1. Tanığa Doğrudan ve Dolaylı Soru Sorulması, Çapraz Sorgu

Ceza yargılamasında tanık beyanlarının alınması ve tanığa doğrudan soru yöneltilmesi maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için çok önemli olmakla birlikte, uygulamada bu usulün gereği gibi yerine getirilemediğini görmekteyiz. “Beyan delili” olması itibariyle, suça konu fiille ilgili doğrudan bilgi, görgü ve duyumunu anlatan tanığın ifadesi yanıltıcı ve yönlendirici olabileceği kadar, maddi hakikate ve adalete ulaşılmasına da ciddi katkılar sağlamaktadır.

Kovuşturma aşamasında tanık beyanının alınması sırasında “Doğrudan soru yöneltme” başlıklı CMK m.201 ve “Adil/Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d uyarınca hareket edilmelidir. Duruşmada tanığa soru sorulması usulünün tatbikinde; müdafiin Kanundan kaynaklanan doğrudan soru sorma hakkını kendi/savunma tanıkları yönünden kullanamamasının yanında, çapraz sorgu hakkı kapsamında iddianın tanıklarına karşı da soru sorma hakkının tanınmasında beklenen amaç ve fonksiyona uygun soru soramadığı, sorunun önce hakime/mahkeme başkanına yöneltildiği, hakim/mahkeme başkanı uygun gördüğü durumda bu soruların tanığa sorulduğu, açıklayıcı olmayan ve sadece “evet” veya “hayır” cevabı ile yetinilmesi ile sorularda tanığa geniş açıklama yapma imkanının tanındığı, soru cevabının dışında açıklamalar yapıldığı, ardışık sorularda bütünlüğün bozulduğu ve gerçeğe ulaşılmasından ziyade yalnızca bir prosedürün yerine getirilmesi ile yetinildiği, “yönlendirici soru” iddiasıyla soruların engellenebildiği veya karmaşık hale getirilebildiği, bu süreçte tanığa düşünme süresinin sağlandığı sıkça rastlanan olumsuz örnekler arasındadır. Hatta bazen mahkemeler; avukatlardan soruları celse öncesinde kendilerine vermelerini istemektedir ki, tanığın sorulacak soruları bilip ona göre hazırlanması da işin ayrı bir sakıncalı durumudur. Bunun yanında; soruların önceden verilmesi durumunda, tanığın cevabına göre avukatın sorması muhtemel yeni bir soru sormasının önüne geçilmiş olacaktır. İddia tanıklarına soru sormak, savunma tanıklarının da iddia tanıkları ile aynı şartlar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması, sanığın dürüst yargılanma hakkı içinde kabul edilmektedir.

Halbuki CMK m.201 açık bir şekilde ve hatta maddenin başlığında “doğrudan” ifadesini kullandığından, soru sormak için avukatın hakimden/mahkeme başkanından müsaade istemesine veya soruları önceden göndermesine gerek yoktur. Hakimin/mahkeme başkanının inisiyatifi sadece soruya itiraz edildiğinde devreye girer; CMK m.201/1-3. cümlede belirtildiği üzere, “Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir”. Sorunun uygun olduğuna kanaat getirildiğinde ise soruyu hakim/mahkeme başkanı değil, yine avukat sorar. Bununla birlikte, şayet soruya itiraz edilmediği durumda hakimin/mahkeme başkanının “bu soruya gerek yok”, “onu söyledi zaten” gibi yanıtlarla avukata doğrudan soru yöneltme hakkını tanımamasının kabulü mümkün değildir.

Bunun yanında, avukatın sorduğu sorudan sonra tanığın cevabı soruyu soran şahsa değil de, hakime/mahkeme başkanına vermesi, ona açıklama yapmak durumunda kalması da isabetli değildir; zira bu durum en basit ifadeyle, “soruyu soran kişi yerine başka bir kişiye cevap vermek” gibi bir neticeye sebebiyet verecektir. Mahkemelerde de hakimler, “avukata değil bana bak” yönünde tavır takınarak ve avukatın sordukları sorulardan “uygun gördüklerini” bizzat kendisi sorarak, maddi hakikate ve adalete ulaşılması yolunda hata yapmaktadırlar.

