GİRİŞ

Mahkemeler devletin yargı görevini yerine getirmek üzere kurduğu bağımsız yargı organlarıdır. Bağımsızlıklarını Anayasanın 9. maddesinden alırlar. Mahkemeler somut hukuki uyuşmazlıklarda hukuka uygun bir yargılama yaparak, delillerin durumuna göre haklı olarak gördükleri kişiler lehine karar veren karar mercileridirler Medeni usul hukuku alanında yer alan mahkemeler özel hukuka ilişkin uyuşmazlıkları çözmekle görevlendirilmişlerdir. Kural olarak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri özel hukuka ilişkin uyuşmazlıklarda, iş veya işlemlerde, devletin müdahale yetkisi mutlak değildir.

Hukuki uyuşmazlığın tarafları dilerse, somut uyuşmazlığı hukukumuzda kabul edilmiş olan alternatif çözüm yöntemleriyle de çözebilirler. Bu amaçla taraflar isterlerse doğrudan anlaşırlar ya da bir üçüncü kişiyi arabulucu seçip onun yardımıyla anlaşırlar veya koşulların sağlanması halinde tahkim yolunu seçerek hakeme başvurup uyuşmazlığın çözümlenmesini sağlayabilirler.

Mahkemelerin asıl görevi, yargılama olmakla birlikte, kendilerine bazı idari işleri de verilmiştir. Örneğin amiri konumunda bulundukları mahkeme kaleminin işleri veya burada çalışanların sicil ve özlük işleri hakimlerin idari nitelikte işleri arasındadır.

Mahkemeler AY’nın 142. m’sine göre kanunla kurulurlar. Ülkemizde bu hususta ilk kanun, 8 Nisan 1924 gün ve 469 sayılı Mehakimi Şer'iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanunudur. Fakat yıllar içinde duyulan ihtiyaç sebebiyle güncellenmesi gerekmiş ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 54 ve 55. maddeleri uyarınca 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Yine aynı tarihte (1 Haziran 2005) 5235 sayılı Kanun[1] yürürlüğe girerek ülkemizde, Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemelerinin kurulması da kabul edilmiştir.

Adli yargıda ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemeleri aynı Kanunla kurulmuşken temyiz mahkemesi olan Yargıtay’ın ayrı bir kanunla kurulması ve teşkilatlanması tercih edilmiştir. İlk derece mahkemeleri içinde yer alan özel mahkemelerin de kendi kanunları ile kurulması tercih edilmiştir.

Bölge adliye (istinaf') mahkemelerinin fiilen göreve başlamasına kadar hukukumuzda ilk derece ve temyiz mahkemeleri olmak üzere iki dereceli bir mahkeme sistemi geçerliliğini uzun yıllar korumuştur.

İstinaf mahkemelerinin Kanunla kuruluşu kabul edildikten uzun bir süre sonra, fiilen çalışmaya başladığı tarihten itibaren, artık hukukumuzda üç dereceli mahkeme sistemi (ilk derece- istinaf- temyiz) uygulanmaktadır.[2]

Mahkemeler, diğer taraftan kuruluş ve çalışma usulleri bakımından tek hakimli ve çok hakimli (toplu) mahkemeler, yargı sistemine ilişkin derecelendirmede bulundukları yere göre ise ilk derece mahkemeleri ve üst derece mahkemeleri şeklinde bir tasnife de tabi tutulmaktadırlar.

Çalışmamızın konusu mahkemelerin görmeyi üstlenmiş oldukları uyuşmazlıkların niteliğine ya da tarafların durumlarına göre genel görevli mahkemeler ve özel görevli mahkemelerin kuruluş ve görevlerini incelemek olduğu için, İstinaf ve Yargıtay’ın kuruluş ve görevlerine yer verilmemiştir.

