İlk derece olay mahkemelerinden verilen hükümlerin denetim muhakemesinde, hukuksal denetimin yanında maddi denetim de kendini bir gereklilik olarak göstermektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için iki yol vardır: Birincisi, temyiz denetiminin amacının salt içtihatlarda birliği sağlamak olduğu kabul edilmek suretiyle, araya maddi denetimi yapabilecek istinaf mahkemelerinin kurulması yoludur. İkincisi ise, temyiz denetiminde içtihat birliğini sağlama amacı yanında, somut olayda maddi adaleti sağlama amacının da bulunduğu kabul edilmek suretiyle, temyiz mahkemelerinin denetim alanının, hukuksal denetim yanında, bu mahkemeleri olay mahkemelerine çevirmeksizin; bir başka deyişle onlara delil araştırma yükümlülüğü ve yetkisi vermeksizin, maddi denetim yapabilecek şekilde genişletilmesidir.

Bundan dolayı, denetim muhakemesinin yapılandırılmasında temyizin amacının ne olduğu sorusu hareket noktasını oluşturmaktadır. Klasik öğretiye göre temyiz denetiminin amacı salt içtihatlarda birliği sağlamaktır. Bu, böyle kabul edilecek olduğunda temyiz denetiminin de yalnızca hukuksal sorunla sınırlı kalacağı kuşkusuzdur. Ancak uygulamanın bu yönde gelişmediği ve temyiz mahkemelerinin hukuksal sorunun dışında, maddi soruna ilişkin hususları da denetim alanı içerisine almak gereğini duydukları bir gerçektir.

Kanımızca temyiz yasayolunun amacının salt içtihatlarda birliği sağlamak olduğu düşüncesi kabul edilemez olduğu gibi eşyanın doğasına da aykırı bir yaklaşımdır. Aleyhine hükme karşı temyize başvuran sanık ya da katılan(suçtan zarar gören) için, temyiz yasayoluna başvurmaktaki amaç, ülkede hukukun birliğini sağlamak gibi soyut, ideal bir amaç değildir; sanık veya katılan, büyük olasılıkla böyle bir amacın farkında bile değildir: Onlar için önemli olan, kendi davasında-somut olayda- kendi yararına hükmeden bir karara ulaşabilmektir. Bu nedenle temyiz yasayolunu, sanığın ya da katılanın kendi aleyhine sonuç doğurabilmesi olasılığını da göze alarak başvurabileceği bir yasayolu olarak yapılandırdığımızda, temyizin amacının, içtihatlarda birliği sağlamanın ötesinde, sanığın ya da katılanın yararını da kapsaması zorunluluğu kendini gösterir.

Sonuç olarak görüşümüzce temyizde, ülkede hukukun bir uygulanmasını, başka deyişle içtihat birliğini sağlama amacının yanında somut olayda adil bir kararın verilmesi amacı da vardır. Ceza Muhakemesi Hukuku’nda temyiz yasayolu hem içtihatlarda birliğe hem de somut olayda adil bir kararın verilmesine hizmet etmektedir. Maddeten adil bir kararın hukukun birliğiyle çatıştığı hiç bir zaman ileri sürülemez; ancak salt hukukun birliğini sağlayan bir kararın maddeten adil bir karar olduğu da her zaman ileri sürülemez.

Temyiz yasayolunun somut olayda maddi adaletin gerçekleşmesine ne kadar hizmet edebileceği hususu ise ayrı bir konudur. Bu noktada belirleyici olan, temyiz mahkemesinin (Yargıtay’ın) delillerin doğrudan doğruyalığı ve sözlülük ilkelerinin egemen olduğu bir olay yargılaması yapamamasıdır. Temyiz yargılaması yeni bir olay derecesini başlatmamaktadır. Temyiz yargılaması, içinde katı ispat yargılamasında olguların yeniden tartışılıp değerlendirilebileceği delil sunulmasını tanımamaktadır.

Temyiz yargılamasında ilkesel olarak temyiz edilen hükümdeki olguların denetimi yapılmamaktadır. Ancak temyiz yargılamasında olay yargıcının olaya ilişkin bütün delilleri dikkate alıp, olayı aydınlatma görevine aykırılığı ileri sürülebilir. Yargıtay’ımız buna eksik soruşturma (aydınlatma yükümlülüğünün ihlali) demektedir. Fakat olağan yasayolu niteliğindeki (diğer deyişle kesinleşmemiş hükümlere karşı gidilebilen!) temyiz yasayolunda, olay yargıcına, hangi koşullar altında hangi kanaate ve sonuca varmak zorunda olduğu şeklinde bir emir verilemez.

Temyiz denetiminde olay yargıcının olgu saptamalarıyla ve delil değerlendirmesiyle bağlılığı, sınırını kendi içinde bulmaktadır. Söz konusu saptamalar ve değerlendirmeler, akla, mantık kurallarına, kesin deneyim kurallarına aykırı olamayacağı gibi, kendi içlerinde çelişkili de olamazlar. Onların denetimi, sınırını, çelişkiler üzerinde, mantık yasalarının, genel deneyim kurallarının, bilimsel bilgiler ile herkesçe bilinen olguların zedelenmesi ve eksiksizlik üzerinde bulmaktadır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’muzda ilk basamaktaki (ilk derecede) olay mahkemelerinden sonra, ikinci basamak yerleştirip, (ikinci derecede) araya istinaf yargılaması yapmak üzere Bölge Adliye Mahkemeleri konulmuş olsa da üçüncü basamaktaki (üçüncü derecede) temyiz yargılamasını (temyiz mahkememiz Yargıtay’ı) somut olaydan soyut salt ‘’hukuksal denetim’’ yapan bir üst mahkeme durumuna getirmek, olanaklı değildir. Temyiz mahkemesi Yargıtay, yine de dosyada görebildiği ispata ilişkin aykırılıklara dayanarak istinaf yargılaması yapan Bölge Adliye Mahkemelerinin kararlarını bozacaktır. İstinaf mahkemeleri bulunan Federal Almanya’da temyiz mahkemelerinin salt hukuksal sorun yanında maddi sorun dediğimiz hususu da incelemekten uzun yıllara dayalı uygulamasıyla kaçınamadığı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır; Türk hukuk uygulaması da kanaatimizce haklı sonuç niteliğiyle kaçınılmaz görünen aynı durumdadır.

Ancak bu noktada avukatların, hukuk muhakemesinden farklı olarak ceza muhakemesinde, -bir başka çalışmamızda incelediğimiz- temyiz başvurusunda, önceki 1412 sayılı CMUK’tan farklı olarak, yürürlükteki 5271 sayılı CMK’nda temyiz nedeni göstermek zorunluluğuna özellikle dikkat etmeleri de gerekmektedir.

Av. Prof. Dr. Serap KESKİN KİZİROĞLU[1]

-----------------

[1] İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı (E) Öğretim Üyesi

İstanbul Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Başkanı