Bir diğer önemli husus; tanıklara sorulan soruların zabıtta yer almayıp sadece cevaplara yer verilmesidir ki, bu durumda tanıkların sorulara cevap verip veremediği anlaşılmamaktadır. Halbuki tanık beyanında önemli olan tanığın sadece cevabı değil, o soruyu yanıtlayıp yanıtlayamadığı veya ne şekilde yanıtladığıdır.

Örneğin avukatın tanığa; “şu gün şu kişi ile telefonda görüştünüz mü”, “şu gün hangi şehirdeydiniz”, “olay yerini saat kaçta terk ettiniz” gibi dava dosyasına göre önemli olabilecek sorularına tanık cevap vermediğinde, soruyu geçiştirdiğinde veya soyut bir cevap verdiğinde sorunun cevabının verilmediğinin celse tutanağına yansımadığı aşikardır. Örneğin tanığın yukarıdaki ilk soruya “şu kişiyi tanırım”, ikinci soruya “ikametim şurasıdır”, üçüncü soruya “olay yerini diğer şahıslarla birlikte terk ettim” gibi cevap vermeleri belki kendileri açısından doğrudur, ancak soruların cevabı değildir. Bu nedenle, soruların da mutlaka hakim/mahkeme başkanı tarafından zapta geçirilmesi gerekir. Nasıl ki sınav kağıdında hukuk fakültesi öğrencisine sorulan sorunun cevabı değil, başka bir şeyin cevabı verildiğinde, o anlatım doğru olsa bile soruyu karşılamadığında sıfır puan veriliyorsa; yargılamada da tanığın soruya cevap veremediğinin de dosyaya yansıması gerekir.

Burada; “Duruşma tutanağı” başlıklı CMK m.219 uyarınca duruşmada geçen her bir beyanın eksiksiz bir şekilde zapta geçmesini sağlayacak bir sisteme ihtiyaç olduğunu, bu yerine getirilemiyorsa da kayıt sistemi ile tüm beyanların kaydedilmesini ve celse sonrası tüm konuşma dökümünün yapılarak celsede geçen tüm beyanların dosyaya yansımasının sağlanmasının gerektiğini ifade etmek isteriz.

CMK m.206 uyarınca delillerin ortaya koyulması ve CMK m.216 uyarınca delillerin tartışılması düzenlenmişken, beyan delillerinden olan tanık beyanlarının gereği gibi alınabilmesi için tanığa soru sorulmak istendiğinde, yukarıda bahsettiğimiz gerekçelerle avukatın önünün tıkanması, sorunun zapta hiç geçirilmemesi, cevabın da CMK m.219’a aykırı şekilde ve eksik olarak yazılması, deyim yerinde ise “adet yerini bulsun” anlayışından öteye geçmemektedir.

“Duruşma tutanağının içeriği” başlıklı CMK m.221/1-d’de tanık ifadelerinin duruşma tutanağına kaydedilmesi gerektiği belirtildiğine göre; gerek mahkeme başkanı, üyesi ve hakimi tarafından ve gerekse de duruşmada taraf sıfatına sahip olanlarca sorulan sorular ile yargılamaya konu olayla ilgili doğrudan gördüğünü, bildiğini ve duyduğunu açıklaması gereken tanıkların verdiği cevapların duruşma tutanağına yorumsuz, eksiksiz ve tam bir şekilde kaydedilmesi, bu yolla delillerin ortaya koyulması, tartışılması ve değerlendirilmesi aşamalarının maddi hakikate ve adalete uygun bir biçimde yapılması zorunludur. CMK m.219/1’de; duruşma için tutanak tutulacağı ve duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınması halinde de, bu kayıtların vakit geçirilmeksizin yazılı tutanağa dönüştürülmesi gerektiği belirtilmiştir. Ancak uygulamada; teknik araçlarla kayıt imkanı olsa da, duruşma tutanağının yeminli zabıt katibi tarafından hazırlandığı ve içeriğinin de mahkeme başkanı veya hakimi tarafından yazdırıldığı, bu sırada birçok eksikliğin yaşandığı, özellikle tanıklara sorulan soruların ve verdikleri cevapların CMK m.221’de öngörüldüğü şekilde tutanağa kaydedilmediği, bunun da CMK m.222’ye göre duruşmanın nasıl yapıldığına dair temel ispat vasıtası olan tutanağın sıhhatini zedelediği, iddia ve savunma karşısında maddi hakikate ve adalete ulaşılmasında güçleştirdiği tartışmasızdır.