I. GÖREV KURALLARININ HUKUKİ NİTELİĞİ

Hukukumuzda medeni yargı koluna giren bir davanın, ihtilafın konusu ve/veya taraflarına göre, bu yargı kolunda kurulmuş bulunan ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından görülmesi gerektiği görev ile tabir edilmektedir. Diğer bir ifadeyle, özel hukuktan doğan bir dava konusu olan uyuşmazlığın, belli bir yargı çevresindeki genel veya özel mahkemelerden hangisi tarafından görüleceği hususu, görev ile ifade edilmektedir.

Aile mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesi, icra mahkemesi, iş mahkemesi, kadastro mahkemesi, tüketici mahkemesi medeni yargı alanı içerisinde yer alan özel görevli mahkemelerdir. Uygulamada sulh ve asliye hukuk mahkemeleri de ilk derece yargı alanlı içerisinde genel görevli mahkemelerdir. Medeni usul hukukunda görev kuralları ilk derecede yer alan söz konusu dokuz mahkeme arasındaki dava paylaşımını düzenlemektedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Görevin belirlenmesi ve niteliği” başlıklı 1. maddesinde; mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenleneceği, göreve ilişkin kuralların kamu düzenini ilgilendirdiği açıkça ifade edilmiştir.

Maddenin hükümet gerekçesinde; Anayasanın 142 inci maddesinden bahsedilerek, mahkemelerin görevlerinin ancak kanunda tayin edilebileceği, idarenin, düzenleyici idari işlemler ile mahkemelerin görevine ilişkin herhangi bir düzenleme ve belirleme yapamayacağı, kanunla yapılacak olan göreve ilişkin belirlemenin, Anayasanın 37 inci maddesinde güvence altına alınmış bulunan tabii hakim ilkesi ile de uyum içinde olduğu belirtilmiştir. Yeni yasal düzenleme ile görev kurallarının niteliğine dair der bir belirlemede yapıldığı ve görevin dava şartı haline getirilmiş bulunması sebebiyle... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 7 inci maddesindeki düzenlemenin tümüyle yürürlükten kaldırıldığı belirtilmiştir. Gerekçede görev kurallarının kamu düzeninden sayıldığı ve ayrıca tasarının 119 uncu maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde açıkça dava şartı olarak belirtildiği ifade edilmiştir. Bugün için hem sulh hukuk mahkemeleri hem de sliye hukuk mahkemelerinin tek hakimli mahkemeler olduğu ve her iki mahkeme herhangi bir derecelendirme ilişkisinin olmadığı vurgulanarak, sulh hukuk mahkemeleri ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki görev ilişkisi ile bu mahkemelerle özel mahkemeler arasında kurulmuş bulunan görev ilişkisi ve sonuçları arasında herhangi bir ayırım da yapılmadığı belirtilmiştir. Diğer taraftan görevin bu niteliği gereğince tarafların görev konusunda üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri belirtilmiştir.[3]

Öğretide görevin fonksiyonuna dair yorumlar yapıldığı görülmektedir. Bir görüşe göre görev, egemenliğin en somut kullanım biçimlerinden birisidir ve devletin yargı erkinin işleyişiyle doğrudan doğruya ilişkili olduğu için, emredici hukuk kuralları aracılığıyla düzenlenmiş bir alan konumundadır, bu özelliği dolayısıyla uyuşmazlığın tarafları anlaşmak suretiyle bu alanda tasarruf edemezler[4].

Diğer bir görüşe göre; görev, mahkemeye ilişkin dava şartları arasında yer alır (HMK m.114). Bu niteliği sebebiyle, davanın her aşamasında görev itirazında bulunulabilir, mahkeme de da­vanın her aşamasında, görevli olup olmadığı hususunu resen in­celeyebilir (HMK m. 115/f.1). Daha açıklayıcı olarak, taraflar aralarında yapacakları bir sözleşme ile görevsiz bir mahkemeyi görevli tayin edemezler böyle bir anlaşma hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz[5].

