Şu çok kısa ve bir ‘an’dan ibaret olan dünya hayatında hep birşeylerden kaçar insanoğlu, kimi sorumluluklarından kaçarken kimisi geçmişten kimisi de kendi ülkesinden kaçar ama en zoru ve inananlar için imkansız olanı ise kişinin kendi kaderinden kaçmasıdır. Bu yazımda, ülkemiz ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) özelinde, suç işledikten sonra ABD`ye kaçarak yaptırımdan kurtulmaya çalışan kişilerin hangi usulle tekrar geri alınabileceğini belirtmeye çalışacağım.

Öncelikle belirtilmeli ki, yabancı bir ülkeye kaçan suçluların soruşturma, yargılama ya da infaz amacıyla bulundukları ülkeden getirtilebilmeleri “suçluların iadesi (extradition)” müessesesi ile mümkündür. Anayasa’nın 38’inci maddesinin son fıkrası, değişik devletlerle yapılmış ikili anlaşmalar, “Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi, SIDAS (European Convention on Extradition)”, bu Sözleşmeye Ek 2’nci Protokol ve uyuşturucu maddeler, kara para aklama, sınıraşan örgütlü suçlar, yolsuzluk ve terörizmle mücadele bağlamında uluslararası kuruluşlar bünyesinde hazırlanan çok taraflı bazı sözleşmelerdeki geri vermeye dair hükümler ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 18’inci maddesi suçluların geri verilmesini düzenleyen hukuki kaynaklardır. Suçluların iadesi ve hükümlü nakli konularında adli makamlarımızca dikkat edilmesi gereken hususlar ise Adalet Bakanlığı`nın 69/4 sayılı Genelgesi ile düzenlenmiştir.

Yazım genel itibariyle ABD ile aramızdaki iade işlemleri olsa da bu alanda Avrupa Insan Hakları Mahkemesi`nin (AIHM) ülkemiz ile ilgili verdiği kararları ismen kısaca hatırlatmakta fayda görüyorum. Çünkü bu kararları ile AIHM, somut olaylar bağlamında suçluların iadesi müessesesinin insan hakları boyutunu derinlemesine incelemiş ve bazı kavramlara açıklık getirmiştir. Bunlara örnek olarak: Öcalan/Türkiye, 46221/99, 12 Mayıs 2005; Mamatkulov ve Askarov/Türkiye(BD), 46827/99, 4 Şubat 2005; Tehrani/Türkiye, 32940/08,  13 Nisan 2010; Charahili/Türkiye, 46605/07, 13 Nisan 2010; Jabari/Türkiye, 40035/98, 11 Temmuz 2000 kararlarının verilebileceğini düşünmekteyim.

Konuyu Amerika Birleşik Devletleri çerçevesinden incelediğimizde şu hususları belirtmekte fayda bulunmaktadır. Türkiye ile ABD arasındaki suçlu iadesi işlemlerinde “Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Antlaşması” hükümleri uygulanmaktadır. Güncel bir konu olması sebebiyle bu hususu kısaca özetlemekte fayda görmekteyim.

Sözleşme`nin 2. maddesi, soruşturma veya kovuşturma aşamasında, hem Türkiye hem de ABD yasalarına göre, asgari haddi bir yılı aşan süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezayı veya daha ağır bir cezayı gerektiren suçların iade talebine konu olabileceğini belirtmiştir. Bu hükme göre ayrıca infaz aşamasında, bakiye cezanın veya infaz edilecek mahkumiyetin süresinin en az altı ay olması gerekmektedir.

