Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerinin projelendirilmesi ile birlikte başlayan tartışmalar, Akkuyu’da nükleer santralin temelinin atılmasıyla iyice alevlenmiş ve konuyla ilgili bilgi kirliliği had safhaya ulaşmıştır. Nükleer enerjinin ülkemize getireceği faydaları ve zararları analiz edebilmek için öncelikle Dünya’da ve Türkiye’de enerji üretiminin durumu ile ilgili bilgi sahibi olunması elzemdir. Bu bakımdan öncelikle Dünya’da enerji üretimi ile ilgili veriler incelenmeli, ardından söz konusu veriler Türkiye özelinde sınırlandırılmalı ve son olarak nükleer santral bağlamında bilinmesi gerekenler ışığında bir değerlendirme yapılmalıdır.

Dünya’da Elektrik Üretiminde Kullanılan Kaynaklar

Sanayi ve teknolojinin durmaksızın gelişmesi, insanoğlunun enerji ihtiyacının karşılanması gerekliliğini doğurmuş ve 20. yüzyılın başlarında kömürden enerji üretimi fikrinin olgunlaşmasıyla termik santrallerden elektrik üretimi başlamıştır.

Kömürü kaynak alan termik santrallerin dışında, diğer fosil yakıtlar olan petrol ve doğal gazdan da enerji üretilmiş; söz konusu bu kıt kaynaklara coğrafik açıdan hakim olan ülkeler ile teknolojik açıdan ileri olan ülkeler uluslar arası enerji piyasasında hakim konuma geçerek ekonomik kalkınma yaşamışlardır. Söz konusu ekonomik gelişme, fosil yakıtların çevre üzerinde bıraktığı olumsuz etkilerin göz ardı edilmesine yol açmıştır.

Söz konusu fosil yakıtların yanı sıra enerji üretimi bakımından bir diğer kaynak ise sudur. Hidroelektrik santralleri de yine 20. yüzyılın başlarında elektrik üretimi için kurulmaya başlanmış ve tarihsel süreç içerisinde büyük barajların inşa edilmesiyle gelişerek, enerji ihtiyacını karşılayan önemli bir unsur haline dönüşmüştür.

Teknolojik gelişmenin hız kesmeden, artan bir ivmeyle gelişmesi 1980’li yıllarda nükleer enerji kavramının doğmasına yol açmıştır. Fisyon ve füzyon tepkimeleriyle atom çekirdeğinin parçalanması, nükleer enerjiyi açığa çıkarmakta; ortaya çıkan büyük enerjinin kıt kaynaklara bağımlı olmadan üretilebilmesi de yapım maliyetinin yüksek olmasına rağmen nükleer santrallerin tercih edilmesine yol açmaktadır.

Fosil yakıtların çevreye verdiği zararlar ile nükleer santrallerin taşıdığı büyük riskler, çevreyle daha az sorunu olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını ve bu kaynaklardan tüketilebilir enerji üretimini gündeme getirmiştir. Hali hazırda bir asırı aşkın süredir kullanılan hidrolojik kaynakların dışında güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve jeotermal kaynaklardan elde edilen yenilenebilir enerjinin kullanımı özellikle çevresel sorunlara hassasiyeti olan taraflarca vurgulanmakta ve gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerde çevreye zarar veren kaynaklar ile büyük riskler taşıyan teknolojilerin yerine yenilenebilir enerjinin tercih edilmesinin gerekli olup olmadığı büyük politik tartışmalara yol açmaktadır.

Bütün bunların dışında henüz yaygın olarak enerji üretimi sağlanamayan ve bir takım riskler taşıyan kaya gazı kaynağından da enerji üretilebilmesi için çalışmalar yapıldığını söylemek gerekmektedir.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın yayınladığı verilere göre 2013 yılı itibariyle Dünya genelinde elektrik üretiminde kullanılan kaynakların yüzdesel oranları aşağıdaki gibidir.