Bir dava şartı olması sebebiyle görev kurallarına uyulmamış olması halinde hem İstinaf yargılamasında hem temiz yargılamasında resen gözetilmesi gerekecektir, yani göreve ilişkin bir kurala uyulmamış bulunması mutlak istinaf ve temyiz sebebi oluşturmaktadır (HMK m. 115; m.355.c.2; m. 353/f.1(a),f.3, m.371/f.1,(b). Tarafların ilk derece mahkemesinin görevsiz olması sebebiyle hükmü istinaf veya temyiz etmesine gerek bulunmamaktadır.

Davanın istinaf incelemesine gönderilmesi halinde, istinaf yargılaması sırasında bölge adliye mahkemesince (BAM) davanın görevsiz mahkemede açıldığı tespit edilirse, ilk derece mahkemesinin kararının esastan incelemesine gerek görülmeden kaldırılmasını ve davanın yeniden görülmesi için, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine dosya üzerinden kesin olarak karar vermesi gerekir. (HMK m. 353/f.1, (a) -3). Yargıtay incelemesinde de, davaya görevsiz mahkemede bakıldığı anlaşılmışsa, Yüksek Mahkemece verilecek olan kararın HMK’nın 371 m.’sinin (b) bendi uyarınca bozma kararı olmalıdır[6].

HMK 374. M. uyarınca, görevsiz mahkemenin verdiği karara karşı, görevsizlik iddiası artık hüküm kesinleştikten sonra ileri sürülemeyecektir. Yani görevsiz mahkemenin verdiği kesinleşmiş hüküm, bu nedenle geçersiz sayılamayacak ve görevsizlik nedeniyle yargılamanın yenilenmesi (HMK M. 374. vd) istenemeyecektir[7].

II. İLK DERECE MAHKEMELERİ KURULUŞ VE GÖREVLERİ

İlk derece mahkemeleri bir uyuşmazlığın çözümü için ilk olarak başvurulması gereken ve bu uyuşmazlığın incelenerek karara bağlandığı mahkemelerdir. Medeni yargılama hukukunda hüküm mahkemeleri, genel görevli mahkemeler ve özel görevli mahkemeler olmak üzere ikiye ayrılır.

A. GENEL BİLGİLENDİRME

Genel mahkemelerin yargılama yetkileri belirli kişi ve/veya konuyla sınırlandırılmamış, aksi kanunla öngörülmemiş olmak şartıyla, yetkili ve görevli oldukları medeni yargılama hukukunun iştigal alanına giren her türlü işe bakıp, yargılama faaliyeti yürüten mahkemelerdir [8]. Medeni yargı alanında yargılama yetkisi kullanan sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri genel mahkemelere örnek olarak verilebilir.

Kural olarak davanın genel mahkemelerde görülmesi esastır. Yani özel görevli mahkemelerde bakılacağı açıkça bir kanun hükmüne dayanmayan tüm dava ve işler genel görevli mahkemelerde görülecektir[9]. Ancak bazı konular yargılama faaliyetini yürütecek olan hakimlerin uzman olmalarını veya belirli özelliklere sahip olmalarını zorunlu kılabilir.

Diğer taraftan özel görevli mahkemelerin kurulmuş olması, özel ihtisas gerektiren konularda yargılamanın da daha adil yapılmasını sağlayabilir. Özel mahkemelerin, belirli kişiler veya belirli türdeki kişi ve meslek üyeleri arasında çıkan ihtilafları ele almış almaları, bu kişilere özel yargılama yapılacağı anlamına kesinlikle gelmez, gelmemelidir. Bilakis yargılamanın daha iyi ve verimli yapılabilmesini sağlamaya yönelik ve uzmanlık ve özellik gerektiren konularda için getirilmiş bir yargılama sistemidir.[10] Özel görevli mahkemelerin hangi çeşit davalara bakacakları kendi kuruluş kanunlarınca düzenlenmiştir[11]. Örneğin, iş mahkemeleri işçi ve işveren arasındaki uyuşmazlıklar, aile mahkemeleri boşanma, velayet, boşanmanın hukuki neticelerine ilişkin uyuşmazlıklar, kadastro mahkemeleri ise, sadece ülkemizin kadastral, topografik haritasına dayalı olarak, taşınmaz malların sınırlarını belli esaslar dahilinde düzenlemekle görevli ve sadece bu alanlarda çalışmak üzere kurulmuş özel görevli mahkemelerdir.

