Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2.maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir.

Bu karine uyarınca, suçsuz olduğunu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece masum bir insanın cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır.

Bu ilkeye göre, bir suç sebebiyle yargılanan bir kimsenin, suçluluğunun yüzde yüz ıspatlanmış olması gerekmektedir. Yüzde birlik bir şüphe olması durumunda bile şüpheli cezalandırilmaz. Aksi taktirde masum bir insanın cezalandırılması, telaffisi mümkün olmayan durumlara sebebiyet vermektedir.

Yargıtay'ın da bu ilkeyi esas alarak verdiği kararlar vardır.

Ceza yargılaması maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını amaçlar. Bu sebeple hazırlık aşamasında tüm delillerin toplanmış olması gerekmektedir. Yargılama aşamasında tüm delillerin toplanmış olması hem şüpheli açısından hem de mahkeme açısından, kolaylık sağlamaktadır.

Masumluk karinesi ABD de juri sistemi ile sağlanmaktadır. Juri üyelerinin, hepsinin suçluluğu kabul etmiş olması ile ceza verilmektedir. Bir juri üyesinin aksi kanaati olması halinde şüpheli cezalandırılamaz.

Tabi ki bizim hukuk sistemimizde juri üyeleri mevcut değildir. Sulh ceza ve Asliye ceza mahkemelerinde tek hakim ile Ağır ceza mahkemelerinde ise Bir başkan iki üye hakimin kararı ile karar verilir. 3/2 karar sayısı ile şüpheli cezalandırılır. Daha açık bir dil ile anlatırsak 2 hakimin aynı kararı vermesi yeterlidir.

Bu da demek oluyor ki Bizim hukuk sistemimizde evrensel hukuk kuralı olan şüpheden sanık faydalanır ilkesi tam anlamıyla uygulanamamaktadır.