Sahipsiz hayvanlara yönelik şiddet vakaları ve mevzuata aykırı uygulamalar devam ediyor. Vicdanları sızlatan görüntüler, toplumu derinden yaralıyor. Oysa tüm eksikliklerine rağmen, yürürlükte olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu hükümleri sahipsiz hayvanların korunmasını teminat altına alıyor. Hem insanların ve hem de sahipsiz hayvanların korunmasında sorun; hayvanların varlığından veya 5199 sayılı Kanundan değil, Kanunun uygulanmasında yaşanan eksikliklerden ve ihmallerden kaynaklanıyor.

Bu yazımızda; sahipsiz hayvanlarla ilgili yasal düzenlemeler, kamu görevlilerinin sorumlulukları, sahipsiz hayvanlara karşı işlenen suçlar ve son dönemde gündemde olan diğer hususlar incelenmiştir.

I- Sahipsiz Hayvanların Yasal Tanımı

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu m.3’de; “evcil hayvan”, “sahipsiz hayvan” ve “ev hayvanı” tanımları yapılmıştır. Buna göre; “sahipsiz hayvan”, “barınacak yeri olmayan veya sahibinin ya da koruyucusunun ev ve arazisinin sınırları dışında bulunan ve herhangi bir sahip veya koruyucunun kontrolü ya da doğrudan denetimi altında bulunmayan evcil hayvanlarıifade eder. “Evcil hayvan”; “insan tarafından kültüre alınmış ve eğitilmiş hayvanlar” olarak tanımlanmaktadır. “Ev hayvanı” kavramı; “Gerçek veya tüzel kişiler tarafından özellikle evde, iş yerlerinde ya da arazisinde özel ilgi ve refakat amacıyla muhafaza edilen, bakımı ve sorumluluğu sahiplerince üstlenilen her türlü hayvanı” ifade etmektedir. Kanunda yer alan “sahipsiz hayvan” kavramı, evcil hayvanları kapsamına almaktadır. Güçten düşmüş hayvan ve yabani hayvan tanımlarına aynı maddede ayrıca yer verilmiş olup, evcil hayvanlar bu kapsamda değildir.

7332 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 11. maddesinin gerekçesinde; hayvanlara karşı gerçekleştirilen bazı fiillerin kabahat olmaktan çıkarılıp, suç olarak düzenlendiği açıklandıktan sonra, kedi veya köpek, sahipsiz bile olsa, insan tarafından kültüre alınmış bir tür olarak ‘evcil hayvan’ sıfatıyla suçun konusu olabilecektir” ifadesine yer verilmiştir. Kedi veya köpeğe karşı işlenen suçlar; sahipli veya sahipsiz olup olmadığına bakılmaksızın, aynı ceza yaptırımına tabi tutulmuştur. Kanun koyucu; sahipsiz kedi ve köpeği, net şekilde “evcil hayvan” olarak kabul etmiş olup, “Tanımlar” başlıklı 3. maddesini de bu kabule göre düzenlemiştir.

Esasen; 5199 sayılı Kanunda yer alan bu tanımlar, Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi tanımları ile de örtüşmektedir. Sözleşmenin “Tanımlar” başlıklı 1. maddesi; sahipsiz hayvanları tanımlarken, “evi olmayan veya sahibinin/bakıcısının evinin sınırları dışında bulunan veya sahibinin/bakıcısının kontrolü ve denetimi dışında bulunan ev hayvanı” ifadesini kullanmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme; sadece “evde” yaşayan hayvanları değil, sahipsiz evcil hayvanları da kapsamına almış olup, sahipsiz hayvanlar yönünden “kapsam” itibariyle 5199 sayılı Kanunla arasında fark bulunmamaktadır.

II- Mevzuatta Kalıcı Barınak Yoktur, Geçici Bakımevi Vardır.

