Geçmişte yaşanan bazı olaylar ve yapılan bazı deneylerle, günümüzde yaşanan olaylar ve bu olaylara verdiğimiz tepki ve yaşam tarzı arasında bağlantı kurulabilir ve yaşananlardan ders almak için bu bağlantıyı kurmak gereklidir.

Anlatacağım deneylerin uzmanı olan bir kişi değilim. Onun için anlatım tarzımdaki bazı farklılıklara veya hatalara önem vermeyiniz. Anlattığım bir olayda kullanılan canlı olarak ben “maymun” demiş olabilirim, aslında kullanılan bir “kedi” olabilir. Aynı şekilde kullanılan materyal olarak ben “muz” demiş olabilirim ama aslında kullanılan “ekmek veya kolonya” olabilir. Olayın genel olarak yapılış şekli ve alınan sonuç önemlidir.

KAFESDEKİ MAYMUNLAR

Bir deneyde, kafes içine üç maymun konuyor ve kafesin en üstüne bir muz yerleştiriliyor. Maymunlardan biri, yukarı çıkıp muzu almak üzere iken, çok soğuk bir su püskürtülerek bütün maymunlar ıslatılıyor ve alt köşelere sığınıyorlar. Bu durum birkaç kere tekrarlanıyor. Her maymunun yukarı çıkış ve muzu almak çalışmasında bütün maymunlar çok soğuk su ile ıslatılıyorlar. Bir süre sonra, bir maymun yukarı çıkmak için basamaklara yöneldiği zaman, diğer maymunlar ona hücum ediyorlar ve alabildiğine dövüyor ve muza ulaşmasına engel oluyorlar. Daha sonraki günlerde maymunların karnı açıksa bile hiçbir maymun yukarıdaki muza ulaşmak için çalışmıyor ve bunu aklından bile geçirmiyor.

İşte şartlanma ve tükenilmişlik sendromu böyle bir şey.

Deneyin ilerideki aşamalarında, kafesden bir maymun alınıyor ve onun yerine yaşanan olaylardan hiç haberi olmayan bir maymun konuyor. Yeni gelen maymun, yukarıda asılı olan muzu görüp, ona uzanınca diğer maymunlar ona derhal hücum edip esaslı bir dayak atıyorlar. Bu durum bir kaç kere tekrarlanınca yeni gelen maymun da artık muza ulaşmayı aklından bile geçirmiyor.

Deneyin ileriki safhalarında, kafesdeki eski maymunlardan biri alınıyor ve yerine yeni bir maymun bırakılıyor. Yeni gelen maymun muza ulaşmak için merdivenlere yönelince, ona ilk hücum eden ve müthiş bir dayak atan ilk maymun, kafese ikinci aşamada bırakılan ve soğuk suya hiç maruz kalmayan maymun oluyor.

Böylece artık aldıkları dersin iyi bir öğrencisi ve şartlanmanın kölesi olduklarını gösteriyorlar.

PAVLOV’UN KÖPEĞİ

Pavlov isminde bir bilim adamı, köpeğinin karnı acıktığı ve yemek saati geldiği zaman önce bir zil çalıyor ve zil sesini takiben hemen köpeğin yemeğini veriyor. Bir süre sonra her zil çaldığı zaman köpek açlık belirtileri gösteriyor, yemeğini istiyor. Hatta o kadar ki günlük saatinde yemek verildikten ve köpek karnını iyice doyurduktan kısa süre sonra zil çaldığı zaman köpek gene acıkma belirtileri göstererek yemek istiyor.

Yani kapının zili çaldıktan veya telefon çaldıktan sonra kendisine kömür, ekmek veya kolonya bırakılan insanların, her kapı zili veya telefon çalınışında kapıyı açtıkları zaman gene kömür, ekmek ve su beklentisine girdikleri gibi, zil çalınca yemek beklentisine giriyorlar.

MANKURTLAŞTIRMA

Eski çağlarda, Orta Asya’da bir efendi ve köle ilişkisi geliştirilmişti. İnsanlar kendilerine sorgusuz sualsiz hizmet edecek kişileri istiyorlardı. Ana bunu bulmak ve her koşulda çalıştırmak kolay değildi. Bulunan yöntem şöyle işliyor:

Bunu sağlayabilmek için, başka kabilelerden güçlü kuvvetli insanları kaçırıyorlar veya savaşlarda esir ettiği güçlü kuvvetli insanları ayırıyorlar. Bunları, güneşin kavurduğu ve bir otun, bitkinin değil hiçbir canlının bile bulunmadığı bir yere götürüyorlar. Birkaç gün aç, susuz bıraktıktan sonra, her gün yanlarına giderek az miktarda yiyecek veriyor, bu suretle kendilerine alıştırmaya başlıyorlar.

