Anayasa Mahkemesi, “Hizb-ut Tahrir terör örgütü üyeliği” suçundan cezalandırılan Yılmaz Ç.’nin bireysel başvurusunda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Yüksek Mahkeme’nin gerekçeli kararında, Hizb-ut Tahrir örgütü ile ilgili çarpıcı değerlendirmelere yer verildi.

Hem ilk derece mahkemelerinin hem de Yargıtay’ın kararlarında Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul edildiği açıklanmadığı vurgulandı.

Mahkemenin gerekçeli kararın “şablon cümlelerin” tekrarı mahiyetinde olduğu ifade edildi.

2008’DE DAVA AÇILDI

Anayasa Mahkemesi’nin karanına konu yargı süreci 2008 yılında başladı. Ankara ikamet eden 49 yaşındaki Yılmaz Ç., hakkında Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “terör örgütü propagandası yapma” suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldı.

“TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİL” DEDİ

Dava Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Sanık Yılmaz Ç. yargılama sırasında  Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul etti.

Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir örgüt olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini, cebir, şiddet veya baskı yöntemini benimsemediğini savundu. Hizb-ut Tahrir örgütünün amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini sağlamak olduğunu öne süren Yılmaz Ç., düşüncelerini şiddete başvurmadan ve bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etti.

MAHKEME 6 YIL 3 AY HAPİS CEZASI VERDİ

Mahkeme, 7 Nisan 2011’de Yılmaz Ç.’nin terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi. Ayrıca terör örgütü propagandası yapma suçundan da 10 ay hapis cezası ile cezalandırdı. Mahkemenin gerekçeli kararında Hizb-ut Tahrir örgütü yapılanması hakkında bazı tespitlere yer verildi, bu örgütün Yargıtay kararları ışığında silahlı terör örgütü olarak kabul edildiği belirtildi.

YARGITAY ONADI

Bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 27 Haziran 2014 tarihinde kararını terör örgütüne üye olma suçu yönünden onadı. Terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise bozdu.

ANAYASA MAHKEMESİ’NE BAŞVURDU

Bu gelişme üzerine Yılmaz Ç., 12 Ağustos 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu Yılmaz Ç., yargılama sırasındaki savunmalarını tekrarlayarak, “eylemlerinden dolayı değil düşüncelerinden dolayı cezalandırıldım, savunmam dikkate alınmadı” dedi.

AYM İHLAL KARARI VERDİ

Başvuruyu kabul edilebilir bulan Anayasa Mahkemesi, Yılmaz Ç.’nin Anayasa'nm 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verdi. 3’e karşı 10 üyenin oyuyla alınan kararda, Yılmaz Ç. tarafından ileri sürülen ve “yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmadığı ve gereği gibi değerlendirilmediği” vurgulandı. Yüksek Mahkeme ihlalin ortadan kaldırılması için Yılmaz Ç.’nin yeniden yargılanmasına da karar verdi.

GEREKÇEDE ÇARPICI TESPİTLER

Kararda, Hizb-ut Tahrir örgütü ve yerel mahkemelerin gerekçelerine dair çarpıcı tespitlere de yer verildi. O tespitler şöyle:

DAHA ÖZENLİ DEĞERLENDİRME YAPILMALI:

Her konunun tartışılabildiği ve iktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmaları beklenir.

KARARLAR SİLAHLI ÖRGÜT DEMEK İÇİN YETERLİ DEĞİL:

Bir kez daha hatırlatmak gerekirse hiç kuşkusuz başvurucuya atfedilen söz ve eylemlerin hukuk sistemimizde bir suça tekabül edip etmediğinin takdir yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ancak derece mahkemeleri bu konuda gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koymalıdır. Bu bağlamda ilk derece mahkemelerinin ve Yargıtay’ın Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olup olmadığına yönelik hiç değilse bir kere değerlendirmede bulunması, gerekçelerini başvurucunun temel iddiaları ile mahkemelerin resen tespit edecekleri ve yargılamanın doğasının gerektirdiği sorulara cevap verebilecek nitelikte hazırlaması gerekirken bunu yapmadıkları anlaşılmıştır…Eldeki başvuruya ilişkin mahkeme kararlarında da önceki mahkeme kararlarında da Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak ilgili ve yeterli bir değerlendirme yapılmamıştır.

ŞABLON CÜMLELER:

Başvurucu tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya cevapsız bırakılmış ya da bunlara ilgili ve yeterli bir yanıt verilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır.

