu olmadığı bir ortamda sadece bu amaca yönelik olması ve savunma sınırları içerisinde kalması halinde hukuka aykırı olmaz. Kanun saldırıya uğrayan kişiye böylesine sınırlandırılmış bir yetki vererek, sadece savunmayla sınırlı kalmak üzere bir nevi kişiyi, onu korumakla görevli otoritenin yerine koymaktadır. Zaten başka türlü saldırıdan kurtulma imkânının olmadığı bir durumda ancak meşru savunmaya başvurulabileceği koşulu da bunun bir yansımasıdır. Bu bakımdan girişilen eylem hukuka uygun kabul edilmektedir[30].

Meşru savunma haksız bir saldırıya karşı doğal ve insani bir tepki olup, hukuk düzeni saldırıya uğrayanın yararlarını, saldırıda bulunanın yararlarına tercih etmektedir. Meşru savunma faile, kendisini veya üçüncü şahsı hukuki olarak koruma imkânı sağlamaktadır. Hukuk, hukuka aykırılığı görmezlikten gelemeyeceği gibi, hukuka aykırılığa katlanma yükümlülüğü de getiremez. Meşru savunma içgüdüsel ve hukuki bir hak olup, hukukun korunmasına hizmet eder. Meşru savunma insanın doğasında bulunan kendisini veya saldırıya maruz kalmış üçüncü kişiyi haksız saldırıdan koruma içgüdüsünün hukuk düzenince tanınmasıdır. Bu nedenlerle failin meşru savunma halinde, hukuka hizmet etmesi nedeniyle cezalandırılmaması gerekmektedir. Maalesef meşru savunma yasada bir hukuka uygunluk nedeni olmasına rağmen uygulamada çok istisnai durumlarda uygulanan bir hukuka uygunluk nedenidir. “Ortada bir saldırı varsa bir kişi cezalandırılmalıdır”, mantığının hukuksal bir zemini bulunmadığı gibi adalete aykırı kararların verilmesine sebebiyet vermektedir. Meşru savunma halinin soruşturma aşamasında titizlikle araştırılarak varlığı halinde fail hakkında dava açılmaması gerekir. Aksi takdirde suçsuz insanlar sanık olarak yargılanmakta hatta “şüphe varsa iddia güçlenir” yaklaşımıyla failin ceza almasına yönelik kurgular oluşturabilmekte olup bu durum adalet ve hukuk güvenliği açısından büyük sakıncalar içermektedir.

DR.CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

----------------

[1] Dönmezer, Sulhi, Genel Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul 2003,166.

[2] Kühl, Kristian, Strafrecht Allgemeiner Teil, 6. Auflage, Verlag Vahlen, München 2008, 112.

[3] Gropp, Walter, Strafrecht Allgemeiner Teil, Springer 2005, 119.

[4] Heinrich, Bernd, Ceza Hukuku Genel Kısım I, Editör, Ünver, Yener (çev Hakeri, Hakan/ Ünver, Yener /Özbek, Veli, Özer/ Çakmut, Özlem, Yenerer/ Erman, Barış/ Doğan, Koray/ Atladı, Ramazan Barış/ Bacaksız, Pınar/ Tepe, İlker ), Ankara 2014, 213.

[5] Jescheck, Hans Heinrich, Lehnrbuch, des Strafrechts, Allgemeiner Teil, 3d ed, Berlin 1978, s. 270.

[6] Greve, Holger, Rechtfertigung privater,, Folter” zwischen Nothilfe und Menschenwürde, Berlin 2014, 237.

Zeitschrift Internationale Strafrechtsdogmatik-www.zis-online.com (erişim tarihi 14.03.2015).

[7] Gropp, 204.

[8] Metiner, Haydar/Koç, E, Ahsen, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri, Ankara 2008, 581-582.

[9] İçel Kayıhan/Sokullu, Akıncı Füsun/ Özgenç, İzzet/Sözüer, Âdem/ Mahmutoğlu, Fatih, S / Ünver, Yener, Suç Teorisi, II, Kitap, 3.Baskı, İstanbul, 2004, 129.

