I. Genel Olarak

Türk Ceza Kanunu ve diğer bazı kanunlarda yeni düzenleme ve değişiklik yapılmasını öngören, Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi grupları tarafından ortak şekilde hazırlanan Kanun Teklifi 16 Mart 2022 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Kanun Teklifi incelendiğinde; ilk bakışta, Teklifin kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve sağlık çalışanlarının özlük haklarına ilişkin düzenlemeler içerdiği görülmektedir.

Bu kapsamda Kanun Teklifinin genel gerekçesinde; toplumsal bütünlük içerisinde önemli bir yeri olan kadınlara yönelik olarak uluslararası belgeler ve Avrupa Birliği bünyesinde yapılan çalışmalarla ortaya koyulan pek çok düzenlemenin ve uygulamanın hayata geçirildiği, bu çerçevede Anayasanın 10. ve 41. maddelerinde değişiklik yapıldığı, bu değişikliğin kadın erkek eşitliğinin sağlanması ile ilgili olarak Devlete pozitif yükümlülükler yüklediği, “eşitlik” ilkesinin “mutlak eşitlik” olarak anlaşılmaması gerektiği, farklı durum ve özelliklerin bazı kişi veya topluluklar için farklı kuralların uygulanmasını gerektirebileceği, bu vaziyetin “eşitlik” ilkesini zedelemeyeceği, Ülkemizde kadına şiddete karşı birçok adım atıldığı, 2012 yılında düzenlenen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un kadına karşı şiddetin önüne geçilmesi amacıyla yürürlüğe koyulduğu, hangi suça ne ölçüde ceza verileceği ve hangi hususların ağırlaştırıcı ve hafifletici sebep olarak kabul edileceği izlenen suç ceza politikası gereği yasama organının takdirinde olduğu, ancak yasama organının bu takdir yetkisini kullanırken “ölçülülük” ilkesine uygun davranması gerektiği, suçun kişi ve toplum üzerindeki etkisi, işlenme oranındaki artış veya azalış, fail ve mağdurun özellikleri ile ortaya çıkabilecek zararın ağırlığı gibi faktörlerin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır.

Kanun teklifine ilişkin genel gerekçenin devamında; Adalet Bakanlığında hazırlanan ve Cumhurbaşkanı tarafından 2 Mart 2021 tarihinde kamuoyuna açıklanan İnsan Hakları Eylem Planına vurgu yapılarak, bu eylem planında belirtilen hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla yapılması gereken değişiklikler, değişiklik yapılması teklif edilen kanun maddelerindeki eksik veya aksayan hususlar ifade edilerek, yapılması teklif edilen veya eklenmesi önerilen düzenlemelerin kapsamı açıklanmıştır.

II. Türkiye’de Kadına Şiddet Tedbirleri ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Görüşleri

Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten ve koruyan aynı zamanda da kadına yönelik şiddeti sonlandırmaya yönelik mevzuat değişiklikleri özellikle 2000’li yıllardan bu yana yapılmaktadır. Her ne kadar bu yapısal değişikliklere gidilse de, Türkiye’de kadına yönelik şiddet sorunu devam etmekte ve bu durumun toplumun en büyük sorunlarından birisi olduğu gerçeği kaçınılmazdır. Türkiye’den bu konu hakkında çeşitli başvurular İHAM’a gitmekte, İHAM bu sorunun çözülmesi için çeşitli değerlendirmelerde bulunmaktadır. Nitekim İHAM’ın 09.06.2009 tarihli, 33401/02 başvuru numaralı Opuz v. Türkiye kararında verilen ihlal neticesinde; Aralık 2022’de Türkiye dava grubu incelemesine tabi tutulacaktır. Doktrinde belirtildiği üzere; bu kararda kadına yönelik şiddetin, toplumsal cinsiyet ve güç eşitsizliğine dayalı sistematik bir sorundan kaynaklandığını belirten İHAM, sorunun temelinde ataerkil yapının özellikle hukuk sistemine ve emniyet güçlerine sirayetini değerlendirmektedir[1].

