Bir kişi ya da gruba karşı sahip olduğu kimliği, engelliği, inancı, politik görüşü, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği gibi özellikler sebebiyle doğrudan veya dolaylı olarak saldırılması nefret suçunu oluşturmaktadır. Nefret suçlarında, saldırıya ya da ayrıştırıcı davranışa maruz kalan kişiler herhangi bir eylemi nedeniyle değil var olan özellikleri, cinsel yönelimi, görünümleri, etnik kökenleri, milletleri sebebiyle saldırıya uğramaktadırlar. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı nefret suçunu “mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek ya da hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her tür suç.” şekliyle ele almaktadır. Nefret suçları literatürde önyargı suçları olarak da anılmaktadır.

Nefret suçu ve nefret söylemi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Nefret söylemi, nefret suçunun ilk aşamasıdır diyebiliriz. Kişinin mevcut özelliklerinden rahatsız olan, tahammül edemeyen, toplumda yerinin olmadığını düşünen kişilerin ayrıştırıcı söylemlerine ise nefret söylemi adını veririz. Nefret söylemleri kişileri ötekileştirir, hedef gösterir ve toplumdan dışlar. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 1997’de kabul edilen R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemini; “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dahil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Nefret söylemleri ile birlikte “kişinin sahip olduğu kimliği, engelliliği, inancı politik görüşü, cinsel yönelimi gibi özellikleri sebebiyle toplumda yerinin olmadığı düşüncesi” nefret söylemine maruz kalan kişinin anayasal hakkı olan yaşam hakkını ihlal etmektedir.

İfade özgürlüğü kapsamına nefret söylemlerini de dahil edenler olmuştur. Fakat nefret söylemlerinin ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilmemesi için çok bariz nedenler mevcuttur. Nefret söylemine maruz kalan kişi ya da grupların temel hak ve özgürlükleri tehlikededir. Bu söylemlere maruz kalan kişilere ve gruplara karşı düşmanlaşma artacaktır.

Nefret söylemi ve suçları bakımından AİHM’e taşınan ve sonuçlanan birçok dava bulunmaktadır. AİHM tarafından verilen kararlar ise nefret söylemleri ifade özgürlüğü kapsamında yer almayacağı yönündedir. AİHS’in 10. Maddesinde ifade özgürlüğü, İfade Özgürlüğü başlığı altında “ 1. Her fert ifade ve izhar hakkına maliktir. Bu hak içtihat hürriyetini ve resmî makamların müdahalesi ve memleket sınırları mevzuubahis olmaksızın, haber veya fikir almak veya vermek serbestisini ihtiva eder. Bu madde, devletlerin radyo, sinema veya televizyon işletmelerini bir müsaade rejimine tabi kılmalarına mâni değildir. 2. Kullanılması vazife ve mesuliyeti tazammun eden bu hürriyetler, demokratik bir toplulukta, zaruri tedbirler mahiyetinde olarak, millî güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya âmme emniyetinin, nizamı muhafazanın, suçun önlenmesinin, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret veya haklarının korunması, gizli haberlerin ifşasına mâni olunması veya adalet kuvvetinin üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanması için ancak ve kanunla, muayyen merasime, şartlara, tahditlere veya müeyyidelere tabi tutulabilir” şeklinde açıklanmaktadır.  AİHM kararlarında görüldüğü üzere AİHM, hoşgörüsüzlüğe yer veren ya da hoşgörüsüzlüğü ve nefreti yayan hiçbir söylemi AİHS’in 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü kapsamına dahil etmemektedir. AİHM göre her devletin uluslararası hukuk kapsamında etnik kimliği sebebiyle saldırıya maruz kalan kişi ve grupları koruma yükümlülüğü söz konusudur.

Türkiye’de etnik köken, farklı inanç, engellilik, cinsel yönelim cinsiyet kimliği gibi birçok nedenle nefret suçu işlenmektedir. Nefret suçlarının ve söylemlerinin önlenmesine yönelik herhangi bir düzenleme yasada bulunmadığı gibi bu konuda yasada düzenleme tek bir başlık altında yapılmamıştır.  Örneğin, TCK madde 122’de “nefret ve ayrımcılık suçu” düzenlenirken 125. maddede “hakaret suçu”, 115. maddede “inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi suçu”, 153. maddede “ibadethane ve mezarlıklara zarar verme suçu” ve 216. maddede “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçu” düzenlenmiş olarak karşımıza çıkmaktadır.  Düzenlenmiş olan bu maddeler oldukça sınırlıdır. Bu durumun getirisi olarak birçok nefret suçu ve nefret söylemi cezasız kalmaktadır. Toplumsal cinsiyete ve cinsel yönelim temelli yaşanan nefret söylemleri, nefret suçları içerisinde değerlendirilmemektedir. Bununla birlikte Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun uygulama yönetmeliğinde cinsel yönelime dayalı ayrımcılık kapsam dışında bırakılmıştır.

