Sizde de olur mutlaka, bazen zihninize bir sancı saplanır ve bir türlü çıkmak bilmez.

Ben böyle zamanlarda ancak bir şeylerle uğraştığımda ve sonuçta da ancak bir şeyler ürettiğimde (ya da ürettiğimi zannettiğimde) rahatlayabiliyorum.

Kabızlık sadece dolaşım sistemimize has bir şey değil bazen zihnimiz de kabız olabilir.

Zihnimdeki kabızlığın sebebi nedir diye düşünürüm. Zihnime kodlanmış engelleri, kısıtlamaları, hatıraları, olumsuz deneyimleri ve başaramazsın telkinlerini bilinçaltımda hissettiğim veya onları aşamadığım sürece de içime sinen bir şey üretemem. Üretemeyince de zihnimdeki kabızlık sancısı vücudumu da yaşamımı da ele geçirir.

Ne yapmalıyım?

Bilinçaltımdaki olumsuz programlarla meşgul olmadığım anlarda, birilerinin hoşuna gitmesi ya da takdir edilmek için değil; sadece ve sadece kendimi tatmin etmek için üretmeye çabaladığımı fark ettim. İşte bu çabam esnasında, zihnim açılmaya ve kabızlıktan kurtulmaya başlar. İşte o zaman ruhumun ilhamları beni kanatlandırır. Zihnin açılması ilhamla birleştiğinde beni tatmin eden şeyler düşünmeye başlar ve mutlaka bir şeyler üretirim.

Bazen kafam çok karışır ve hiçbir şeyden keyif almam. Kafa karışıklığımın, yapmam gereken şeyi netleştirdiğimde sona erdiğini görürüm.

Kafam karıştığı zamanlar bu konumumun netlik için harika bir fırsatın doğmasına vesile olacağını düşünürüm. Zihnimi sıfırladığım an kafa karışıklığım da sona erer ve yeniden net olmaya başlarım.

Bazen hiçbir zaman hedefime ulaşamayacağım hissine kapılırım. Ama yine de; etraf puslu, zemin kaygan, ayağım kaysa tutunacak bir dalım olmasa, iki de bir tökezlesem, her an uçurumdan yuvarlanma riskiyle gerilsem de, bir patika dahi olsa arar bulur bir şekilde hedefime ulaşırım. Yani o gün ulaşmak istediğim zirveye. Düşe kalka da olsa çıktığım bu zirvede ise yeni ufuklara bakarım. Geride bıraktığım güne, düşe kalka yara bere aldığım aşağıdaki uçuruma değil ufka bakarım. Yarın için yeni bir hedef seçerim ufuktaki tepelerden.

İçinde biriktirdiği zehirleri, başka zihinlere boşaltarak rahatlamaya çalışan insanlardan uzak durmaya çalışıyorum. Zehirli enerjinin bünyeme iyi gelmediğini belki de çok geç fark ettim.

Bilgisayarınıza musallat olan virüsü silmezseniz, zamanla o virüs sistemi çökertir. Buna engel olmak için ya virüsü silersiniz ya da hard diskinizi sıfırlar ve programları yeniden kurarsınız. Tabii virüs koruma programınız varsa iş başka. Zihnimize ve bilinçaltımıza musallat olan zehir veya çöpleri temizlemediğimizde bünyemiz, tamamen zehirli atığa veya çöp eve dönüşür.

Bedenimi, aklımı, zihnimi, bilinçaltımı korumak için benim virüs koruma programım ne olmalı? Hem bedenimi hem de diğer melekelerimi korumalıyım. Galiba bunun en basit formülü, en ucuz programı sevgi.

Her insan sevmek ve sevilmek ister. Bu sevgiyi sadece karşı cinse duyulan bir sevgi olarak değil evrensel bir sevgi olarak anlamalıyız. Kendimizi, karşımızdaki insanları, eşimizi, arkadaşımızı, müvekkilimizi, karşı tarafı, evimizi, arabamızı, ofisimizdeki masamızı, evimizdeki koltuğu, saksıdaki menekşeyi, uzuvlarımızı, yudumladığımız suyu, yere düşürdüğümüz bir nar tanesini, kırdığımız cevizleri!, içimize çektiğimiz havayı, ısırdığımız elmayı, burnumuzun üstüne hafifçe konan bir kar tanesini… Hasılı direkt veya dolaylı olarak etkileşim içinde olduğumuz her şeyi sevmek.

Peki böylesi bir sevgi mümkün mü? Yunus demiyor mu “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü.” Her nedense; miting meydanlarında siyasilerden çokça duyarız bu sözü. Ama iş uygulamaya geldi mi kendimizden dahi esirgeriz sevgiyi.