2013 Yılı İtibariyle Dünya genelinde Elektrik Üretiminde Kullanılan Kaynaklar
 

Uluslararası Enerji Ajansı’nın devletlerin orta ve uzun vadeli enerji planlamalarına dayanarak 2030 yılı bakımından hazırladığı Dünya genelinde elektrik üretiminde kullanılan kaynakların yüzdesel oranları öngörüsü ise şu şekildedir:



2030 Yılı İtibariyle Dünya Genelinde Elektrik Üretiminde Kullanılacak Kaynaklar
 

Söz konusu veriler, yakın gelecekte doğal gaz haricinde diğer iki fosil yakıt türü olan kömür ve petrol kaynaklarından elektrik üretiminin yüzdesel olarak önemli oranda düşeceğini, şu anda toplam %20 olan hidro ve yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin ise %28 e çıkacağını göstermektedir. Bu durum, Dünya genelinde yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine bir yönelim olduğu konusunda bir veri olarak kabul edilebilmektedir. Ancak elbette tek başına bu veriye dayanarak bir analiz yapmak doğru olmayabilir.

Nükleer enerjiden elektrik üretiminde ise ülkemiz kamuoyunda zannedildiğinin aksine bir düşüş değil, aksine yüzdesel olarak bir artış olacağı öngörülmektedir. Dolayısıyla bütün Dünya’da yavaş yavaş nükleer enerjiden vazgeçildiği yargısı doğru bir yargı değildir. Uzun vadeli planlarında nükleer enerji yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme politikası güden gelişmiş ülkelerin olduğu bir gerçektir. Örneğin, Almanya rüzgar enerjisine geniş teşvik imkanları sağlamakta ve uzun vadeli enerji politikalarında nükleer yerine tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmayı amaçlamaktadır. Nitekim İspanya benzer bir teşvik uygulamasını güneş enerjisi bakımından uygulamaya koymuştur.

Fransa, Hindistan, Japonya, İran gibi ülkeler ise uzun vadeli enerji politikalarını nükleer enerji üzerine kurmakta ve önemli ölçüde nükleer enerji kaynağından elektrik üretimini hedeflemektedirler. Ancak Japonya’da yaşanan Fukuşima faciası, Japon hükümetinin nükleer programını tekrar değerlendirmesine yol açmış ve 2030 yılına kadar kurulması planlanan nükleer santrallere ilişkin hazırlıklar askıya alınmıştır. Japonya’da hükümet facianın ardından bir süre geçmesiyle nükleer santral programına tekrar devam edilmesi gerektiği görüşünde olsa da halktan ve sivil toplum örgütlerinden aşırı bir tepki görmüş ve şu aşamada nükleer programının askı hali mevcudiyetini korumuştur.

Rusya coğrafik konumundan ötürü doğal gaz kaynaklarına hakim olması nedeniyle geleceğe dönük planlamalarını ağırlıklı olarak doğal gaz kaynakları üzerine kurmakta, ancak nükleer enerjiden vazgeçmemektedir. Nitekim benzer bir şekilde, Çin Halk Cumhuriyeti de benzer şekilde rezerv miktarı sebebiyle kömür kaynağı kullanımını tercih etmekte, ancak söz konusu kaynağın yüksek karbondioksit salınımı yapması sebebiyle üzerinde uluslararası bir baskı hissetmektedir. Yüksek nicelikte kömür rezervine sahip olması sebebiyle orta ve uzun vadede ağırlığı kömür kaynağına veren Çin Halk Cumhuriyeti enerji politikası bakımından nükleer enerjiden de vazgeçmemektedir.

Hiç şüphesiz ülkelerin enerji politikalarını belirleyen en önemli etken; doğal kaynakların yerleri ve miktarlarıdır. Ancak nükleer enerjiden vazgeçilmesi gibi bir durum Dünya genelinde söz konusu olmayıp, bu konuda tek istisna Almanya olarak gözükmektedir. Almanya’nın dışında nükleer enerjiden tamamen vazgeçmeyi planlayan bir ülke bulunmamaktadır. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru gelişmiş devletlerin kullanmaya başladığı nükleer santrallerin ve nükleer enerjinin 21. yüzyıl başlarında gelişmekte olan ülkelere yöneltildiği de bir gerçek gibi gözükmektedir. Bu kapsamda ülkelerin uzun vadeli enerji planlamalarında nükleer enerji kaynağı mevcudiyetini korumakta ve günümüz itibariyle yapılması projelendirilmiş olan veya planlanan nükleer santraller ülkelere göre şu şekilde sayılmaktadır:
 