5199 sayılı Kanun; “hayvan bakımevi” tanımını “Bakanlıktan izin alınmak suretiyle kurulan ve hayvanların rehabilite edileceği bir tesisşeklinde yapmış olup, rehabilitasyon ise “sahipsiz hayvanların tedavi ve parazit mücadelesinin yapılmasını, aşılanmasını, kısırlaştırılmasını ve dijital kimliklendirme yöntemleriyle işaretlenmesi” olarak ifade edilmektedir. 5199 sayılı Kanun m.6/4’de; sahipsiz hayvanların tedavi, parazit mücadelesi, kısırlaştırma, aşılama, kimliklendirme işlemlerinin tamamlanmasından sonra geri bırakılmaları esası düzenlenmiş olup, rehabilitasyonu tamamlanmayan istisnalar hariç olmak üzere, bunlar dışında tüm sahipsiz hayvanların süresiz olarak bakımevlerinde tutulmalarını öngören hükme yer verilmemiştir.

Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nde “geçici bakımevi” kavramına yer verilmiş olup; geçici bakımevine alınan sahipsiz hayvanların kısırlaştırılmasını ve gerekli tedavilerin yapılmasını takiben sahiplendirme duyurusu yapılacağı, 10 gün içerisinde sahiplenilmeyen hayvanların ise alındıkları ortama geri bırakılacağı düzenlenmiştir (Yönetmelik m.21). Bu hüküm; sahipsiz hayvanların sahiplendirilmesinin teşviki amacıyla getirilmiş olup, sahiplendirme için süre belirlemiş ve bu süre içinde sahiplendirilmeyen hayvanların alındıkları yere bırakılmasını net şekilde düzenlemiştir. Dolayısıyla; Yönetmelikte de, sahipsiz hayvanların süresiz şekilde bakımevlerinde tutulması benimsenmemiş olup, hayvanlar yararına sahiplendirmenin teşviki, bunun mümkün olmaması halinde hayvanın alındığı yere bırakılması amaçlanmıştır. Kaldı ki; aksi yönde bir düzenleyici işlemin veya uygulamanın, sahipsiz hayvanların süresiz şekilde bakımevlerinde tutulmasını öngörmeyen Kanun hükümlerine aykırılık teşkil edeceği de kuşkusuzdur.

III- Sahipsiz Hayvanların Geri Bırakılması

5199 sayılı Kanun m.6/4’ün son cümlesine göre; “Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır”. Hükümde geçen “öncelikle” ibaresinden kasıt; sahipsiz hayvanların rehabilite edilmesinin ve kaydedilmelerinin ardından, ilke ve birincil koşul olarak alındıkları ortama bırakılması olup, alındıkları ortamın hayvanların yaşamını sürdürmeye elverişli olmaması, beslenme imkanı bulunmaması gibi sakıncalı yerlerden olması halinde, sahipsiz hayvanların yaşamını sürdürmesini destekleyici koşullara sahip olan bir başka yere bırakılmasının da ikincil olarak sözkonusu olabileceği anlamına gelmektedir. Bu anlamda; 5199 sayılı Kanun m.4/1-b ve c hükümleri, rehabilite edilen hayvanların bırakılacağı yerin tespitinde yol göstericidir.

5199 sayılı Kanunun “Belediyelerin sorumluluğu” başlıklı Ek 1. maddesinde de; “…Rehabilitasyon süreci tamamlanan hayvanların, bakımevine getiren belediye tarafından öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.

Rehabilite edilmemiş sahipsiz köpekler, belediyelerce hayvan bakımevlerinde veya geçici ünitelerde kısırlaştırılarak veri tabanına kaydedilir. Geçici ünitelerde yapılan kısırlaştırmalar sonrasında, köpekler alındıkları ortama bırakılmadan önce sağlıklarına kavuşmaları için gerekli tedbirler alınır. Bakanlık da bu kapsamdaki köpeklerin kısırlaştırılmasına her türlü yardımda bulunur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

