I. GENEL OLARAK

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümlerinin düzenlendiği ikinci kitabın üçüncü kısmında topluma karşı suçlar başlıklı dokuzuncu bölümünde ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlardan olan 239. madde “ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması’’suçu düzenlemiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. maddesi, Yürürlükten kalkan 765 sayılı Eski Türk Ceza Kanunu’nun 364. ve 365. maddeleriyle1 hüküm altına alınmış bulunan fenni ve sınai sırları açıklamak suçunun karşılığıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. Maddesine2 göre; “(1) Sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği vâkıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri yetkisiz kişilere veren veya ifşa eden kişi, şikayet üzerine, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi halinde de bu fıkraya göre cezaya hükmolunur. (2) Birinci fıkra hükümleri, fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgiler hakkında da uygulanır. (3) Bu sırlar, Türkiye’de oturmayan bir yabancıya veya onun memurlarına açıklandığı takdirde, faile verilecek ceza üçte biri oranında artırılır. Bu halde şikayet koşulu aranmaz. (4) Cebir veya tehdit kullanarak bir kimseyi bu madde kapsamına giren bilgi veya belgeleri açıklamaya mecbur kılan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

II. SUÇLA KORUNAN HUKUKSAL DEĞER

Maddede tanımlanan suçlarla korunmak istenilen hukuksal yarar, kişilerin ekonomi ve ticaret alanındaki sır niteliği taşıyan bilgi ve belgelerinin gizliliğinin korunmasıdır. Yasa koyucu, bu madde hükmüyle ticari sır, bankacılık sırrı, müşteri sırrı veya fenni keşif ve buluşlar veya sınai uygulamaya ilişkin bilgi veya belgelerin hakkı olmayan kişilerin eline geçmesi suretiyle doğacak olan haksız rekabeti önlemeyi ve ticari yaşamın dürüstlük kuralları çerçevesinde sürdürülmesini sağlamayı amaçlamıştır.3

III. MADDİ UNSURLAR

A. SUÇUN KONUSU

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. Maddesinin 1. Fıkrasında düzenlenen suçun konusu, ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrına ilişkin bilgi ve belge iken, 2. Fıkrada düzenlenen suçun konusu ise fenni keşif ve buluşlar veya sınai uygulamaya ilişkin bilgilerdir.

Sır, “giz”, varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey, saklanması gereken bilgi anlamlarına gelmektedir.4 Bir başka ifadeyle sır, herkesçe bilinmeyen, sahibinin ise açıklanmasını istemediği, açıklanmasında yarar görmediği ve açıklanması halinde sahibinin zarar görme tehlikesinin bulunduğu konulardır denilebilir. Demek ki herkes tarafından bilinen konular sır olma özelliğinden yoksundur ve bu kapsam altında değerlendirilmez. Fakat söz konusu sır belli kişiler tarafından bilinebilir. Başka bir anlatımla, bir konunun birden fazla kişi tarafından bilinmesi onun sır olma özelliğinden yoksun olduğu anlamına gelmez. Burada dikkat edilmesi gerekilen husus sır sahibinin iradesi olacaktır.

Bir konunun sır olarak kabul edilebilmesi için, sır sahibinin, onun sır olarak saklanması konusunda sübjektif bir iradesinin bulunması ve bu konunun başkaları tarafından bilinmemesi ve bilinmesinin de gerekmemesi objektif koşulunu taşıması gereklidir. Bu sübjektif ve objektif unsurlarının varlığının kabulü için; sır sahibinin, sır konusunun başkaları tarafından bilinmesini istemediğini açık ve örtülü iradesi (irade unsuru) ile ortaya koyması ve ayrıca sır konusunun kamu tarafından öğrenilmemiş ve izlenmemiş olması (bilinmeme unsuru) gerekir.5 Demek ki irade unsuru ve bilinmeme unsuru bir arada aranmaktadır. Şayet söz konusu unsurlar oluşmadığı takdirde sır kavramından söz etmekte mümkün olmayacaktır.

“Ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı” kavramları, Ticari Sır, Bankacılık Sırrı ve Müşteri Sırrı Hakkındaki Kanun Tasarısı’nda açıklanmıştır. Buna göre;

“Ticari Sır”, bir ticari işletme veya şirketin faaliyet alanı ile ilgili yalnızca belirli sayıdaki mensupları ve diğer görevlileri tarafından bilinen, elde edilebilen, rakiplerince bilinmemesi ve üçüncü kişilere ve kamuya açıklanmaması gereken işletme ve şirketin ekonomik hayattaki başarı ve verimliliği için büyük önemi bulunan; iç kuruluş yapısı ve organizasyonu, mali, iktisadi, kredi ve nakit durumu, araştırma ve geliştirme çalışmaları, faaliyet stratejisi, hammadde kaynakları, imalatın teknik özellikleri, fiyatlandırma politikaları, pazarlama taktikleri ve masrafları, Pazar payları, toptancı ve perakendeci müşteri potansiyeli ve ağları, izne tabi veya tabi olmayan sözleşme bağlantılarına ilişkin bilgi, belge, elektronik ortamdaki kayıt ve verilerden oluşur. Ticari sır, bu Kanun ve diğer kanunlarda öngörülen ve sınırlamalara tabi olmak kaydıyla açıklanamaz, kullanılamaz ve verilemez. (Tasarı, md.2/1-a.)6

Rekabet Kurumu tarafından 18.04.2010 tarihli ve 27556 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Dosyaya Giriş Hakkının Düzenlenmesine ve Ticari Sırların Korunmasına İlişkin Tebliğ’in (Tebliğ No:2010/3) 12. Maddesinde ticari sır tanımına yer verilmiştir. Bu tanıma göre ticari sır; teşebbüslerin faaliyet alanları ile ilgili olan ve gizli tutma iradesine sahip oldukları, yalnızca belirli ve kısıtlı bir kesim tarafından bilinen ve elde edilebilen, başta rakipleri olmak üzere üçüncü kişilere ve kamuya açıklanması halinde ilgili teşebbüsün ciddi zarar görme ihtimali bulunan her türlü bilgi ve belgedir.7

Başka bir anlatımla, ticari sır ile ifade edilmek istenilen gerek tasarı maddesi gerekse tebliğ maddesi göz önünde bulundurulduğunda sır unsurlarının ticari bir işletmeyle, şirketle ilgili olası gerekmektedir. Hangi sektörde faaliyet gösterdiği önemli değildir. Gerekli unsurları taşıyorsa ticari sır söz konusu olmaktadır.

Bağımsız ve ekonomik bir değeri olan veya iktisadi faaliyetlerde sahibi lehine bir rekabet avantajı sağlayan, aleni olmayan yani sadece sınırlı bir çevre tarafından bilinen ve sahibinin gizli kalmasını istediği her türlü bilgidir.8

Ticari sır, hiç bilinmeyeni değil, ancak uzun ve masraflı bir çalışma sonucunda elde edilebilen bilgileri de kapsamaktadır. Ticari sırrın mutlaka yeni (orijinal) olmasına da gerek yoktur. İsim, adres bilgileri gibi başka bazı bilgileri de içeren müşteri listesi de ticari sır sayılabilmektedir. İşletmenin üretim, dağıtım, organizasyon ve yönetim alanında oluşturduğu teknik-ticari bilgi ve tecrübelerin (know-how) öğrenilmesi halinde ticari sırrın ihlali meydana gelecektir.9

Yukarıda belirtilmiş olan tüm bu tanımlara baktığımızda diyebiliriz ki ticari sır, üretim ve iş sırlarını kapsadığı gibi şirkete ait sırları da kapsamaktadır.