Görüldüğü üzere ABD, Birleşik Krallık, İsviçre, Rusya, Hollanda, İtalya, Japonya, Fransa gibi gelişmiş ülkelerde halen planlanan veya programa dahil edilen çok sayıda nükleer reaktör bulunduğu bir gerçektir. Tablodan da görüleceği üzere enerji politikasından nükleer enerji kaynağını çıkarmayı planlayan Almanya ve İspanya gibi ülkeler Dünya genelinde istisna teşkil etmekte, ve nükleer enerji teknolojisinin gelişmekte olan ülkelerde de yaygınlaşmasıyla Dünya genelinde elektrik üretimi bakımından şu anda %12 gibi bir orana sahip olan nükleer enerjinin 2030 yılında %13’lük bir dilimi işgal edeceği öngörülmektedir.

Günümüz itibariyle işletilen ve enerji edilen nükleer reaktörlerle fiziki olarak inşası devam eden nükleer reaktörlerin ülkelere göre dağılımı ise şu şekildedir:



Eldeki veriler; yakın bir gelecekte Dünya üzerinde 500 adet aktif nükleer reaktörün işletileceğini, orta ve uzun vadede ise toplamda 982 adet nükleer reaktörden enerji üretiminin Dünya genelinde planlandığını ortaya koymaktadır. Elbette söz konusu sayı, ömrünü tüketen ve enerji üretimi durdurulan reaktörlerin mahsup edilmesiyle bir miktar daha düşecek olsa da nükleer enerjinin devletler açısından vazgeçilmez görüldüğünü göz önüne sermektedir.

O halde eldeki veriler ışığında bir değerlendirme yapılması gerekirse;

1-   Dünya genelinde yenilenebilir ve hidrolojik kaynaklardan enerji üretimine doğru bir yönelme olduğu söylenebilmektedir. Ancak söz konusu yönelme, yüzdesel olarak nükleer enerjiden vazgeçilmesi sebebiyle değil, petrol ve kömür kaynaklarının azalması ve söz konusu bu fosil kaynakların tercih edilemeyecek olması sebebiyledir.

2-  Bazı büyük devletler nükleer enerjiden taşıdığı büyük riskler sebebiyle tamamen vazgeçmektedir. Ancak söz konusu devletler, Dünya geneline bakıldığında istisna teşkil etmektedir.

3- Büyük devletlerin çoğunluğunun orta ve uzun vadeli planlamalarında nükleer enerji mevcudiyetini korumaktadır.

4-  Nükleer enerji teknolojisinden vazgeçen ve istisna teşkil eden büyük devletler yerine, henüz bu teknolojiden üretim yapmamış gelişmekte olan ülkeler ile üçüncü Dünya ülkelerinde teknolojinin kullanılacak olması ve bir çok gelişmiş devletin de nükleer reaktörlerden vazgeçmemesi, gelecekte nükleer enerji kaynağından yapılacak olan üretimin yüzdesel olarak artacağını ve nükleer enerjiden vazgeçilmeyeceğini ortaya koymaktadır.

Dünya genelinde elektrik üretiminde kullanılan kaynaklar ve bu bağlamda nükleer enerjinin uluslararası düzlemdeki mevcut ve geleceğe dönük payına ilişkin açıklanan yüzeysel bilgilerin ardından, ülkemizde elektrik üretiminde kullanılan kaynaklar ve nükleerin yaratacağı etkiyi analiz etmek gerekmektedir. Ardından genel olarak nükleer enerjinin sağladığı avantajlar ile dezavantajları incelenecek, ve konu en son Akkuyu ve Sinop santralleri özelinde sınırlandırılarak bir değerlendirme yapılacaktır.