2020 yılında sadece İnsan Hakları Derneği’nin tespitlerine göre 14 ırkçı saldırı olayında 3’ü Suriyeli çocuk olmak üzere 7 kişi öldürülmüştür. 2020 yılındaki vakalarda en az 32 kişi de yaralanmıştır.  İnsan Hakları Derneği’nin “2019 İnsan Hakları İhlalleri Raporuna” göre 2019 yılı içerisinde bir kişi ırkçı saldırılar, beş kişi de LGBTİ+’lara yönelik saldırılar sonucu yaşamını kaybetmiş, 27 kişi de uğradıkları nefret saldırıları sonucunda yaralanmıştır. 2010 yılından bu yana 280 ırkçı saldırıda 15 kişi öldürülmüş ve 1097 kişinin de yaralanmıştır. İnsan Hakları Derneği “Nefret Cinayetleri ve Yaralanmalara” ilişkin mevcut verilerinde bu durum daha net bir biçimde görülmektedir. Bu veriler nefret saikiyle işlenmiş suçlar sonucu otaya çıkan ölüm ve yaralanmaların Türkiye’nin temel insan hakları sorunlarından biri olduğunu gözler önüne sermektedir. Saldırıya maruz kalan mağdurların Anayasal hakkı olan yaşam hakkı ihlal edilmektedir.  Buna karşın, nefret suçlarındaki gerçek verilerin İnsan Hakları Derneği’nin ulaşabildiği verilerin ötesinde olduğu bilmekteyiz. İnsan Hakları Derneği ve alanda çalışan diğer kurumlara ait raporlar, nefret söylemi ve nefret suçlarının Türkiye’de gündelik hayatın bir parçası olduğunu göstermektedir

Tüm bunlarla birlikte Türkiye’de Nefret suçlarının önlenmesi amacıyla nefret söylemlerinin ortadan kalkması için belirli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu düzenlemelere konu olması gerekenler öncelikle; cinsel yönelim ve cinsel kimlik ile birlikte toplumsal cinsiyet temelli yapılan saldırılar, etnik kökene, mezhep ve dini inanca yönelik gerçekleştirilen saldırılar gelmektedir. Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI) Irkçılık ve Irkçılığa Dayalı Ayrımcılığa dair 7 No’lu Genel Politika Tavsiyesi (GPR) TCK ile uyumlu hale getirilmelidir. Nefret söylemlerinin ortadan kaldırılması için okullardan başlayarak farkındalık eğitimleri verilmesi gerekmektedir. Küçük yaştan itibaren kişilerde dışlayıcı olmayan kapsayıcı düşünce yapısı gelişerek nefret suçlarının önüne geçilmesi söz konusu olacaktır. Bunula birlikte siyasi liderlerinde içerisinde yer aldığı bazı meslek guruplarına verilen eğitimler sayesinde nefret söylemlerine maruz kalan mağdurlara karşı olumsuz yaklaşımlardan uzak, etkili iletişim yöntemleri gelişecektir ve mağdurlara karşı ötekileştirici, kutuplaştırıcı ve ayrımcı dil kullanılmayacaktır. Irkçı, homofobik, transfobik nefret suçlarının soruşturulmasında ve cezalandırılmasında yetkili kolluk kuvvetlerinin saldırıya maruz kalan mağdur ile iş birliği içerisinde mağdurun önyargıya maruz kalmadan güvenli iletişim kurması çok önemlidir. Kanaatimce gerekli önlemlerin alınmasıyla Türkiye’deki nefret söylemleri ve nefret suçları son bulacaktır.

Nefret içerikli saldırgan davranışlar bugün sadece insana yönelmemektedir. Bu günlerde yaşadığımız olaylarda görmekteyiz ki nefret doğaya hayvana ve aynı nefesi soluduğumuz tüm canlılara yönelmekte ve zarar vermektedir. Nefret çözüm değildir ancak huzurlu bir yaşamın önünde en büyük engeldir. Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en büyük afetiyle mücadele ederken sosyal medyada yapılan birtakım saldırgan ve nefret içerikli paylaşımlar birlik ve bütünlüğümüze zarar vermektedir. Yaşanan bu zor günlerde birlik ve bütünlüğümüzü sürdürmeli ve birbirimize destek olmaktan vazgeçmemeliyiz.

Av. Begüm GÜREL & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Ayşenur ÖZTÜRK