“Bütün dünya bilsin ki benim için bir yanlılık vardır: Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir bireyi hariç düşünmek istemiyorum.” Mustafa Kemal Atatürk

Yeni Zelanda, İklim Değişikliğiyle Mücadelede Sıfır Karbon Yasası’nı kabul etti. Paris İklim Değişikliği Sözleşmesi’nden kaynaklanan ülkesel yükümlülüklerin yerine getirilmesi yönündeki çabaların parçası olarak dün (7 Kasım 2019) kabul edilen sözkonusu Yasa ile, metan hariç sera gazı üretiminin 2050’ye kadar sıfıra yakın bir seviyeye indirilmesi amaçlanıyor.

Bu sevindirici hukuki gelişmeden hareketle bugün, iklim değişikliğine dair uluslararası hukuki çerçeveyi çizen, -iklim değişikliğiyle mücadelede tarihsel sorumluluğu bulunduğu kabul edilen ülkeler başta olmak üzere- uluslararası sözleşmelere Taraf Devletlerin bu konudaki yükümlülüklerine değinen, ama özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimi artırmanın, iklim değişikliğiyle mücadele de içinde olmak üzere hukuki, siyasi ve ekonomik yönden ülkemize kazandıracaklarına odaklanan bir yazı kaleme almaktı amacım.

Çünkü yenilenebilir enerji kaynakları için mevcut hedeflerin (2023 hedefleri) artırılmasının hem enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmakta, hem de temel ekonomik amacı Doğu Akdeniz’de birkaç yıl önce keşfedilmeye başlanan yeni hidrokarbon kaynaklarından (Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimince keşfedilenler) doğan pastayı paylaşmak olan mevcut uluslararası işbirliğine sonraki aşamalarda da dahil olmamamız halinde doğabilecek zararların telafisinde önemli olduğuna inanıyorum.

Ama yazamıyorum.

Çünkü aklım İstanbul’da bir İlköğretim Okulunda diğer çocukların velilerince yuhalanıp okulu terk etmelerinin istendiği iddia edilen otizmli çocuklarda.

Onların küçücük tertemiz yüreklerinde neler hissettiklerinde, canlarının ne kadar yandığında.

Uzak değil, 2008’e kadar hep Türkiye’de yaşadım. Sonra çeşitli kamusal görevler nedeniyle, uzunca aralıklarla bir gittim bir döndüm. İki yıl kadar önce ise temelli yerleştim. İyi ki de öyle yaptım çünkü (burası özellikle tepesi atıp da ülkeyi ilk fırsatta terk etmek isteyenlere gelsin) vatan diye bir gerçek var ve sürekli burnunuzda tütüyor.

Ama döndüğümden beri bir şeyi anlayamıyorum:

Biz yüzyıllarca pek çok türden farklılıkla iç içe yaşadık. Bizden farklı olanı dışlamadık, sömürge yapmadık; sahiplendik.

Her bir insan farklı değil mi zaten birbirinden?

Hoşgörü bizim soyağacımızda yok mu?

Başkasının hak ve özgürlüklerinin başladığı yerde bizimkilerin bitmesi gerektiğini insan hakları metinleri söylemeden çok önce töremiz, atalarımız öğretmedi mi bize?

Peki neden artık ötekileştiriyoruz çoğunluktan farklı olanı?

Neden nefret ediyoruz bize benzemeyenden?

Ne zarar verdi onlar bize?

Genlerimiz/kodlarımız mı değişti, ne oluyor?

Yavaş yavaş, sinsice mi olduk böyle; yoksa ani bir travma mı geçirdik?

Evet ötekileştirme hep vardı, her yerde olduğu gibi. De… ne zaman istisnadan kurala dönüştü?

Ne zaman ötekileştirme bu ülkenin kabullenilmiş, kanıksanmış gerçeği oldu?

Ne zaman keyif almaya başladık biz kalp kırmaktan, kul hakkı almaktan?

Bu ülke Dünya üzerindeki cennet, onu gördüm ben. Cehennem yapmak için bu çaba neden?