“Banka sırrı”, bankanın yönetim ve denetim organlarının üyeleri, mensupları ve diğer görevlileri tarafından bilinen mali, iktisadi, kredi ve nakit durumu ile ilgili bilgilerle bankanın müşteri potansiyeli, kredi verme, mevduat toplama, yönetim esasları, diğer bankacılık hizmet ve faaliyetleri, risk pozisyonlarına ilişkin her türlü bilgi, belge, elektronik ortam kayıt ve verilerden oluşur. Banka sırrı, bankanın yetkili organları ve görevlileri tarafından; bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen ve sınırlamalara tabi olmak kaydıyla açıklanamaz, kullanılamaz ve verilemez. (Tasarı, md.2/1-b.)10

Bankacılık uygulaması dikkate alındığında, banka sırrı; bankanın mali ve iktisadi durumu, kredi, mevduat ve diğer bankacılık hizmetlerine ilişkin toplumlaştırılmış ve sınıflandırılmış her türlü bilgiyi ve belgeyi, yönetim ve denetim kurulu ile denetim komitesinin ve iç sistemler kapsamındaki birimlerin her türlü faaliyeti hakkında bilgiyi ve belgeleri, bankanın bütçesi, yönetim esasları ve bankanın politikaları ve bunlar kapsamında oluşturulan her türlü kararı, bilgi işlem sisteminin çalıştırılmasına ilişkin esasları ve bilgisayar programlarını, bankanın ilgili denetim mercileri ile ilişkilerini ve bu merciler tarafından banka hakkında alınan kararları, mevcut ürünlerin geliştirilmesine ve yeni ürünlerin oluşturulmasına ilişkin stratejiyi, bilgi ve belgeleri içermektedir.11  

Banka sırrı ile ifade edilmek istenilen, bankanın faaliyet alanı içinde bulunan ve bankanın bu faaliyetlerinden doğan ilişkisinden elde ettiği her türlü bilgiyi ve belgeyi kamuya açıklamadığı ve kamuya açıklamamasında menfaatinin bulunduğu her türlü gizli bilgiler ve belgeler olarak tanımlamak mümkündür. 

“Müşteri sırrı” ise, ticari işletme ve şirketlerinin, bankaların, sigorta şirketlerinin, sermaye piyasasında ve mali sektör alanında faaliyette bulunan aracı kurum ve şirketlerin, kendi faaliyet alanlarıyla ilgili olarak müşteriyle ilişkilerinde, müşterinin şahsi, iktisadi, mali, nakit ve kredi durumuna ilişkin doğrudan veya dolayısıyla edindikleri tüm bilgi, belge, elektronik ortam kayıt ve verilerden oluşur. Müşteri sırrı, nu sırlar hakkındaki bilgi sahibi bulunan yukarıda sayılan gerçek ve tüzel kişiler tarafından, ancak, bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen esaslara göre belirlenmiş sınırlamalara tabi olmak kaydıyla, yetkili kamu kurum, kuruluş ve kurallar ile gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine açıklanabilir ve verilebilir. (Tasarı, md.2/1-c.)12

Müşteri sırrı, işletme sahibinin, ticari işletme ve şirketlerin, bankaların, sigorta şirketlerinin, sermeye piyasasında ve mali sektör alanında faaliyette bulunan aracı kurum ve şirketlerin, kendi faaliyet alanlarıyla ilgili olarak müşteriyle ilişkilerinde müşterilerinin şahsi, 

iktisadi, mali, nakit ve kredi durumuna ilişkin doğrudan ve dolayısıyla edindikleri tüm bilgi, belge, elektronik ortam kayıtları ile verilerinden ve diğer kayıtlarından meydana gelir.13 

Diyebiliriz ki müşteri sırrı, ticari işletmenin ticari faaliyetleri sırasında, müşterisiyle olan ilişkisinden elde etmiş ve bu öğrendiklerini gizli tutmak durumunda olduğu bilgiler ve belgelerdir. Bu bilgiler ilişki sona erse dahi korunmak zorundadır.

Müşteri sırrının korunması, yalnızca kişiler yönünden değil, güven kurumu olmanın getirdiği özellikler nedeniyle, ticari işletme-şirketler ve bankalar yönünden de önem arz etmektedir.14

Daha önce de belirtildiği üzere 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. Maddesinin 2. Fıkrasında fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulamaya ilişkin bilgiler de bu Kanun kapsamında koruma altına alınmıştır. Bu kapsamda bir malın üretilmesi veya üretilmiş malların geliştirilmesine ilişkin teknolojik bilgiler ve müspet bilimler alanındaki buluş ve keşifler 15 de bu fıkraya dahil edilerek korunma altına alınmaktadır.

“Fenni keşif ve buluşlar”, yeni tekniğin bilinen durumunu aşan sanayiye uygulanabilir olan ve patent verilerek korunan keşif ve buluşlardır.16  Fenni keşif ve buluşlar, endüstriyel sürecin herhangi bir aşamasında kullanılan yeni bir buluşu ifade eder.17 Fenni keşif ve buluşlar, patent hukuku kapsamında değerlendirilebilecek olan ancak ticari işletme sahibinin veya buluş sahibinin iradesi veya menfaati icabı kamuyla paylaşmadığı, sır olarak koruduğu ve kullandığı buluşlardır.18 

“Sınai uygulamaya ilişkin bilgiler” ise, bir sanayici tarafından uygulamaya konulan ve ona bir yarar sağlayan, bu nedenle de başkalarından gizlenen her türlü yöntem sistem ve metodu içine alan imalat sırları anlamına gelmektedir. Bu yöntemin, marka veya patente bağlanmış olması zorunlu değildir. Maliyeti düşüren, kaliteyi iyileştiren, randımanı artıran ve kolaylaştıran, üretim hızını artıran herhangi bir yöntem söz konusu olabilir. Bu nedenle hammaddenin elde edilmesinden yarı mamul veya mamul hale gelinceye kadar ürünün geçirdiği tüm aşamalar imalat sayılır. Söz konusu ürünün, tarımsal, yarı tarımsal veya sınai olması da mümkündür. Yeni bir sulama veya gübreleme veya aşılama yöntemi veya ürünün verimliliğini veya kalitesini artırıcı başka bir bilginin bulunması bu kapsamda değerlendirilir.19

Sonuç olarak, 1.fıkra açısından bu suçun konusu, ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı niteliğindeki bilgi ve belgelerin açıklanması iken, 2. fıkra açısından ise, suçun konusu fenni keşif ve buluşlar veya sınai uygulamaya ilişkin yalnızca bilgilerin açıklanması suç olarak düzenlemiştir.

B. FAİL VE MAĞDUR

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. maddesinin 1.fıkra 1.cümlesinde düzenlenmiş bulunan suçta “sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi ve belgeleri yetkisiz kişilere veren veya ifşa eden kişi” bu suçun failidir. Başka bir ifadeyle 1.fıkra 1.cümle açısından özgü suç söz konusudur. 1.fıkra 2.cümlesinde düzenlenmiş bulunan suçta ise  “bu bilgi veya belgeleri, hukuka aykırı yolla elde edip yetkisiz kişilere veren veya ifşa eden kişiler” fail olarak kabul edilmiştir. Demek ki 1.fıkra 2.cümle açısından suçun faili herkes olabilecektir. Öğretide bazı yazarlar20 tarafından bu fıkradaki suç bakımından “herkes” fail olarak kabul edilmişse de biz bu kanıda olmadığımızı belirtmek isteriz.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinin 2.fıkrasında düzenlenen fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulamaya ilişkin bilgiler hakkında 1.fıkra hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre, fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulamaya ilişkin bilgiler, sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği elde edilmişse, TCK-md.239/1 birinci cümlesi uyarınca suç, özgü suç niteliğinde olacaktır. Örneğin, hizmet buluşu niteliğindeki bir bilgiyi, sır saklama yükümlüsü olmasına rağmen yetkisiz kişilere açıklayan veya ifşa eden işçinin konumu bu şekilde değerlendirilebilir. Ancak hizmet buluşunu, buluşu yapan işçi veya işçiler haricinde üçüncü şahıslar elde ederek fiili işlemişlerse TCK-md.239/1’in ikinci cümlesi gereği suç özgü suç niteliğinde olmayacaktır.21 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinin son fıkrasında düzenlenen halde ise, cebir veya tehdit kullanan herhangi bir kimse bu suçun faili olabilir. Demek ki son fıkra açısından suç herkes tarafından işlenebilir niteliktedir.