[10]Conde, Francisco Munoz ,“Putative Self- Defense: A Borderline Case Between Justification and Excuse, ”, New Criminal Law Review, Vol. 11, Number 4, Fall 2008, s. 596, http://www. ucpressjournals.com/reprintInfo.asp. DOI: 10,1525/nclr.2008.11.4.590 (erişim tarihi 21. 01. 2015).

[11] Eser, Albin, Justificiation and Excuse, Originalbeitrag Erschienen in; The American Journal of Comparative Law 24 (1976), 631-632.

[12] Eser, 633-634.

[13] Grabczynska, Arlette/ Ferzan, Kimberly Kessler, “Justifying Killing In Self- Defence”, Jourrnal of Criminal Law and Criminology, Book Review, Volume 99, Article 6, Fall 2008, http://scholarlycommons.law.northwestern.edu/jclc, 239 (erişim tarihi: 14.01.2014).

[14] Dönmezer, 166-167.

[15] Ateşoğulları Emrah, , Meşru Savunma Tartışmaları, s. 1, www.turkhukuksitesi.com.tr ( Erişim Tarihi:28.06.2014).

[16] Dönmezer, Sulhi/Erman, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, C:II, İstanbul 1983, n.783, s. 107-108;Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 408-409;Toroslu, Nevzat, Ceza Hukuku, Ankara 2005, 103.

[17] Centel, Nur /Zafer, Hamide /Çakmut, Özlem Yenerer, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 8. Baskı, İstanbul 2014, 295.

[18] İçel, Kayıhan /Evik, A. Hakan İçel Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Kitap, 4. Baskı, İstanbul 2007, s. 109; Özbek, Veli Özer /Kanbur, Mehmet Nihat /Doğan, Koray /Bacaksız, Pınar /Tepe, İlker, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 7. Baskı, Ankara 2014, 308.

[19] Yargıtay CGK'nun 22.05.1995 tarihli ve 1-80/158 sayılı kararında meşru savunma şöyle tarif edilmiştir: "... Meşru savunma; failin ağır ve haksız bir saldırıyı kendisinden veya başkalarından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepkidir. Yasal savunma koşulları altında işlenen eylem hukuka uygundur Bu halde, hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceği için faile ceza verilemez..." şeklindeki kararı için bkz. YKD, 1995, S: 8, 1293-1296.

[20] Dönmezer/Erman, 107.

[21] Meran, Necati, Yasal Savunma (Meşru Müdafa) Kavramı ve Mal İçin Yasal Savunma, Yargıtay Dergisi, Ankara, Yıl: 28, S: 108, 557.

[22] Öztürk, Bahri/Erdem, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, 8. Baskı, Ankara, 2005, 142, kn. 209.

[23] Doktrinde gerekçedeki bu ifade tarzını eleştirmekte olup, kişileri adeta kendiliğinden hak almaya teşvik eden ve bireylere cezalandırma yetkisi verircesine düzenlenen gerekçeye katılmanın mümkün olmadığı belirtilmektedir. Mahmutoğlu, Fatih, Hukuk Ve Adalet, “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri”,, İstanbul, Nisan 2005, 49.

[24] YCGK’nun 26.11.1991 tarihli, 2556 esas ve 2846 sayılı kararı, YKD XVIII, Ocak 1992, 124 vd.

[25] Özgenç, İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Ankara 2005, 368-369.

[26] Toroslu, s.103.

[27] İçel, Kayıhan/Sokullu, Akıncı Füsun/ Özgenç İzzet/ Sözüer Adem / Mahmutoğlu Fatih S/Ünver Yener, Suç Teorisi, II. Kitap, 3.Baskı, İstanbul, 2004, 131.

[28] Hafızoğlulları, 6.

[29] Dönmezer/Erman, 115; İçel/Evik, 111; Centel/Zafer/Çakmut, 295; Hafızoğlulları, 6.

[30] Özbek ve diğerleri, s. 309; Centel/Zafer/Çakmut, 295 vd.