“Öncelikle” ibaresine; rehabilite edilen ve kaydı yapılan sahipsiz hayvanların barınaklarda tutulmaya devam edilebileceği veya yaşamına son verilebileceği veya Kanunun amacına uygun, somut ve geçerli bir gerekçe olmaksızın keyfi şekilde başka herhangi bir yere bırakılabileceği şeklinde anlam yüklenmesi mümkün değildir. Birincisi, 5199 sayılı Kanun m.6/1 atfı ile 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda sayılan istisnalar dışında öldürme yasaktır; ikincisi, 5199 sayılı Kanun m.3/1-k’da “Hayvan bakımevi: Bakanlıktan izin alınmak suretiyle kurulan ve hayvanların rehabilite edileceği bir tesisi,” olarak tanımlanmış olup, bakımevleri sahipsiz hayvanların ömürleri süresince barındırılacağı yerler değildir. Rehabilitasyon ise; 5199 sayılı Kanun m.3/1-p’ye göre, “sahipsiz hayvanların tedavi ve parazit mücadelesinin yapılmasını, aşılanmasını, kısırlaştırılmasını ve dijital kimliklendirme yöntemleriyle işaretlenmesi” anlamına gelmektedir. Sonuç olarak; 5199 sayılı Kanun m.3 ve 6’nın birlikte değerlendirilmesinden, sahipsiz hayvanların tedavi, parazit mücadelesi, aşılanması, kısırlaştırılması ve dijital kimliklendirme işlemlerini yapılmasını takiben bırakılması, bu bırakmanın da öncelikle sahipsiz hayvanın alındığı yere yapılması Kanunun emredici hükmüdür.

IV- Sahipsiz Hayvanların Nüfus Kontrolü

5199 sayılı Kanun, sahipsiz hayvanların nüfus kontrolünde “kısırlaştırma” esasını benimsemiştir. Sözleşmenin 12. maddesi de; sahipsiz hayvanların nüfus kontrolünün sağlanmasında, devletlere kısırlaştırmayı teşvik etmeyi taahhüt edeceklerini belirtmektedir. Maddede, sahipsiz hayvanların öldürülebileceği şeklinde açık bir ifadeye yer verilmemiştir. Sözleşmenin 12. maddesi öldürmeyi bir tedbir olarak önermemektedir; yakalama, muhafaza ve öldürme işlemlerinde Sözleşme prensiplerine uygun hareket etme şartını düzenlemektedir. Öldürme halleri ile ilgili olarak ise, iç hukukumuza bakılması gerekmektedir. 5199 sayılı Kanun m.6/1, mülga 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu’nda belirtilen haller dışında sahipsiz hayvanların öldürülmesini net şekilde yasaklamıştır. Mülga 3285 sayılı Kanunun yerini, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu almıştır. 5996 sayılı Kanun m.9/3’de; hayvanlara ötenazi yapılmasının yasak olduğu açıkça belirtilmiş olup, istisnaları da sıkı ve sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Sonuç olarak; sahipsiz hayvanlar, nüfus yoğunluğu gerekçe gösterilerek öldürülemez. Sahipsiz hayvanların nüfus kontrolü, hem Sözleşme ve hem de Kanun gereğince kısırlaştırma yoluyla yapılmaktadır.

5199 sayılı Kanun; Sözleşmenin onaylanmasından sonra yürürlüğe girmiş olup, kanun koyucu sahipsiz hayvanların nüfusunun kontrolünde kısırlaştırma iradesini ve öldürmeyi reddettiğini net şekilde ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Sözleşme ve Kanun arasında çatışmadan bahsedilmesi mümkün değildir. Kaldı ki; bir an için Sözleşme ve 5199 sayılı Kanun hükümleri arasında çatışma olsa idi, Sözleşme m.2/3’de, Sözleşmenin hiçbir hükmünün, taraf devletlerin hayvanların korunmasına yönelik, yani hayvanlar lehine daha sıkı tedbirler alma hürriyetini etkilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Yeri gelmişken, bireylerin temel hak ve hürriyetleri ile 5199 sayılı Kanunun çatışan hükümleri yoktur. Aksine, hem bireylerin temel hak ve hürriyetlerini ve hem de hayvanların varlığını ve korunmasını destekleyici hükümler vardır. Mevzuatımızda; insan sağlığı ve güvenliği gözetilerek, her bir somut vaka özelinde tedbirler alınabilmektedir. Bir tarafından hayvanları koruyup, diğer taraftan insan sağlığını gözeten, akla, vicdana ve en önemlisi yasal düzenlemeye uygun, makul tedbirler alınabilir. Bunun dışında; sahipsiz tüm hayvanları kapsayacak şekilde, ilanihaye bakımevlerinde tutma veya öldürme gibi bir sistem benimsenmemiştir.