Tüzel kişiler açısından ise, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 242.maddesi gündeme gelir ve bu suçun işlenmesi suretiyle yararına haksız menfaat sağlanan tüzel kişi hakkında 60.madde de öngörülen güvenlik tedbirleri uygulanacaktır.22

Suçun mağduru ise, fiilin işlenmesi sonucu, suçla korunan hukuki menfaati ihlal edilen kişidir. Başka bir ifadeyle suçun maddi unsurunun muhatabıdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. maddesinin 1. ve 2. fıkraları açısından Suçun konusu olan, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı veya fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulama üzerinde hak sahibi olan kimse veya kimseler bu suçun mağduru durumundadırlar. Son fıkra açısından ise, madde de belirtilen bilgi ve belgeleri korumakla yükümlü olan kişi veya kişilerin cebire veya tehdide maruz kalarak bu sırları açıklamak zorunda kalmaları durumunda suçun mağduru olacaklardır.

Tüzel kişi bakımından mağduriyet söz konusu olmayacaktır. Tüzel kişi ancak suçtan zarar gören durumdadırlar. Örneğin, şirketin içinde bulunduğu durumun veya bilançosunun yetkili memur tarafından birisine verilmesi veya bilgilerin açıklanması durumunda, şirket sahibi ve ortaklar, suçun mağduru durumundadırlar. Bu durumda tüzel kişiler de suçtan zara gören konumundadırlar.23

C. FİİL, NETİCE VE NEDENSELLİK BAĞI 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. Maddesinin 1.ve 2.fıkralarında suçun maddi konusunu oluşturan ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri “yetkisiz kişiye vermek” ve “ifşa etmek” bu fıkralar bakımından suçun fiil unsurunu oluşturur.

Burada yetkisiz kişi, sırrı bilme, öğrenme yetkisi olmayan kişi ifade edilmiştir. Vermek burada ulaştırmak, ulaşma olanağı sağlamak anlamında kullanılmıştır. Bu vermenin, sözlü veya yazılı olarak ya da dijital şekilde internet aracılığıyla yapılması arasında bir fark yoktur.

Örneğin bir belgeye bağlanmış bir bilginin üçüncü kişilere gönderilmesi veya elden verilmesi, bu şekilde mail atılması veya telefonda söylenmesi durumunda bilgi ve belgenin verilmesinden söz edilir.24 Kanun koyucu vermenin tamamlanmasını, sırrın içeriğine vakıf olunmasını, kullanılmasını veya fayda sağlanmasını aramamıştır. Bu nedenle verme ile suç tamamlanır. İfşa etmek ise, açıklamak anlamındadır. Sözlük anlamı, gizli bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, ilan etmek, afişe etmek, reklam etmektir.25 Demek ki ifşa etme, failin elinde olan bilgi ve belgeleri, belirli olmayan sayıdaki kimselere onların ulaşabileceği veya öğrenebilecekleri şekilde açığa vurması ifade edilmektedir.

Örneğin, internet sitesine koyması veya gazete de ilan ettirmesi gibi. İfşa ile öğrenen kimsenin faydalanması aranmadığından veya herhangi bir zararın meydana gelmesi aranmadığından, ifşa ile suç tamamlanır. 1.fıkranın 2.cümlesinde suça konu olan bu bilgi ve belgelerin “hukuka aykırı yolla elde edilerek” yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesinden söz edilmiştir.  Mesela bu tür bilgi veya belgelerin saklandığı yerden çalınması, yağma ya da hile ile ele geçirilmesi durumunda söz konusu bilgi veya belgeler hukuka aykırı yolla elde edilmiş demektir. Bu halde, failin sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği bu bilgi ve belgelere vakıf olası değil de, tamamen hukuka aykırı yollarla bunların elde edilmesinden sonra yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi söz konusu olmaktadır.26

Anılan suç bağlı hareketli bir suçtur; fiil ancak belli hareketin yapılması ile oluşur. Madde metninde görüldüğü üzere sır niteliğindeki bilgi ve belgenin ya yetkisiz kişiye verilmesi ile ya da ifşa edilmesi ile suç işlenebilir. Bu suçun oluşması için verme ya da ifşa etmek gerektiğinden suç, seçimlik hareketli bir suçtur. Başka bir ifadeyle kanunda birden çok hareket öngörülmüş ancak hareketlerden birinin işlenmesi halinde netice gerçekleşiyorsa suç oluşur. Anılan suçun neticesi harekete bitişik suçlardan olduğu ve sırrın açıklanması sonucu bir zarar aranmamasından dolayı suçun tehlike suçu olduğu açıktır. Vermek veya ifşa etmek, icrai veya ihmali olarak işlenmesi mümkün olan fiillerdir.

2.fıkradaki suç “fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulamaya ilişkin bilgilerin” içinde yukarıda yapılan açıklamaların aynısı geçerlidir.

3.fıkra da yine suçun maddi konusunu oluşturan sırrın, yabancı veya memuruna “açıklamak” bu fıkra açısından suçun fiil unsurunu teşkil eder. Suç, sırrın Türkiye’ de oturmayan yabacıya veya memuruna verildiği anda oluşur. Açıklamanın yapılmasıyla yani hareketin yapılmasıyla suç tükendiğinden bu fıkradaki suç, ani suçtur. Demek ki bu fıkradaki suç için yine bağlı hareketli suç, neticesi harekete bitişik suç ve tehlike suçu niteliğinde olduğunu söylemek mümkündür.

Son fıkra da ise, suçun maddi konusunu oluşturan sırrın, cebir veya tehdit kullanılarak “açıklamaya mecbur kılmak” suçun fiil unsurunu oluşturur. Kanun koyucu son fıkra da ayrı bir suç düzenlemiştir. Bu fıkra da düzenlenen suçun işlenebilmesi için, failin bir kimseye karşı cebir veya tehdit kullanması ve bu cebir veya tehditle bilgi ve belgeleri açıklamaya mecbur etmesi gerekmektedir. Elinde suça konu bilgi veya belgeyi bulunduran kimse, bu bilgi ve belgeyi açıklamaz ise kendisine karşı yapılan tehdidin gerçekleşeceğinden korkmakta ise veya bu kimseye karşı fiziken zor kullanarak açıklamak zorunda bırakılmış ise, bu kimse mecbur kalmış olacaktır. Burada, failin zorlaması, bilgi ve belgenin açıklanmasına yönelik olmalıdır, açıklama ise açığa vurma, ifşa etme anlamlarındadır.27 Başka bir anlatımla Mecbur bırakma eylemi ile bilgi veya belgeyi elinde bulunduran kimseye karşı cebir veya tehdit kullanılarak iradesinin zorlanmasını anlamak gerekir. Bu fıkra bakımından da bağlı hareketli, neticesi harekete bitişik ve tehlike suçu söz konusudur. Cebir veya tehdit kullanıldığı anda suç tamamlanır. Suç icrai olarak işlenebilir, ihmali olarak işlenemez.