- Nahide Opuz v. Türkiye Kararı

İlgili karar, İHAM’ın ilk kez bir ülkeyi “kadına karşı şiddeti önlemede başarısız olduğu” gerekçesiyle tazminat ödemeye mahkum etmesi ve cinsiyete dayalı şiddeti bir ayırımcılık biçimi olarak kabul etmesi ile önem arz etmektedir.

Uluslararası kurumlar; kadınlara yönelik şiddeti, devletin aile içi şiddeti engelleme ve şikayeti soruşturma hususunda beklenen özeni göstermemesinden kaynaklanan bir ayırımcılık şekli olarak nitelendirmektedir. İHAM’ın ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Komitesinin değerlendirmesine göre Türkiye’de ayırımcılık; başlı başına kanunlara dayanmamakta, yerel makamların genel tutumundan, örneğin aile içi şiddetten şikayetçi olan kadınların karakollarda gördüğü muamele ile mağdurlara etkili koruma sağlamadaki yargısal pasiflikten kaynaklanmaktadır. Belirtilmelidir ki İHAM; Türk Hükümeti’nin konuyu CEDAW Komitesi önünde değerlendirirken, uygulamadaki güçlükleri kabul ettiğini de kaydetmiştir. İHAM’ın dayandığı raporlara göre; polis karakollarına aile içi şiddet şikayetinde bulunulduğunda, polis memurlarının şikayetleri soruşturmadığı ancak mağdurların eve dönmeleri ve şikayetlerini geri almaları için arabuluculuk görevi üstlendiklerini göstermektedir. Bu bağlamda, polis memurları sorunu, “müdahale edemeyecekleri bir aile meselesi” olarak görmektedir. Polis memurlarının negatif tutumları gözönüne alındığında saldırganlar hususuna karar verilirken gecikmelerin sıklıkla görüldüğünü ayrıca mahkemelerin gelenek, görenek veya şerefe dayalı cezaları hafifletmeleri nedeniyle aile içi şiddet suçu işleyen kişilerin cezalar almadıklarını değerlendirmiştir. İHAS m.2 (yaşam hakkı), m.3 (işkence yasağı) ve m.14 (ayırımcılık yasağı) kapsamında ihlal veren mahkeme, adli sistemin genel pasifliğini ve saldırganların cezadan muaf olmasının aile içi şiddeti çözmeye uygun adımın atılmasında gereken sorumluluğun alınmadığını gösterdiğini gerekçe göstermektedir.

- Halime Kılıç v. Türkiye Kararı[2]

İHAM 28.06.2016 tarihli, 63034/11 başvuru numaralı Halime Kılıç v. Türkiye kararında Türkiye Cumhuriyeti’ne; adli ve kolluk makamlarının tüm şikayetler ve alınan tedbirlere rağmen şiddet davranışlarını sürdüren kocayı cezalandırmakta yetersiz kalması ve alınan önlemlerin yetkili otoritelerce etkili bir şekilde uygulanmaması neticesinde, Devletin kendi eliyle oluşturduğu bir şiddet ortamının bulunmasından kaynaklanması gerekçesiyle ihlal kararı vermiştir. Nitekim Mahkemeye göre başvuruya konu olayın nedeni, Türk yetkililerinin aile içi şiddet olaylarının ciddiyetini ve bu şiddetin mağdurlarının çaresizliğini kasıtlı olarak reddetmeleridir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Görüşü

Üye devletlerin, aile içi tüm şiddet türlerinin ceza gerektiren suç olarak kabul etmelerini, mahkemelerin mağdurla temas/iletişim kurmasını veya mağdura yaklaşmasını, mağdurla aynı bölgede oturmasını veya o bölgeye yaklaşmasını yasaklayabilecekleri, alınan tedbir kararlarına uymayanları cezalandırabilecekleri şekilde yetkilendirmelerini sağlayacak tertipleri almalarını ve kolluk kuvvetinin, sağlık ve sosyal hizmet kurumlarının bu konulardaki davranış tarzlarına ilişkin zorunlu bir protokol oluşturmalarını tavsiye etmiştir.

