İnsan hakları; tüm insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olması ve korunması için var olan haklardır. Bu haklar vazgeçilemez, devredilemez ve evrensel niteliktedir.

Tarihsel süreç içinde bireysel, siyasal, sosyo-ekonomik ve dayanışma hakları olarak detaylandırılan insan haklarından dayanışma haklarında yer alan hasta hakları günümüzde sağlık hukukunun temelinde yer alan önemli bir kavramdır.

Sosyal devletin, eşitlik ve adalet ilkesi doğrultusunda tüm vatandaşlarının sağlıkla temel gereksinimlerini karşılayacak hizmeti sağlamak gibi toplumsal bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sorumluluğu da bireyler için sosyal bir güvence sağlayarak yerine getirirler ve hastanın tedavi sürecinde bu sorumlulukları yerine getirirken eşitlik ve adalet ilkesinin uygulanmasından yönetimin sorumluluğu büyüktür.

Hasta hakları; önce uluslararası sözleşme ve bildirgelere sonra sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan fertlerin hak talebini karşılayacak yasal düzenlemeler ile uygulamaya girmiştir. Hasta haklarının dayandığı uluslararası anlaşmalar, anayasa, kanunun, yönetmelik ve ilgili mevzuat dikkate alındığında sağlık hukukunun, ceza, borçlar ve idare hukuku gibi birçok hukuk dalı ile bağlantılı bir hukuk dalı olduğunu söyleyebiliriz.

Dünya Tabipler Birliği, hasta haklarının varlığını kabul ederek 1981 yılında “Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi”ni yayınlamıştır. Bu bildirge birçok ülkenin yanı sıra ülkemizce de dikkate alınarak hasta hakları ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmıştır.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hasta Hakları Bildirgesi’nde hasta haklarının bir insan hakkı ve sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez bir unsuru olduğuna, doktorluk mesleğinin insan onuruna saygılı ve hekim hasta ilişkisinde tıp etiği ilkelerin öncelikli olarak kabul edildiğine, hasta haklarının tanınmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde hekimlerin önemli görev ve sorumluluklarının bulunduğuna, ancak hasta haklarından temelde tüm sağlık sisteminin sorumlu olduğuna, bu çerçevede hem sağlık sisteminin hasta haklarına uygun biçimde oluşturulması, hem de bu hakların hekimler ve diğer tüm sağlık çalışanları tarafından benimsenmesi için gerekli önlemlerin alınmasına TTB’ce destek verildiğine, hasta haklarını kısıtlayan hiç bir ekonomik ve politik uygulamanın kabul edilemez olduğuna, sağlık hizmetlerinin sunumunda hasta haklarına saygı gösterilmesini iyi hekimliğin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edildiğine yer vermiştir.

Ülkemizde hasta hakları anayasamızın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği” başlıklı 12. maddesi, “Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı” başlıklı 17. Maddesi ve “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56. maddesi ile anayasal teminat altına almıştır. Anayasanın belirtilen maddelerinde Devletin, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenlemek, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirmekle sorumlu olduğunu, herkesin, yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu, tıbbi zorunluluklar ve Kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı düzenlemelerine yer verilmiştir.

Hasta haklarının temel dayanaklarından biri de 3359 sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” ve 663 sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”,  söz konusu ve kararname çerçevesinde hazırlanan “Hasta Hakları Yönetmeliği” ve “Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” dir.

Yönetmeliklerde;

Hasta hakları; hastaların sağlık hizmetlerinden faydalanma, sağlık durumu ile ilgili bilgi alma, tıbbi müdahalede rızasın alınması, hasta haklarının korunması ile güvenliğin ve dini vecibelerin yerine getirilmesi gibi hizmetlerden yararlanma hakkı olarak yer alırken,

Sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı ise,  sağlık kuruluşları açısından adalet ve hakkaniyete uygun hizmet verme ve hasta içinse faydalanma hakkı, sağlık kuruluşundan faydalanma şartları, hizmetler, faydalanma usulünü öğrenilmesine yönelik bilgi isteme hakkı, hastanın doktor tarafından bilgilendirilmesi ve tıbben sakınca görülmemesi halinde sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirme hakkı, sağlık hizmeti talebinin zamanında karşılanamadığı durumlarda, hastanın, öncelik hakkının tıbbi kriterlere dayalı ve objektif olarak belirlenmesini öncelik sırasının belirlenmesini isteme hakkı, hastanın, kendisine sağlık hizmeti verecek personeli tanıma, seçme ve değiştirme hakkı, tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakım isteme hakkı olarak belirtilmektedir.

İlgili mevzuat çerçevesinde irdelendiğinde hasta hakları kavramı, hasta-sağlık çalışanı-hastane ilişkisini ortaya koyan hak unsurlarını ve bunların getirdiği hukuki sorumlulukları içermektedir.

Tıp fakültelerinden mezun olan doktorlarımızın mezuniyet törenlerinde okudukları Hipokrat Yemini’nde “ Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhinde kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” ifadeleri tıp mesleği mensubunun bir hastaya nasıl davranması gerektiğini, bu konuda kendisinden neler beklendiğini, neleri yapması gerektiğini, neleri yapmaması gerektiğini,  yani sorumluluklarını açıkça göstermektedir. 

