Yolsuzluk yapan, rüşvet alan, rüşvet veren her kimse haklarında soruşturma yapılmasından daha doğal ne olabilir. Suç teşkil eden bu eylemler soruşturularak maddi gerçek ortaya çıkarılmazsa, asıl o zaman hukuk devleti nerede diye sorulması gerekir.

17 Aralık günü “Büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” başladı haberlerini duyunca, kim gayrı meşru kazanç peşinde ise, kim haram yiyorsa, rüşvet alıp haksız uygulamalara imza atıyorsa adaletin tokadını yesin, yetimlerin hakkı hukuku korunsun dedim.

Gözetim altına alınanlar arasında üç bakanın oğlu da olduğu, bakanların nüfuzunun kullanıldığı, bakanlar hakkında da fezleke hazırlanacağı gündeme gelince, merhum Turgut Özal’ın kendi bakanlarından İsmail Özdağlar’ı Yüce Divan’a sevk ettirip ceza alması sürecini hatırladım. Görülen davada Anayasa Mahkemesi ses kasetini delil olarak kabul etmiş ve Özdağlar’a mahkumiyet kararı vermişti.

Başbakan Erdoğan’ın tıpkı merhum  Özal gibi yolsuzlukların üzerine gideceğine olan inancımla bekleyip görelim derken, gündeme ilginç haberler düşmeye başladı.

Adalet Bakanı’nın  Ankara’ya döndüğü HSYK’nın akşam saatlerinde olağanüstü toplandığı, soruşturmayı yürüten savcıların görevden alınacağı haberleri verilmeye başlandı.  Çok geçmeden, aynı gün hem Adalet Bakanı hem de HSYK tarafından bu haberler yalanlandı. 

Bu defa Başsavcı tarafından soruşturmaya ilave iki savcı görevlendirilince, yargıya müdahale edildiği soruşturmanın bu yolla kapatılmak istendiği iddiaları hem yazılı hem görsel medyada, hem de sosyal medyada çokça yer almaya başladı. Oysa savcılar arasında iş bölümü yapmak,  görev vermek, almak, gerektiğinde soruşturmanın süratli yapılması için ilave görevlendirmeler yapmak Başsavcının göreviydi. HSYK’nın web sitesinden yapılan açıklamada da aynı hususa işaret edilmişti.

Olayla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının geç kalmış basın açıklamasında, birbirinden ayrı üç ayrı soruşturmanın yürütüldüğü belirtiliyordu. Halkbank’la ilgili finans ve rüşvet, Fatih Belediyesi görevlileri hakkında ikinci, bir de  imar, inşaat yolsuzlukları iddiasıyla soruşturma vardı.

İkisi 2012 yılı Eylül ayında, biri 2013  şubatında olmak üzere aralarında hukuki ve fiili irtibat olmadığı söylenen üç ayrı soruşturmada aynı gün operasyona başlanması, bu yolla daha fazla kişinin gözetim altına alınarak soruşturmanın “büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” olarak algılanmasına vesile olunması, soruşturmadan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının, Adalet Bakanının, diğer bakanların ve Başbakan’ın bilgisinin olmaması, soruşturmanın gizliliğine vurgu yapılırken masumiyet karinesine, kişilerin lekelenmeme hakkına riayet edilmeyerek soruşturma içeriklerinin medyaya servis edilmesi, olayın yolsuzluk soruşturmasından öte hükümete karşı bir operasyon yapıldığı iddialarını kuvvetlendiriyordu.

Hükümet yetkilileri, yapılan soruşturma araç olarak kullanılarak, bir siyasi operasyon yapıldığını açıkladılar. Özellikle Halkbank üzerinden yapılan operasyonun dış kaynaklı olduğu, içerden de destekçilerinin olduğu ifade edildi. Açıklanan gerekçeler tutarlıydı.

Üç ayrı soruşturmada gözetim altına alınan 89 kişiden 24’ü tutuklanırken diğerleri serbest bırakıldı. Tutuklama mahkumiyet olmadığı gibi serbest bırakılma işlemi de yargılanmayacakları anlamına gelmiyor. Soruşturmada süreç devam ediyor. Dava açılıp dosya şeffaf hale elince daha sağlıklı değerlendirme imkanı olacaktır.

Ancak olayın hükümete karşı operasyon boyutunun ülkemize faturası oldukça ağır. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın verdiği bilgiye  göre dün itibariyle 20 milyar dolar zarar söz konusu.
Kaset söylentileri, çamur at izi kalır mantığıyla yapılan çirkin ve ahlaksız saldırılar, karalamalar, Numan Kurtulmuş beye montaj görüntülerle atılan iftira, olayın Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harekatta araç olarak kullanıldığını söyleyenlere bile tahammül edemeyip yapılan tehditler, hakaretler, bir yerlere yazdık, hesaplaşacağız söylemleri kavganın boyutunun nerelere geldiğini gösteriyor.

Dürüst bir insanın, samimi bir Müslümanın asla kabul edemeyeceği, neticeye varmak için her yolu mubah kabul eden bir anlayış, ne hukuken, ne ahlaken ve edeben savunulamaz.
Suç ve cezaların kişiselliği ilkesi bağlamında suçu olan her kimse hesabını versin, buna kimsenin itirazı olamaz. Ama 1960’ları, 1980’leri 1997’leri yaşamış, devlet ve hükümetler eliyle, özellikle irtica tehdit ve tehlikesi bahanesiyle yapılan ayrımcılıklara, zenci muamelelerine maruz kalmış olanlar; bankaların nasıl hortumlandığını milyar dolarların yurt dışına nasıl kaçırıldığını, fakir halka nasıl zulüm yapıldığını bilenler, sandık dışındaki metotlarla Ak Parti iktidarını düşürme girişimlerini asla desteklemeyeceklerdir. Bu böyle bilinmeli.



(Bu köşe yazısı, sayın Reşat PETEK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)