Dilimize doladığımız söylemleri yaşamadıktan sonra, o sözlerin bir anlamı kalmaz ve bize olan güveni yitiririz. Yunus’un sevgisinin kırıntısının gölgesine dahi yanaşamadığımızın farkında mıyız? Yunus’un sevgisinin özünü anlamaya çalışmadan birebir kendimizi onunla özdeşleştirmek cesaretine de sahibiz. “Rabbim Seni çok seviyorum” diyerek iki damla sevgi gözyaşı dökebiliyor muyuz? İşte o zaman değişir her şey, içimizdeki cevherler kendiliğinden gün yüzüne çıkar, ego yerine ilham konuşmaya başlar… Önce (sözde değil özde) Yaradan’ı sevelim. O’nu sevince yaratılan her şeyi severiz.

Sevgi ile bakan bir çift göz. Evet o bir çift gözün baktığı her şey değişir. Etkileşim içinde olduğu ne varsa hemen kuşatır. Hele bir de gönlünüzdeki sevgi dolu ses dile gelmişse saksıdaki çiçeğiniz dahi bunu hisseder ve güzelleşir.

Bilimsel araştırmalarda, sevginizi hisseden ve güzel sözler duyan bitkilerin daha iyi gelişip serpildiği gözlemlenmiştir. Bitkiler dahi, sevgiden ve güzel sözlerden böylesine olumlu etkileniyorsa etrafımızdaki insanlar bizim sevgimizden elbette daha çok etkileneceklerdir. Ama yapmacık değil samimi sevgiden.

Etrafımızdaki her nesne atomlardan oluşuyor ve bizimle etkileşim halinde. Havaya savrulan kızgın bir cümlenin dahi atmosferimizi olumsuz etkilediğinin bilincine varmalıyız.

Bugün insanlığın en büyük probleminin ve tüm problemlerinin sebebinin, sevgi kıtlığı olduğunu düşünüyorum. Bu kıtlığa sebep olan yine bizleriz. Her birimiz bundan sorumluyuz. Oysa hepimizin içinde o cevher var. Hem de fazlasıyla. Ne kadar çok dağıtırsak dağıtalım Yaratan’ın içimize koyduğu o cevheri bitiremeyiz. Çünkü kaynağı sonsuzdur. İçimizdeki en değerli cevher sevgi. Hem çok değerli hem de sudan hatta havadan dahi ucuz. Sevgimiz tükenecek diye paniğe kapılmamıza hiç gerek yok. Sevgiyi ağırdan satmamız veya karşılığında fahiş bedeller istememiz en iyimser ifade ile bencil olduğumuzu gösterir.

Bu sonsuz hazine, içimizde tuttuğumuz sürece hiçbir işe yaramaz. Toprak altındaki altından, elmastan, yakuttan kime ne fayda var? Onu toprağın altından çıkarıp işlediğinizde kıymetli olur. İçimizde duran ve kullanmadığımız sevgiden kimsenin haberi olmaz.

Usanmadan kin, nefret ve düşmanlıkları deşip, birbirimizin yaralarını kanatıp duruyoruz. Kendi yarattığımız bu sevgisizlik bataklığında utanmadan, sıkılmadan debelenip duruyoruz. İşin daha acı bir yanı da, tarafgirlik gözlüğünü çıkarmadığımız için bu hazin manzarayı seyredip keyiflenebiliyoruz! Yaraları sarmak varken kanatma kısır döngüsüne hapsolmuşuz. Günün sonunda hem kendimize hem ülkemize yazık ediyoruz.

Bir an önce sevgi madenciliğini geliştirmeliyiz. Kendimizi hapsettiğimiz trajedik kısır döngüden kurtulmamız için bundan başka çaremiz yok. Birbirimizin içindeki o cevheri çıkarmalı ve işlemeliyiz ki kıymetli olsun. Sevgimizi içimizde saklamanın kimseye bir faydası olmaz. Zamanla onu içimizde çürütürsek fayda yerine zararı dokunur.

Sevgi dolu bir bakış, dünyadaki en değerli mücevherlerden daha değerlidir. Karşımızdaki için bu kadar değerli olan sevginin bize hiçbir maliyeti yok. Bu kadar ucuzken böylesi değerli olan başka bir şey var mı? Belki de anlayamadığımız şey bu. Benim için böyle bir bakış dünyalara değer.

Bu kadar kolayca mümkünken, sevgimizi göstermek için hiçbir çaba harcamamamız karşısında “Hani yaratılan her şeyi Yaradan’dan ötürü seviyorduk!” sorusu aklıma takılıyor. Neyse, tamam tamam olumsuz düşünmeyi bırakıyorum ve hemen format atıp sıfırlıyorum zihnimi.

Çocukları, tat duygusunun geliştiği yaşlarında yediği şeyi büyük bir iştahla yediğini görmüşsünüzdür. Sizin de onunla aynı anda aynı şeyi yemenize rağmen o küçük çocuk gibi yediğiniz şeyden keyif almadığınız oluyor mu? Yediği şeye gösterdiği iştah çocuğun sevgisini gösterme şekli olsa gerek. Çocuk elindeki yiyeceğe iştahıyla sevgisini verir, etrafına gülücükleriyle neşe saçar, gösterdiği bu sevgi ona sevimlilikle ve sevgiyle geri döner.