Türkiye’de Elektrik Üretiminde Kullanılan Kaynaklar

Ülkemizdeki elektrik üretiminde nükleer kaynak haricinde Dünya genelinde kullanılan tabii kaynaklara başvurulmaktayken, inşasına başlanılan Akkuyu Nükleer Santral Projesi ile yeni ve ciddi tartışmalar gündeme gelmiştir. Nükleer enerjinin gerekli olup olmadığı ile sağlayacağı avantajlar ve dezavantajlarını değerlendirebilmek bakımından öncelikle Türkiye’de elektrik üretiminin hangi kaynaklardan ne ölçüde sağlandığı hakkında fikir sahibi olmak gerekmektedir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ülkenin temel enerji stratejisini dışa bağımlılığı azaltmak olarak açıklasa da, mevcut durum pek de iç açıcı değildir. 2013 yılı itibariyle Türkiye’de elektrik üretiminde kullanılan kaynakların yüzdesel ifadesinin grafik üzerinden gösterimi şu şekildedir:


2013 Yılı İtibariyle Türkiye’nin Elektrik Üretiminde Kullandığı Kaynaklar
 

Dünya genelinde öngörülen veriler için 2030 yılı baz alınırken ülkemiz açısından siyasi iktidarın 2023 söylemi nedeniyle 2030 yılı için değil, 2023 yılı için veri öngörülebilmektedir. Söz konusu öngörüye göre 2023 yılında Türkiye’nin elektrik üretiminde kullanacağı kaynak dağılımı şu şekilde olacaktır:


2023 Yılı İtibariyle Türkiye’nin Elektrik Üretiminde Kullanacağı Kaynaklar

Söz konusu verileri değerlendirmeden önce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın açıkladığı Türkiye’nin Enerji Stratejisi’ne değinmek gereklidir. Bakanlık, Türkiye’nin stratejisinin; dışa bağımlılığı azaltmak, kaynak ülke ve güzergâh çeşitliliklerinin sağlanması, enerji verimliliğinin arttırılması, enerji yoğunluğunun azaltılması, yerli kaynakların tamamının kullanılması, 2023 yılında elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının en az %30’a çıkarılması olarak açıklamıştır.

Türkiye’nin elektrik üretiminde kullandığı kaynaklardan doğal gaz ve sıvı yakıtların tamamına yakını ithalat ürünü iken, kömürün de %30’u ithaldir. 2023 yılında öngörülen kömür kaynağı kullanımının günümüze nazaran yüzdesel olarak artacağı, doğal gaz kaynağındaki üretim yüzdesinin ise azalacağı öngörülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynağının kullanımı yüzdesinde % 6’lık bir artış beklenmekteyken, bu durum yenilenebilir enerji kaynaklarının yüzdesel payının %30’a ulaştırılması hedefine ulaşılmayacağını göstermektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin 2023 yılına gelindiğinde enerji üretimi yönünden dışa bağımlılıktan kurtulamayacağı görülmektedir.

2023 yılı itibariyle beklenen yıllık elektrik tüketimi 500 milyar kwh iken; rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle gibi fosil kaynaklara göre nispeten daha az zararlı, nükleer enerji teknolojisine göre de çok daha az riskli yenilenebilir kaynakların tamamından enerji üretilmesi halinde söz konusu tüketim miktarının yarısının karşılanabileceği bizzat Bakanlık tarafından açıklanmaktadır. Diğer bir deyişle Türkiye’nin yenilenebilir kaynaklara yatırım yapması, ülkenin yıllık elektrik üretiminin yarısı bakımından dışa bağımlılığı ortadan kaldıracak bir etkendir. Bakanlık ise nükleer santral propagandası kapsamında yenilenebilir enerjinin sadece tüketimin yarısını karşılayabileceğini ve Türkiye’nin dışa bağımlılıktan bu şekilde kurtulamayacağını iddia etmektedir. Oysa elektrik tüketiminin yarısının iç kaynaklardan üretilebilmesi, hem cari açığı kapatacak hem de dışa bağımlılığı %50 oranında azaltacaktır. Söz konusu oran küçümsenecek bir oran olmayıp, nükleer propagandası kapsamında yetersiz bir oran olarak lanse edilmektedir.

O halde, yapımına başlanan ve oldukça tartışılan Akkuyu nükleer santralinin dışa bağımlılığı ne ölçüde azaltacağı, yenilenebilir enerjiye göre tercih edilebilir olup olmadığı ve, avantajlarıyla dezavantajlarına değinmek gereklidir.

