Yapay zeka, robot teknolojileri, biyogenetik ve IoT’nin dünyada kullanım alanı sınırsız. Zaten aslında bunlar etkin bir biçimde 80’lerde kullanılmaya başlandı. Teşhis-tedavi, enerji, savunma (savaş), eğitim, sanat, üretim, hizmet, ulaşım, giyim…

Her alanda artık “yapay zeka + robot teknolojileri + IoT” formülü, bir yemek yaparken olmazsa olmaz kullanılan “su, tuz, ısı” gibi.

Bugün bir çok seri üretim bandı insan müdahalesi olmadan veya çok minimal olduğu halde sofistike başka cihazlar üretebiliyor. Otomobil, bilgisayar, chipler, dayanıklı olan veya olmayan sarf malzemeleri, gıda… Sorunuzda olduğu gibi domestik amaçlı veya hizmet sektörü hedefli servis robotları artık insanların yerini almaya başladı bile. Az önce bahsettiğim ileri teknoloji ürünü sensör ve sistemlerle donanmış banyonuza girdiğiniz zaman vücut ısınız, salyanız, idrarınız, teriniz, kilonuz ve nabzınızın ortaya çıkardığı verilerle, önceden sisteme girilmiş tıbbi verilerinizin birlikte analiz edilmesi sonucu her sabah bir hastaneye gitmeden otomatik olarak check-up’a girebilecek, bunlar sayesinde alacağınız ilaçlar ve miktarları otomatik olarak belirlenebilecek ve hekiminizle ve çoğu zaman insan bir hekim olmadan önleyici tıp veya tedavi hizmetlerinizi alabileceksiniz. Dünyanın bir çok ordusu tarafından savaş robotları, silah teknolojileri, hatta insan uzvu yenileme (regeneration) çalışmaları resmi olarak yapılıyor. Sürücüsüz araçları, droneları ve Siri gibi özel asistanları saymıyorum bile.

Örneklerden açıkça görülebileceği gibi yok olacak demek belki iddialı olacak, fakat insani iş gücü ihtiyacının çok çok azalacağını söylemek bir kehanet olmaz.

Cihazları zeki hale getiren algoritmalar, sensörler, analitik hesaplama sistemleri ve iletişim sistemleridir. Bu teknoloji aynı denizin sonsuz hareketinin ürünü olan yeni bir dalgadır. Hayatın her yönünü temelden etkileyecek bu teknoloji dalgası varken ve bu hızda ilerlerken, buna mütekabil bir hukuki düzenleme yapılamaması kesinlikle düşünülemez.

Hukuki düzenleme olmazsa menfaatleri çatışan “üretici”, “hizmet veren”, “birey”, “toplum”, “devlet” öbeklerinin yükümlülük ve haklarını tesis edemez ve dağıtamayız, teknolojinin gelişmesi için gerekli kamu teşviklerini ve özel yatırımları düzenleyemeyiz, vergilendiremeyiz, maddi ve gayrı-maddi zararların önlenmesi için tedbir alamaz, ortaya çıkarsa tazmin edemeyiz..

Tanımını yapamadığımız bir olgunun veya durumun hukuki düzenlemelerini de yapamayız. İlk büyük zorluk ise “yapay”ın değil “zeka”nın tanımını yapmaktır. Bu tanımı tartışabilmek, yapabilmek, bu çatışan menfaatleri hakkaniyete uygun ve gelişmeyi mümkün kılabilecek şekilde düzenlemek için bu konu ile uğraşan hukukçuların, bakanlıklar, BTK gibi düzenleyici kurumların ve nihayet kanun koyucusunun (meclisin) en azından ilgili komisyonlarının teknik eğitimleri ve yeterlilikleri, konuyu yakında takip ediyor olmaları ve felsefi yaklaşımlarının sofistike olması gerekir.

Yapay zeka, ‘yapay irade’ mi demek?

Yapay zeka derken insanın ve doğal bir organizmanın değil de, (modifiye biyolojik materyal tartışmalarını bir yana koyarsak) gayrı-tabii ve “şimdilik” cansız bir sistemin verileri ve şartları hesaplayarak, belli bir amacın oluşmasını sağlamak üzere (kasten) bir tercih yaparak, bir fiil ortaya koymasından yani bir “iradededen” bahsediyoruz.

