Hepsine bir şeyler katıştırdık ve hepsinin gerçeğini kaybettik.

Gerçek bal, gerçek şeker, gerçek tuz, gerçek un, gerçek et, gerçek süt, gerçek yoğurt, gerçek peynir, gerçek et döner, gerçek karpuz, gerçek meyve suyu, gerçek mısır, gerçek buğday vs vs. Artık hiç birisine gerçek veya organik diyemiyoruz.

Gerçeğini ara ki bulasın. Bulsak da fiyatlarına sebep alamıyoruz. Mecburiyetten veya yoksunluktan kötülerin içinden en iyisi sandığımız kötüyü seçip almaya çalışıyoruz.

Gerçek kelimesine mi, yoksa bu kelimeyi tamlama olarak kullandığımız ürünlere mi yazık ettik bilemedim doğrusu. Sanırım hem gerçeğe, hem de gerçeğini kaybettiğimiz şeylere yazık ettik.

Katkı maddeli, genetiği değiştirilmiş gıdalarla bünyelerimizi bozdukça bozduk.

Kanser almış başını yürümüş, damarlarımızda kan yerine neler dolaşmaya başladı kim bilir!

Hepimiz sırayla kalp hastanelerinin, onkoloji merkezlerinin, psikiyatristlerin, terapistlerin hasta listelerine yazılır olduk.

Ekranlarda devamlı sahte gıda haberleri, sahte içki, sahte sigara, sahte, sahte, sahte.

Karpuza bile kabak aşısı yapıp kabak tadı verdik.

Gerçekten iyi yapmak yerine baştan savma şekilde ürettik. Üç kuruşluk menfaatler için başkalarının sağlıklarıyla, yaşamlarıyla oynar olduk.

Sonuç ortada. Yediğimiz içtiğimiz neyse ona dönüştük.

Sahte insanlara döndük vesselam.

Ucuz tamahkarlıklarla sahte bir ahmaklar Cenneti yaratmaya başladığımızda, paha biçilmez gerçek bir Cennet olan dünyamızı öldürmeye başlamıştık.

Bünyelerimizdeki bozukluk, ruhlarımıza da yansıdı.

Güveni kaybettik.

Ne aldığımız ürüne ne aldığımız hizmete güveniyoruz.

Sonuçta; başkalarını mutsuz ederek mutlu olmaya çalıştığımızdan mıdır nedir bir türlü mutlu ve huzurlu da olamadık.

Ömürlerimiz sahteleşince, düşünceler de sahteleşti.

Görüntüye kanar olduk. Güya uyanık davranıyorduk ama her gördüğümüze, her duyduğumuza inanmaktan da geri durmadık.

Kanmak bilmedik kandırıldıkça kandırılmaya…

Sanal gerçeklikte,  yaşamın gerçeğini de kaybettik.

Sosyal medyada gülen sahte yüzlerimiz, gerçek hayatta somurtkanlaştı.

Çevremizdeki insanlardan gerçek bir tebessümü, bir merhabayı bile esirger olduk.

Birbirimize hal hatır sormaz olduk.

En yakınlarımız dahi olsa; karşımızdakini ya dinler gibi yaptık, ya da sadece cevap vermek için dinler olduk.

Herkesi karşımıza alır olduk. Yanımızda yöremizde kimse kalmadı. Yalnızlaştıkça yalnızlaştık.

Sanal mutluluklarda kaybolduk. Ama tek başımıza kaldık.

İşin acı yanı, her şeyin sahtesini birileri gayet iyi yapıyor, orası kesin. Belki de hepimiz bunu iyi becerir olduk!

En sonunda günümüz dünyasında çok nadir olan bir şeyi başardık. Bir konuda anlaştık; hemen her zaman karşımızdakini eleştirmekte. Hem de acımasızca…

Anlaştığımız şeyde dahi yanıldık. Dünyanın kötüye gittiği, insanlığımızın kötüye gittiği, benliklerimizi yitirdiğimiz, kötünün daima kazandığı vs. vs.

Kendimizi kandırmada da gayet başarılıyız anlayacağınız.

Oysa; iyi yapmakta, iyiyi üretmekte, iyi hizmet sunmakta, iyiyi desteklemekte anlaşmadığımız sürece, hep sahteler gerçeklerden iyi! olmaya devam edecek. (Yazımın siyasetle ilgisi olmadığını bu aşamada yazma zarureti hissediyorum nedense!)

 “Mutlu olmanın en basit yolu, iyi yapmaktır.” diyor Helen Keller.

Aslında formül bu kadar basit

Her ne yapıyorsak iyi yapmamızın zamanı gelmedi mi hala?

İyi yaptığımızda iyiyi ürettiğimizi, iyiyi çoğalttığımızı kavramanın vakti geçmek üzere.

Bu basit formülde geçen kelimelerin Türk Dil Kurumu Sözlüğündeki anlamlarına bakıyorum.

Mutluluk: Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, kut, mut, saadet.

Mutlu: Mutluluğa erişmiş olan, mesut, bahtiyar.

Mutlu olmak: Mutluluk duymak, bahtiyar olmak.

Olmak: Meydana gelmek, varlık kazanmak, bir durumdan başka bir duruma geçmek, herhangi bir durumda bulunmak.

Basit: Yapılması veya anlaşılması kolay olan, karışık olmayan, bayağı, kolay, süssüz, gösterişsiz.

Yol: Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, yöntem.

İyi: İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı, yerinde, uygun, yeterli, yararlı.