Bugün duruşmalarda tanıkların dinlenmesi sırasında yaşanan en önemli sorunlar özetle;

Sözlü yargılamadan uzaklaşılması, duruşmada okunmadığı halde birçok belge ve dilekçenin okunmuş gibi kayda geçirilmesi, duruşmada olup biten her şeyi kayda alan bir sistem olmaması sebebiyle de duruşma tutanağı ile duruşmanın Kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun yapıldığının kabulü, bunun aksinin ispatlanmasının çok zor olduğu, özellikle “çapraz sorgu” olarak da bilinen “Doğrudan soru yöneltme” başlıklı CMK m.201’de öngörülen prosedürün layıkı ile yerine getirilememesi, tanıklara doğrudan soru sorabilme güçlüğü, bu sırada avukatlara müdahale edilmesi, sıralı ve hızlı soru sorma hakkının engellenmesi, bu sırada avukatın insicamının bozulması, soru ve cevapların tam olarak duruşma tutanağına geçmemesi, soru sormak için tanığa yaklaşmak isteyen avukata izin verilmemesi, avukatın sorularla tanığı sıkıştırmasının önüne geçilmesi, bu sırada karşı tarafın ve hatta salonda bulunanların müdahale etmesi, tanığın kendisine sorulan soruların dışına çıkması suretiyle cevap vermesi, mahkeme başkanının veya hakimin yönlendirmesi ile avukatla göz teması kurmaktan ve muhatap olmaktan kaçınması, kendisine muhatap olarak mahkeme başkanını veya hakimi alması, CMK m.201/1’in son cümlesinde yer alan “Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” hükmü olduğu halde, tarafların tanıklara aynı celsenin ilerleyen aşamasında veya bir başka celsede yeniden soru sorma haklarının engellenmesi olarak sıralanabilir.

Yeri gelmişken çapraz sorguya da kısaca değinmek isteriz.

“Çapraz sorgu” kavramının CMK m.201’de ve İHAS m.6/3-d’de açıkça yer almadığı, fakat her iki maddenin lafzında net bir şekilde çapraz sorgu yöntemine değinildiği görülmektedir. Buna göre; soru sorma işleminin tanığı çağıran tarafça yapılmasına doğrudan soru, ardından tanığa kendisini çağıran tarafından değil de karşı tarafın soru sormasına da çapraz sorgu denilmektedir. Maddi hakikate ulaşılabilmesi, tanık ifadelerinin güvenilirliği ve çelişkilerinin ortaya çıkarılabilmesi amacıyla karşı tarafın tanığına da soru sorulabilmelidir. Nitekim bu hak, İHAS m.6/3-d’de ve CMK m.201/1’de dürüst yargılanma hakkının bir unsuru kabul edilmiştir.

Doğrudan veya sanık ve katılanın, mahkeme başkanı veya hakimi vasıtasıyla kendi tanığına dolaylı soru yöneltmesi ile çapraz sorguyu birbirine karıştırmamak gerekir. Genellikle kendi tanığına doğrudan veya dolaylı soru sorma yöntemi ile açıklayıcı/anlattırıcı soru ve çapraz sorguya tabii tutulan karşı taraf tanığına da kısa ve net cevaplar içeren sorular sorulmalıdır. Maddi hakikate ve adalete ters düşen, dava ile ilgisi olmayan, tanığın kendisini suçlayan, esasa müessir yönlendiricilik içeren sorulara itiraz edilmelidir. Sorulan soruya diğer tarafça itiraz edilmediğinde, esasen CMK m.201/1’in lafzına göre mahkeme başkanı veya hakimi sorunun sorulmasını engellememelidir. Ancak uygulamada ve CMK m.201’in maksadına göre; mahkeme başkanı veya hakiminin, ilgisiz soruların tanığa sorulmasını engelleyebileceği söylenebilir, nitekim duruşmanın sevk ve idaresinden mahkeme başkanı veya hakimi yetkilidir.