Yeni Türkü şarkısında dediği gibi, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya…” Aslında dünya kirlenmedi bizim düşüncelerimiz kirlendi, sevgimizi kendi içimizde kaybettik. Neşemizi kaybettik. O küçük çocuğun yediği şeylere biber sürmeye başladıklarında hatıraları da değişmeye ve iştahla baktığı şeye kaşlarını çatarak bakmaya başladı. Yaşımız büyüdükçe, kaşlarımızı çatarak baktığımız şeylerin, insanların sayısı çoğaldıkça çoğaldı.

Zihnimizdeki zehirleri etrafa saçmak yerine onları sevgi ile eritip yok etmeyi denemeliyiz. Zihnimizdeki zehirli düşünceler ve olumsuz yargılar bize depresyon, hastalık, başarısızlık, huzursuzluk ve yoksulluk olarak geri dönecektir.

Toplum olarak zihnimizi, yargılarımızı sıfırlamanın vaktidir. Bunun için de öncelikle her birimiz zihnimizdeki olumsuzlukları sıfırlamalıyız. Yenilenen zihnimize virüs koruma programı olarak da silinmeyecek şekilde sevgi programını yeniden kurmalıyız.

Bir sorunu çözmek için öncelikle onu sorun olarak görüp görmediğimizi anlamalıyız. Ortada bir sorun olduğunu düşünüyorsak; ki kesinlikle bir sorunumuz var, ilk yapacağımız şey sorunun ne olduğunu tespit etmektir. Sorunun adını koyduktan sonra sebebini de bulabiliriz.

İnsanlığın en büyük sorunu da, bu sorunun sebebi de, tek kelime ile “sevgisizlik”tir.

Bu büyük sorun için suçlanacak kimse yok. Suçlanacak yegane kişi bizatihi kendimiziz.

Karşılaştığımız bireysel veya toplumsal problemleri çözmek yahut bir şeyleri değiştirmek istiyorsak bunu önce kendi içimizde yapmalıyız.

Yaşamımızın iyileşmesi için kendimizi iyi etmeliyiz. Kendimizi iyi etmek için öncelikle kendimizi sevmeliyiz. Kendimizi iyi edince, etrafımızı da sevmeye ve iyi etmeye başlarız.

Kendimizle dost olup, içimizde bir yerlerde olan ve asla kaybolmamış olan sevgiyi ortaya çıkardığımızda kendimizle beraber toplum da iyi olacaktır.

Her sabah güneş ışınları gibi ben de sıfırlanmış ve yenilenmiş olarak etrafıma sıcak bir enerji saçmalıyım. Sorumlu başkası değil benim. “Yaşamın amacı her an sevmeyi yeniden sağlamaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, kişinin kendisinin yaşamının şu anki halinden %100 kendisinin sorumlu olduğunu bilmesi gerekir. Yaşamı anbean yaratanın kendi düşünceleri olduğunu görmesi gerekir. Sorun, insanlar, yerler ve durumlar değildir; daha ziyade onlar hakkındaki düşüncelerdir. Kişinin, sorunun ‘dışarıda bir yerde’ bir şeyin olmadığını anlaması gerekir.” (Dr. Ihaleakala Hew Len)

Şebnem Ferah’ın şarkısında dediği gibi “-Sil baştan başlamak gerek bazen, -Hayatı sıfırlamak. -Sil baştan sevmek gerek bazen, -Her şeyi unutmak. -Unutmak, unutmak, unutmak…

Sürekli suçlamak, tepki göstermek, yakınmak bizi sorunlarımızdan kurtarmaz. Etki-tepki kuralı nettir. Karşımızdakine nasıl etkilersek öyle tepkiyle karşılaşırız. Suçlarsak suçlanırız. Tepki gösterirsek tepki görürüz. Yakınırsak yakınılırız. Hiçbir şeyi suçlamadan her güne yeniden yeni bir ben olarak başlamalıyız.

Huzur, mutluluk, sevgi benimle başlar, benimle biter. Onları başlatan da bitiren de benim düşüncelerimdir. Düşüncelerim kanserli ise; sevgiyi de, mutluluğu da, huzuru da yakalayamam. Kanserli düşüncelerimi sıfırlayarak, affederek, özür dileyerek, değişerek yeniden başlamalıyım hayata.

Göreceksiniz sizde başlayan sevgi, içinizdeki sıkışıp kalan enerjiyi öncelikle iyiye çevirir sonra bu güzel enerjiyi ortaya çıkarır. Kanserli düşüncelerin panzehiri sevgidir. Sizde başlayan bu değişim halka halka önce direkt temas içinde olduğunuz her şeyde, daha sonra da dünyadaki iyi enerjiyi ortaya çıkarabilir.

Çevremizden esirgediğimiz merhaba, selam, iyi günler, nasılsınız, lütfen, özür dilerim, seni seviyorum cümleleri ile başlayabiliriz sevgiyi yeniden inşa etmeye.

Sizi seviyorum dostlar…

FARZ-I MUHAL PAŞA