“Bir demokrasinin siyasal başarısının en basit açıklaması, ekonomik başarısıdır. 1959’da sosyal bilimci Seymour Martin Lipset ‘Bir ulus zenginleştikçe, demokrasiyi sürdürme şansı o kadar yükselir’ demiştir. Diğer bir değişle, ülkeler ekonomik olarak geliştikçe toplumlarının da liberal demokratik liberal yönetişimi sürdürecek yetenekleri ve güçleri geliştirdiğini ileri sürmüştür.”

Seymour Martin Lipset

Toplumlara baktığımız zaman Seymour Lipset’e hak vermemek içten bile değil. Toplumların ekonomik güç kazandıkça dolaylı olarak bununla birlikte modernize oldukları ve demokrasilerinin de geliştiği görülmektedir. Yönetim şekillerinin ekonomik göstergeler üzerinde etkili olup olmadığı tarihsel süreç içerisinde birçok iktisatçı, siyaset bilimci ve sosyolog tarafından incelenmiştir. Demokrasinin tanımı içerisinde yer alan özgürlük, adalet, eşitlik gibi ilkeler ekonomik kalkınmanın ilkelerinin de içeriğini oluşturması bakımından önem arz etmektedir.

Demokrasinin kavram olarak henüz tek bir tanımının olmaması ekonomik kalkınma ile ilişkisinde aksaklıklara neden olmaktadır. Ülkelerin hem sosyo-kültürel hem de ekonomik anlamda birbirleri ile olan ilişkilerinin artması, uluslararası boyutta üstlendikleri rollerin de rekabet edilebilir düzeyde olması gerekliliğini arttırmaktadır.

Demokrasi ve kalkınma üzerine birçok ülke açısından yapılan ilk çalışma Lipset(1959)’e aittir. Lipset 48 ülke üzerinde yaptığı çalışmasında demokrasi ile gelir seviyesi arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Lipset bir ulus ne kadar zenginse demokrasiyi yaşatma konusunda o kadar şanslı olduğunu düşünmektedir. Gelir düzeyi arttıkça ülkelerin demokrasileri daha da güçlenmektedir (Başar, Yıldız, 2012: 13). Lipset demokrasinin politik kültür ve sosyal yapının etkisi ile şekillendiğini savunmaktadır. Eğitim, vatandaşlık kültürü, politik olaylara karşı bakış açısı ve orta sınıfın tutumları demokrasi ve kalkınma arasındaki ilişkiyi etkileyen faktörlerdir. Bu nedenle eğitim, insanların anlama ve kavrama gücünü arttırmaktadır. Eğitim seviyesi yükselen insanların sosyal ve politik olaylara karşı bakış açıları genişlemektedir ve politikaya yönelimleri artmaktadır. Bu artış demokrasinin işlerlik kazanmasında etkili olmaktadır. Eğitilmiş bir orta sınıf diğer uç gruplar arasında köprü oluştururken, demokrasinin gelişimi için de uygun zemini hazırlamaktadır. Oluşabilecek olumsuzlukların ve uçurumların önüne geçmektedir.

Lipset demokratik yapıların varlığının, zenginlik, sanayileşme, eğitim ve kentleşme gibi olgulara bağlı olduğunu vurgulamış, çalışmalarını bu yönde yapmıştır. (Lipset, 1959: 69-100).

Ekonomik kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişki 1950li yıllardan itibaren araştırılmaya başlanmıştır. Demokrasi her şeyden önce; insanlara seçim şansı tanımaktadır. Diğer yönetimlerin aksine bireye haklarının bilincini oluşturmakta ve yönetime dahil etmektedir. Birey kendi haklarını kullanmakta özgür kılınırken, birlikte yaşadığı toplumsal değerlere ve kişilere de saygı gösterebilmeyi öğrenmekte, kendi geleceğini tayin edebilme serbestisine sahip olabilmektedir. Demokrasinin sunduğu eşitlik ve adil ortam sayesinde, yönetimde söz sahibi olan toplumlar istikrarlı bir yapının da oluşmasında etken rol oynamaktadırlar. Demokratik kurumların varlığı, piyasa sisteminin de değerler çerçevesinde işlemesine olanak tanımakta, oluşan bilinçli gruplar ile aksak işleyen kurumların düzenlenmeleri kolaylıkla yürütülebilmektedir. Bunun etkisi olarak iktisadi özgürlüğün ve ekonomik bağımsızlığın sağlanması demokratik rejimlerin kalkınma sürecine önemli katkılarıdır.