Özel yetkili mahkemelerin kurulması, Anayasamızın 37. Madde hükmünde ifadesini bulan tabi hakim ilkesi işle de uyum içindedir. Anayasa m.37, "hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkartılamaz, bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkartma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz" hükmünü getirmiştir. Bu ilkenin getiriliş amacı, hukuk güvenliği açısından, belli ayrıma tabi tutulmuş davaları görmek üzere kurulmuş mahkemeler varken, bir veya bir kaç kişinin davasının çözüme kavuşturması amacıyla özel mahkemeler kurulmasını yasaklamaktadır. Elbette ki bu düzenleme belli esasları taşıdığı için ticaret hukukumuzda tacir sıfatını taşıyan kişilerin hepsinin aralarında çıkan uyuşmazlıkları çözmek üzere ticaret mahkemelerinin kurulmasına engel değildir[12].

B. GENEL MAHKEMELER KURULUŞ VE GÖREVLERİ

Uygulamada ve öğretide baskın görüşlere göre, medeni yargı alanında, sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri genel görevli mahkemeler olarak kabul edilmektedir[13].

Bu şekilde bir ayrım, hem hukuk hem de ceza yargısı bakımından geçerlilik taşıyan, pozitif hukuk açısından dayanakları da bulunan köklü bir ayrımdır. Sulh mahkemesi ve asliye mahkemesi, ma­kam olarak tektir. Diğer taraftan 5235 s.K.’da da sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ilk derece yargı mercileri içinde genel görevli mahkemeler olarak belirtildikten sonra, özel kanunlarla kurulan diğer hukuk mahkemeleri, yani özel görevli hukuk mahkeme­leri şeklinde bir ayrım yapılmıştır (5235 s.K m. 4) Bu kabul Kanunun kuruluş amacına da uygun olacaktır. Sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri, hukuk yargısı alanındadırlar (5235 s.K. m.5/f.2)[14].

Diğer taraftan öğretide genel ve özel mahkemeler ayırımında farklı görüşler olduğu görülmektedir. Baskın görüşe göre; Sulh Hukuk Mahkemeleri ve Asliye Hukuk Mahkemeleri genel görevli mahkemeler olarak kabul edilmektedir[15].

Diğer görüşlere göre; Genel mahkemeler teriminin, özel mahkemeler teriminin karşıtı olarak kullanıldığı, bakacakları işler (davalar), belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olan, medeni usul hukukuna giren her türlü iş ve davalara bakan mahkemelere genel mahkemeler denildiği, bunların sulh hukuk, asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemeleri olduğu görüşüdür[16]. Bu görüşte olan diğer bir yazara göre, asliye ticaret mahkemeleri, ayrı bir kuruluş kanununa sahip olmayıp, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri gibi genel görevli hukuk mahkemeleri arasında yer alır. Asliye Ticaret Mahkemeleri, asliye hukuk mahkemesinin görevine giren ticari davaların çözümlendiği mahkemelerdir yani asliye ticaret mahkemeleri asliye hukuk mahkemelerinin bir dairesi konumundadır. Ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, o yerdeki asliye hukuk mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla önüne gelen ticari uyuşmazlık hakkında karar vermektedir. Bu görüşe göre, TTK’nın 5. m’.si asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemesi arasındaki iş bölümünü düzenlemektedir[17].