Birleşmiş Milletler CEDAW Komitesinin Türkiye Görüşü

Kadınların erkeklere göre ikincil konumda olduğu veya kalıplaşmış veya kalıplaşmış rolleri olduğu fikrine dayalı geleneksel tutum ve davranışlar, aile içi şiddet ve istismar, zorla evlenme, çeyiz/başlık parası ölümleri, asit saldırıları gibi yaygın görülen şiddet veya zorlama uygulamalarının sürmesine neden olmaktadır. Bu türden önyargı ve uygulamalar, kadınların korunmasının veya kontrol edilmesinin bir türü biçiminde cinsiyete dayalı şiddetin mazur gösterilmesine yol açabilmektedir. Bu türden şiddetin kadınların fiziksel ve ruhsal bütünlüğü üzerindeki etkisi, onların insan hakları ve temel özgürlüklerden eşit yararlanmasından, kullanımından ve bunlar hakkında eşit derecede bilgi sahibi olmaktan mahrum kalmalarıdır. Bu açıklama temelde fiili veya tehdide dayalı şiddeti kapsasa da, bu türden cinsiyete dayalı şiddet eylemlerinin temel sonuçları, kadınların ikincil konumlarının sürmesinde etkili olmakta, siyasete katılım oranlarının ve ayrıca eğitim, beceri ve iş imkanlarının düşük düzeylerde seyretmesine katkıda bulunmaktadır[3].

Türkiye’de; kadına şiddeti önleme konusunda özellikle Avrupa Birliği’ne uyum sürecinden itibaren çeşitli mevzuat değişiklikleri yapıldığı görülmekle birlikte, halihazırda bu tedbirlerin mağdurlar bakımından gerekli güvenceleri sağlamadığı ortadadır. Nitekim bu yapısal sorun kanunların içeriğinden değil uygulanış biçiminden kaynaklanmaktadır[4]. Gerek ulusal[5] ve gerekse uluslararası mahkemelerde ihlallerin mağdur kadının şikayetlerinin ciddiye alınmaması veya alınsa dahi verilen tedbir kararlarının takip edilmemesinden kaynaklandığı görülmektedir. Türkiye’de kolluk kuvvetleri ve idari makamların; kadına şiddete dayalı şikayetleri etkili bir tedbir yoluyla güvence altına incelemeleri, kadına gerekli korumayı sağlamaları ve “kaçınılmaz son” olarak görülen şiddet veya ölümün meydana gelmemesi için gerekli tüm önlemleri almaları gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli yapısal sorunlarından birisini teşkil eden kadına şiddet, yukarıda açıklanan nedenlerle yeterli ciddiyette görülmediğinden ve içine düşülen çaresizlikten de kaynaklanmaktadır. Bu sebeplerle; Anayasa m.10’da iki kez değişikliğe gidilmiş, kadınların korunması amacıyla pozitif ayırımcılık kabul edilmiş, ancak buna uygun yeterli yasal düzenleme yapılmadığı gibi, henüz zihniyette de samimi bir farklılık olmamıştır.

III. Kanun Teklifi ile Yapılması Önerilen Değişiklik ve Yeni Düzenlemeler

Kanun teklifi ilk olarak 1. maddesiyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesinde değişiklik yapılması, maddenin mevcut ikinci fıkrasında bulunan ve takdiri indirim nedenlerinin tadadi şekilde düzenlenmesini sağlayan “gibi hususlar” ibaresinin çıkarılarak tahdidi düzenlemeye gidilmesi ve mahkemeler arasındaki farklı uygulamaların önüne geçilmesi teklif edilmiştir. Bunun yanında; maddede yer alan “failin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları” nedeninin, “failin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları” şeklinde değiştirilmesinin, maddenin 2. fıkrasına “Ancak failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şekli tutum ve davranışları, takdirim indirim nedeni olarak dikkate alınmaz.” ibaresinin eklenmesinin ve “kararda” ibaresinden sonra gelmek üzere maddeye “gerekçeleriyle” ibaresi eklenerek, takdiri indirim nedenlerinin kararda gerekçeleriyle gösterilmesi gerekliliğinin yasal değişiklik olarak teklif edildiği görülmektedir.