Nükleer Enerji’nin Türkiye’ye Etkileri

Akkuyu ve Sinop’ta yapılacak olan nükleer reaktörlerin yılda 80 milyar kwh elektrik üreteceği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanmaktadır. Elektrik tüketiminin 2023 yılı itibariyle 550 milyar kwh olacağı öngörüsü kabul edilirse, nükleer enerji ile sağlanacak elektriğin tüketimin % 16’sını karşılayabileceği görülmektedir. Bu durumda yaklaşık 200-250 milyar kwh elektrik üretme potansiyeline sahip olan yenilenebilir kaynakların dışa bağımlılıktan Türkiye’yi kurtarmayacağını iddia edip, 80 milyar kwh elektrik üretiminin dışa bağımlılığı büyük oranda azaltacağını ifade etmenin doğru bir yaklaşım olmadığını rakamlar ortaya koymaktadır.

Öte yandan 26 Nisan Pazar günü, Resmi Gazete’de 2015/7459 karar numarasıyla yayınlanan milletlerarası andlaşma metninin 3. maddesi, Türkiye’nin santraller üzerindeki hisse payının %25+1 olacağını düzenlemektedir. Diğer bir deyişle yılda 80 milyar kwh üretim yapacak olan santralden üretilen elektriğin 4’te biri kendimize ait olacaktır. Üretilen toplam elektrik için KDV hariç 12,35 ABD senti/kWh ortalama fiyattan satın alma garantisi verilmiştir.

Bu bağlamda dış bağımlılığı bitireceği iddiasıyla kamuoyuna sunulan nükleer santral propagandasının yersiz ve mesnetsiz olduğu; yıllık 200-250 milyar kwh potansiyel elektrik üretebilecek yenilenebilir enerji kaynakları mevcutken, yıllık 80 milyar kwh elektrik üretecek ve ülke olarak sadece % 25 hissesine sahip olduğumuz santralin dış bağımlılığı bitirmeyeceği açıktır.

Nükleer Enerji Kullanımının Avantajları

Nükleer enerjiyi elektrik üretiminde kaynak olarak kullanan devletler, bir takım avantajlardan dolayı söz konusu teknolojiyi tercih etmektedirler.

Evvela petrol rezervlerinin 2050 yılında, doğal gaz rezervlerinin ise 2070 yılında tükenecek olması, kıt kaynaklar yerine nükleer teknolojiye yönelmenin temel sebebidir. Gelişen teknoloji ve insanların elektriğe olan ihtiyacının artması karşısında toplumlardaki elektrik talebi git gide yükselmekte, bunun karşılığında gerekli arzın konması ise kıt kaynaklara tabi olmaktadır. Bu döngüyü kırmak adına, nükleer enerjinin tercih edildiği görülmektedir.

Nükleer enerji kaynağının tercih edilmesinde bir diğer önemli sebep ise kaynağın sürdürülebilir bir kaynak olmasıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarına bağımlı kalınması, enerji talebindeki sürekliliğe sekte yaratabilecek bir durumdur. Diğer bir deyişle rüzgar santralleri ve güneş santrallerinin sürekli, günün her saati ve ya her mevsim yüksek performansta çalışması mümkün olmadığından, süreklilik ihtiva eden elektrik talebinin karşılanamaması riski mevcut olacaktır. Nitekim üretilen elektriğin depolanabilmesi mümkün olmadığından elektriğin üretildiği anda iletilerek tüketilmesi esastır. Ancak nükleer enerji söz konusu bu riski bertaraf etmekte ve elektrik enerjisi arzında süreklilik sağlamaktadır.

Nükleer enerji küresel ısınmayı da tetikleyen ve çevre ile iklime büyük zararlar veren sera gazı salınımına sebep olan fosil kaynaklardan farklı olarak sera gazı salmamaktadır. Bu bağlamda günümüzde tüm Dünya’daki nükleer santrallerin
elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salımında yıllık olarak yaklaşık %17 azalmaya sebep olduğu, söz konusu santraller yerine fosil kaynaklara dayalı santrallerin mevcut olması halinde yıllık 1.2 milyar ton karbonun, yılda 2,3 milyar ton karbondioksit, 42 milyon ton sülfür dioksit, 9 milyon ton azot dioksit emisyonuna ve 210 milyon ton külün atmosfere karışacağı söylenmektedir.