Diğer bir görüş, 5235 s.K. m. 4.’de; hukuk Mahkemelerinin, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer hukuk mahkemeler olarak ayrıldığı, yine aynı Kanunun hukuk mahkemelerinin görevlerini düzenleyen 6. m’sinde sulh hukuk mahkemelerinin, HMK ile diğer kanunlarda sayılan görevleri yerine getirdiği, sulh hukuk mahkemelerinin HMK m. 4’te sayılan davalarla, bu kanun ile diğer kanunların sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hakiminin görevlendirdiği dava ve işlere baktığı ifade edilmektedir. Bu ayrımda asliye hukuk mahkemelerinin ise, sulh hukuk mahkemeleri ile özel görevli mahkemelerin görevleri dışında kalan ve özel hukuk ilişkilerinden doğan her türlü dava ve işler ile kanunların verdiği diğer dava ve işlere baktığı ifade edilerek, . HMK m. 2/f.1’e göre, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığına ilişkin davalar ile şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkemenin, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesi olduğu ileri sürülmektedir[18].

Yine aynı yazarlara göre, HMK m. 4, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın sayılan davalara sulh hukuk mahkemesinde bakılacaktır, bu düzenlemenin sulh hukuk mahkemelerinin görev alanını daralttığı söylenebilir, ancak buna rağmen, sulh hukuk mahkemelerinin görev alanı, özel görevli mahkemelerle karşılaştırıldığında çok geniş kalmaktadır. Sulh hukuk mahkemeleri, HMK m. 4'te üç bent halinde sayılan dava ve işlerin dışında, kanunların gösterdiği diğer davalarda da görevlidir. Hukukumuzda son derece geniş bir uygulama alanı bulunan çekişmesiz yargı işlerinde de (HMK m.382vd.) görevli mahkeme, aksine hüküm bulunmadıkça, sulh hukuk mahkemesidir (m.383). Bu sebeple örneğin işçi ve işveren arasında çıkan uyuşmazlıklarda görevli olan iş mahkemeleri veya Kadastro Kanununun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklara bakmak için kurulan kadastro mahkemeleri gibi özel görevli mahkemelere oranla, yine de genel görevli mahkeme niteliğinde olduğu, ancak herhangi bir sınır (tutar) belirtilmeksizin sulh hukuk mahkemelerinin bakacakları iş ve davaların, ayrı ayrı sayılması karşısında da, sulh hukuk mahkemelerinin, bir anlamda özel görevli mahkemelere de yaklaştığı belirtilmektedir.Ancak yine de sulh hukuk mahkemesinin görevlerine bakıldığında (m.4), ne konu, ne de taraflar açısından bir nırlamanın olmadığı, birbirinden farklı türde bazı davalar veya işlerin sulh hukuk mahkemesinin görev alanına bırakıldığı, bu durumun bu mahkemenin özel görevli mahkeme olarak kabulüne engel olduğu, sulh hukuk mahkemelerinin çok farklı türde dava ve olmadığı belirtilmektedir[19].

Diğer farklı bir görüşe göre ise; genel mahkeme olarak sadece asliye hukuk mahkemesinin görev yaptığı kabul edilmektedir[20].

Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde, ödevimizde öğretide genel kabul gören ve Kanun’daki düzenlenişine göre sulh hukuk mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri genel mahkemeler olarak kabul edilerek inceleme yapılması tercih edilmiştir.

1. Sulh Hukuk Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri

Sulh hukuk mahkemelerinin kuruluş ve görevleri ile ilgili düzenlemeler, 5235 sayılı Kanun’un 4. ve 5. maddeleri ile 6. maddesinin birinci fıkrasında ve 6100 sayılı HMK’nın 4. Maddesinde yer almaktadır. Sulh hukuk mahkemeleri, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumu ve iş yoğunluğuna göre belirlenen ilçelerde Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur[21].

Sulh Hukuk Mahkemelerinin görevi, kanunlarla belirtilmiş olup, istisnaidir. Sulh hukuk mahkemesinin görevi dışında kalan bütün hukuk davalarına, asliye hukuk (veya ticaret) mahkemesinde bakılır. Çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme (aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece) sulh hukuk mahkemesidir. Sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. Sulh hukuk mahkemelerinin yasal düzenlemeler çerçevesinde görevleri aşağıda sayılmıştır;

“Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın;

a) Kiralanan taşınmazların, (9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere,) kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,

b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları,

c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,

d) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları görürler[23].

