Sorular şunlar:

1- Sanık beraat kararına karşı, sonuç ve gerekçe bakımından kanun yoluna başvurabilir mi?

2- Sanık kendi aleyhine kanun yoluna başvurabilir mi? “Vicdanım rahat değil, cezamı çekmek istiyorum, beraat kararını temyiz ediyorum” diyebilir mi?

Sanık, hakkında verilen beraat kararını temyiz edebilir mi?

Özet: Sanık, menfaati yoksa beraat kararını temyiz edemez. Sanığın; beraat kararı dışında bütün kararlara karşı temyiz hakkını kullanabildiği kabul edilirse, beraat kararına karşı kendi aleyhine temyiz hakkını kullanamayacağı sonucuna ulaşılır.

Sanık, menfaati yoksa beraat kararını temyiz edemez. Menfaati varsa, örneğin içeriği şüpheden sanık yararlanır sebebiyle beraat iken, bunu kabul etmeyen sanık “bu suçu işlemedim” diyerek kanun yoluna gidebilir veya “fiil suç değil” diyerek de kanun yoluna başvurabilir.

Peki sanık için verilen beraat kararında sanığın aleyhine temyiz edebilmesi için menfaatinin olabileceği karar olabilir mi? Beraat kararına karşı temyiz edebilmesinde menfaatinin olması mümkün mü? Menfaati varsa, örneğin karar “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinden hareketle beraat iken, bunu kabul etmeyen sanık “bu suçu işlemedim” diyerek kanun yoluna gidebilir veya “fiil suç değil” diyerek kanun yoluna gidebilir, yani CMK m.223/2-e yerine, hakkında m.223/2-a veya b’den beraat kararı verilmesini isteyebilir ki, bu durumda kararın “beraat” sonucu itibariyle menfaati olmayan sanığın, ceza mahkemesi kararlarının etkisi sebebiyle kararın gerekçesini ve içeriğini kanun yoluna götürebilme hakkı ve menfaati gündeme gelebilir. Nitekim bu husus, bir ceza soruşturmasına ve kovuşturmasına bağlı olarak işini kaybeden kamu görevlilerinin mesleklerine ve memuriyetlerine dönebilmesinde önem taşımaktadır. CMK m.223/2-e vem.223/5 gereğince “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi esas olduğundan, suçluluğu şüpheli kalıp, şüphenin sanık aleyhine yenilmediği durumda verilen beraat kararı, açığa alınan, mesleğinden veya kamu görevinden ihraç edilen bireyin işe dönmesinin yolunu açmayabilir.

Her ne kadar ceza yargısı kararı idari yargıyı bağlamasa da, ceza soruşturması ve kovuşturması ile başlayan idari soruşturma ve yargı süreçleri ister istemez ceza yargılamalarını etkiler. Bu nedenle birey, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinden hareketle verilen beraat kararını yeterli görmez, kendisi bakımından aklanmanın tam manasıyla gerçekleşmesini ve suç işlemediğini veya iddiaya konu fiilin suç olmadığını söyleyerek, hakkında CMK m.223’ün 2. fıkrasının a ve b bentlerine göre beraat kararı verilmesi gerektiğini savunur. Gerçekten de beraat kararının niteliği önem taşıyabilir.

Doktrinde, kural olarak beraat kararlarına karşı sanığın kanun yoluna başvuru hakkı bulunmadığı ifade edilmektedir[1]. Bununla birlikte; sanığın şerefine ve onuruna dokunan karar gerekçesine karşı kanun yoluna başvurabileceği ileri sürülmektedir[2]. Bu görüşe göre; sanık, hakkında beraat kararının verilmesinin dayanağı delil yetersizliği (CMK m.223/2-e) olduğu halde, suçun kendisi tarafından işlenmediğinin sabit olduğuna (CMK m.223/2-b) inanmakta ise, sanığın beraat kararını temyiz etmesinde hukuki menfaatinin olduğu gözardı edilemez. Ancak sanığın beraat yerine aleyhine olan hüküm tesis edilmesi istemi, bunda menfaati olmadığından kabul edilmeyecektir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 09.11.2017 tarihli, 2015/27279 E. ve 2017/24475 K. sayılı kararına göre; “TCK’nın 106/1-1. cümle kapsamında kalan tehdit suçlarından verilen beraat kararlarının gerekçesine yönelik bulunmayan temyizde, sanığın hukuki yararının bulunmadığı anlaşıldığından…” temyiz başvurusu reddedilmiştir. Yargıtay, temyiz başvurusunda sanığın aldığı beraat kararının gerekçesinde menfaatinin ihlal edilmesi gerektiğini aramaktadır.