Diğer bir avantaj ise atık miktarının az olmasıdır. Aynı miktarda elektrik üretimi için nükleer enerji atıklarına göre yaklaşık 60.000 kat daha fazla nicelikte atığın fosil yakıtlardan çıktığı bir gerçektir. Nükleer kaynaklı enerji üretiminin dış faktörlerden etkilenmemesi fiyatının istikrarlı olmasına sebep olmaktadır. Ayrıca fosil yakıtlardan yakıt maliyeti olarak çok daha avantajlı bir teknoloji olduğu gözükmektedir.

Nükleer enerji kullanımının bir diğer avantajı da yaratacağı istihdam alanıdır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın açıklamasına göre, ülkemizde kurulacak santrallerin 3500 kişilik istihdam yaratması söz konusudur.

Nükleer enerji kaynağından elektrik üreten santrallerin diğer kaynak santrallerine göre daha uzun ömürlü oldukları söylenebilmektedir.  
 

Nükleer Enerji Kullanımının Dezavantajları

Nükleer enerji santralleri aracılığıyla elektrik üretmenin sayılan avantajlarının karşısında, bir de dezavantajları bulunmaktadır. Nitekim nükleer enerjiyi destekleyenler ile nükleer karşıtlarının büyük politik tartışmalar yaşamaları, bundan kaynaklanmaktadır.

Söz konusu santrallerin yakıt maliyetleri nispeten düşük olsa da, ilk kurulum ve işletme maliyetlerinin diğer santrallerle karşılaştırılamayacak seviyede fazla olduğu söylenmelidir.

Henüz Dünya’da ömrünü tamamlamış bir nükleer reaktör mevcut değildir. Dolayısıyla ömrünü tüketen ve kapanan bir reaktörün nasıl tasfiye edileceği henüz hiç tecrübe edilmemiştir.

Nükleer santrallerde enerji üretimi için yüksek seviyede ısıya ihtiyaç duyulması, ısınan suyun deniz suyuna dökülecek olması, su ekolojisi bakımından büyük zararlara yol açacaktır. Radyasyonun sadece suya karışması söz konusu olmayıp;
radyoaktif atıkların rüzgar ve yağmur yoluyla atmosfere ve katı atıkların toprağa gömülmesi de söz konusudur. Bu bağlamda, bitki örtüsüne ve sulara karışan radyo aktif maddelerin insan vücuduna ulaşımı kaçınılmazdır.

Radyoaktif maddelerin insan vücuduna etkileri ise; insanların bir çok farklı kanser hastalığına yakalanması ve genetik bozulmalardır.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretmenin, nükleer enerji kaynağına kıyasla en büyük avantajı nükleer enerji santrallerinin ihtiva ettiği riskleri içermemesi ve çevreye nispeten çok daha az zararlı olmalarıdır.

Radyasyon ve radyoaktif atıkların çevreye, ekolojik sistemlere ve insan sağlığına verdiği zararlar, nükleer santralin sağlıklı bir şekilde işletildiği varsayımındaki dezavantajlardır. Bir de, nükleer santralin sağlıklı bir şekilde işleyememesi ve santralde kaza yaşanması halinde yaşanacak facialara değinmek gerekir.

Çernobil ve Fukuşima Faciaları

1986 yılında yaşanan Çernobil faciası; hem reaktörlerin hatalı tasarımı, hem de santralin kontrolsüz ve tedbirsiz şekilde deney amaçlı kullanılması sonucunda meydana gelmiş, insan faktörünün nükleer santralin işletilmesinde ne denli önemli olduğunu ortaya koymuştur. Kazadan iki haftalık bir süre geçmesiyle Galler’de bile yüksek dozda radyasyon tespit edilmiştir. Nükleer santralin bulunduğu Çernobil’den 2744 km uzaklıkta bulunan Galler ülkesinde saptanan yüksek radyasyon, nükleer santrallerde yaşanabilecek kazalarda ortaya çıkacak radyoaktivitenin boyutları hakkında bilgi vermektedir. Kazanın insanlık üzerinde bıraktığı en büyük etki, binlerce tiroid kanseri hastalığıdır.