Sırrı açıklayanın bundan bir yarar sağlaması veya bu işten sır sahibinin zarar görmesi suçun oluşumu açısından önemli olmadığı gibi gerekli de değildir. Ayrıca yetkisiz kişiye verilen veya açıklanan sırdan aynı zamanda yaralanıyorsa, failin bu sırrı iyiniyet kurallarına aykırı olarak ele geçirme veya öğrenme halinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 62. Maddesinin yollamada bulunduğu 55.maddesinin 1(a) bendinde tanımlanmış bulunan haksız rekabet suçunun işlenmesi söz konusu olacaktır.28

IV. MANEVİ UNSUR

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinde düzenlenen ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi ve belgelerin açıklanması suçu, ancak genel kast ile işlenebilir. Söz konusu suç doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Bu suçun taksirle işlenmesi mümkün değildir. Çünkü madde metninde açıkça bu suçun taksirle işlenebileceğine ilişkin bir ibare bulunmamaktadır. Demek ki failin özel bir kasta, amaçla veya saikle davranmasına gerek yoktur, failin eylemini gerçekleştirirken hangi amaçla hareket ettiğinin bir önemi bulunmamaktadır.

Sadece failin açıkladığı bilgi veya belgenin maddede sayılanlardan olduğunu ve kendisine sır kapsamında bilgi veya belge verdiği kişinin bunları öğrenmeye yetkili olmadığını bilmesi ve belirtilen bütün bu hususları istemesi gerektiğinden suçun oluşması için genel kast yeterli olmaktadır.29

1.fıkra bakımından genel kast, failin meslek veya sanatı, sıfat veya görevi gereği vakıf olduğu bu bilgi veya belgenin ticari sır, müşteri sırrı veya bankacılık sırrı olduğunu bildiğini ve bu bilgi ve belgeyi yetkisiz kimselere vermeyi ve ifşa etmeyi ifade etmektedir. 2.fıkradaki genel kast, 1.fıkranın yanında birde faillin, sırrı açıkladığı kişinin Türkiye’de oturmayan bir yabacı olduğunu veya onun memuru olduğunu bilmesini ifade eder. Son fıkradaki genel kast ise, failin bilgi ve belgeyi elinde bulunduran kimseye cebir veya tehdit kullanmayı ve bu kimsenin bilgiyi açıklamaya mecbur etmeyi bilmesini ve istemesini ifade etmektedir.

Kendisi dışında kalan bir sebepten dolayı ve kendisinin açıklamasından önce bu bilginin öğrenilmek suretiyle artık sır olma niteliğini yitirdiğini bilmeyen failin eylemi cezalandırılmaz.30  Failin verdiği bilginin sır niteliğinde olduğunu bilmemesi veya açıkladığı kimsenin bu bilgiyi öğrenmeye yetkili olduğunu düşünerek eylemini gerçekleştirmesi durumunda TCK-md.30/1 maddesindeki hata hükümleri uygulanır.31

V. HUKUKA AYKIRILIK UNSURU

A. KANUN HÜKMÜNÜ YERİNE GETİRME

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 24.maddesinin 1.fıkrasına göre kanun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez. Demek ki kanun hükmü yerine getirildiğinde suçun hukuka aykırılık unsuru bulunmadığından suç oluşmayacaktır. Kanun hükmünü yerine getirilmesindeki, kanun hükmü ifadesinin yalnızca yasama organının faaliyeti niteliğindeki hukuki tasarrufların değil, geniş anlamda hukuk normlarının anlaşılması gerektiği, bu kapsamda, kanun hükmünde kararnamelerin ve idarenin düzenleyici işlemlerinin de hukuka uygunluk nedenine dayanak oluşturabileceği ifade edilmektedir.32 Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için tasarı metnindeki maddelere bakacak olursak, düzenlemeler şöyledir; Ticari Sır, Müşteri Sırrı Veya Bankacılık Sırrı Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın sırların talep edilebileceği haller başlıklı 4.maddesi şöyledir; “(1) Bu Kanun kapsamına giren sırlar; a) Türkiye Büyük Millet Meclisinin gizli olarak yapılması gereken meclis araştırması ve meclis soruşturması oturumları ile gizli olarak yapılması gereken meclis araştırması ve meclis soruşturması komisyonları toplantılarındaki müzakerelerde, b) Mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarınca yürütülen kovuşturma ve soruşturmalarda, c) Malî veya idarî konularda Devlet adına yapılan denetim faaliyetlerinde, d) Diğer kanunlarda gösterilen hallerde, yazılı olarak talep edilir. (2) Sırların verilmesini talep eden kamu kurum veya kuruluşlarının, talep nedenini ve yetkisinin dayanağını bildirmesi zorunludur. (3) Bu Kanun kapsamındaki sırların gizliliğine ilişkin karşılıklılık esası öngören uluslararası andlaşma hükümleri saklıdır.” 

Ticari Sır, Müşteri Sırrı Veya Bankacılık Sırrı Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın sırların verilmesi yükümlülüğü başlıklı 5.maddesine göre ise; “(1) Bu Kanun kapsamında bulunan sırların sahipleri ve bu sırları ellerinde bulunduranlar Türkiye Büyük Millet Meclisine, mahkemelere ve Cumhuriyet başsavcılıklarına sır kapsamındaki bilgi ve belgeleri vermekle yükümlüdürler. (2) Malî veya idarî konularda yürütülen denetim faaliyetlerinde ise sırların sahipleri ve bu sırları ellerinde bulunduranlar, yapılan görevle doğrudan bağlantılı ve talebin amacıyla sınırlı olmak ve yürütülen faaliyet açısından zorunluluk bulunmak kaydıyla sır kapsamındaki bilgi ve belgeleri vermekle yükümlüdürler.”33

Öte yandan mevzuatımızdaki diğer düzenlemelere baktığımızda, birçok hükme dayanılarak ticari sır, müşteri sırrı veya bankacılık sırlarının talep edilebileceği kabul edilmektedir: Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 62.maddesi, Askeri Hakimler Kanun’un 24.maddesi, Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 97.maddesi, bankacılık sırrına ilişkin olarak Bankacılık Kanun’un 95.ve 96.maddeleri, Başbakanlık Teşkilatı Hakkında KHK Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Kanun’un 20/b-3.maddesi, CMK md.46, Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun’un 7.maddesi, Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında KHK’nın 23.maddesi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nın 16/5.maddesi, Hakimler ve Savcılar Kanun’un 101.maddesi, Hazine Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5/b maddesi, İcra ve İflas Kanunu’nun 367.maddesi, İş Kanunu 92.maddesi, Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunu’nun 14.maddesi, Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun 9.maddesi, Sermaye Piyasası Kanunu’nun 45.maddesi, Sıkıyönetim Kanunu’nun 3.maddesi, Sigortacılık Kanunu’nun 28/4.maddesi, Suç Gelirlerinin Aklanması Hakkındaki Kanun’un 7.maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu’nun 4.ve 43.maddeleri, Türkiye İstatistik Kanunu’nun 7.maddesi, ve Vergi Usul Kanunu’nun 148.ve 151.maddeleri, TBMM İçtüzüğü 105.maddesi gibi.34

Son olarak belirtmek gerekir ki söz konusu kanunlara dayanılarak elde edilecek bilgi veya belgelerin yalnızca sırra konu olan bilgi veya belgenin isteyen mercinin görev alanı içinde olmalıdır. Aksi takdirde kanunun hükmünü yerine getirme faaliyeti bir hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmeyecektir. Nitekim Yargıtay’ da35 aynı görüştedir. 