TCK m.62 için önerilen bu değişiklik Teklifi kabul edildiği takdirde maddenin yeni hali; “(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmi beş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.

(2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gözönünde bulundurulabilir. Ancak failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şekli tutum ve davranışları, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmaz. Takdiri indirim nedenleri kararda gerekçeleriyle gösterilir.” şeklinde olacaktır.

Teklifin devamında; kasten insan öldürme suçunun nitelikli hallerinden birisinin düzenlendiği, “f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,” şeklinde olan TCK m.82/1-f hükmünün, “f) Kadına karşı,” şeklinde değiştirilerek mağdurunun yalnızca kadın olması durumunun kasten insan öldürme suçunun nitelikli halleri kapsamına alınması, TCK m.86/1’de düzenlenen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçunun mağdurunun kadın olması halinde cezanın alt sınırının dört aydan altı ay hapse çıkarıldığı ve buna bağlı olarak adli para cezasının da alt sınırının da artırılması, TCK m.94, m.96 ve m.106’da düzenlenen işkence, eziyet ve tehdit suçlarının kadına karşı işlenmesi, yani mağdurunun kadın olması halinde bu suçlar karşılığı öngörülen cezanın alt sınırının artırılması önerilmektedir. Ayrıca TCK m.113 hükmü ile düzenlenen kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi suçunun konusunu sağlık hizmetlerinin oluşturması halinde maddeye “(2) Suçun konusunun sağlık hizmeti olması halinde, verilecek ceza altıda biri oranına kadar artırılır.” şeklinde ikinci fıkra eklenerek bu halin nitelikli hal olarak düzenlenmesi ve cezanın altıda bir oranına kadar artırılması teklif edilmektedir.

Kanun teklifinin diğer maddelerinde ise, TCK m.123’den sonra gelmek üzere 123/A maddesi eklenerek ısrarlı takibin ayrı müstakil bir suç olarak düzenlenmesi, bu suçun Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253. maddesinde yer alan uzlaştırma dışına alınması, kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu ile sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçunun CMK m.100’e iki bent halinde eklenerek tutuklama nedeninin varsayılabileceği katalog suçlar kapsamına alınması, CMK m.234. maddesinin (a) bendinin (3) numaralı alt bendi ile (b) bendinin (5) numaralı alt bendinde yer alan “cinsel saldırı suçu ile” ibaresinin “cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı veya ısrarlı takip suçu ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence veya eziyet suçlarında ve” şeklinde değiştirilmesi ve bu sayede cinsel saldırı dışında yeni halde yer alan diğer suçlarda da mağdurun vekili bulunmaması halinde, baro tarafından kendisine avukat gönderilmesini isteme hakkının sağlanmasının önerildiği görülmektedir.

Kanun teklifinde son olarak, kamu veya özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan hekim, diş hekimi ile diğer sağlık mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle yapılacak adli soruşturmalar için izin alma usulünün getirilmesi ve bu kapsamda izin verme yetkisinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Sorumluluk Kuruluna verilmesinin sağlanmasına yönelik yeni kanunu düzenlemeler yer almaktadır.