Sözleşme`nin en dikkate değer bölümlerinden bir hiç kuşkusuz iade taleplerinin nasıl sonuçlanacağına dair düzenlemeler içeren bölümüdür. Sözleşme`nin 3. maddesi 1. fıkrası, hangi hallerde iade talebinin reddedileceğini açıklamıştır. Buna göre; talebe konu suç siyasi nitelikte ise veya siyasi suçlarla irtibatlı ise, sırf askeri nitelikte bir suç ise, zamanaşımı gerçekleşmişse, kişi iade talebine konu olan suçtan ötürü istenilen Devlet’te yargılanarak kesin ve bağlayıcı bir hükümle beraat etmiş veya mahkum olmuş ise, talebe konu olan suç istenilen Taraf’ın ülkesinde işlenmiş olup da yargı yetkisi nedeniyle onun adli makamlarına intikal ettirilmiş veya intikal ettirilecek ise, talebe konu olan suç Taraflar’dan birinde çıkarılan genel veya özel affa konu olmuş veya olmakta ise iade talebi kabul edilmeyecektir. 2. fıkra ise reddedilebilecek halleri saymıştır. Buna göre; iadesi istenen kişi, aynı suçtan ötürü istenilen Taraf’ta kovuşturulmakta ise, istenilen Taraf, aynı suçtan ötürü kovuşturmamak veya kovuşturmayı durdurmak kararı almış ise, iadesi istenen kişi, aynı suçtan ötürü bir üçüncü Devlet ülkesinde yargılanarak beraat etmiş veya mahkum olmuş ise talebin reddedilme ihtimali mevcuttur.

ABD bakımından, iade talebinin reddi sonucunu doğurabilecek durumlardan en tartışmalı olanı hiç kuşkusuz ‘siyasi suç’ konusudur.  Siyasi suçluların geri verilmezliği kuralını ilk kabul eden devlet Ingiltere`dir. Ne yazık ki, ne tür eylemlerin siyasi suç olarak değerlendirilmesi gerektiğine dair henüz uluslararası bir mutabakata varılmış degildir. Buna rağmen; doğrudan doğruya devlete karşı yapılan ihanet, hükümete karşı ayaklanma, casusluk faaliyetleri siyasi suç olarak değerlendirilmektedir. Failinin ideolojisi ve inançları üzerine kurulmuş ve şiddete dayanmayan eylemler de siyasi suç niteliğinde görülmektedir. Bazı devletlere göre terör eylemi sayılan bir eylem, diğerlerine göre özgürlük savaşçılarının dikta rejimine karşı giriştikleri bir direniş eylemi, övgüye layık, haklı bir eylem olarak nitelendirilebilmektedir.

Siyasi suçluların geri verilmezliği kuralının istisnaları olarak örneğin Belçika Kuralı denilen ilkeye göre, devlet başkanlarına ve ailesine karşı işlenen tecavüz fiileri siyasi suç sayılmayacağı, terör eylemleri, anarşik suçlar ve eylemleri, soykırım ve insanlığa karşı suçlar gösterilse de bu kuralların da ikili ilişkiler çerçevesinde değerlendirileceğine kuşku bulunmamaktadır. Bu hususların haricinde, belirtmek gerekir ki, Sözleşme`nin 4. maddesine göre, sözleşen Taraflar’dan hiçbiri, kendi vatandaşını iade etmek zorunda değildir.

Sözleşme`nin uygulanması bakımından önemli bir husus ise adli makamlarımız tarafından hazırlanması gereken ‘talepname’lerdir. Suçlu iadesi talebinde bulunmak için öncelikle ABD adli makamlarına hitaben bir iade talepnamesi hazırlanmalıdır. Hazırlanan bu ‘talepname’ evrakı merkezi makam konumunda olan Adalet Bakanlığı`na gönderilecektir. Yalnız, talepnamelerin eksik bulunarak ABD makamları tarafından geri gönderilmesinin önlenmesi önem taşımaktadır. Bu çerçevede, Anglo Sakson hukuk sistemine tabi olan ABD`ye gönderilecek talepnamelerde yer alan  ‘suçun işlenişine ilişkin olgular’ bölümünde suçun işleniş şekli, yer ve zaman belirtilerek detaylı şekilde açıklanmalı,  iadesi istenilen kişinin suç oluşturan eylemleri, suç işleme saiki, suç ortaklarıyla veya mağdurla olan ilişkisi, suç işlerken kullandığı vasıtalar gibi hususlara ilişkin açıklamalara talepnamede yer verilmesi büyük bir gereklilik arzetmektedir.