B. AMİRİN EMRİNİ YERİNE GETİRME

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 24.maddesinin 2.fıkrası olan hukuka uygunluk sebebi amirin emrini yerine getirmedir. Bu hukuka uygunluk nedeni temelini Anayasa md.137’ten alır. Hemen belirtmek gerekir ki verilen emrin hukuk devleti ilkesinin gereği olarak hukuka uygun olması gerekmektedir.

Amirin emrinin yerine getirilmesinin ön şartı, emri alan ile emri veren arasında kamu hukukundan kaynaklanan amir-memur veya üst-ast ilişkisinin bulunmasıdır. Özel hukuktan kaynaklı ilişkilerde verilen emirler TCK md. 24/2 kapsamında yer almaz. Öte yandan, emrin hukuka uygun sayılabilmesi için aranan şartlara bakıldığında, ortada bir emir olmalı, emir yetkili kişi tarafından verilmeli, emir şekli ve maddi açıdan hukuka uygun olmalı ve emrin yerine getirilmesi zorunlu olmalıdır.36

Demek ki söz konusu emir bu şartlara uygunluk sağlamadığında bu emrin yerine getirilmemesi bir hukuki veya cezai sorumlulukta doğurmayacaktır. Örneğin, Yargıtay bir kararında özel bir bankada şef yardımcısı olan ve bu nedenle ceza uygulaması bakımından memur sayılmayan sanığın mahkeme yazısını yerine getirmekten ibaret eyleminin yetkili mercilerin emirlerine itaatsizlik suçunu düzenleyen 765 sayılı ETCK’nun 526.maddesindeki suçu oluşturduğuna karar vermiştir.37  

A. MEŞRU SAVUNMA

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25.maddesinin 1.fıkrasında yer alan bu hukuka uygunluk sebebi Anayasa’nın 17.maddesinden kaynak bulmaktadır. Meşru savunma, bir kişinin haksız saldırıdan kendisini veya üçüncü bir kişiyi korumak amacıyla saldırgana karşı gerçekleştirdiği savunma hareketleridir.38 Niteliği tartışmalı olmakla birlikte,39 ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı üzerinde de kişilerin tasarruf etmeye yetkili olduğu, dolayısıyla bu sırların üzerinde de hukuk düzeni tarafından bir hak sağlandığı hususu göz önünde bulundurulduğunda, bu hakka yönelik saldırıların da meşru savunmaya konu olabileceğini söylemek gerekmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, söz konusu bir saldırı varsa bu saldırının failin kendisinin veya başkasının bir hakkına yönelik olmasını aramaktadır. Demek ki ticari haklara yönelik saldırılarda bu kapsamda korunacaktır. Fakat, öğretide, sırrın saklanması, sırrı saklamakla yükümlü kişiye veya üçüncü kişiye saldırı niteliği taşıyorsa sırrın açıklanabileceği, bu durumda da meşru savunmanın geçerli olacağı ileri sürülmüştür. Ancak bu saldırının ne şekilde gerçekleşebileceğine dair bir örnek gösterilememiştir.40 Başka bir anlatımla, her ne kadar TCK md.239 açısından da bu hukuka uygunluk sebebi kabul edilse de söz konusu suça örnek gösterilemediği için uygulanmasında da bir kabiliyet eksikliği olduğundan meşru müdafaanın burada hukuka uygunluk nedeni olduğunu söylemek çok zordur.

B. ZORUNLULUK HALİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25.maddesinin 2.fıkrasında düzenlenen zorunluluk halinde kişinin kendisine ve başkasına ait bir hakka yönelik, meydana gelmesine bilerek yol açmadığı ve başka türlü korunma olanağı da bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kendisini ve başkasını kurtarmak zorunluluğu ile suç işleyen kişiye, tehlikenin ağırlılığı ile konu ve kullanılan araçla orantılı olmak koşuluyla, ceza verilmeyeceği öngörülmektedir.41

Örnek vermek gerekirse, sır tutmakla yükümlü olan kişinin faili olmadığı suç nedeniyle kovuşturulması halinde sır olan hususu açıklaması ve isnattan kurtulması, kendini savunması durumu gösterilmiştir.42 Demek ki bir kimsenin kendisinin veya başkasının bir ticari hakkı veya ekonomik hakkı tehlikeye düştüğü durumda kişi zorunluluk halinin şartlarının varlığı halinde kendisini veya başkasını söz konusu tehlikeden kurtarmak için ıztırar hali hükümlerinden yararlanabilecektir. Burada hemen belirtmek gerekir ki zorunluluk halini meşru savunmadan ayıran en önemli husus zorunluluk halinde bir saldırı yoktur, bir tehlike vardır. Son olarak açıklanan sırrın kişinin kendisini veya başkasını savunması için zorunlu olması gerekir. Burada yapılan savunma ile açıklanan sır arasında bir illiyet bağının da mevcudiyeti aranacaktır. Söz konusu nedensellik bağında bir kopma varsa bu durumda hukuka uygunluk sebebi işlevsiz kalacak ve suçun oluşumu gündeme gelecektir.

C. HAKKIN KULLANILMASI

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 26.maddesinin 1.fıkrasına göre bir kişi hakkını kullanıyorsa, bu kişiye hakkını kullanmasından dolayı ceza verilmez. Hakkın icrası, hukuken korunan bir hakkın kullanılması halinde hak sahibinin cezalandırılmaması demektir. Hukuken tanınmış bir hak ya da yetkinin kullanılması izin veren hukuk düzeni, aynı zamanda onu yasaklamayacağından, böyle bir durumda gerçekleştirilen fiil, hukuka uygundur. Hak veya yetkinin kullanılmasını kanun genel bir hükümde düzenlemediğinden, her olayda durumun ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.43 Öğretide verilen bir örneğe baktığımızda, mesleğinin icrası sırasında sır niteliğindeki bilgiye vakıf olan ve mesleğin ifası nedeniyle ücrete hak kazanan ancak ücretini alamayan meslek sahibinin alacak davası açması, açtığı dava sırasında da hakkını ispat edebilmesi için davayla sınırlı olarak vakıf olduğu sırrı açıklayan kimsenin sırrı ifşası hakkın kullanılması nedeniyle hukuka uygun olarak kabul edilmektedir.44  

O zaman diyebiliriz ki sırra vakıf olan kimse hakkını kullanırken, kendi menfaati ile orantılı olmak kaydıyla bu sırrı belli oranda açıklamak zorundadır. Eğer burada hakkı kullanan kimse hakkı kullanırken sınırı aşar ve orantısız bir şekilde sırrı ifşa ederse, hukuka uygunluk sebebi olarak görülen bu unsurun dışına çıkıldığından bir hukuka aykırılık söz konusu olacaktır ve suç gerçekleşmiş olacaktır. 