IV. Kanun Teklifine Yönelik Görüş ve Önerilerimiz

Teklifin ilk maddesinde üzerinde değişiklik yapılması öngörülen takdiri indirim nedenleri; “cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi” kapsamında kabul edilen, davayı ve sanığı gören hakimin, cezada kanun koyucunun öngördüğü sınırlar içinde indirime gidip, somut olayda cezayı faile uygun hale getirebilmesi amaçlanmıştır[6]. Takdiri indirim nedenlerinin Kanunda düzenlenmesinin hukuki esası; soyut cezayı somut olaya ve faile uygun hale getirip, daha adaletli bir ceza verebilmek konusunda mahkemeye özgürlük alanı sağlamaktır[7]. Doktrinde yer alan başka bir ifadeye göre; cezayı indirmek konusunda takdir yetkisinin tanınmasının sebebi, cezanın bireyselleştirilmesi açısından hakime yardımcı olmaktır[8].

Yukarıda yer verilen gerekçeler sebebiyle, takdiri indirim nedenleri Ceza Hukukunun en önemli konularından birisini teşkil eden “cezanın bireyselleştirilmesi” açısından önem arz etmektedir. Her ne kadar günümüzde yaşanan hadiseler sonrasında gerek medya baskısı ve gerekse kamuoyu baskısı sebebiyle bu kurum “takım elbiseye indirim”, “kravat indirimi” olarak anılıyor ve eleştiriliyor olsa da, kanunda düzenlenmiş haliyle gereği gibi uygulandığı durumlarda “cezanın bireyselleştirilmesi” açısından gerekli ve önemli bir Ceza Hukuku kurumu olduğunu ifade etmek gerekir.

Kanun teklifinde yer alan düzenlemeye bakıldığında; maddenin ikinci fıkrasında yer alan “sürecindeki davranışları” ibaresinin “sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları” ibaresi ile değiştirilmesinde bir olumsuzluk bulunmadığı, zaten takdiri indirim nedeniyle cezada indirim uygulanmasının en önemli belirleyici unsurlarından birisinin, sanığın yargılama sürecinde pişmanlığı olduğunu, yine her ne kadar Anayasa m.141, CMK m.34 ve m.230 gereği tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunlu olsa da, takdiri indirim sebepleri ile ilgili olarak uygulamada yaşanan gerekçesizlik veya hatalı gerekçe sorunun vurgulanması amacıyla maddeye “kararda” ibaresinden sonra “gerekçesiyle” ibaresinin eklenmesinin olumlu olduğunu düşünmekteyiz.

Bunun yanında hükme eklenmesi teklif edilen “Ancak failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şekli tutum ve davranışları, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmaz.” cümlesinin ise; isabetli olmadığını, bu cümlenin gayri ciddi olduğunu, kamuoyunda “kravat indirimi” olarak bilinen sanığın giyim kuşamı üzerinden indirim yapılamayacağına dair bir hükmün hakimlerin mesleki alanlarının özüne müdahale teşkil edeceğini, ayrıca bugüne kadar mahkeme kararlarında takdiri indirim gerekçesine kravat takıp takım elbise giyildiğine dair bir indirim gerekçesinin de yazılmadığını, yazılsa dahi bunun hukuki ve kanuni olmayacağını, TCK m.62/2 hükmünün uygulanmasında yaşanan esas sorunun gerekçesizlik, eksik veya yetersiz gerekçe ile bu konuda yeknesaklığın sağlanamaması olduğunu, bunun önüne bu tür kabulü mümkün olmayan yargının yetkisi alanına müdahale içerebilecek hukuk sistemini ve kanun tekniğini bozabilecek düzenlemeler ile geçilemeyeceğini ifade etmemiz gerekir.