Ülkemizde, doktorluk mesleğinin yürütülmesini, doktorun hastaları ve meslek örgütü ile ilişkilerini düzenleyen 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi, Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Nüfus Planlaması Kanunu, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Hasta Hakları Yönetmeliği, Hekimlik Meslek Etiği Kuralları vb ulusal ve uluslararası tıbbi etik kurallar, sözleşmeler, bildirgeler gibi yazılı metinlerin yanında, genel ahlak kuralları, örfler ve adetler gibi yazılı olmayan kurallarla da belirlenmiştir.

Hukuk; kişilerin doğuştan kazanılmış sayılan yaşam, sağlık gibi maddi; onur, sır, özgürlükler, saygınlık gibi manevi değerlerini kişilik hakkı sayarak güvence altına almıştır. Tıp sanatı insanlar üzerinde iyileştirme amacıyla uygulandığı için kişinin yasalarca korunan yaşamı, beden bütünlüğü, sağlığı bozulsa bile hekimlik uygulamaları hukuken korunmuştur. Ancak, tıbbi müdahalelerin hukuken korunması, hukuka uygun oldukları sürece söz konusudur ve sınırsız değildir. Hukuka uygunluk sınırı aşıldığında hekimin cezai ve hukuki sorumluluğu ortaya çıkar (Aşçıoğlu Ç. Tıbbi Yardım ve El Atmalardan Doğan Sorumluluklar. Ankara: Tek Işık Ofset Tesisleri; 1993.).

Hekimlerin her türden tıbbi müdahale ve tedaviden dolayı sorumlu tutulabilmeleri için üç ana unsur gereklidir. Eylem hukuka aykırı ve/veya kusurlu olmalı, sonucunda bir zarar ve zararla eylem arasında uygun nedensellik (illiyet) bağı bulunmalıdır (Işık AF.Hastane enfeksiyonlarının hukuksal boyutu. Hastane İnfeksiyonları Dergisi. 2000;4:175-182.).

Yargıtay 13. Dairesinin bir Kararında "Doktor, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken, bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor, özen yükümlülüğü kapsamında en ufak bir tereddüt gösteren durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı ve en emin yolu tercih etmelidir." denilmektedir.

“Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları”nın 13. Maddesinde Malpraktis "bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanmasıdır" olarak tanımlanırken Dünya Tabipler Birliğine göre de, malpraktis "hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasardır" olarak tanımlanmaktadır.

Hasta bireyin kendisi hakkında karar vermesini sağlayacak şekilde bilgilendirilmesi, aydınlatılması, hastanın önerilen işlemin yarar ve risklerini, reddettiğinde karşılaşacağı sonuçlarını anlayabilmesi, hastanın zorlama ve baskı olmaksızın karar verebilmesi önem taşımaktadır. Aydınlatılmış onam, bir hastanın ya da bireyin dışarıdan herhangi bir zorlama olmaksızın kendi özgür seçimine dayanarak belirli bir müdahalenin kendisine yapılması (kabul veya ret) eylemlerinin uygulanması davranışıdır ve hekim – hasta ilişkisinde kendine özgü öğeleri olan sürekli özel bir iletişim sürecidir. Özellikle cerrahi operasyonlarda aydınlatılmış onam çok önemlidir. Türk Ceza Kanununda bu konuda tüm doktorların sorumluluk alanını çok genişleten hukuksal düzenlemeler yapılmış olmakla birlikte hasta bireyin anlayabileceği biçimde bilgilendirilmesi ve sonuçta tıbbi girişim için onamının alınması, bugün sağlık çalışanları için etik ve yasal bir yükümlülüktür. Bu hak,  uluslararası ve ulusal tüm hasta hakları belgelerinde ilk madde olarak ele alınmış ve tanımlanmıştır.

Türk Tabipler Birliği Malpraktis bildirgesinde; Hekimin sorumluluğunu, hizmet sunarken hata yaparak zarara neden olmaması için bilgi ve becerisini yetkinleştirmesi ve hizmet sunumunda yeterli özeni göstermesi olarak tanımlamakta, malpraktis oluştuğunda tüm sorumluğun yeterli değerlendirme yapılmadan yalnızca doktora yüklenemeyeceğini, zira sağlık hizmetinin sadece doktor tarafından sunulmadığını, hizmetin, diğer sağlık çalışanlarıyla, çalışma koşullarıyla, altyapı olanaklarıyla, uygun nitelikte hizmet için gerekli malzemelerle, örgütlenme biçimi ve yönetsel boyutuyla bir bütün olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle de malpraktisteki sorumlulukların belirlerken, başta sağlık hizmetlerinin örgütlenme ve sunum biçimi olmak üzere ilgili boyutların tamamının birlikte göz önüne alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

Hastalık ve herhangi bir sağlık sorununun giderilmesi amacıyla doktor ya da sağlık başvuran hastanın sağlık hizmeti alması esnasında beklenmedik bir zararla karşı karşıya gelmesi halinde açılan dava malpraktis davası olarak adlandırılır. Açılan bu davalar; tazminat sorumluluğu açısından borçlar hukuku, eylemin suç oluşturması açısından ceza hukuku, idarenin sorumluluğu açısından idare hukuku kapsamında ele alınır. Ancak malpraktis davasının açılabilmesi doktorun gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmış olması, tedavi işlemlerinin tıp biliminin gereklerine uygun olarak icra edilmemesi, hekimlik uygulamasında hatanın var olması ve bu yüzden hastada bir zarar meydana gelmiş olmasını gerektirmektedir.

Bu yazımızda sağlık hukukunun dayanakları anlatılmış, ikinci yazımızda malpraktis davaları ve yargı kararları irdelenecektir.