Avukatlık mesleğine girişte bir sınav uygulaması yine ve tekrar gündeme geliyor. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin avukatlık kanununun sınav getiren ilgili maddesini iptal eden hükmü iptal etmesi neticesinde sınav meselesi –dış güçler tarafından- aktüel hale getirildi. Mesele toplum işçileri ve politikacıların tozlu raflarında yerini almıştı ki, zamanı gelmiş olmalı, yine bunu konuşuyoruz. Üstelik meslekteki büyüklerimiz ve TBB kamuoyu oluşturmaya başladı bile. Vasıfsız hukukçu, işini bilmeyen avukat gibi etiketler ile sınav gerekliliği konuşulur oldu. Yoğun şikayet, Türkiye’deki hukuk fakültelerinin sayısı, avukatların sayısı, doğru bir ifadeyle endeks hesaplarına dayanıyor. Nihayetinde, yeni ve paralı hukuk fakülteleri aracılığıyla, yüksek efor harcanarak,  Türkiye’de hukuk lisansı almak adeta bir sertifika programı haline geldi!

Bu büyük ve oldukça duygusal iddiamızın ardından naçizane bir tavır ile inceledik. An itibariyle Türkiye’deki hukuk fakültesi sayısı 3 basamaklı sayılarda seyrediyor.. Bu sayı korkutucu bir görüntü arz ediyor olsa da ancak aslında açılmış olduğunu bilmediğimiz, sessiz ve usulca eğitim veren, mezun piyasasını etkileyen nice hukuk fakültesi olduğunu, sadece tahmin edebiliyoruz. Dershanecilik mantığı ile sonunda, her semte bir hukuk fakültesi açılacak gibi ütopyayı, üstelik ütopyaların kendinde barındırdığı tehlike ve huzursuzluğu fark ediyoruz. Hukuk eğitimi müşterek olarak kitaplar, akademisyenler, staj ve süreci ve talebenin uğraşları çerçevesinde gerçekleşirken gökten inme bir güdü ile eğitimin niteliği; büyük hocalar ve meslekte usta sayılanlar tarafından tartışılıyor ve aslında her söylem aynı yere varıyor. Oldukça basit, oldukça yavan bir beyan : Yahu kalite düştü!

Peki öğrenciler ne yapıyor? İlaveten biz öğrencilere senelerdir ne yapıldı? Bunu birkaç odakta toplayabiliriz. İşbu bölümü bitirip toplumda statü kazanacağımız, para hususunda problem çekmeyeceğimiz adeta bir şırınga marifetiyle genç beyinlerimize nakşedildi. Zaten evlatları için engin kaygılar besleyen ailelerin bu toplumsal diktelerden etkilenmesi ve bizi yönlendirmesi gayet muteberdir. Medya ve medya araçları ordusu da bu çabaya ortak olmuş, çağın minimal terimlerinden işsizlik bağlamı ortaya konmuş, lisans mezunlarının oransal işsizliği ve ‘‘niteliği iş-sizlik ile ölçülmüş bir varlık yargısı’’ yaratılmıştır. Aslında bu olanlardan korkmanın anlamı yoktur. Benzerini yaşamış gariban evveliyatımıza göre, bilgi ve görgümüzün evrimine sebep olmuş, tanık olmuş öğretmenlerin, öğretmenlik mesleği ve mesleğe giriş açısından yaşadıklarının zulme vardığına şahit olduk. Hükümetlerin imdat freni olan memur alımlarında kim bilir kaç ziraat mühendisi, kamu yönetimi mezunu, işletme mezunu öğretmen olmuştur. Bir evvelki eğitim gündeminde, öğretmenlik öğrencisi değerli arkadaşlarımızın sessiz çığlığı da böyle şekillenmiştir. Bir çözüm önerisi sunmaktan aciz olduğumuz hasebiyle, bunu bir Türkiye Gerçeği olarak telakki edip selametle yolumuza devam edelim.

Niteliksiz ve vasıfsız olduğumuzdan, gençken kendilerinin öyle olmadığından bahseden avukatların da mevcut olduğu ifadesini, ayrıca sınavın elzem bir hal aldığını, sınav olmazsa mesleğin itibarının azalacağını söyleyen değerli büyüklerimizin sözlerini değerlendirmeye uğraşalım. Aciz bir tespit yaptığımızda, üzülerek, sınavın olması halinde bunun çözülebileceğini düşünmenin vasıflı bir bencillik olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Türkiye’deki yüzü aşkın hukuk lisansı programının kurulmasına ses etmeyen, ancak mezunlar, stajyerler artınca bu durumu fark eden, aslında hukuk eğitimi ve hukuk eğitiminin güncel sorunlarından bihaber, sadece mesleğe yönelik kaygılardan oluşmuş bir sınav isteği hukukun yöneldiği soyut kavramlardan da oldukça uzaktır. Bu algıya üzülmemek gerek, nihayetinde ebeveynlerimiz de benzer açıdan bakıyor. Topluma inancını yitirmiş ebeveynlerimiz hiçbir zaman bize ‘’Adaleti sağla!’’ diye haykırmadı neticede.. Yalnız manayı yüreğinde taşıyan, açık açık söylemeye korktuğumuz ‘hak’ ve eklentilerine değer veren büyüklerin de olduğu bir gerçek. Hukuki danışman, belki de isim olarak sadece hukuk olacak kadroların ihdas edileceği şeklinde konuşuyorlar. Politikanın,  nihayetinde ben hukukum diyecek insanlar yetiştireceğini ve bunlara maaş vereceğini iletiyor, büyük yürekler.

Bu noktada bize fikrimizi sormayan ama geleceğimizi tayin eden asırlık sistemimize ne önermeliyiz? Yok yok, elbette sistemi yargılamıyoruz, ancak sitem ediyoruz. Bunu insanca yapmamızın elbette mümkanatı yoktur. Belki söylenebilecek birkaç şey vardır. Batı orijinli ‘‘Bar Examination’’ sistemini getirin. Ateş olsak cürmümüz kadar yer yakacağımızdan mütevellit, dayanaksız bir öneride bulunalım, gelin sınava birlikte girelim. Ya da staj esnasında en hızlı ilamsız takip açanlar, postanede tebligatı en hızlı çıkaranlar arasında bir eleme sistemi öngörelim. O da yetmeyebilir. Mamafih her köye, her apartmana, her sandalyeye ve her kahve fincanına bir avukat mecburiyeti getirildiği takdirde bundan birkaç yıl sonra bütün hukuk mezunları olarak kadro, iş-güç ve itibar sahibi olabiliriz. Bundan hareketle Mesleğin İtibarı’na  halel getirmemiş sayılabiliriz. Zira şahısların yahut mesleğin değil de, Hukukun itibar sahibi olduğu günlerin imkanı vardır. Bu da ziyadesiyle beylik bir laftır..

Murat Aytek KORKMAZ
Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi III. sınıf Öğrencisi


(Bu köşe yazısı, sayın Murat Aytek KORKMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)