Kanun Teklifinde yer alan; TCK m.94, m.96 ve m.106 hükümlerinde düzenlenen işkence, eziyet ve tehdit suçlarının mağdurunun kadın olması durumunda cezanın alt sınırında artış yapılmasına yönelik değişiklik teklifinin, kadına yönelik tehdit ve şiddet eylemlerinin Ülkemizin son yıllardaki en büyük sorunlarından birisini teşkil ettiği, Kanun Teklifinin genel gerekçesinde de ifade edilen hangi suça ne ölçüde ceza verileceği ve hangi hususların ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edileceği, izlenen suç ve ceza politikası gereğince yasama erkinin takdirinde olduğu hususları gözönünde bulundurulduğunda değişiklik teklifinin isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Kanun Teklifinin 2. maddesinde öngörülen kasten insan öldürme suçunun mağdurunun kadın olması halini TCK m.82 hükmüne ekleyerek, nitelikli hal yapan düzenlemenin hiçbir sınırlama ve belirleme içermediği için hatalı olduğunu, bu hükmün kadına şiddet sonucu gerçekleşen ölüm neticeleri ile sınırlı olarak düzenlenmesi gerektiğini, halihazırda teklif edilen aksi durumun örneğin olası kastla trafikte insan öldürme gibi durumun meydana gelmesi gibi hallerde dahi, sırf mağdurun kadın olması sebebiyle nitelikli hal uygulanmasına sebep olacağını, bu durumun da ceza adaleti açısından isabetli olmayacağı dikkate alınmalıdır.

Teklifte yapılan bir diğer düzenleme ile TCK’ya m.123/A hükmü eklenerek, ısrarlı takip fiillerinin müstakil bir suç olarak Ceza Kanununda yer almasının hedeflendiği görülmektedir. Kanun Teklifinin kabul edilerek yasalaşması halinde “Israrlı takip” başlığı altında TCK m.123/A hükmü; “(1) Israrlı bir şekilde; fiziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Suçun;

a) Çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi,

b) Mağdurun okulunu, işyerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması,

c) Hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi, halinde faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Bu maddede düzenlenen suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır”. şeklinde olacak ve ısrarlı takip fiilleri TCK’da müstakil bir suç tipi olarak yer alacaktır.

Kısa zaman önce kaleme aldığımız “Huzuru ve Sükunu Bozma Suçu ve Israrlı Takip (Stalking)” yazısı ile ısrarlı takip fillerinin TCK’da müstakil bir suç olarak düzenlenmesi gerektiğini, 6284 sayılı Kanunun 2012 yılından bu tarafa yürürlükte olduğu gözönünde bulundurulduğunda, kadına yönelik ısrarlı takip ve şiddet fillerini önlemek konusunda yeterli olmadığını, TCK m.123 hükmü “kanunilik” ve “belirlilik” ilkeleri açısından sorunlu olduğu için ısrarlı takip fillerinin aynen teklifte yer aldığı gibi, TCK’ya 123/A hükmü eklenerek müstakil bir suç tipi olarak düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştik. Bu nedenle, bu değişiklik teklifinin her ne kadar geç kalınsa da isabetli olduğunu ifade etmeliyiz. Belirtmek gerekir ki; kanun teklifinin 12. maddesiyle TCK’ya 123/A maddesi eklenerek getirilen ve müstakil bir suç olarak düzenlenecek olan ısrarlı takip fiillerinin CMK m.253’de bulunan uzlaştırma kurumu kapsamının dışında bırakılması isabetli olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin; hukuki gündemini son yıllarda en çok kadına karşı şiddet ve ısrarlı takip eylemlerinin oluşturduğu gözetildiğinde, hem caydırıcılık sağlanması ve hem de kadına yönelik bu fillere ilişkin etkin mücadelenin sağlanması açısından ceza politikası gereği bu hususu belirleme yetkisi bulunan yasama organının takdir yetkisini ısrarlı takip fillerinin uzlaştırma kurumu kapsamının dışında bırakılması yönünde kullanmasında isabet görmekteyiz. Ancak bunun yanında; ısrarlı takip suçunun hem uzlaştırma kapsamının dışında bırakılması ve hem de kadına yönelik bu fiillerle etkin ve caydırıcı mücadelenin sağlanması amacıyla, nitelikli hallerinin şikayete bağlı düzenlenmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Teklifin 9. maddesiyle; kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu ile sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçlarının CMK m.100’de gösterilen tutuklamaya ilişkin katalog suçlar kapsamına alınmasının gerekli olmadığını, böyle bir düzenlemenin uygulamada kamu vicdanı açısından rahatlamaya yol açabilmesi mümkün olsa da tutuklama tedbirinin tatbiki açısından esas önemli şartın kuvvetli suç şüphesi olduğunu, katalog suçlara ilişkin verilen tutuklama kararlarının da ölçülü ve gerekçeli olarak verilmesinin zorunlu olması sebebiyle, böyle bir hükmün hukuk tekniği açısından bir anlam ifade etmediğini ve tutuklama kararları açısından esas sorunun katalog suçlar değil, somut hukuki ve fiili gerekçe içermeden verilen tutuklama kararları olduğunu ifade etmek gerekir.