D. RIZA

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 26.maddesinin 2.fıkrası uyarınca belli şartların varlığı halinde ilgilinin veya mağdurun rızası eylemi hukuka uygun hale getirebilmektedir. Söz konusu rızanı hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilebilmesi için kanuna, ahlaka ve adaba uygun olması gerekmektedir. Nasıl ki madde metninde kişinin rıza gösterebileceği hak üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabilmesi şartı aranmışsa buna ilaveten bir de rızanın hukuka uygunluk sebebi haline gelebilmesi için belli şartların bir arada var olması aranmaktadır. Bu şartlar; rızayı açıklayacak kişinin suçla korunan hukuki değerin sahibi olması, başka bir ifadeyle suçun mağduru olması, mağdurun rıza göstermeye ehil olması ve rızayı açıklama iradesinin bulunmasıdır.45

Rıza konusunda önemli olan husus rızanın ne zamana kadar verileceğidir. Burada en azından eylem sırasında veya eylem öncesinde rızasın varlığı aranır. Daha sonrasında verilecek bir rıza hukuka aykırı eylemi yani suçu hukuka uygun hale getirmeyecektir. Nitekim Yargıtay’da bu konuda vermiş olduğu bir kararla yapılan açıklamaları tekrar eder niteliktedir. Kararda, fiilin, işlendiği sırada müşterilerinin rızasını almaksızın, onlara ait bilgileri üçüncü kişilere gönderen bankanın müşteri ilişkileri yöneticisi sanığın eyleminin suç teşkil ettiğine ve fiile sonradan rıza gösteren müşterinin rızasının fiili hukuka uygun kılmayacağını belirtmiştir.46 

E. TERSİNE MÜHENDİSLİK

Ticari sırlar açısından oldukça önemli olan ve ceza hukukunda bulunmayan bu hukuka uygunluk sebebi ile ifade edilmek istenilen, insan yapımı bir nesnenin üretim ve çalışma prensiplerinin belirlenmesi amacıyla parçalara ayrılması, fiziksel veya kimyasal analizlere tabi tutulmasıdır. Başka bir anlatımla tersine mühendislik, ticari sır olarak korunan ürünün yapısının teknik olarak çözülmesidir.47

Demek ki bir ürünün teknik özelliklerinin, kamuyla paylaşılması halinde artık fikri mülkiyet hakkının iddiası da mümkün olmayacağından, aslında daha öncesinde ticari sır olarak korunan bilginin, kamuyla paylaşılmasından dolayı başka bir ifadeyle piyasaya sunulması ile başkaları tarafından bu sırrın teknik özellikleri itibariyle çözülebileceğinin riskinin göze alınması söz konusu olacağından hareketle, sırrın açıklanmasını bir bakıma aslında zımni olarak kabul etmişlik durumu gündeme gelecektir yani rıza zımni de olsa gösterilmiştir. Bu sebeple tersine mühendislik yoluyla o ticari sırrın elde edilmesi ve daha sonrasında bu sır niteliğindeki bilginin açıklanması TCK md.239 bakımından bir suç oluşturmayacaktır.

VI. NİTELİKLİ HALLER

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinin 3.fıkrasında, suçun ağırlatıcı yani nitelikli hali düzenlenmiştir. 1.ve 2.fıkrada belirtilen sırlar, Türkiye’de oturmayan bir yabacıya veya onun memuruna açıklandığı takdirde faile verilen ceza arttırılır. Demek ki bu hükmün uygulanabilmesi için ilk olarak bilgi ve belgenin 1.ve 2.fıkra kapsamındaki sır olması gerekmektedir. Ayrıca sırrın açıklandığı kişi yabancı olmalıdır. Madde metninde belirtilen  “yabancı” terimi ile ifade edilmek istenilen kişinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaması olarak anlaşılmalıdır. Bu fıkraya göre, bu kişiye açıklama yapılaması ile bu kişinin emri altında çalışan bir kişiye yapılması arasında fark bulunmamaktadır. Burada yabancı kişinin, çalışanının yabancı veya Türk olması ile Türkiye’de veya Türkiye dışında bir yerde oturması arasında da bir fark bulunmamaktadır. Bir başka ifadeyle bu yabancının Türkiye’de oturmayan gerçek veya tüzel kişi olan yabancının bir çalışanının, memurunun olmasıdır.

Ayrıca bu hükmün uygulanması için, failin sırrı açıkladığı yabancının Türkiye sınırları içinde oturmuyor, ikamet etmiyor olması gerekir. Eğer bu kimse, Türk Vatandaşı olmamasına karşın, Türkiye sınırlarında oturmakta ise, bu durumda bu nitelikli hal uygulanmayacaktır. Yine, üçüncü fıkranın uygulanabilmesi için, yabancının, fail tarafından verilen sırra ulaşmaya yetkili olmaması gerekir, madde metninde bu konuda bir açıklık bulunmamakta ise de, işin doğası gereği, bu sırra ulaşmaya yetkili olan kimseye bu sırrın verilmesi anılan suçu oluşturmayacaktır.48

Söz konusu ağırlatıcı hal sadece 1.ve 2.fıkralardaki suçların işlenmesi halinde gündeme gelir. 4.fıkra açısından söz konusu olmaz. Çünkü 3.fıkra düzenlemesi kanun koyucunun iradesine göre 4.fıkra düzenlemesinden önce gelir. Şayet kanun koyucu 4.fıkra açısından uygulanmasını isteseydi bunu ayrıca belirtirdi.

IX. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ

A. TEŞEBBÜS

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesi bakımından TCK-md.35 uygulama alanı bulur. Bu suç, daha önce de ifade edildiği üzere neticesi harekete bitişik bir suçtur, bu nedenle hareketin kısımlara bölünebildiği oranda bu suça teşebbüs mümkün olacaktır. Bu suç, sırrın yetkisiz kimselere verilmesi veya ifşa edilmesiyle tamamlanır. Fail, sırrı yetkisiz kişiye vermek için harekete geçti fakat elinde olmayan sebeplerle veremedi, örneğin bir sayfaya sırrı yazdı, karşı tarafa vermek için yola çıktı ama yolda yakalandı işte burada, suç failin elinde olmayan bir sebeple tamamlanamadığı için teşebbüs aşamasında kalmıştır.

Diğer bir örnek ise, fail sır niteliğindeki belgenin kopyasını yetkisiz kişiye vermek üzere uzattığı esnada, yetkisiz kişi daha belgenin içeriğini öğrenmeden, araya failin çalıştığı yerdeki müdürünün giderek failin yakalanması halinde suç teşebbüs aşamasında kalmıştır.49

B. İŞTİRAK

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinde düzenlenen suça iştirakin her türlüsü mümkündür, iştirak yönünden herhangi bir özellik arzetmez, genel hükümler (TCK md.37-41) geçerlidir. Ancak 1.fıkra 1.cümle ve 2.fıkra bakımından daha öncede belirtildiği üzere özgü bir suç söz konusudur. TCK md.40/2 gereği özgü suçlarda, ancak, özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Demek ki özel faillik sıfatı taşımayan kişiler hiçbir zaman fail olamazlar. Suça katkısı ne olursa olsun ya azmettirendir ya da yardım edendir.

C. İÇTİMA

Kanun koyucu bazı istisnai hallerde birden fazla fiil ile aynı normun ihlali veya tek fiille birden fazla normun ihlal edildiği hallerde tek ceza öngörmüştür. TCK md.42-44 maddeleri arasında bu hususlar düzenlenmiştir. Bu maddelerde bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima halleri düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinin 1.fıkra 1.cümlesine baktığımızda sırrın, hukuka aykırı elde edilmesi demektedir, eğer fail hırsızlık yolu ile bu bilgi veya belgeleri elde ederse ayrıca hırsızlıktan ceza alacaktır. Demek ki içtima hükümleri uygulanacaktır. 4.fıkrasına baktığımızda cebir veya tehdit kullanmak suretiyle sır kapsamına giren bilgi veya belgenin açıklanmasını mecbur kılmaktan söz etmektedir. TCK md. 106ve 108’de tehdit ve cebir ayrı bir suç olarak düzenlenmiştir.

İşte burada kanunda düzenlenmiş olan bir suçun, başka bir suçun ağırlatıcı hali veya unsuru olarak düzenlenmişse burada bileşik suç hükümlerinden söz edilir ve içtima hükümleri uygulanmaz. Son olarak 239.maddenin zincirleme suç olarak işlenmesinin de mümkün olmasıdır.