Yukarıdaki düzenlemelerle; HUMK m.8’den farklı olarak, kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıkların sulh mahkemesinin görevleri arasında sayılmaktadır. Bu kira akdinin feshi davaları ve bu davalarla birlikte açılmış kira alacağı ve tazminat davalarını da düzenleme içine alarak hükmü genişletmiştir[24].

Söz konusu düzenleme ile kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dahil olmak üzere, kira hukukuna ilişkin tüm uyuşmazlıkları içeren davalar ile bunlara karşı açılacak davalar sulh hukuk mahkemesinin görev alanındadır. Kira ilişkisinin taşınır, taşınmaz maşla ilişkin olup olmaması, kiranın adi veya hasılat kirası olmasının bir önemi yoktur. Bu bakımdan malvarlığı davalarında, sulh hukuk mahkemelerinin görevleri istisnai niteliktedir. Bu alanda asıl görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemeleridir. Malvarlığı ve şahısvarlığı davalarından doğan davalarda sulh hukuk mahkemesi ancak kanunun açıkça izin verdiği alanlarda görevlidir[25].

Bununla birlikte, sulh hukuk mahkemelerinin görevleri bunlardan ibaret değildir zira, HMK’nın 383.’üncü maddesine göre; “aksine bir düzenleme olmadığı” sürece çekişmesiz yargı işlerinde genel görevli mahkemedir [26].

Yargıtay’ın önüne gelen bir dosyada; taraflar arasındaki finansal kiralama sözleşmesine dayanan bir uyuşmazlık incelenerek aşağıdaki karar verilmiştir;

Davacı vekili, taraflar arasında finansal kiralama sözleşmesi imzalandığını, sözleşme ekindeki malların finansal kiralama yöntemiyle davalıya kiralandığını, davalının sözleşmede yükümlülüklerini yerine getirmediğini, davalıya kira bedellerinin 60 gün içerisinde ödenmesi aksi takdirde sözleşmenin feshedileceğine dair ihtarname gönderildiğini, ancak davalı tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığını ileri sürerek, sözleşmenin feshine, kiralanan malların kesin olarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmemiştir.

Mahkemece dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, davanın finansal kiralama sözleşmesinin feshinin tespiti ve kiralananın davacıya teslimine ilişkin olduğu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın kira ilişkisinden kaynaklandığı, HMK’nın 4/1-a maddesi uyarınca kira sözleşmesinden kaynaklanan her türlü davaya bakma görevinin sulh hukuk mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık taraflar arasında 02/05/2014 tarihli Finansal Kiralama Sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Finansal Kiralama Kanununun 3. maddesinde finansal kiralama sözleşmesi yapabilecek şirketler sayılmıştır. Bunlar; finansal kiralama şirketleri, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankalarıdır. 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinin 1. fıkrasının f bendinde finansal kurumlara ilişkin işlerin ticari iş sayılacağı ve bundan doğan davaların ticari dava olacağı düzenlenmiştir. Mahkemece bu hüküm gözetilmeden yanılgılı gerekçelerle görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir. denilerek isabetli bir karar vermiştir.

Ayrıca 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa (Ek 1’inci m.’si) göre, bu kanunun uygulamasından doğan her türlü uyuşmazlıklar sulh hukuk mahkemesinde görülür[27].

Diğer taraftan, mirasçılık belgesi verilmesi işi, artık sulh hukuk mahkemelerinin görev alanı içindedir (TMK m. 598/f.1). Mirasçılık belgesinin iptal edilerek yenisinin verilmesi talebi bir çekişmeyi gerektirdiğinden yargılama faaliyeti olarak asliye hukuk mahkemesinin görevi içine alınmıştır[28].

2. Asliye Hukuk Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri

Sulh hukuk mahkemeleri, 5235 sayılı Kanuna göre her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumu ve iş yoğunluğuna göre belirlenen ilçelerde HSK’nın olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulmaktadır (m.5).