GEREKÇELİ KARAR HAKKI:

Eldeki başvuruda olduğu gibi ceza davasında ulaşılması amaçlanan temel hedefin maddi gerçeğin adil yargılanma hakkına uygun olarak ortaya çıkarılması olduğu tartışmasızdır. Fakat adil bir muhakeme bakımından asıl önemli hususlardan biri tarafların adaletin işleyişine olan güvenidir ki gerekçeli karar hakkı bu amacın gerçekleştirilmesinin en önemli unsurlarındandır. Sonuç olarak somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

...

AYM'DEN YAPILAN BASIN DUYURUSU

Ceza Davasında Yargılamanın Sonucunu Değiştirme İhtimali Bulunan İddiaların Değerlendirilmemesi Nedeniyle Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 19/7/2018 tarihinde, Yılmaz Ç. (B. No: 2014/13117) başvurusunda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında 2008 yılında silahlı terör örgütüne (Hizb-ut Tahrir) üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır.

Başvurucu, savunmasında Hizb-ut Tahrir’in silahlı bir suç ya da terör örgütü olmadığını, amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini sağlamak olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, düşüncelerini şiddete başvurmadan ve bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etmiştir.

Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun terör örgütüne üye olma ve örgütün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay, Mahkemenin kararını terör örgütüne üye olma suçundan onamış, terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise bozmuştur. Bu karar üzerine başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.

 Cumhuriyet Başsavcılığı 2009 yılında da başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Mahkeme başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyize gidilmesi üzerine Yargıtay kararı onamış, başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvurucunun iki bireysel başvurusu konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle birleştirilmiştir.

İddialar

Başvurucu, Hizb-ut Tahrir'e üye olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını, anılan oluşumun şiddet yanlısı bir örgüt olmadığı için terör örgütü sayılamayacağını, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesinin görevi, başvurucunun derece mahkemeleri nezdinde ileri sürdüğü ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialarının mahkemelerce makul bir ölçüde değerlendirilip değerlendirilmediğini denetlemektir.

Terör örgütlerinin söz konusu olduğu durumlarda ilk olarak değerlendirilmesi gereken, örgütün fikirleri değil amaçlarına ulaşmak için şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığıdır. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini beklemektedir.

Hizb-ut Tahrir'in silahlı bir örgüt veya bir terör örgütü olup olmadığının mahkemelerde tartışılmamasından şikâyet eden başvurucu herhangi bir şiddet eylemine karışmayan örgütün savunduğu görüşlerin suç oluşturmadığını ileri sürmüştür. Buna karşın mahkeme ve Yargıtay kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğu kabul edilmekle yetinilmiş, başvurucunun savunmaları hakkında bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

Emniyet raporlarından örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmıştır. Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında yöneltilen isnatlar; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için çalışmak, örgütsel dokümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet üzerinden yayın yapmak ve örgütsel toplantılar gerçekleştirmektir.

Derece mahkemelerinin kararlarında ise terör ve terörizm kavramlarının uluslararası belgelerde, mukayeseli hukukta, doktrinde ve Yargıtay kararlarında ortaya konulan -cebir ve/veya şiddet içeren bir politika- anlamları dikkate alındığında Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul edildiği açıklanmamıştır.

Hizb-ut Tahrir örgütünün kuruluşu, yapısı, dünyadaki faaliyetleri gibi kapsamlı ve önemli bir literatür mahkemelere sunulmuştur. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğünün dava dosyasında bulunan güncellenmiş Hizb-ut Tahrir bilgi notlarında, örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı suç oluşturucu bir davranışa rastlanmadığı ifade edilmiştir.

Buna rağmen mahkemeler bu hususları gözeterek Hizb-ut Tahrir’in 5237 sayılı Kanun anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığını değerlendirmemiştir. Ayrıca başvuru konusu yargı kararlarında 3713 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikler üzerinde de durulmamıştır. 

Gerekçeli karar hakkının bir gereği olarak başvurucunun derece mahkemelerinde ileri sürdüğü hukuksal değerlendirmelerin dikkate alınmasını istemesi adil yargılanma hakkının bir yönüdür.

Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmadığı ve gereği gibi değerlendirilmediği görülmüştür. Bu nedenle başvurucunun gerekçeli karar hakkı ihlal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.