X. YAPTIRIM ve MUHAKEME USULÜ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesinin 1.ve 2.fıkraları açısından 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası müeyyide olarak öngörülmüştür. 3.fıkra bakımından faile verilecek ceza 3/1 oranında arttırılacağı belirlenerek hakime takdir yetkisi tanınmayarak açıkça sabit bir artırım oranı belirlenmiştir. Son fıkra bakımından yaptırım ise, 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmiştir.

Söz konusu suçlar dolayısıyla açılan davalara bakmakla görevli mahkeme, asliye ceza mahkemesidir.50 Suçun kovuşturulmasına baktığımızda maddenin 1.fıkrası ile bu fıkraya yollama yapan 2.fıkrası kapsamındaki suçların soruşturma ve kovuşturması suçtan zarar görenin şikayetine bağlıdır. Ancak, 3.fıkrada öngörülen ağırlatıcı nedenin uygulandığı durumlarda 1.ve 2.fıkralardaki suçların soruşturma ve kovuşturması şikayete bağlı değildir. Bu durumda, soruşturma ve kovuşturma re’sen yapılır.51 Keza, maddenin 4.fıkrasında tanımlanan suçun soruşturma ve kovuşturması da re’sen yapılır.52 Son fıkra açısından diyebiliriz ki 3.fıkrada açıkça şikayet aranmaz dedikten sonra 4.fıkranın düzenlenmesi burada da şikayetin aranmadığını göstermektedir. Şayet kanun koyucunun başka bir muradı olsaydı bunu açıkça belirtirdi. Demek ki 1.ve 2.fıkralar şikayete tabi olduğundan CMK’nın 253.ve 254.maddeleri uyarınca uzlaşma kapsamındadırlar.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-d-e bentleri uyarınca 239.maddenin 1., 2.ve 3.fıkralarının uygulandığı durumlarda dava zaman aşımı 8 yıldır. 4.fıkrasına uyan suç bakımından ise, bu süre 15 yıldır.

Bu suçun işlenmesi suretiyle tüzel kişi yararına bir haksız menfaat sağlanmış olması halinde, TCK ‘nun 60.maddesi de gözetilmek suretiyle yararına haksız menfaat sağlanan tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Tüzel kişiler için öngörülen güvenlik tedbirleri TCK m. 60’da düzenlendiği üzere işyerinin faaliyet izninin iptali ve bu suçla bağlantılı olan eşya ve maddi çıkarların müsaderesidir.

SONUÇ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239.maddesi ile koruma altına alınarak ticari sır, bankacılık sırrı, müşteri sırrı, fenni keşif ve buluşlar ile sınai uygulamaya ilişkin bilgiler veya belgelerin yasada belirtilen şartlar dışında açıklanmasının yasaklanmasının sebebi, daha şeffaf ve bağımsız bir ekonomik düzen içinde yaşama isteği ve milli ekonominin ayakta tutulmasının istenmesidir. Buna göre, ticari hayatta, iktisadi ve mali alanda daha verimli bir ve güvenilir taban oluşturulmuş olacaktır.

TCK’nun 239.maddesinde korunan hukuki yarara baktığımızda, hem ekonomik düzenin genel yapısını korumak, hem de gerçek veya tüzel kişilerin ticaret hayatındaki rekabet dengesini hukuka uygun olarak sağlanmasının gerekliliği ile karşılaşmaktayız.

TCK’nun 239.maddesi açısından fail ve mağdur düzenlemesine baktığımızda, 1.fıkranın birinci cümlesi ile 2.fıkrasında fail, yalnızca sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği hukuka uygun yolla sırra vakıf kimseyken, 1.fıkranın ikinci cümlesi ile 4.fıkrası bakımından failin herkes olabileceği düzenlenmiştir. Faillik açısından tüzel kişilerin sorumluluğu da söz konusudur. Şayet yapılacak olan yargılamada şayet tüzel kişinin sorumlu bulunması halinde, yine TCK’da belirtilen tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanacağı TCK’nın 20/2 maddesiyle sabit kılınmıştır. Söz konusu suçun mağduru ise, suçun maddi unsurunun muhatabı olan, yani ticari sır, bankacılık sırrı, müşteri sırrı, fenni keşif ve buluşlar ile sanayi uygulamaya ilişkin bilgiler üzerinde hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişi ile son fıkra da ise cebire veya tehdide maruz kalarak sırrı açıklamak zorunda olan kimselerdir.

TCK’nun 239/1.ve2.fıkralarında maddi unsur, bilgi veya belgenin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesidir. Burada hareket yönünden bağlı hareketli ve seçimlik hareketli bir suç tipi ile karşılaşmaktayız. Buna ilaveten, hareketin yapılmasıyla suç tükendiğinden de ani bir suç söz konusudur. Netice açısından baktığımızda ise, bu fıkra hükümlerinin neticesi harekete bitişik suçlardan olduğunu ve açıklanması sonucunda bir zarar aranmadığından suçun tehlike suçu olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca bu suçların icrai ve ihmali hareketle işlenmesi de mümkündür. 239/3’te tipe uygun eylem kendisini sırların yabacı veya memuruna açıklanması olarak gösterir. Demek ki sırrın Türkiye’ de oturmayan yabancıya veya memuruna verildiği anda oluştuğunu söyleyebiliriz. 3.fıkra düzenlemesi de hareket ve netice yönünden yine bağlı hareketli, neticesi harekete bitişik, ani ve tehlike suçudur ve icrai veya ihmali olarak işlenebilir. 239/4’ te ise maddi unsur, sırrın cebir veya tehditle açıklamaya mecbur kılınmasıdır. Ayrı bir suç olarak düzenlenmiştir ve ihmali olarak işlenmesi mümkün değildir.

TCK’nun 239.maddesinde manevi unsur için, genel kastın yani doğrudan doğruya kastın arandığını, bunun yanında suçun olası kastla da işlenebileceğini fakat taksirle işlenemeyeceğini söyleyebiliriz. Burada failin suçu hangi saikle işlediği önemli değildir. Önemli olan sadece failin açıkladığı bilgi veya belgenin maddede sayılanlardan olduğunu ve kendisine sır kapsamında bilgi veya belge verdiği kişinin bunları öğrenmeye yetkili olmadığını bilmesi ve belirtilen bütün bu hususları istemesi gerektiğinden suçun oluşması için genel kast yeterli olmaktadır. Konu ile ilişkili olarak hata (TCK md.30/1) hükümlerinden de yaralanmak mümkündür.

TCK’nun 239.maddesi bakımından hukuka uygunluk sebepleri incelendiğinde daha önceki ifadelerde de belirtildiği üzere söz konusu suçta meşru savunmanın mümkün olmayacağını bununla birlikte mevzuatımızda mevcudiyetini koruyan; zorunluluk hali (m.25/2), kanun hükmünü yerine getirme (m.24/1), amirin emrini yerine getirme (m.24/2), hakkın kullanılması (m.26/1), rıza (m.26/2), tersine mühendislik (sadece ticari sır için geçerli) dahil diğer hukuka uygunluk sebeplerinin uygulama alanı bulacağını ifade etmek yerinde olacaktır.

