Son yıllarda sosyal medyanın hayatımızın her alanında fazlaca yer alması ister istemez bizim mesleğimizi de etkiledi.

Reklam yasağının sosyal medya yolu ile ihlali artık alıştığımız bir durum haline geldi; Google arama motoruna “en iyi boşanma avukatı”, “en harika işçi avukatı”, “ipten alan ceza avukatı” şeklinde verilen reklamlar, en üstte çıkmak için ödenen paralar, konum tabanlı verilen reklamlar... Barolar Reklam Yasağı Yönetmeliğini fiilen uygulamamaya başladı.

Bunların yanında son dönemde bir de “fenomen/şakacı avukat” sorunu (bence bu bir sorun) baş gösterdi. Kimi Avukatlar, özellikle sosyal medyada “şakacı” bir kimliğe bürünüp mesleğin her alanından espri ve mizah çıkartma gayretine düştü.

Baştan şunu söyleyeyim; mizahın gücünü kimse yadsıyamaz. Mizah en güçlü silahlardandır. Doğru kullanıldığında bir mizahi öğe, yüzlerce sayfa yazıdan daha güçlüdür. Bunu tartışmıyorum, bunu peşinen kabul ediyorum.

Peki her şeyin mizahı olur mu? Avukatlık meslek etiğinde “mizah” her daim kabul edilebilir mi?

BİR RT UĞRUNA YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR!

“Avukatların mesleğin haysiyet ve vakarı ile telifi mümkün olmayan her türlü hal ve hareketten içtinap etmek mecburiyetinde bulunmaları lazım gelmektedir. Bu mecburiyet bizzat mesleğin mahiyeti itibarile avukata telkin ettiği bir hal olup, Avukatlar cemiyet içindeki her türlü faaliyetlerinde ve kişilerle olan münasebetlerinde dürüst ve vakur davranmak durumundadırlar. Avukatlık emniyet ve itimat üzerine müesses bir meslektir.” (TBB. Disiplin kurulu kararı 9.5.1970, 3/10)

Şu bir gerçek ki Avukatların günlük koşturması güzel bir mizah konusudur. Yaşanılan onlarca komik hadise, tirajikomik duruşma halleri, müvekkillerle girilen diyaloglar... Okudukça “aynısı daha yeni başıma geldi” diye içselleştirilir.

Avukatlara neredeyse yaşam hakkının bile tanınmadığı bir ülkede bundan güzel bir şaka konusu olamaz. Ancak bunun yanında, kimi meslektaşların sadece takipçi sayısını arttırmak, bir güç odağı olmak veya bilemediğim başka niyetlerle her konuyu mizahi öge yaptığını da görüyoruz. Özellikle; avukatlık mesleğinin kimi kalıplaşmış sorunları ile ilgili kamuoyu önünde yapılan mizah, bazen son derece saldırgan ve incitici olabiliyor.

Beğenilmek, ilgi odağı olmak, söylediği sözün ciddiye alınmasını istemek son derece anlaşılır insani duygulardır.

Peki bu uğurda meslek ne kaybediyor?

Avukatlar olarak pek çok sorunumuz varken, dün ruhsatını alan Avukat ile mesleğinin 50.yılındaki Avukatın “mesleğin eski itibarının kalmadığı” hususunda hem fikir olacağını düşünüyorum. En önemli sorunumuz bu.

Sorumlusu kim? Artan hukuk fakültesi sayısı mı? Vakıf üniversiteleri mi? Yoksa meslektaşlarımızın kendisi mi?

Fransız Baro Başkanlarından Fernand Payen tarafından yazılan, Baro-Sanat ve Vazife isimli kitap şu sözle başlıyor: “İnsanlar arasındaki ihtilafların yumrukla hallolunmadığından beri avukatlar vardır.

Kitabın devamında ise Paris Barosu’nun neden Fransa’nın (hatta dünyanın) en saygın Barosu olduğunu şöyle izah ediyor “Fransız Barosu’nun çok şiddetli disiplini, gördüğü saygının kaynağıdır.” ve ekliyor “Eğer Baro, her şeyden önce, meslek vekarının (ağırbaşlılığının) bizzat kendi üyeleri tarafından bozulmamasına nezaret etmeseydi, meslek vekarını dıştan gelen tecavüzlere karşı koruyamazdı.” (Fernand Payen, BARO Sanat ve Vazife, 2.Basım, 2011, Syf.135)

Avukatlık mesleğine ilişkin pek çok katı kuralın ve disiplin hükümleri olmasının sebebi, bir diğer deyişle hem kanun ve yönetmeliğin hem de meslek etik kurallarının vurgu yaptığı şey: Avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvendir.

