Sevgi ve hukuk arasında doğrudan bir bağ kurmaya çalışmak, genellikle hafif dudak bükülerek bakılan ve sosyal olarak da küçümsenen bir akıl yürütme biçimi olarak algılanır. Ben öyle düşünen hukukçulardan biri değilim. Bana göre sevgi ve adalet arasında daha doğru bir deyimle sevgisizlik ile adalet ihtiyacı arasında çok güçlü ve çok doğrudan sağlam bir bağ var. Elbette burada söz konusu ettiğim salt duygudan ibaret olan ve mutlaka karşılığı beklenilen çıkara dayalı sevgi değildir; Benim altını ısrar ile çizmek istediğim sevgi, içinde ilginin, bilginin ve sorumluluğun olduğu ve emek tarafından şekillendirilmiş olan saf sevgidir. Bir tür anne sevgisine benzeyen ve karşılık aramayan sevgi.

Toplumsal ilişkilerimizin sevgiden örüldüğü bir hayat düşünün; böyle bir hayat içinde çok az ihtilaf barındırır. Çünkü sevgi kolayca ihtilafa düşmeyi engelleyen en güçlü bağdır. Birbirini gerçek manada seven insanlar, ayrıca adalete ve hukuka ihtiyaç duymadan ihtilaflarını kendi aralarında çözerler. Çünkü sevgi ötekinin haklarını zaten içselleştirir. Ötekinin haklarını kendi hakkıymış gibi ön şartsız sahiplenmeyi gerektirir.

Bu bakımdan sevgi tıpkı adalet gibi, yok olduğunda yerine bir başka bir şey koyamayacağımız en büyük insani ihtiyaçlarımızdandır. Eğer sevgiyi ötekini haklarıyla birlikte sevmek olarak anlıyorsak, o zaman sevgimiz etik değerler bütünleşmiş demektir. Eğer sevgi öteki insanı öncellikle anlamayı zorunlu hale getiriyorsa o zaman sevgimiz ahlaki değerlerle de güçlendirilmiş demektir.

Etik ve ahlak ile bütünleşmiş olan sevgi nesnel olarak hukuk görevini de görür. Sevginin bu hali herkesi kendi şemsiyesi altına alıp koruduğu için, bu düzlemde ihtilaflar filizlenip boy atamazlar.

Sevgi dostluk ve dayanışma, ihtilafları değil, bütünleşmeyi gerektirir. Dostluk ödün verme yeteneğimizi geliştirir. Biz dostlarımız için bir adım geriye gidebiliriz. Kimi çıkarlarımızdan gönüllü olarak feragat edebiliriz. Dayanışma duygusu da bu süreçleri besler. Bir gün benzer konuma düşme riski herkesi, daha sorumlu ve yardımsever yapmaya meyillidir.

Eğer adalet sorunları çözmek için hep birlikte vardığımız mutabakatımızın şekliyse, ki öyledir, bu mutabakatların ürünü olarak yasalar haklar ve sorumluluklar, sırf bu sorunları tanımlamak ve çözmek için belirlenmiştir. Adına anayasa diyelim, yasa diyelim ya da toptan bu düzenlemeyi hukuk adıyla ifade edelim, sonuç değişmiyor; Yapılan ya da formüle edilen şey bir mekanizma olarak ihtilafların çözümüne dairdir.

Güçlü sevgi bağlarına sahip toplumlarda ihtilaflar hem daha az hem de karmaşık değildir.  Dostluğun kök saldığı ilişkilerde benzer bir durum hakimdir. Dayanışma insani ilişkilerimizi merhametle korumamızı gözetir. 

Sonuç olarak aslında adalet, bir tür sevgisizlik, bir tür dayanışma ve dostluk duygularının azalması sonucu, salt bu nedenlerle daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir mekanizma haline gelir. O zaman da şöyle söylemek mümkün hale gelir. Adalet daha çok sevgi eksikliğinden doğar. Sevgisizliğin üvey evladı adalettir.

Ahlaki ve insani kapasitelerimizin en başında sevme yeteneğimiz gelir. Sevgiden yalıtılmış bir insani kapasite yoktur. İnsani insan yapan en tartışmasız nitelik sevgi kapasitesidir. Sevmeyi beceremeyen insan adil olmaz. Sevgiyi gözetmeyen bir hukuk düzeni adaleti sağlayamaz. Adaletin hamurun da mutlaka sevgi olmalıdır.