V- 5199 sayılı Kanuna Aykırı Hükümler İçeren Düzenleyici İşlemlerin Akıbeti ve Normlar Hiyerarşisi

İdarenin düzenleyici işlemlerinin kanunlara aykırı olması, o düzenleyici işlemlerin iptali nedenidir. Bir idari işlemin dayanağı olan düzenleyici işlemin kanuna aykırı olması halinde, düzenleyici işlem hakkında verilen iptal kararı bulunmasa bile, mahkemeler kanuna aykırı olduğunu saptadıkları düzenleyici işlemi gözardı ederek, kanun hükümlerini dikkate almak suretiyle dava konusu idari işlem hakkında karar verebilirler. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.7/4’ün son cümlesine göre; “Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz”.

Anayasa m.124/1 ve 138/1 uyarınca; idarenin düzenleyici işlemlerinin kanuna aykırı olamayacağı, mahkemelerin Anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olarak karar verecekleri nettir. Anayasa m.11’de açıkça düzenlendiği üzere; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğundan, idarenin düzenleyici işlemlerinde Anayasa m.124’e göre hareket etmesi, yargı mercilerinin de Anayasa m.138/1’e göre karar vermesi Anayasa m.11 ile bağlantılı şekilde zorunlu olduğundan, mahkemelerin kanuna aykırı düzenleyici işlemleri görmezden gelerek ve bunları ihmal ederek kanuna göre karar verebilmesinin dayanağı, Anayasanın bu konuda verdiği yetkidir.

Dolayısıyla; 5199 sayılı Kanuna aykırı bir düzenleyici işlem, hiçbir idari işleme dayanak oluşturma kabiliyetine sahip değildir. İdarenin hiçbir işlem ve eylemi, Kanuna aykırı olamaz.

V- Sahipsiz Hayvanlara Karşı İşlenen Suçlar

5199 sayılı Kanun m.28/A’da; hayvanlara karşı işlenen suçlar düzenlenmiş olup, sahipli ve sahipsiz hayvanlara karşı işlenen suçlar için aynı cezalar öngörülmüştür. Buna göre; sahipsiz bir hayvanı kasten öldürmek, herhangi bir hayvana cinsel saldırıda bulunmak, sahipsiz bir hayvana işkence etmek, acımasız ve zalimce muamelede bulunmak, hayvan dövüştürmek suç olarak düzenlenmiştir. Bu fiillere azmettirenlerin de, TCK m.38 uyarınca ceza sorumluluğu doğacaktır. Hayvanların öldürülmesi konusunda istisnalar sınırlı olup; ancak 5199 sayılı Kanun, 5996 sayılı Kanun ve Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği hükümlerinde gösterilen hallerde ve her bir somut vaka özelinde veteriner hekim kararıyla gündeme gelebilir.

Bu suçlar birden fazla hayvana karşı aynı anda işlendiğinde verilecek ceza yarı oranında artırılacağı gibi; veteriner hekim, veteriner sağlık teknisyeni, hayvan koruma gönüllüsü, hayvan koruma derneği üyeleri, hayvan koruma vakfı üyeleri veya hayvanlara bakmak veya onları korumakla görevlendirilen kişiler tarafından bu suçların işlenmesi durumunda da ayrıca verilecek ceza yarı oranında artırılacaktır.

Kamu görevlilerinin bu görevlerinin ifası ile ilgili olarak şahsen hayvana karşı işledikleri suçlardan sorumluluğu, 5199 sayılı Kanun m.28/A kapsamına girmektedir. Yasal istisnalar dışında, Kanun m. 28/A’da sayılan öldürme ve kötü muamelede bulunma fiillerinin, hayvanlara bakmak veya onları korumakla “görevlendirilen” kişiler tarafından işlenmesi durumunda verilecek cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür. Ayrıca; kamu görevlilerinin icrai veya ihmali suretle görevlerine aykırı hareket etmeleri halinde, TCK m.257’de düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu da gündeme gelecektir. Dolayısıyla; 5199 sayılı Kanunda suç olarak düzenlenen fiilleri işleyen görevli kişiler ve görevinin gereklerine aykırı hareket edenler hakkında, somut olayın özelliğine göre 5199 sayılı Kanun m.28/A veya fiilin başka bir suçu oluşturmadığı durumda TCK m.257’nin tatbik edilebileceğinde tereddüt bulunmamaktadır.