Buna yapılan vurgu ise meslekten de öte toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesi amacına dayanmaktadır. Çünkü toplumsal yaşamda bazı ilişkilerin gelişebilmesi için kollektif inanca, diğer bir deyimle herkesin “doğru olarak kabul ettiği” şeklinde bir kamu inancına ihtiyaç vardır. Avukatlık, Hakimlik ve Hekimlik meslekleri gibi. Kişilerin, bu meslek mensuplarına inanması kuraldır. Kendilerinden beklenen faydayı sağlayabilmesi için bu tür meslek gruplarında bu inanç karinesi vardır. (Meslek K.md.3:Avukat mesleki çalışmasını kamunun inancı ve mesleğe güvenini sağlıyacak biçimde yürütür).

“Avukatlıkta da “Mesleğin itibarı” deyimi esasen “meslek vakarı” anlamındadır. Meslek itibarı “ticari itibar” değildir. Bazı mesleklerin gerçekten varlığı belli bir ‘vakar’ın varlığına bağlıdır. Meslek vakarı ortak, ‘manevi mamelek’dir.” (Av. Faruk Erem Meslek Kuralları Şerhi, TBB Yayınları No:25, 3.Bası, 1977, syf.52)

Bu kurallar sadece ülkemize de özgü değildir. Bir kaç farklılıkla bu kurallar dünyanın her yerinde aynıdır: İtalyan Avukatlık K. (12) : “Avukatlar, adalet hizmetinin gerektirdiği vakar ve haysiyet içinde mesleklerini icra ederler”; Bern kurallan (3/2) : “Avukat, Baronun itibarına aykırı her türlü faaliyetten çekinir”; Uluslararası Barolar Birliğinin Oslo (1956) kararları (2) : “Avukat mesleğinin şeref ve haysiyetini koruyacaktır

Bizdeki Meslek Kurallarının 7.maddesi: Avukat, salt ün kazandırmaya yönelen her türlü gereksiz davranıştan titizlikle kaçınmalıdır.” hükmünü içermekteyken, TBB Reklam Yasağı Yönetmeliği’nin 9.maddesi ise  Avukatların ve Stj. Avukatların, “...internet dahil, teknolojinin ve bilimin olanak tanıdığı her tür ortamda avukatlık mesleğinin onur ve kurallarına, avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene, Türkiye Barolar Birliği tarafından belirlenen “Avukatlık Meslek Kuralları”na aykırı olmayacak şekilde kendisini ifade etme hakkına sahiptir.” hükmünü içermektedir. Aynı yönetmeliğin 11.maddesi ise “... salt ün kazanmaya yönelik her tür girişim ve eylemlerden kaçınmak” ile Avukatların yükümlü olduğundan bahsetmiştir.

Meslek etik kuralları çağımızın gerisinde kaldı, revize edilmesi gerekli” denebilir. Ancak neyin etik olup olmadığına, neyin kamuoyu ve diğer Avukatlar nezdinde meslek ahlakını ve mesleğe saygı ve güveni zedelediğine, hukuk fakültesini bitirmiş, belli bir yaşa gelmiş kişilerin “kurallara bakmadan” da karar verebilmesi gerekmektedir.

Kaldı ki, başka meslek örgütlerine mensup kişilerin mesela doktorların veya mimar mühendislerin kendi mesleklerinin en çatışmalı ya da sorunlu alanlarını “mizah ögesi” yaptıkları pek göremiyorum.

Bu sadece mizah, alınmaya gerek yok” savunmasının da pek bir geçerliliği bence olmamalıdır. Alınanın, beğenmeyenin suçlandığı; yapanın “şakacı” bir kimlik ile sahiplenildiği bir durum sadece bir tarafa “katlanma” zorunluluğu getirir. Ayrıca bu şakalar, mesleğin itibarından ayrı olarak da düşünülmemelidir.

Unutulmasın, mizah ile belki bir çok kesimin ilgisi çekilebilinir ancak en sonunda mesleğin saygınlığı da kamuoyu nezdinde yıpranmış olur.

Halktan itibar bekliyorsak önce kendimize çekidüzen vermemiz, bu “cıvıklık”tan kurtulmamız gerekiyor.

Pek çok Avukatın bildiği meşhur bir hikaye vardır; 1800’ler Fransasında, zamanının ünlü avukatı Berryer fakirlik içinde ölürken genç meslektaşları ona sormuş; “-Üstat,  ayaklarınızın altına altın torbalar koymuşlardı, neden almadınız?” O da duraksamadan yapıştırmış cevabı, “- Almak için eğilmek lazımdı.. Eğilemedim bir türlü”.

Karşılaştırmayı siz yapın. Aradan geçen 200 yıl sonunda, altın torba için eğilmeyen meslek, bir kaç takipçi uğruna ne hale geldi.

Av. Erdost BALCI

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdost BALCI tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)