Bu durumda, CMK m.24 ve 25’e göre hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebebin oluştuğu iddiası ile reddi istenebilir mi? Esasen bir tarafça dinlenmesi istenen tanığın veya uzman kişinin yasal dayanaklı reddi veya CMK m.203 uyarınca duruşma düzeninin sağlanmasında yetkili mahkeme başkanı veya hakiminin duruşmayı sevk ve idaresi, doğrudan soru yöneltme usulünü dürüst yargılanma hakkını ihlal etmeyecek şekilde CMK m.201’e uygun yönetmesi halinde, elbette bir ihsas-ı reyden ve yanlılık şüphesinden bahsedilemez. Bununla birlikte; dürüst yargılanma hakkının, sözlü yargılamanın ve tanığa soru sorma hakkının özüne müdahale etmek suretiyle maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını engelleyen, her ne kadar tarafsızlığında şüpheye yol açabilecek söz ve davranışlarda bulunmasa bile, hem objektif ve hem de sübjektif tarafsızlık bakımından taraflardan birisini endişeye düşürecek bir vaziyet ortaya çıktığında, CMK m.24/1’de hakimin reddi sebebi olarak öngörülen “tarafsızlığını şüpheye düşürecek bir sebep” varlığı ortaya çıkmış olur. Örneğin; sanığın veya müdafiinin, tanığa soru sormasını engelleyen, sorduğu her soruyu, somut gerekçe göstermeksizin reddeden, bu söz ve davranışları ile bir tarafı gözettiği izlenimi veren, beyanlarının esasa müessir olduğu iddianame ve dosya içeriği ile sabit bir tanığın usule uygun biçimde çapraz sorguya çekilmesini engelleyen, soru sordurmayan veya verdiği cevaplarda tanığı yönlendiren, susturan, beyanlarını CMK m.221’de öngörüldüğü şekilde birebir zapta geçirmeyen, bu konuya ilişkin itiraz ve taleplere rağmen bunları dikkate almaya hakimin tarafsızlığı sorunu ortaya çıkar ve CMK m.25’de gösterilen usul ve sürede reddi gündeme gelir.

“Hakim veya mahkeme başkanının yetkisi” başlıklı CMK m.203; cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılanlar tarafından, sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılan diğer kişilere yöneltilen sorulara, diğer tarafça itiraz edilmediğinde, sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine karar verilmesi konusunda mahkeme başkanına veya hakimine yetki tanımaz. Bununla birlikte, soruların duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan yöneltilmesi gerekir. Sanık ve katılan ise, ancak mahkeme başkanı veya hakimi vasıtasıyla soru yöneltebilir. CMK m.201/2’de öngörülen heyette görev yapan hakimin soru sorması, doğrudan mı, yoksa mahkeme başkanı vasıtasıyla mı olabilir? İlk bakışta, heyette yer alan bir hakimin tanığa doğrudan soru soramayacağı düşünülse bile, müdafiin, cumhuriyet savcısının ve katılan avukatının doğrudan soru sorabildiği bir aşamada, elbette mahkeme başkanının yanında heyette bulunan hakim de doğrudan soru sorabilme yetkisine sahiptir.

2. CMK m.178’e Göre Sanığın ve Katılanın Dinletmek İstediği Tanığın Reddi

CMK m.178’de yapılan değişiklikten evvel, sanık veya katılan tarafından çağrılması talep edilen, fakat mahkeme başkanının veya hakiminin reddettiği tanığı veya uzman kişiyi, sanık veya katılan mahkemeye getirebilir ve huzura getirilen bu kişiler artık reddedilemez ve artık duruşmada dinlenirdi. Ancak yapılan değişiklikle, mahkeme başkanı veya hakimi hazır edilen tanığın veya uzman kişinin dinlenmesini davaya uzatmaya yönelik olduğundan bahisle reddedebilir. Elbette sanığın veya katılanın davayı uzatmak amacıyla tanık dinletmek istediği ile ilgili bu gerekçenin somut bir şekilde mahkeme başkanı veya hakimi tarafından yapılması gerekir, sırf “davayı uzatmak amacıyla” ibaresine yer vermek suretiyle sanık veya katılan tarafından tanık dinletme isteği reddedilmemelidir. Tüm mahkeme ve hakim kararları somut hukuki ve fiili gerekçeleri taşımak zorundadır.