Suçun işlendiği yerdeki kamu düzeninin korunması ve eski haline getirilmesi, adaletin sağlandığına dair toplumaki inancın sağlamlaştırılması devletin asli vazifelerindendir. Bu itibarla, yurtdışına kaçmış ya da geri dönmemiş olan suç failinin suçun işlendiği ülkeye iade edilmesi önem taşımaktadır.

Bu itibarla şu istatistiki verilerin konumuzun önemini biraz daha anlatabileceğini düşünmekteyim. Son 10 yılda ülkemizin AB ülkelerinden terör suçundan iade istemlerini incelediğimde, 2013 yılı sonu itibariyle toplam talep sayımızın 393 olduğunu, 10 talebimizin kabul edildiğini, 15 talebimizden vazgeçtiğimizi ve 165 başvurumuzun ise halen derdest olduğunu görmekteyim. Benzer şekilde AB ülkelerinin ülkemizden terör suçundan iade talepleri bakımından ise; toplam 7 talebin olduğu, 4 talebin kabul edildiği, 1 talebin reddedildiği ve 1 başvurunun derdest olduğu görülmektedir.

2013 yılı içinde ise ABD`den 2 olmak üzere ülkemize toplam 83 kişinin iade edildiği, 26 kişinin ise ülkemiz tarafından diğer ülkelere iade edilediği anlaşılmaktadır.

Şu hususu da vurgulamak gerekir ki, devletler arasındaki siyasi ilişkiler ve bunun neticesinde karşılıklı beklentiler, suçluların iadesi kurumu ve iade taleplerinin kabulünde, reddedilecek ve reddedilebilecek kriterlerin kontrolünde belirleyici bir etkiye sahiptir. Ama bu konuda ben hatırda tutulması gereken en önemli noktanın ne olursa olsun işlenen suçun karşıksız kalmayacağı gerçeği olduğunu düşünüyorum. Bu gerçeği, hemen hemen herkesin bildiği şu kısacık hikayeyle yeniden hatırlatmak istiyorum:

Hazret-i Süleyman`ın sarayına, saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayatî bir mesele için Hz. Süleyman`la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Süleyman, benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: “Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana. Adam telaş içinde: “Bu sabah karşıma Azrail çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı. “Peki ne yapmamı istiyorsun?” Adam yalvarır: “Ey Süleyman... Sen herşeye muktedirsin… Rüzgârına emret. Beni buradan tâ Hindistan`a iletsin... O zaman Azrail belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum.” Hz. Süleyman, adamın hâline acır. Rüzgârı çağırır: “Bu adamı hemen al, Hindistan"a bırak.” emrini verir. Rüzgâr bu, adamı alır, bir anda, Hindistan`da uzak bir adaya götürür. Ertesi gün, Hazret-i Süleyman Divan`ı toplayarak, gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail de Divan`da oturmakta... Hemen yanına çağırır: “Ey Azrail... Dün o adama neden hışımla baktın? Canını alacaksan alaydın, fakat neden o zavallıyı o kadar çok korkuttun?” der. Azrail cevap verir: “Ey dünyanın ulu sultanı.. Ben o adama öfkeyle, hışımla bakmadım, hayretle baktım. O yanlış anladı, vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü, Hak Tealâ bana emretmiş: “Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan`da al” demişti... Onu görünce, bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan`da olamaz, bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm... İşte ona bakışımın sebebi bu idi. Asıl hayret edilecek olan şu ki, dün akşam ben o adamın Hindistan`ın falan yerinde canını almış bulunuyorum!”

Bu hikayeyi iyi analiz etmenizi diliyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum…


(Bu köşe yazısı, sayın tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)