2011 yılında ise Japonya’da yaşanan 9.0 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, santralde elektrik kesintisine yol açmış, elektrik kesintisine binaen santralde ardı ardına erime ve patlamalar yaşanmıştır. Söz konusu patlama Çernobil’in ardından en büyük ikinci nükleer facia olarak nitelendirilmektedir. Nitekim salınan yüksek dozda radyasyon kısa sürede Avrupa’ya ulaşmıştır.

Değerlendirme

İncelenen veriler; kamuoyunda kabul edilen birçok yargının aslında gerçek olmadığını, insanların sadece politik amaçlar uğruna bilgi edinmeden fikir sahibi olduklarını ortaya koymaktadır.

Bu anlamda, nükleer enerjiden tüm Dünya’nın vazgeçmekte olduğu yargısı doğru bir yargı değildir. Gelişmiş ülkelerin bir çoğu nükleer enerji politikalarından vazgeçmezken, gelişmekte olan ülkelerde de nükleer enerjinin yaygınlaşmaya başladığı bir gerçektir. Nükleer enerjiden vazgeçen gelişmiş ülkelerin sayısı istisna sayılabilecek nicelikte azdır.

Nükleer enerjinin çok büyük riskler taşıdığı yargısı doğrudur. Ancak, şu anda tüm Dünya’da ve ülkemizde en çok kullanılan enerji üretimi kaynaklarının fosil kaynaklar olduğu ve söz konusu kaynakların da çevreye inanılmaz derecede zararlı olduğu, küresel ısınmayı tetiklediği unutulmamalıdır. Ancak ülkemizin nükleer programı elektrik üretiminde %3’lük bir payı hedeflediğinden, program gerçekleştiğinde hem fosil kaynak temelli santrallerin yarattığı çevre kirlilikleri ve sera gazı salınımları devam edecek, hem de bunlara nükleer santralin yarattığı radyasyon ve ekolojik sistemlere etkileri eklenecektir.

Akkuyu Nükleer Santrali’nde Türkiye’nin sadece %25 oranında hisse sahibi olduğu doğrudur.

Akkuyu ve Sinop santrallerinin enerji ihtiyacı bakımından Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracağı yargısı doğru değildir. Nitekim, söz konusu enerji üretilmeye başlandığında öngörülen tüketimin sadece %16’sını karşılayabileceği, yenilenebilir enerji potansiyelinin ise öngörülen tüketimin %50’sini karşılayabilecek kapasitede olduğu bizzat Bakanlık verilerinden ortaya çıkmaktadır. Ayrıca belirtildiği üzere Türkiye’nin hissesi % 25’dir. Ancak planlanan nükleer santrallerin dışa bağımlılığı azaltmamasına rağmen, petrol, doğal gaz, kömür gibi kıt kaynaklara olan bağımlılığı azaltacağı unutulmamalıdır. Kıt kaynaklara olan bağımlılık azalsa da, nükleer reaktörlerin kullanacağı yakıtın da yine ithal edileceği ve bu durumun da ayrı bir bağımlılık oluşturacağı da ayrı bir gerçektir.

Çernobil, Fukuşima faciaları ve Çernobil’in inşasında rol alan şirketin Akkuyu Nükleer Santrali’nde de rolü bulunması, 1 (bir) gün boyu süren elektrik kesintisinin açıklanamadığı güzel ülkemizde haklı olarak endişe yaratmaktadır.

Bilgi kirliliğinin olmadığı, insanların doğru bilgilere ulaşarak fikir üretmeye başladığı güzel ve yapıcı bir tartışma ortamının tüm toplumumuza yayılması hayali ve dileğiyle…


(Bu makale, sayın  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
 

KAYNAKLAR

Uluslararası Enerji Ajansı verileri: http://www.iea.org/
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verileri: http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Anasayfa
Enerji ve Hukuk Sempozyumu (Kitapçık), Sonuç Bildirgesi, Temel Saptamalar ve Sorunlar, Çözüm Önerileri, Türkiye Barolar Birliği, 2014, Ankara.