Yapılması gereken ama hukuki ve felsefi olarak yapmakta zorlandığımız şey zeka, ve dolaylı olarak irade, kavramlarını insan zekasından ayıramamak. Aslında bu beceriksizlik yeni değil, zira insan bunu diğer akıllı organizmalara yaklaşımında dahi beceremedi.

Şimdi ortada, insanın yapamadığını yapan, insanın yaptığını da daha iyi ve verimli şekilde yapabilen, yine insan tarafından yaratılmış bir gerçeklik var ve hukuk bu gerçekliği düzenlemek zorunda.

Tabii bu olguların hukuki düzenlemelerini ilk yapanlar, hatta yapay zekanın hukuki gerekçelendirmede kullanılmasına ilişkin bilişimin alt dalı olarak ilk deneyleri ve bilimsel yayınları yapanlar da teknolojiyi de ilk geliştirenler oluyor. Nitekim, yapay zekanın hukuken düzenleme meselesi ile ilgili ilk makalelerden biri Stanford Law Review’da Buchanan ve Headrick tarafından 1970’de yayınlanmıştır[1]. Bunun hemen ardından ortaya çıkarılan Taxman Sisteminin sonuçları 1977’de Harvard Law Review’da yayınlanan McCarty’nin Yapay Zeka ve Hukuki Gerekçelendirme Üzerine Bir Deney isimli makalesi ile tartışmaya sunuldu[2]. Bu süreç bugün yapay zeka avukat Ross’un, ABD’de resmi bir hukuk şirketi tarafından ilk kez kullanılmasına vardı[3].

70’lerden bu yana takip etmesi dahi çok zor bir hızla hem teknoloji, hem de hukuk gelişti. Bugün artık yapay zeka, robot teknolojiler, insan klonlanması, IoT gibi konularda üretici sorumluluğu, kullanıcı sorumluluğu, tüketici hakları, güvenlik, teşvik, frekans/numaralandırma tahsisleri (imtiyaz sözleşmeleri), kullanım alanları ve sınırları gibi noktalar hukuken tartışılıyor[4], tanımlanıyor hatta en başta ABD[5], AB[6], Japonya[7] ve diğer teknoloji geliştiren ülkelerde[8] spesifik olarak kanun koyucuların önüne getiriliyor veya düzenleniyor[9].

Avrupa Birliği 1,5 milyar Avro’luk iki yıllık RoboLaw projesini Mayıs 2014’te tamamlayarak temel prensiplerini hazırladı[10].

Japonya’da hükumetler başta robot teknolojileri ve diğer ileri teknoloji çalışmaları ile Japonya’yı kalkındırmaya yönelik resmi adımlar atarak, hukuki düzenlemeler getirdiler ve hem teknolojik çalışmalarda, hem de bu konunun hukuki alt yapısı noktasında özgün çalışmalar yaparak liderliğe oynamaktalar[11].

ABD, bu konu hakkında da yapılan muteber hukuki tartışmalar ve yayınlar bakımından çok zengin[12].

Yüksek teknolojinin ayrılmaz parçası olan yaşam bilimleri ve buna ilişkin durumda da durum farklı değil.

1997 yılında ABD’de biyolojik olarak iki değil üç ebeveynli ilk çocuk dünyaya geldi. Cytoplasmic transfer denen ve asıl annede bulunan genetik mitokondriyal bir hastalığın in vitro tedavisi yöntemiyle sağlıklı bir kadının yumurtasının cytoplasmının anneye enjekte edilerek annenin yumurtasının döllenmesinin sağlandığı bu teknik, 2001 yılında ABD’de yapılan bazı düzenlemelerle ahlaki, hukuki ve bazı riskler sebebiyle yasaklandı. Oysa Birleşik Krallık bu üreme tedavisine hep devam etti ve 2015 senesinde yasal temeline de kavuşturdu. Bu sayede bu tür bilimsel çalışmalarda ve fonlamalarda Birleşik Krallık rekabetçi bir avantaj elde etti.

70 ülke tarafından üretimsel amaçlı insan klonlanması kanunlarla yasaklandı. Ancak rejeneratif tıp ve kök hücre araştırmaları gibi tedavisel amaçlı insan hücresi klonlanması hemen hepsinde yine yasal olarak mümkün.