Özel mahkemelerin görevlerine giren işler dışında kalan tüm işler asliye mahkemelerince görülür. Medeni Yargıda, malvarlığı haklarından doğan davalarda, bu açıdan bakıldığında asliye hukuk mahkemeleri asıl görevli mahkemelerdir[29]. Asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri, malvarlığına ilişkin dava ve işler (konusu para olan ya da para ile değerlendirilebilen, şahısvarlığına ilişkin dava ve işler şeklinde ikili bir ayırıma tabi tutarak belirlemek daha sağlıklı bir yöntem olur.

a. Konusu Para Olan ya da Para ile Değerlendirilebilen (Malvarlığına İlişkin) Davalar

Bu tür davalarda dava konusu mal veya hakkın değerine bakılmaksızın asliye hukuk mahkemesi görevlidir (HMK m.2). Örneğin davanın konusu 2.000 Türk Lirası de olsa 20.000.000 Türk Lirası da olsa dava asliye hukuk mahkemesinde görülecektir.

Mülga HUMK döneminde olduğu gibi, görevin belirlenmesi hakkında her yıl parasal sınırlarının artması suretiyle mahkemelerin görevleri değişmeyeceğinden, bir yıl asliye hukuk mahkemesinin görevine giren dava ertesi gün sulh hukuk Mahkemesi'nin görevine girmeyecektir. Konusu para ile değerlendirilebilen davalarda, davacı dava açarken dava konusunun parasal değerini dava dilekçesinde göstermek zorundadır. Ancak bu zorunluluk artık görevli mahkemenin belirlenmesi için değil sadece dava konusu üzerinden harç alınabilmesi içindir. Aynı şekilde dava açıldıktan sonra dava konusunun değerinde kendiliğinden meydana gelen değişiklik yani artma ve azalmalar mahkemenin görevini değiştirmeyecektir. Örneğin dava konusu birden fazla ise iki talebin toplamına göre görevin belirlenmesi söz konusu olmayacaktır. Zira ister tek ister birden fazla talep olsun; dava konusu para ise ya da para ile değerlendirilebiliyorsa asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Bu nedenle eski kanunda dava konusunun birden fazla olması halinde görevli mahkemenin nasıl tespit edileceğine ilişkin hüküm yeni kanunda yer almamıştır. Nitekim terditli davalarda görevli mahkemeyi belirlemek için hangi talebin değerinin diğerinden daha fazla olduğu şeklindeki tespite de gerek kalmamıştır[30].

HMK’da asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunun belirtildiği HMK m.217 uyarınca, bir kişi veya kurumun elinde bulunup mahkemeye teslim edilmesi gereken belgenin aslı istendiğinde, belgenin aslını tasdik edecek görevli mahkeme asliye mahkemesi olacağı düzenlenmiştir.

Asliye hukuk mahkemelerinin ayrıca diğer yargı kollarına giren bazı davalar bakımından da özel düzenlemelerle görevli sayıldığı pek çok durum vardır[31].

Asliye hukuk mahkemelerinin, HMK dışındaki kanunlarda davanın değerine bakılmaksızın görevli olduğuna ilişkin örnek vermek gerekirse, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun [32]adli yargının görev alanına girdiğini ifade ettiği uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görevine girecektir (KamK. m.37). Aynı şekilde 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri kanununun[33] 36. maddesine göre de, nüfus kayıtlarının düzeltilmesine dair davalarda ilgililer yetkili resmi dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılacaktır[34].