Yeri gelmişken; CMK m.178’e göre verilecek karar bir hakim kararı olacağından, bu karara karşı, CMK m.267 ila 271’e göre itiraz kanun yoluna başvurulabilir. Bir başka ifadeyle; maddi hakikate ve adalete ulaşılması amacıyla tanık dinletmek isteyen ve bu talebi reddedilen ve hatta duruşmada hazır ettiğinde bile kabul edilmeyen tarafın, CMK m.267 uyarınca mahkeme başkanının veya hakiminin bu kararına karşı esasla birlikte istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurmayı beklemesine gerek bulunmamaktadır. Tüm hakim kararları itiraz kanun yoluna açık olduğundan, CMK m.178’e göre verilen ret kararlarına karşı itiraz yoluna başvurulabilir. İtiraz mercii de bu talebi reddettiğinde ve bu tanık dinletme talebi dosya bakımından önemli olduğunda, elbette bunun incelemesi istinaf ve temyiz kanun yollarında yapılabilecektir.

“Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” başlıklı CMK m.178’in tatbik şekline göre; ancak mahkeme başkanı veya hakimi, sanığın veya katılanın gösterdiği tanığın veya uzman kişinin çağırılması ile ilgili dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan, tanığı veya uzman kişiyi mahkemeye getirebilir ve davayı uzatmak amacıyla dinlenmesinin talep edilmediği durumda da bu kişiler duruşmada dinlenir. Dinlenme için talep dilekçesinin CMK m.177/1’e göre duruşmadan en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hakimine verileceği söylense de, bu maddenin katılanı kapsamadığı, dolayısıyla CMK m.177 ile 178 arasında bir uyumsuzluk olduğu sonucuna varılabilirse de, CMK m.178’e göre yalnızca sanık tarafından değil, katılanın verdiği tanık veya uzman kişi dilekçesinin de CMK m.177’de öngörülen süre ve şekilde verilmesi gerektiği sonucuna varılmalıdır. CMK m.177 ve 178’e göre tanık veya uzman kişi dinletilmesine dair dilekçe verildiği halde, bu konuda mahkeme başkanının veya hakiminin bir karar vermediği, o celse veya takip eden celse tanık veya uzman kişi hazır edildiğinde de duruşmada dinlendiği veya iş yoğunluğu nedeniyle daha sonra dinlenebileceğinin söylendiği, böylece Kanunda yer alan usule riayet edilmediği görülmektedir. Esasen tanığın veya uzman kişinin duruşmada hazır bulundurulabilmesi için, mahkemeye sunulan dilekçenin mahkeme başkanı veya hakimi tarafından reddedilmesi gerekir. Dilekçe kabul edildiğinde ise, genellikle davetiye çıkarılmamakta ve ilgili tarafa, tanığı veya uzman kişiyi bir sonraki celse hazır bulundurması için süre verilmektedir. Kanunda öngörülen usule göre; sanığın veya katılanın dilekçesi hakkında mahkeme başkanı veya hakim kabul kararı verirse, ya tanığa veya uzman kişiye davetiye göndermeli veya hazır bulundurabileceğini söyleyen tarafa bu konuda süre vermeli, dilekçeyi reddettiği takdirde de sanık veya katılan tarafın duruşmada hazır bulundurduğu tanık veya uzman kişi dinlenmelidir. Bunun yegane istisnası, tanığın veya uzman kişinin davayı uzatmak amacıyla dinlenmesinin talep edildiğine dair somut tespittir. Belirtmeliyiz ki; mahkeme başkanı veya hakimi tanık veya uzman kişi dinletilmesine dair dilekçeyi reddettiğinde veya kabul ettiğinde sonuç değişmeyip, her durumda ilgili tarafça tanık veya uzman kişi hazır bulunduğunda duruşmada dinlenecekse, o halde reddin ne önemi olabilir? Kanaatimizce; mahkeme başkanı veya hakimi tarafından taraf dilekçesi kabul edilmişse tanığın davet edilmesi veya hazır bulundurulacağının beyan edilmesi halinde duruşmada dinlenmesi zorunlu hale gelir. Dilekçe reddedildiğinde taraf duruşmada hazır bulunduramazsa veya bulundurmakla birlikte tanığın veya uzman kişinin dinlenmesinin davayı uzatmaya yönelik olduğuna mahkeme başkanı veya hakimince karar verilirse, bu durumda tanığın veya uzman kişinin dinletilebilmesi mümkün olamayacaktır.