Bu suçlar taksirle işlenebilen suç olmadığından; kasten işlenebileceği gibi, örneğin kısırlaştırma ve tedavi faaliyetlerinde, zarar sonucunun doğabileceği öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememesi ve failin fiilinden doğan neticeyi istememesi halinde ceza sorumluluğu bulunmasa da, olası kastla bu suç işlenebilir. Olası/muhtemel kast; failin neticeyi öngörmesine rağmen, neticeyi önemsemeksizin, “olursa olsun” düşüncesiyle fiili işlemesi halinde gündeme gelir. Örneğin; kısırlaştırma işlemi yapılacağı sırada hayvanın acı ve ızdırap yaşamaması için gerekli önlemler alınmamışsa, usule aykırı şekilde ve yetkisiz kişilerce iğneli yakalama işlemi yapılmışsa ve bundan dolayı hayvanın ölümüne sebep olunmuşsa, meydana gelen ölüm neticesinde olası kastla öldürme gündeme gelecektir. Bunlar dışında; hayvanların korunması ile ilgili görevlerini ihmal eden, geçici bakımevinde olan sahipsiz hayvanları aç bırakan, tedavisini usule uygun şekilde yapmayan, bu hayvanların güvenlikleri ve bakımevinde geçici olarak bulundukları sürede uygun koşullarda yaşamaları için gerekli önlemleri almayan görevlilerin de ceza sorumluluğu doğacağı gibi, kontrol ve denetleme görevini ihmal eden kamu görevlileri de TCK m.257’den sorumlu tutulabilecektir. Örnekler bununla sınırlı olmayıp, her bir somut olayın kendi koşulları içerisinde bu değerlendirmenin yapılması mümkündür.

VI- Amacı ve Faaliyetleri Kanuna ve Ahlaka Aykırı Olan Dernekler Hakkında Uygulanacak Yaptırımlar

Anayasa m.33/5’de; derneklerin, kanunun öngördüğü hallerde hakim kararıyla kapatılabileceği veya faaliyetten alıkoyulabileceği düzenlenmiştir. Milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin veya yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla yetkilendirilen bir merciin, 24 saat için hakim onayı almak kaydıyla derneği faaliyetten men edebileceği de belirtilmiştir.

5253 sayılı Dernekler Kanunu m.30’da; derneklerin tüzüklerinde gösterilen amaç ve bu amacı gerçekleştirmek üzere sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları dışında faaliyette bulunamayacağı, Anayasa ve kanunlarla yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulamayacağı düzenlenmiştir. Kanunun 32. maddesinde ise; bu yasaklara aykırı hareket eden dernek kurucuları ve yöneticilerinin ceza sorumluluğu, adli para cezası ve hapis cezası olarak düzenlenmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.56/2’nin 2. fıkrasında, hukuka veya ahlaka aykırı amaçlarla dernek kurulamayacağı; TMK m.58/3’de dernek tüzüğünün, kanunun emredici hükümlerine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Ancak derneklerle ilgili düzenlemeler, sadece kuruluş ve tüzükleri ile ilgili değildir. Gösterdikleri kuruluş amacı ve tüzükleri hukuka uygun olsa bile; faaliyetleri ve amacı kanuna ve ahlaka aykırı hale gelen derneklerin, savcının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkemece feshedilmesine karar verilebilir. Mahkeme, dava sırasında faaliyetten alıkoyma dahil gerekli bütün önlemleri alır. Dolayısıyla; bir derneğin tüzüğünde ahlaki ve kanuni yönden herhangi bir sorun gözükmese bile, derneğin amacı ve faaliyetleri kanuna ve ahlaka aykırı ise, mahkeme o derneğin feshine karar verilebilecektir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 26.10.2017 tarihli, 2017/15474 E. ve 2017/13926 K. sayılı kararına göre; “Bir derneğin feshine karar verilebilmesi için o derneğin suç sayılan eylemlerin kaynağı haline geldiğinin süregelen ve birden çok eylemin varlığının saptanması halinde mümkündür. Ancak o takdirde dernek kurucularının asıl amacının dernek faaliyeti olmayıp dernek adı altında suç işlemeye veya ahlaka aykırı çalışmalar yapmaya yasal zemin hazırlamak olduğundan söz edilebilir”.