Bir bakış açısıyla; sonuç beraat olduğuna göre, kararın gerekçesine ve içeriğine bakılmaksızın sonuçtan memnuniyet duyulması gerektiği söylenebilir. Ancak diğer bakış açısına göre elbette suçtan kurtulup aklanmayı sağlayan beraat kararı önemlidir, fakat yeterli değildir. Birey, suçlamaya konu fiille ilgisiz olduğu savunabilir veya iddiaya konu fiilin suç olmadığını savunabilir ve bu doğru ise bunun da kararda yer almasını ister. “Beraat ettin”, “daha ne istiyorsun”, “ha e bendinde ha da a veya b bentlerinden”, “sonuç değişmez beraat beraattir” sözleri, suç/dava zamanaşımından dolayı verilen düşme kararı gibi sonucun önemli olduğu tezinde anlam ifade edebilir, fakat her zaman yeterli olmaz. Birincisi, sanık suç işlemediğine veya iddiaya konu fiilin suç olmadığına inanır ki bunun tescillenmesini ister. İkincisinde de sanık, beraat kararının hukuki ve fiili dayanaklarının nelerden ibaret olduğunun, özellikle kendi meslek hayatı bakımından önem taşıdığını ileri sürebilir. Zaten kanun koyucu da bu nedenle CMK m.223’de farklı beraat kararı sebeplerine yer vermiştir.

Nitekim beraat kararının hukuki dayanağının önemi, özellikle memurlar ve kamu görevlileri bakımından ön plana çıkmıştır. Her ne kadar ceza yargısı kararları İdare Hukukunu bağlamasa da, bir ceza soruşturması ve kovuşturması ile burada gösterilen delillere bağlı olarak başlatılan idari soruşturma ile disiplin kararının, ceza yargılamasından etkileneceği tartışmasızdır. Açığa alınan veya meslek veya memuriyetten ihraç edilen bakımından beraat kararının içeriğinin ve gerekçesinin önem taşıyacağından şüphe yoktur. Bu nedenle, mahkemelerce beraat kararı gerekçelerinin iyi oluşturulması, aynı şekilde soruşturma aşamasını sonlandıran kovuşturmaya yer olmadığı kararlarının da gerekçelerinin hukuki ve fiili somutluğa sahip olması isabetli olacaktır. Bu kabul yargı kararlarının gerekçeli olma mecburiyetine de uygundur. Bu nedenle, bir yargılamanın sonucu beraat olsa da, beraatın sebebi ve gerekçesi yönünden sanığın kanun yoluna başvurması haklı görülebilir. Sanığın beraat kararına karşı kanun yoluna başvurmakta menfaati varsa, bu başvuru engellemez.

Farklı bir gerekçe ile şu cevap da verilebilir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun; sanığın, verilen karar veya hüküm hakkında kendi lehine veya aleyhine kanun yoluna gidebilmesi açısından herhangi bir açık sınırlamaya ve hükme yer vermediği görülmektedir. Ancak CMK m.260/3’de yer alan “Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.” hükmü, iki yönlü şekilde kanun yoluna başvuru hakkının sadece cumhuriyet savcısına tanındığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla; her ne kadar sanık bakımından açıkça kendi lehine veya aleyhine olarak kanun yoluna başvurabileceği düzenlenmese de, cumhuriyet savcısına bu konuda yetki tanındığı, fakat sanığın aleyhine başvurabilmesini mümkün kılan bir açık hükmün Kanunda tanımlanmadığı, bundan da sanığın sadece lehine, yani hukuki yararı bulunması şartıyla kanun yoluna başvurabileceğine dair sonuca varılabileceğini ifade etmek isteriz.