Demokrasiler yönetim konusunda politik istikrarın sağlanmasında daha etkili olduklarından, ekonomik kurumlar için de güven ortamını oluşturabilmektedirler. Ekonomik kurumların işler olması, en temel sorunlardan olan gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinde ve adil gelirin sağlanmasında önemli bir faktördür. Ekonomik anlamda bir iyileşme, diğer kurumların da iyileşmesine yol açmaktadır. Bu da bireylerin eğitim aşamasının daha fazla kitleleşmesine, politikalara katımın ve teşvikin daha fazla artmasına, siyasal bilincin oluşarak toplumsal bir çoğulculuğun gelişmesine katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda; beşeri sermaye geliştirmesi ve yetkinleştirmesi, karar mekanizmalarına etkin katılımın sağlanarak daha akılcı sonuçların çıkması, bireysel özgürlük ile toplumsal bilincin uyandırılması, farkındalığın artarak girişimciliğin beslenmesi, yatırım ortamlarının artması, başarısız iktisadi politikaların ve siyasi iktidarların daha kolay devreden çıkarılması, iktidarın hesap verilebilir olmasının sağlanması ve kamu kaynakları üzerinde daha etkin bir denetimin yapılabilmesi, demokratik rejimlerinin iktisadi kalkınmayı etkileyen yollarındandır. Bunun yanı sıra iktisadi kalkınmanın demokrasiyi getirdiği görüşüne bakıldığında da  araştırmalar iktisadi kalkınmışlık ile demokrasi arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu yönündedir. Çünkü bir ülkenin iktisadi kalkınmışlığının yüksek oluşu, demokratikleşme için uygun zeminin yaratılmasında daha fazla etkili olmaktadır. Ekonomik olarak kalkınmış ülkelerde sanayileşmenin ve teknoloji kullanımının yüksek orana sahip olması, toplumun refah seviyesinin artarak eğitim ve kültür seviyesinin yükselmesine, ulaşım ve iletişim olanaklarının artmasına yol açmaktadır.

Bu gelişmelerin başarılı bir şekilde uygulanması ekonomik anlamda bağımsızlığı ve uluslararası ilişkilerin istenilen düzeyde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bununla birlikte dış ticaret alanında da uygun koşullara kavuşan ülke, refahındaki ve toplumsal kültürdeki canlanma ile haklarının farkına varabilmektedir.

Bu gelişmeler demokrasinin varlığını sürdürmesi, gerekliliklerinin yerine getirilmesinde önemli konumdadır. Ekonomik istikrarın sağlanması, demokratik kurumların da kendi alanlarına yönelmelerini sağlayacaktır. Bunun neticesinde de her kurumun kendi görevini en iyi şekilde yapıp kalkınma sürecine katkı yapması, işlerin hızlanmasını, daha etkin ve verimli zamanın kullanılmasını beraberinde getirecektir. Demokrasi ve ekonomik kalkınma arasında doğrusal bir ilişkinin olduğu yönündeki görüşlerin aksine hiçbir ilişkinin olmadığını söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre de sanayileşmiş ve kalkınması iyi olan ülkelerin otoriter rejimle daha sağlam bir gelişmişlik sergileyeceği vurgulanmaktadır. Çünkü demokratik rejimlerde kararların kurumsal yapılarca alınmasının zaman kaybına yol açacağı bu nedenle otoriter rejimlerde diktatörlerin kararların alınmasında bağımsız olmalarının ulusun ekonomik gelişme önceliklerinin daha iyi görmesine yol açarak verimli yatırımların önünü açacağı düşünülmektedir. Doğu Asya ülkelerinin başarısı bu duruma örnek olarak gösterilirken bu rejimlerin daha istikrarlı olması sebebiyle gelişmeye katkısının daha yüksek olacağı vurgulanmaktadır. Bir ülkenin başarısı için demokratikleşme ve kalkınma birlikte gerçekleşmelidir. Diğeri, ötekinin ön koşulu olarak kabul edilmemelidir. Çünkü demokrasi ve kalkınma birbirlerini tamamlayan süreçlerdir. Biri diğerine destek vermeli, eksikliklerini gidermeli ve aksaklıkları birlikte tamamlamalıdırlar. Ancak böyle olursa refah ve güvenlik seviyeleri istenilen düzeye ulaşabilir. Bunun yanı sıra, az gelişmiş ülkelerin kalkınma için demokrasiyi ‘görünürde’ kullanılması, yoksullukla mücadele ve kalkınma sürecine zarar vereceği gözden kaçırılmamalıdır. Bu süreçte kalkınma; sürdürülebilir olmalı ve demokratikleşme de tüm kurumları ile sürece dâhil edilmelidir.

Av. Begüm GÜREL &  Hukuk Fakültesi Öğrencisi Şeyma ÜSTÜNDAĞ