TCK’nun 239.maddesinin 3.fıkrasında suçun nitelikli hali düzenlenmiştir. Buna göre, sırların Türkiye’de oturmayan yabancıya veya onun memuruna verilmesi halinde cezanın üçte bir oranında attırılacağını ve 4.fıkrada ise, cebir veya tehdit kullanılması suretiyle sır açıklanmak zorunda bırakıldığından daha ağır ayrı bir suç düzenlemesinin suçun nitelikli halleri olarak görmekteyiz. Söz konusu 239.madde bakımından özel olarak daha az bir ceza verilmesini gerektiren hal düzenlenmediğinden daha az ceza verilmesi de mümkün değildir.

TCK’nun 239.maddesinde suçun özel görünüş biçimleri açısından bir değerlendirme yapıldığında söz konusu suçta teşebbüsün mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar neticesi harekete bitişik bir suçtan söz edilse de, hareket parçalara bölünebildiği için, teşebbüs de mümkündür demekteyiz. Bu suçta iştirakin her türlüsü mümkün olabilirken, özgü suç niteliğine haiz olan 1.fıkranın 1.cümlesi bakımından iştirak edenin cezai sorumluluğu ancak ve ancak azmettiren veya yardım eden olarak kendisini gösterecektir. İçtima hükümleri açısından değerlendirme yapıldığında ilk olarak belirtmek gerekir ki 4.fıkra da bileşik suç niteliğinde bir düzenleme söz konusudur. Demek ki, fikri içtima hükümleri bu fıkra açısından uygulama alanı bulmayacaktır. Bunun dışında içtimanın diğer halleri de mümkündür.

Son olarak ifade etmek gerekir ki, TCK’nun 239.maddesinde 1.ve 2.fıkra hükümleri şikayet koşullarına bağlanmışken, 3.fıkrada kanun açıkça şikayet aranmayacağını belirtmiştir. Kanımızca 4.fıkrada da şikayet koşulu aranmayacaktır. Çünkü kanun koyucunun bir muradı var ise bunu açıkça düzenleme altına alarak belirteceği kanaatindeyiz. Demek ki, asliye ceza tarafından görülecek olan uyuşmazlıklarda 1.ve 2.fıkralar bakımından CMK 234. ve 235.maddeleri uzlaşma kapsamında uygulama alanı bulacaktır. Yaptırım olarak, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 5 günden 5000 güne kadar adli para cezası öngörülmüştür. 3.ve 4.fıkralar ise, re’sen soruşturulup kovuşturulduğundan uzlaşma kapsamında değerlendirilmeyeceklerdir ve 3.fıkrada cezanın üçte biri oranında artırım, 4.fıkra bakımından ise, ayrı bir suç olduğundan 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Tüzel kişilerin sorumluluğu kapsamındaysa yaptırım TCK’nun 220.maddesinde öngörülen güvenlik tedbirlerinin uygulanması söz konusu olacaktır. Zaman aşımı süresi ise 1.2.ve.3.fıkralar bakımından 8 yıl, son fıkra açısından ise 15 yıldır.

----------------------------------

1 Yürürlükten kalkan 765 sayılı TCK’nun 364. ve 365. maddesinde ticari sırları ifşa etme suçu yer almaktaydı. 765 sayılı TCK’nun 364. maddesine göre; “Bir kimse sıfat veya memuriyeti yahut meslek ve sanatı icabınca vakıf olup ta gizli tutmağa mecbur olduğu fenni keşif ve ihtiralara, yahut sınai tatbikata müteallik malumatı ifşa ederse mutazarrır olan kimsenin şahsi davası üzerine altı aya kadar hapse ve onbeş liradan yüz liraya kadar ağır cezayi nakdiye mahkum olur” şeklindeydi.  765 sayılı TCK’nun 365. maddesinde ise; “Yukarki maddede yazılan sırlar Türkiye'de sakin olmıyan bir ecnebiye yahut memurlarına ifşa olunmuş ise faili bir aydan bir seneye kadar hapse ve otuz liradan iki yüz liraya kadar ağır cezayi naktiye mahkum olur” şeklinde düzenlenmekteydi.

2 ARTUK, Mehmet Emin / GÖKCEN, Ahmet / YENİDÜNYA, A.Caner, (ARTUK/GÖKCEN/YENİDÜNYA), Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler, 1.Basım, 5.Cilt, Turhan Kitabevi, Ankara, 2009, s.4617-4618.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 239. maddesinin gerekçesi gerekçesi şöyledir: Maddenin birinci fıkrasında ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi, suç olarak tanımlanmıştır. Bir bilgi veya belgenin bu nitelikte olup olmadığı, ilgili kanunda belirlenen bu hususa ilişkin ölçütler göz önünde bulundurularak hâkim tarafından belirlenir. Maddenin ikinci fıkrasında, fennî keşif ve buluşlar ile sınaî uygulamaya ilişkin bilgiler koruma altına alınmıştır. Genel anlamda fennî veya sınaî sır, sanayicinin işletmesinin yararı gereği gizli tutmak istediği hususlardır. Üçüncü fıkrada, sırrın Türkiye’de oturmayan bir yabancıya veya memurlarına açıklanması hâlinde daha ağır ceza öngörülmüştür. Maddenin dördüncü fıkrasında, bir kimsenin cebir veya tehditle bu madde kapsamına giren bir sırrı açıklamaya mecbur edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.

3 ERMAN / ÖZEK; Kamu İdaresine Karşı İşlenen Suçlar, s.681; AKTARAN; PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, 2.Baskı, 4.Cilt, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s.3454-3455.

4 TDK Türkçe Sözlük, s.1969; YILMAZ, Ejder; Hukuk Sözlüğü, s.803; AKTARAN; PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, Açıklamalı-Yeni İçtihatlarla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, 3.Baskı, 4.Cilt, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.3726.

5 DONAY, Süheyl; Meslek Sırrının Açıklanması Suçu, İstanbul-1978, s.3-6; MERAN, N.; Yeni Türk Ceza Kanununda Sahtecilik-Malvarlığı, Bilişim Suçları İle Ekonomi Ve Ticaret Alanında Suçlar, Seçkin Yayınevi, Ankara-2005, S.339; AKTARAN;  PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, Açıklamalı-Yeni İçtihatlarla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, 3.Baskı, 4.Cilt, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.3727; GÜNDEL, Ahmet, Yeni Türk Ceza Kanunu Açıklaması, 1.Basım, 4.Cilt, Ankara, 2009, s.4611.

6 PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, Açıklamalı-Yeni İçtihatlarla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, 3.Baskı, 4.Cilt, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.3727.

7 TEKŞEN, Mustafa Gökhan, Ticari Sır, Bankacılık Sırrı Veya Müşteri Sırrı Niteliğindeki Bilgi Veya Belgelerin Açıklanması Suçu, 1.Basım, Yetkin Yayınları, Ankara, 2012, s.25.

8 İ.Kubilay TEMUÇİN, Kurumsal Yönetim İlkeleri, s.22; AKATARAN; BAKIM, Sevi, “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’na Göre Ticari Sır, Bankacılık Sırrı Veya Müşteri Sırrı Niteliğindeki Bilgi Veya Belgelerin Açıklanması Suçu”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Yıl:2011, Cilt:7, Sayı:85-86, s.142.

9 ARKAN, Sabih, Ticari İşletme Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 18. Baskı, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2013.   

10 PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, Açıklamalı-Yeni İçtihatlarla 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, 3.Baskı, 4.Cilt, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.3727; GÜNDEL, Ahmet, Yeni Türk Ceza Kanunu Açıklaması, 1.Basım, 4.Cilt, Ankara, 2009, s.4611.

11 ALICI, Yaşar, Bankacılık Kanunu Şerhi, Beta Yayınevi, İstanbul, 2007, s.791.

12 PARLAR, Ali / HATİPOĞLU, Muzaffer, Açıklamalı-Yeni İçtihatlarla 5237 S