Sanığın, beraatı yerine mahkumiyetine kararı verilmesi istemi ile temyiz başvurusu yapmasında korunmaya değer hukuki menfaati bulunmamakta mıdır?

Elbette hayır. Çünkü sanığın cezalandırılması kendi yararına olmayacaktır. Bu durumda, sanığın temyiz başvurusunun reddi gerekir.

Bununla birlikte, ceza yargılamasında amacın maddi gerçeğe ulaşmak olduğu, olağan kanun yolları tüketilmeden yargılamanın tam anlamıyla tamamlanmadığı gözetildiğinde, beraat kararı alan sanığın suçu işlediğine dair ikrar içeren temyiz başvurusunun hukuken mümkün olduğu ileri sürülebilir. Kişi işlediği suç sebebiyle kendisini ihbar edebileceği gibi, kovuşturma aşamasında mahkeme önünde ikrar suretiyle suçu işlediğini beyan edebilir. CMK m.314/1/c’ye göre; “Sanık beraat ettikten sonra suçla ilgili olarak hakim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda bulunmuşsa” sanık aleyhine yargılamanın yenilenmesine başvurulabileceği ifade edilmektedir. Bu durumda kişi temyiz başvurusunda suçu işlediğini ikrar ederek kendi aleyhine başvuru yapmasında hukuki bir engel bulunmamaktadır. Bu görüşe katılmak mümkün değildir, çünkü temyiz başvurusunda başvuranın hukuki menfaatinin varlığı şarttır.

Bir olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın yenilenmesinin sanık/hükümlü lehine öngördüğü sınırlı sebep ile aleyhine kanun yoluna başvurmayı birbirine karıştırmamalıyız. Yargılamanın yenilenmesinin temeli sırf maddi hakikate ve adalete dayandırılmışken, istinaf veya temyiz kanun yollarına sanığın başvurmasının sebebi menfaatinin varlığı ile açıklanmıştır. Bu iki konuyu birbirinden ayrı değerlendirmek gerekir. Sanığın kanun yoluna başvuruda bir menfaatinin varlığı aranır. Aleyhe yargılamanın yenilenmesine gidişin sebebi; kişinin kendi aleyhine başvurusu olmayıp, dava ve dosya ile ilgili hakim veya mahkeme önünde verdiği geçerli bir ikrara dayanmaktadır.

Ayrıca;

Doktrinde ve uygulamada “aleyhe değiştirme yasağı” (reformatio in peius) olarak adlandırılan müessese, CMK m.283’de istinaf, CMK m.307/4’te temyiz, CMK m.309/4-b’de kanun yararına bozma ve CMK m.323/2’de yargılamanın yenilenmesi kanun yollarında uygulanmaktadır.

Aleyhe değiştirme yasağı, sanığın aleyhine daha ağır bir hüküm tesis edilmesini engelleme amacına yöneliktir. Bir ceza yargılamasında, yerel mahkemenin verdiği sanık aleyhine yönelik kararın, sanık tarafından cezasının ağırlaşabileceği endişesine kapılmadan kanun yollarına başvurabilmesi, aleyhe değiştirme yasağı kapsamında kanun koyucu tarafından güvence altına alınmaktadır. Esasen aleyhe değiştirme yasağı; hukuki yararı ve menfaati olmadığından kendi aleyhine kanun yoluna başvuramayan, başvursa da bu başvurusu reddedilen sanığı kapsayacağından, aleyhe değiştirme yasağının dolaylı etkisinin burada da geçerli olduğu söylenebilir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------

[1] Cumhur Şahin- Neslihan Öztürk, Ceza Muhakemesi Hukuku -II-, 10. Bası, Ankara, 2020, s.241.

[2] Nur Centel- Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. Bası, İstanbul 2018, s.837.