Uygulamada, CMK m.177 ve 178’de tanımlanan prosedüre riayet edilmeksizin taraflarca hazır bulundurulan tanıkların hemen o celse dinlendikleri görülmektedir. Bu noktada, CMK m.206 ve 207 de dikkate alınmalıdır. Kanaatimizce, kovuşturma aşamasında bir delilin ortaya koyulabilmesi için öncelikle usule uygun bir biçimde bu konuda mahkeme başkanından veya hakiminden talepte bulunulması gerekir. Mahkeme başkanı veya hakimi, CMK m.206/2’ye ve m.178/1’in son cümlesine aykırı olmayan delil ortaya koyma taleplerini reddetmemelidir. Çünkü amaç, kovuşturma aşamasında maddi hakikate ve adalete ulaşılmasıdır. CMK m.206/3’e göre; cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterdiklerinde, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya koyulmasından vazgeçilebilir, ancak mahkeme bu konuda rıza göstermezse delilin ortaya koyulmasından vazgeçilemez. Bu konuda katılanın rızası ise aranmaz.

3. Bir Tanığın Beyanının Doğru Olup Olmadığının Tespitinde HTS Kayıtlarından Yararlanılabilir mi?

Tanık beyanları o kadar önemlidir ki, tanığın yalan söylediğinin tespiti halinde TCK m.272 uyarınca ceza sorumluluğu gündeme gelir. Örneğin; beyanında bir yerde bulunmadığı halde bulunduğunu söyleyen, savcılık veya mahkeme tarafından Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı’na HTS (iletişimin tespiti) kaydı sorulduktan sonra yalan beyanı ortaya çıkan tanığın yalan tanıklık suçundan cezalandırılması gündeme gelecektir. Yalan tanıklıktan yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında, CMK m.135/6’ya göre şüphelinin veya sanığın iletişim tespit kayıtları alınabilir. Ancak yalan tanıklıktan yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma olmaksızın, bir tanığın yalan söyleyip söylemediğinin tespiti için iletişim tespiti kayıtları BTK’dan istenebilir mi? Cumhuriyet savcısının CMK m.160 ve 161’de öngörülen genel delil toplama yetkisine göre isteyebileceği, kovuşturma aşamasında da mahkemenin taraflardan birisinin talebine veya tanığın beyanının doğruluğunun anlaşılması bakımından mahkemece re’sen BTK’dan talep edilebileceği ileri sürülebilirse de, CMK m.135/6’ya göre sadece şüphelinin veya sanığın iletişim tespiti kayıtlarının istenebildiği görülmektedir. Kanaatimizce; şüpheli veya sanığın dışında kalan, tanıklıktan çekinebilecek kişilerden olmamak kaydıyla beyanı bir soruşturmayı veya kovuşturmayı esastan etkileyecek tanığın doğru söyleyip söylemediğinin anlaşılabilmesi, bu kapsamda da bulunduğu yerin anlaşılması veya o sırada kiminle görüştüğünün belirlenebilmesi amacıyla iletişim tespit kaydının dosyaya getirtilebileceği, bunun CMK m.135 ile de ilgisinin olmadığı, CMK m.160, 161 ve 206 ile 207’nin cumhuriyet savcısına ve mahkemeye bu konuda yetki tanıdığı ileri sürülebilir. Tanığın çelişen beyanları bakımından ise CMK m.212/2’de; mahkemeye tanığın ifadeleri arasında çelişki varsa bunun giderilmesine çalışılacağı belirtildiğine göre, hangi ifadenin doğru olduğunun tespiti maksadıyla tanığa ait HTS kaydı dosyaya getirtilebilir. Bu delil toplama ve değerlendirme usulünün Anayasa m.13’e ve 22’ye aykırı olduğu, açık yasal düzenleme olmayan bir konuda bireyin haberleşme hürriyetinin kısıtlanamayacağı, her ne kadar telefon konuşma içerikleri öğrenilmese de kimin kiminle, hangi zamanda veya yerde görüştüğünün anlaşılmasını sağlayan iletişimin tespiti, yani HTS kayıtlarının muhaberat hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gözardı edilmemelidir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.