Netice itibariyle; görünür amacı ve faaliyeti hukuka uygun olan bir dernek, kanuna ve ahlaka aykırı faaliyetlerde bulunuyorsa, bu tür faaliyetleri teşvik ediyorsa, kanunun uygulanmasına engel olmaya çalışıyorsa, görünür amacı, faaliyetleri, söz ve yazıları ne olursa olsun, Yargıtay içtihadında da belirtildiği şekilde asıl amacının ve faaliyetlerinin dikkate alınması neticesinde bu tür bir derneğin feshine karar verilebilecektir. Çünkü bir derneğin görünümü, gerçek niyeti ve maksadı legal olmalıdır. Ayrıca; bireyleri kanunlara uymamaya, kanunlara aykırı fiillerde bulunmaya tahrik ediyorsa, kamu barışını bozmaya elverişli bu tahrik fiillerini işleyenlerin de bireysel olarak ceza sorumluluğu doğacağında da tereddüt bulunmamaktadır.

VII- Sosyal Medya Üzerinden İşlenen Suçlar

Günümüzde sosyal medya üzerinden sıklıkla; hakaret (TCK m.125), tehdit (TCK m.106), kişisel verilerin hukuka aykırı olarak verilmesi ve yayılması (TCK m.136), suç işlemeye tahrik (TCK m.214), kanunlara uymamaya tahrik (TCK m.217) gibi suçları teşkil edebilen fiillere rastlanmaktadır.

Özellikle kişisel verilerle ilgili vurgulanması gereken husus şudur: bireylerin kişisel bilgilerinin, isimlerinin, fotoğraflarının hukuka aykırı şekilde paylaşılarak hedef gösterilmesi tek başına TCK m.136’da düzenlenen kişisel verileri hukuka aykırı olarak yayma suçunu oluşturmaktadır. Bireylerin kendilerine ait kişisel verilerini aleni olarak paylaşması, bu verileri ait olduğu bireyin rızasına aykırı şekilde başkaları tarafından paylaşılmasını hukuka uygun hale getirmez. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 06.10.2021 tarihli, 2020/2426 E. ve 2021/6589 K. sayılı kararında;

Mağdura ait Twitter hesabında mağdur tarafından paylaşılan mağdurun poz vermiş şekilde çektirdiği fotoğrafın, mağdurun başkalarının görmesini ve bilmesini istemeyeceği özel hayatına ilişkin görüntü olarak kabul edilemeyeceği; ancak, mağdurun özel yaşam alanına ilişkin olmayan kişisel veri niteliğindeki fotoğrafını, hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması nedeniyle hukuka aykırı olduğunda tereddüt bulunmayan bir yöntemle kendi internet hesabında yayımlayan sanık hakkında, iddianamede tarif edilen eyleminden dolayı TCK'nın 136/1. madde ve fıkrasının uygulanması ihtimaline binaen ek savunma hakkı tanındığı da nazara alınıp, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken, ‘...katılanın bahse konu fotoğrafının herkese açık şekilde sosyal paylaşım sitesindeki sayfasında paylaştığı, katılanın herhangi bir kısıtlama yapmaması nedeniyle bu şekilde paylaştığı fotoğrafının başkaları tarafından görülmesinden ve paylaşılmasından rahatsızlık duymadığı, bu nedenle bahse konu fotoğrafın alınmasının ve yorum yapılmasının yüklenen suçu oluşturmayacağı...’ biçimindeki yasal ve yeterli olmayan gerekçelere dayalı olarak yazılı şekilde beraat hükmü kurulması,

…Kanuna aykırı olup, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle … BOZULMASINA…”

Karar verilmiştir.

Yargıtay; mağdurun herkese açık şekilde paylaştığı fotoğrafının, kendi rızası dışında bir başkası tarafından yayımlanmasının, TCK m.136’da düzenlenen suçu oluşturacağını belirtmiş ve aksi yönde olan ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bu sebeple; bireylerin sosyal medya üzerinde faaliyetlerinde ve paylaşımlarında, kişisel veriler konusunda hassasiyetle hareket etmesi ve diğer bireylerin aleni de olsa kişisel verilerini rıza olmaksızın paylaşmamaları gerekmektedir. Aynı şekilde; bireylerin yaptığı paylaşımlarda, yukarıda yer verilen suç tiplerine aykırı davranışlarda bulunmamaları, hem ceza sorumluluğunun doğmasının önlenmesi ve hem de kamu düzeninin sağlanması için önemlidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)