Yapmak: Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek, onarmak, tamir etmek, bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek, uygulamak, ifa etmek, gerçekleştirmek, davranmak, hareket etmek, bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak.

Bu basit formülü karmaşıklaştırmak değil niyetim. Kelimelerin neler ifade ettiğini ve cümle bütünlüğü kurulduğunda oluşan, oluşabilecek anlam zenginliğini ortaya koymaya çalışıyorum.

Yedi kelimelik bu cümleden bile, her bir kelimenin anlamlarından birer  kelime alarak yeni yeni anlamlar, yeni yeni daha iyi cümleler çıkarabileceğimizi ve kendi  öz cümlelerimizi kurabileceğimizi görmemiz gerekiyor.

Kendimiz olarak nice cümleler, nice güzel, nice gerçek hikayeler üretebiliriz.

Yeter ki iyiye niyet edelim ve kendi iç deryamıza adım atalım. Gerisi gelir. Emin olun yelkenlerimize dolan rüzgara şaşırırız. Bilinç yelkenlerimizi açalım yeter ki.

Bir gün, “Alaaddin’in Sihirli Lambası” masalını okurken, okşanan lambadan çıkan cinin “dile benden ne dilersen, üç dilek hakkın var…” dediğini duyan oğluma sordum. -“Senin üç dilek hakkın olsa neler dilerdin?”. –“Ben üç dilek dilemezdim” diyerek devam etti -“Ben sadece bir dilek dilerdim, hayatım boyunca mutlu yaşamak.” Vay seni uyanık vaay, işi kökünden çözdü kerata…

Hepimizin hayattaki yegane amacı mutlu olmak değil mi? Belki de ebedi mutluluğu aramak.

Aslında bizler, mutlu olmak ve iyi yaşamak için, iyi olmak gerektiğini unuttuk galiba.

Peki ne yapmalıyız?

Kötü olmamız için illaki kötülük yapmamız gerekmiyor.

Nemelazımcılıkla, hemencecik kötüler lehine iyiler safından koptuğumuzu fark etmemiz gerek.

Vermediğimiz şeyi alamayız, yaptığımız işe kendimizi vermezsek o işten çok şey beklememeliyiz.

Kendimizi iyi etmek için, iyi olmak için, yaptığımız şeylerin bize iyi gelmesi için, hayatımızın iyi gitmesi için, iyi ki varım, iyi ki yaşıyorum, iyi ki doğdum demek için ne yapıyorsak iyi yapmalıyız…

Çiftçi, işçi, avukat, stajyer, hakim, savcı, asker, polis, memur, mühendis, doktor, öğretmen vs.; yaşamdaki işimiz her ne ise, onu iyi temsil etmeli ve mesleğimizde iyi olmalıyız.

Sadece işimizde iyi olmak yetmez elbet. Arkadaş, sevgili, dost, anne, baba, evlat, nine, dede, torun vs.; konumumuz her ne ise onda da iyi olmalıyız.

İyi olmak için öncelikle kendimiz olmalı, kendimizi tanımalı, kendimizle barışmalıyız. (Özellikle biz hukukçular) Kendimiz olmak için de öncelikle kendi cümlelerimizi kurmalıyız.

Kim ne derse desin, kim kimin cümleleriyle konuşursa konuşsun biz öncelikle kendi cümlelerimizin efendisi olmalıyız. Kendi aklımızın, kendi vicdanımızın, kendi gönlümüzün efendisi…

Bize dikte edilen bunca sahteleştirilmiş dünyanın kölesi olmak yerine, kendi hayatımızın efendisi olmaya var mısınız?

Korku ve önyargının bölücülüğünden kurtulup; iyi olmakta, iyi yapmakta, iyiyi ortaya koymakta, iyi hareket etmekte, iyi davranmakta, iyiyi güzeli tavsiye etmekte birleşmeliyiz.

“Kızgın insanlar ne kadar güçlü olduklarını görmenizi ister. Sevgi dolu insanlar, ne kadar güçlü olduğunuzu görmenizi ister.” diyor Kızılderili şefi Kızıl Kartal.

Kötülerin, sahtecilerin, sinirlilerin, kavgacıların, ayrıştırıcıların değil; asıl, işlerini iyi yapan, iyi düşünen, iyi  bakan, iyi gören, yaşamında mutlu olan sevgi dolu insanların güçlü olduğunu ve her daim iyilerin, sevginin ayakta kalacağını biliyorum.

Şarkısında, “Ne yaparsan yap, aşk ile yap.” diyor Kenan Doğulu. Aşk ile ve iyi yap; aşkın ve iyinin kendisi ol.

Genetiği bozulmuş, şişirilmiş, pohpohlanmış  sahte dünyaların yaratmaya çalıştığı ahmaklar Cennetinde üç kuruşluk menfaatlere köle olmak mı?

Tamamen organik, yüreğimizdeki aşkla ve iyilikle kuracağımız, mütevazi, kendi öz Cennetimizin efendisi olmak mı?

“Avukatlar hiçbir zaman köle olmadılar ve köle de kullanmadılar. Efendileri de olmadı…” dediğinizi duyar gibiyim... :))

Sihirli lamba Alaadin’in lambası. Bizim için; lamba da, lambanın cini de, Alaaddin de  masallarda kalalı çok oldu.

Bizim sihirli lambamız, çalışmak. Cinimiz de; işimiz, o anki uğraşımız veya konumumuz her ne ise, onu aşk ile iyi yapmak.

Tüm dostlara, mutlu ve kutlu hayatlar dilerim…

FARZ-I MUHAL PAŞA