Avrupa Birliği İnsan Hakları ve Dirimsel Tıp Konvansiyonu bir ek protokolü ve AB Temel Haklar Bildirgesi ile insan klonlanmasını yasakladı. Ancak bu yasağı iç hukukuna sadece üç üye ülke (Yunanistan, İspanya, Portekiz) geçirse de Temel Haklar Bildirgesi Lisbon Anlaşması uyarınca tüm üye ülkeler bakımından bağlayıcı.

ABD’de insan hücresi klonlanması çalışmaları için federal mali kaynak sağlanması 2010 yılında yasaklanarak, devlet desteği ile bu çalışmaların yapılmasının önüne geçildi. Özel üniveristeler ve kurumlar bu çalışmaları kendi mali kaynaklarıyla sürdürüyor. Bu uygulamayı yasaklayan federal bir yasa ise geçmedi. Buna mukabilen 15 eyalet, kendi kanunlarıyla üretim amaçlı insan klonlanmasını yasakladı.

Birleşmiş Milletler nezdinde ise üyesi olan baz ülkelerin sadece üretim amaçlı değil, tedavisel amaçlı olanlar da dahil her türlü insan klonlanması çalışmasının yasaklanmasını istemesi sebebiyle bir uzlaşma olamadı. Ancak BM, 2005 yılında bağlayıcı olmayan İnsan Klonlaması Bildirgesi yayınlayarak insanlık onuruyla bağdaşmayan tüm insan klonlaması uygulamalarının yasaklanması yönünde çağrı yaptı.

Ülkemizde 2000’li yılların başından beri, hatta bu OHAL dönemi içinde dahi ARGE faaliyetlerinin finanse edilmesi ve önünün açılması için tekno-parkların açılması, kuluçka merkezlerinin ve hızlandırıcılar kurulması, girişim ve küçük yatırımcı (melek yatırım) ekosisteminin desteklenmesi, elektronik ticaret ve dijital alanın ticari ve toplumsal hayata daha çok fayda sağlaması amaçlı mevzuatlar yapılıyor ve fonlar sağlanıyor. Yıllardır bilgi toplumu olabilmek için planlar yapılıyor. Ancak uygulamanın amaca uygunluğu ve etkinliği, ve elde edilen sonuçlar arzu edilen yerde değil. Bizim gibi konuyu profesyonel ve akademik olarak yakın takipte tutarak, tartışma zemini oluşturmak için hukuki tanım ve düzenleme teklifleri sunan kimseler varken, ülkemizde ne yazık ki arzu edilen, teknoloji devrimini yakalamamız için eğitim kurumlarımızın, girişimcilerimizin ve yatırımcılarımızın önünü açacak etkin ve ciddi çalışmalar olduğunu söylemek güç. Bu vesile ile bu çalışmaların ve uygulamaların çağrısını bir sektöre ve düzenleyici kurumlara bir kez daha yapmalıyız.


Avukat Burçak Ünsal 
 
----------------------------------------
[1] https://www.jstor.org/stable/1227753?seq=1#page_scan_tab_contents
[2] http://www.cs.rutgers.edu/~mccarty/research/hlr77.pdf
[3] https://futurism.com/artificially-intelligent-lawyer-ross-hired-first-official-law-firm/
[4] https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2609777
[5] https://artificialintelligencenow.com/media/documents/AINowSummaryReport_3_RpmwKHu.pdf
[6] http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=-//EP//NONSGML%2BCOMPARL%2BPE-582.443%2B01%2BDOC%2BPDF%2BV0//EN
[7] http://www.kl.i.is.nagoya-u.ac.jp/jurisin2016/
[8] https://cs.stanford.edu/people/eroberts/cs181/projects/2010-11/ComputersMakingDecisions/regulation/index.html
[9] http://apps.americanbar.org/dch/committee.cfm?com=ST248008
[10] http://www.robolaw.eu/
[11] http://link.springer.com/article/10.1007/s00146-015-0628-1
[12] https://papers.ssrn.com/sol3/cf_dev/AbsByAuth.cfm?per_id=235051.


Kaynak: webrazzi.com