Siyasi bir kavram olan, çoğu zaman ve pek çoğumuzun kavramın kendisindeki ve söylenmesindeki cazibeye kapılarak kullandığımız özgürlük, açıklanması gerçekten güç bir kavramdır.

Öyle ki, eşitlikçi liberal felsefeciler, bireysel özgürlükleri çok fazla önemli ve değerli bulurken, özgürlük kavramına daha mesafeli ve bağımsız yaklaşan kimi çağdaş siyaset felsefecileri; benlik, rasyonalite anlayışları, ahlaki sistemler, siyasal tercihler, farklı hayat tarzları arasında ayrım yapmazlar ve özgürlüğü sadece bir kavram olarak ele alırlar ve o çerçevede açıklarlar.

Sade insanlar olarak, felsefi tartışma ve tanımlamaların dışında olan bizler, özgürlüğü, toplumsal ilişkilerimizde ortaya çıkan kimi sınırlamalar bağlamında düşünür ve o nedenle gündelik konuşmalarımızda, özgürlüğü, sınırlamaların ya da engellerin olmaması şeklinde anlar ve o şekilde tanımlarız.

Ne var ki, gerçek öyle değildir. Jean – Jacques Rousseau’nun, ‘Sosyal Sözleşme’ isimli eserinde, ‘İnsan özgür doğdu, ama her yerde zincirler vardı’ şeklinde ifade ettiği üzere, insanların ve toplumların hayatında hemen her alanda ve konuda çok sayıda kısıtlamalar ve sınırlamalar vardır.

Bu bağlamda ve öncelikle ifade etmek gerekir ki, özgürlükle ilgili her türlü önerme, belirli yasakları ve sınırlamaları göstermedikçe, hem ciddi değildir, hem de fazlasıyla eksiktir. Aynı şekilde, siyasi düşünce temelinde sadece özgürlüğü, özgür bir toplumu talep edenler, bu alanda mevcut hangi sınırlamaların kaldırılmasının gerekli olduğunu ortaya koymadıkça tutarlı olmadıkları gibi, kanımca doğru bir yerde ve pozisyonda da da değildirler.

Tüm toplumlarda ve bütün zamanlarda, değişik türden kısıtlamalar mevcut olmakla, toplum içinde ve başkaları ile birlikte yaşamaktan vazgeçmeyi ve tamamen kendi kendine yeten bir hayat yaşamayı seçen bir münzevinin çığlığından söz etmiyorsak ya da Turgenyev’in hiçbir kural ve değer tanımayan nihilist Bazarov’unu kendimize rehber olarak almıyorsak eğer, sınırsız ve hiçbir engel tanımayan bir özgürlük anlayışını savunmak ve bunu talep etmek mümkün ve doğru değildir.

O halde, özgürlük, sınır ve kural tanımamayı değil, toplumları, tanıdıkları ve izin verdikleri toplam özgürlük miktarı bakımından karşılaştırmak ve eleştirmek koşuluyla, sınırların ve kuralların hukukla belirlenmesini ve bunun önceden öngörülebilmesini gerektirir. Esasen hukuk devleti olmanın asgari koşulu da budur.

Her ne kadar, İngiliz hukukçusu ve düşünürü Bentham, ‘yürürlüğe konulan her yasa bir özgürlük ihlalidir’ demek suretiyle, bir bakıma yasa ve hukuk ile özgürlüğü birbirinin düşmanı olarak göstermekte ve özgürlükle, özgürlüğün sınırlanması arasındaki zorunlu dengeye, ancak toplumsal yarara ve duyacağımız hazza yapacağı katkıyla ulaşılabileceğini savunmakta ise de, elimizde hazları derecelendirecek, ortak faydayı ölçecek bir alet olmamakla, değişik türden sınırlamaların fayda temelinde kabul edilmesi ve karşılaştırılması da mümkün değildir.

Sanırım bu konudaki doğru anlayış, kendisini büyük İngiliz düşünürü Locke’la ifade eden gelenekçi liberal yaklaşımdır. Esasen Locke’un, ‘Hukukun amacı, özgürlükleri kaldırmak veya kısıtlamak değil, aksine özgürlüğün çerçevesini çizmek suretiyle özgürlüğü korumak ve özgürlük alanını genişletmektir’ demiş olması da bunun kanıtıdır.

Yine bu konudaki bir diğer doğru yaklaşım, Locke’un, daha genel bir ifade ile liberal geleneğin izini süren Hayek’in ifadesi ile her kanunun kötü olmadığını, hukuki çerçevenin özgürlük için akılcı bir zorunluluk olduğunu, bir bütün olarak özgürlüğün ve onun bir parçası olarak özgür eylemin, ancak önceden bilinen kurallardan oluşan hukuki bir çerçeve içinde mümkün olabileceğini kabul etmek ve özgürlüğü bu çerçevede tanımlamak ve savunmaktır.

