Olaylar

Tapuda başkaları adına kayıtlı taşınmazın bir bölümüne 1976 yılında bir gecekondu inşa ettiren başvurucu, 1999 ve 2008 yıllarında söz konusu taşınmazın sahipleri ve mirasçıları aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. İlgili davalar, aralarındaki irtibat nedeniyle birleştirilmiştir.  Mahkeme 2013 yılında asıl ve birleşen davaların reddine karar vermiştir.

İlk Derece Mahkemesi birleşen davanın 2008 yılında açıldığını, Anayasa Mahkemesinin ise 17/3/2011 tarihinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "ölmüş" ibaresini iptal ettiğini, bu sebeple anılan maddede yer alan koşulların oluşmadığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına atıf yapılarak kanuni şartların oluşmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.

Yargıtay 2014 yılında başvurucu tarafından temyiz edilen hükmün onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme talebi de reddedilen başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.

İddialar

Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geçmişte kazanılmış haklara etki edecek şekilde geriye dönük uygulanması ve Yargıtayın yerleşik içtihadına aykırı karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Türk anayasal sisteminde hukuka güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi 17/3/2011 tarihli kararı ile 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve somut başvuruya konu birleşen davanın da dayanağını oluşturan "ölmüş" sözcüğünü iptal etmiştir. Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinin gerek başvuruya konu dava öncesi gerekse dava sonrası çeşitli kararlarında, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği özellikle vurgulanmıştır.

Başvurucu 2008 yılında açtığı davada, davalıların murisinin 1943 yılında vefat ettiğini belirterek malikin ölmüş olması sebebine dayalı olarak 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinde yer alan olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı koşullarının kendi yararına gerçekleşmiş olduğunu iddia etmiştir. İlk Derece Mahkemesi anılan kanun hükmünde yer alan "ölmüş" ibaresinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiğine dikkati çekerek davayı reddetmiştir.

Somut olayda başvurucu, Anayasa Mahkemesinin belirtilen iptal kararından (2011) önce dava açmasına rağmen (2008) Yargıtayın ilgili Hukuk Dairesi, bu dava yönünden diğer içtihadından farklı olarak Anayasa Mahkemesince anılan hükmün iptal edildiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.

Esas itibarıyla hukuk kurallarını yorumlama ve uygulama yetkisine sahip olan Yargıtay Dairesinin içtihat değişikliğine gitmiş olması tek başına adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilemez ise de somut olayda bu içtihattan sonraki kararlarında da aynı Dairenin eski içtihadını sürdürdüğü dikkate alınmalıdır. Öte yandan Yargıtay Dairesinin kararında, önceki içtihattan farklı hüküm verilmesine dair herhangi bir gerekçe de gösterilmemiştir.

Ayrıca, söz konusu içtihat farklılığını giderebilecek bir mekanizmanın işletilmemiş olmasına da dikkat çekilmelidir.

Dolayısıyla somut olaya özgü olduğu anlaşılan içtihadın aynı uyuşmazlıklar yönünden yine aynı Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından benimsenmediği, Yargıtay nezdinde tutarlı ve tekdüze bir uygulamanın sağlanmadığı saptanmıştır. Bu durum ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşeceği gibi bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de sarsmaktadır.

Sonuç olarak somut olayda görülen davada Yargıtayın aynı dairesinin diğer içtihadıyla çelişecek şekilde karar vermesi söz konusudur. Makul bir gerekçe ortaya konulmayıp ve sonrasında istikrarlı bir şekilde uygulanmadan benzer nitelikteki uyuşmazlığın zıttı olacak şekilde davanın neticelenmesi hukuki belirsizliğe yol açmıştır.

Başvurucu için öngörülemez nitelikte olan bu uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

>> AYM KARARI İÇİN TIKLAYINIZ