Kanun teklifinde son olarak, özel sağlık kurum ve kuruluşları ile vakıf üniversitelerinde görevli sağlık personeli hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar için de ceza muhakemesi şartlarından olan izin şartının getirileceği ve izin kurumu için yetkinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan Mesleki Sorumluluk Kuruluna verileceği anlaşılmaktadır. Bu konuda değerlendirme yapmak gerekirse, her ne kadar izin kurumunun getirilmesinin sağlık çalışanlarına yönelik yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda gecikmelere ve aksamalara yol açacağı ileri sürülebilir olsa da, bu konuda yaşanacak keyfi şikayetlerin önüne geçilebilmesi amacıyla bu düzenlemenin isabetli olduğunu, fakat izin konusunda yetkinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan Mesleki Sorumluluk Kurumuna verilmesinin hatalı olacağını; zira bu durumun tarafsızlığa zarar vereceğini, Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulacak böyle bir kuruluşun bu konuda tarafsız hareket edemeyebileceğini dikkate almak gerekmektedir. Aynı şekilde; kamu kurum ve kuruluşları ve Devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından tazminat ödenmesi durumunda; ödenen tazminatın ilgili meslek mensubuna rücu edilip edilemeyeceğine veya rücu miktarına, ilgilinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanıp kullanmadığı ve kusur durumu gözetilmek suretiyle Mesleki Sorumluluk Kurulunun karar verecek olmasının, Sağlık Bakanlığı bünyesinde bu Kurul kurulacağından, bağımsız ve tarafsız hareket edememe ihtimalinin gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmemiz gerekir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Cem Serdar

Stj. Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------

[1] Esra Yağmur Sönmez “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi”, İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi, 20:1-17, İstanbul Üniversitesi Yayınevi, s.7.

[2] Ayrıntı için Bkz. Esra Yağmur Sönmez, a.g.e., s.11-13.

[3] Çevrimiçi Erişim: https://www.kahdem.org.tr/opuz-vs-turkiye-aihm-karari/, Erişim Tarihi: 23.03.2022

[4] Esra Yağmur Sönmez, a.g.e., s.7.

[5] 29.09.2021 Tarihli ve 2017/32972 Başvuru Numaralı T.A. AYM Kararı S.E.nin eski eşi tarafından öldürülmesi olayında kamu görevlilerinin basit bir hata ya da dikkatsizliği aşan ihmallerinin/kusurlarının bulunduğu, ciddi/yakın riskin varlığına karşın etkin ve pratik önlemlerin alınmasında yetersiz kalındığı, özetle kamu görevlilerinin eylemleri/eylemsizlikleri ile bağlantılı olarak yaşamı koruma yükümlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesinin ve bu bağlamda sorumluların ortaya çıkarılmasının engellenmesinin yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğü bakımından ihlal sonucu doğurduğu kanaatine ulaşılmıştır.

[6] Ersan Şen, “İyi Hal İndirimi”, Erişim Tarihi: 21.10.2021, Erişim Adresi: https://www.hukukihaber.net/iyi-hal-indirimi-makale,7285.html

[7] Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi, 2.Cilt, Adalet Yayınevi, 2021, Ankara, s.2286.