Bir süre sonra esirlerinin saçlarını traş ediyorlar ve yeni kestikleri bir hayvanın derisini soyup, bu deri hala nemli ve yumuşak iken, bu insanların başlarına sarıyorlar. Aradan zaman geçtikçe deri kurumaya ve daralmaya başlıyor. Bir yandan da saçlar uzuyor ama kafa derisini saran diğer deri yüzünden dışarı çıkamıyor, ters dönüp, içeri uzayıp dayanılmaz bir acı veriyorlar. Güneşin etkisi ile de iyice kurumaya ve daralmaya başlayan hayvan derisi, esirin başını dayanılmaz derecede sıkıştırmaya başlıyor. Bir yandan kıvrılan, içeri uzayan kıl ve saçların verdiği acı, bir yandan kafayı sıkıştıran ve kuruyan derinin verdiği dayanılmaz ızdırap, bir yandan açlık, bu insanın şuurunu tamamen yitirmesine neden oluyor. Gördüğü, tanıdığı, beklediği tek kişi, tek kurtarıcı; kendisine yemek getiren efendisi.

Nihayet efendi, bir gün geliyor; esiri besleyip, okşayıp, kafasını saran deriyi kesip çıkarıyor… dayanılmaz ve tarif edilemez bir rahatlık, bir minnet duygusu esirin bütün bedenini kaplıyor. O günden sonra, bütün geçmişini unutuyor ve efendisinin “esir’i” değil “köle’si” oluyor. Tartışma veya duraksama bir yana onun verdiği bütün emirleri anında yerine getiriyor. O artık bir “insan” değil bir “mankurt”.

VİRÜS

Tarih boyunca; insanlara ve toplumlara yön vermek için değişik yöntemler  kullanılmış olabilir. Bunlar bazen bir savaş, bazen değişik bir düşünce, bir fikir, bir saplantı, bir virüs olabilir ama bunların sağladığı ve getirdiği tek bir sonuç vardır: “İtaat.” Sorgulamadan uyma ve kabul etme.

İşte böyle durumlarda insan, düşünmeden edemiyor. Acaba bu “corona virüs” bu itaaatı sağlamak için kullanılan bir “muz’mu”, yoksa bir “zil” sesi mi, yoksa kafamıza geçirilen bir “deri mi”.

Artık ona ve getirilen kurallara anında uyuyoruz. Sokağa çıkma deniyor, günlerce evde kalıyoruz, kafanıza burnunuza maske takın diyorlar, takıyoruz, kimseyle görüşme diyorlar, komşumuzla bile kapı arkasından konuşuyoruz.

Hatta o kadar ki kafesdeki maymun misali, dışarı çıkan anne veya babayı, önce çocukları ihbar ediyor.

Pavlov’un örneğinde olduğu gibi, zil çaldığı zaman kapıyı aralayan kişi, gelen kişinin önce eline bakıyor, ne var diye.

Bir mankurt gibi, söylenen sözleri, verilen vaatleri, emirleri hiç sorgulamıyor, anında kabul ediyor ve uyguluyoruz.

Hastalıklardan, felaketlerden korunmak için, elbet bazı önlemler alınacaktır. Bu önlemler bazen dar kapsamlı, zorlayıcı ve kısıtlayıcı olabilir. Bunlara uymak gerekli ve yararlıdır. Ancak en gerekli olan şey; bu önlemlerin hangi sonucu elde etmek için kullanıldığının sorgulanmasıdır.

Sorgulayan, soru soran kişileri de susturuyor ve kovuyoruz.

Tecrit edip, hapsediyoruz.

Bazılarının dediği gibi, bu virüs ve benzeri şeyler, bu sonuçları elde etmek için özel olarak imal edilmiş, üretilmiş olabilir.

Ancak ister özel üretilmiş olsun, isterse beklenmeyen bir hastalık ve tehlike sonucu doğmuş olsun.

Gücünü ve aklını, kendisini; tartışılmaz egemen kılmak için  kullanmak isteyen ve bu amaç için çalışan, örgüt kuran insanlar, bu doğal afetlerden yararlanmanın yollarını iyi biliyorlar.

Bizlerin de sağlımızı korumanın yanında, değişik amaçlar için kullanılmamanın,  özgürlüğümüzü korumanın da yollarını düşünmemiz ve bulmamız gerekir.

Av.A.Erdem AKYÜZ
Hukukun Egemenliği Dereneği
Kurucu ve Onursal Genel Başkanı