Bu genel açıklamalar çerçevesinde, bu yazının başlığını oluşturan ‘savunmanın bağımsızlığı ve özgürlüğü’ ilkesini ele alırsak eğer, önce şu tespiti yapmak ve ifade etmek gerekir; evrensel ve tarihsel bir perspektifle, temel bir insan hakkı olan savunma her şeyden önce bağımsız ve özgür olmalıdır. Buradaki özgürlük anlayışı, ‘bir şeyden özgürlük/freedom from’ olarak tanımlanan, diğer bir deyişle müdahaleden hoşlanmayan ‘negatif özgürlük’ anlayışıdır.

Bizim Avukatlık Yasa’mızın 1.maddesinde yer alan ‘yargının kurucu unsuru olan avukat, bağımsız savunmayı temsil eder’ ifadesi de özü itibariyle bu amaca yöneliktir. Öyle ki, bu maddede vurgulanan ‘bağımsızlık’ kavramı, avukatın önce kendisine, kendi siyasi görüşleri ile dini inancına ve daha sonra da müvekkili ile devlete karşı bağımsızlığını, yani özerkliğini içerir. O nedenle, bu anlamda bağımsızlık, aynı zamanda ‘özerklik olarak özgürlük’ ilkesinin bir başka ifadesi ve karşılığıdır.

İngiliz siyaset bilimcisi Norman P. Barry’nin, ‘Modern Siyaset Teorisi’ isimli kitabında göndermede bulunduğu eleştirmenlere göre, ‘negatif özgürlük’, ancak değerli bir şeye katkı sağladığı sürece önemlidir. Burada katkı sağlanan değer özerkliktir. ‘Özerklik olarak özgürlük’ ise, kişiye açık olan seçeneklerin genişliğine ve çeşitli amaçların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan koşullara işaret ettiği için, o sınırlamanın yokluğu anlamındaki özgürlükten daha fazla bir şeydir. Özerklik olarak özgürlük, en aşırı pozitif özgürlük teorilerinde olduğu gibi, bireysel sübjektif tercihlerin devlet tarafından tamamen yok edilmesini gerektirmez, fakat soyut tercihleri gerçek fırsatlara dönüştürecek geniş kolaylıklar sunan kurumları talep eder.

O nedenle, bağımsız ve özerklik olarak özgür olması gereken savunma, adaletin gerçekleştirilmesi gibi son derece önemli bir değere katkı sağladığı ve sağlayacağı için önemlidir. Eğer savunma özerk ve özerk olduğu için özerklik olarak özgürse, ancak o zaman adalet arayan veya talep eden kişiye, savunmanın gerektirdiği en geniş seçenekleri sunabilme olanağına sahip demektir.

Onun için savunmanın özgürlüğü, savunmaya yönelik olarak makul kabul edilebilecek bir sınırlama olmadığı takdirde bir değer ifade eder. Savunmanın özgürlüğü, her ne kadar soyut bir tercih değil ise de, öyle dahi olsa, adaletin gerçekleştirilmesi gibi somut ve gerçek bir fırsatı elde etmek amacına hizmet ettiği için, bu özgürlük anlayışı kendisine geniş kolaylıklar ve olanaklar sunan kurumları ve araçları talep eder.

Nitekim 12 ülkenin baro temsilcilerinin 28.10.1988 tarihinde Strazburg’da yaptıkları toplantıda oy birliği ile kabul ettikleri ve ülkemizin de uymayı taahhüt ettiği ‘Avrupa Birliği Barolar Konseyi Meslek Kuralları ile yine ‘Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin Avukatların Özgürlüğü Metni’, Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve ‘Havana Kurulları’ olarak bilinen ‘Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler’ gibi uluslararası metinlerin tamamında; hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda önemli bir role sahip olan avukatın görevinin, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmadığı, hem adalete, hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler için vazgeçilmez değerde bulunduğu, avukatların ifade, örgütlenme ve mesleklerini özgürce ve herhangi bir tehdit veya korku altında yapmamaları gerektiği kabul ve ifade edilmektedir.

Dahası bu uluslararası belgeler, hükümetlere ve yargı mercilerine; avukatların hiçbir baskı, ceza tehdidi, engelleme, taciz ve yolsuz müdahale ile karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyetlerini yerine getirmeleri konusunda negatif ve pozitif ödevler yüklemekte, özgür savunmanın gereksinim duyduğu ve talep ettiği kolaylıkların ve olanakların tümünün avukatlara sağlanması hususunda oldukça geniş bir çerçeve çizmektedir.

Bütün mesele sadece ulusal bağlamda değil, uluslararası hukuk temelinde de tanınan ve kabul edilen bu kavramları ve ilkeleri, gerek yasamanın ve hükümetlerin, gerekse hakim ve savcıların özümsemeleri ile bunların gereklerini yerine getirmeleri noktasındadır.

Bunların olmadığı ve uygulanmadığı bir ülke, Anayasasında ve diğer yasalarında ne yazarsa yazsın, hukuk devleti olmadığı gibi, böyle bir ülkenin yargısı bağımsız, yargıcı da tarafsız değildir.