Diğer kanunlardan verilen örneklere devam edilecek olursa, TMK m.60’da sözü edilen, derneğin feshi davasında, TMK m. 397 uyarınca, vesayet makamı sulh hukuk mahkemesi olmakla birlikte, denetim makamı ise asliye hukuk mahkemesidir. 3224 sayılı Türk Diş Hekimleri Birliği Kanunu madde 35 gereğince; “amaçları dışında faaliyet gösteren odalar ve Birliğin sorumlu organlarının görevlerine son verilmesi de yerine yenilerinin seçilmesi”, 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu ek madde 2’de yer alan düzenleme; 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereğince, “çocuk mahkemesi bulunmayan yerlerde bu mahkeme göreve başlayıncaya kadar korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları görevli aile veya asliye hukuk mahkemelerince alınır”, İmar Kanunu[35] madde 17/f.4’e göre takdir edilen bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine tabidir. Kamulaştırma Kanunu’na yapılan bu gönderme sebebiyle, asliye hukuk mahkemesi, bu husustaki ihtilaflarda görevli olacaktır[36].

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir kararında;

“4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5133 sayılı Kanun ile değişik 4/1 maddesinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısım hariç olmak üzere ikinci kitabından (TMK. m 118-494) doğan bütün dava ve işlere Aile Mahkemesinde bakılır”[37] denilmiştir.

Kararda, soy bağına ilişkin hükümlerin 4721 sayılı Medeni Kanunun 282. maddesi ve devamında düzenlendiği ve görevin aile mahkemelerinde olduğu, Nüfus Kanununun 46. m.’sinde düzenlenen nüfus kaydının düzeltilmesi davalarının asliye hukuk mahkemelerinin görevine gireceği, nüfus kayıtlarının davacının talebi gibi düzeltilebilmesi için öncelikle gerçek anne - babanın dolayısı ile soy bağının tespit edilmesinin gerektiği, her iki davanın birlikte açılması halinde görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi değil aile mahkemesi olduğu belirtilmiştir.

Yargıtay’ın uyuşmazlık bakımından, görevli mahkemeyi tespit ederken taraflar arasındaki temel hukuki ilişkiyi değerlendirdiği, buna göre taraflar arasındaki uyuşmazlığın iş sözleşmesinden, işçi – işveren ilişkisinden veya taraflar arasındaki tüketici sözleşmesinden kaynaklanması halinde görevin tespitinde bu hukuki ilişkilerin ön planda tutulduğu görülmektedir. Yine örneğin taraflar arasında kira sözleşmesi bulunması halinde haksız işgal sebebiyle ecri misil talebi yine asliye hukuk mahkemesinde görülecektir[38].

Nitekim bir Yargıtay kararında; asıl işveren – alt işverenlik ilişkisi bulunan bir olayda, davacı işçinin açmış olduğu dava sebebiyle mahkemece hükmedilen işçilik alacaklarını sorumlu olmadıkları halde ödeyen asıl işverenin, alt işverene açmış olduğu rücu davasında, mahkemenin iş mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verdiği, hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine;

İş mahkemesinin görevli olabilmesi için uyuşmazlığın taraftarının işçi ve işveren veya işveren vekili olması, uyuşmazlığın iş sözleşmesinden veya İş Kanunundan kaynaklanması şarttır. Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olup kıyas veya yorum yoluyla genişletilemez yahut değiştirilemez. Somut olayda taraflar arasında işçi-işveren ilişkisi bulunmadığı gibi uyuşmazlık iş sözleşmesinden veya İş Kanunu'nda kaynaklanmaktadır kural olarak rücu hakkına dayanılarak açılan alacak davaları genel mahkemelerde görülür”

kararı ile rücu davalarında görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğuna hükmetmiştir [39].

Yine bir Yargıtay kararında; davacı tarafından açılan davaya tüketici mahkemesi sıfatıyla bakılıp karar verilmesi sebebiyle, davalı tarafından kararın temyiz edildiği, davanın Genel Kredi Sözleşmesine dayanılarak açıldığı, verilen kredinin tüketici kredisi (ihtiyaç, konut, araç kredisi) olduğuna dair herhangi bir ibare bulunmadığı, mahkemece bu hususta bilirkişi incelemesi yapılarak verilen kredinin içeriğinin belirlenmesi gerektiği, tüketici kredisi olmadığının anlaşılması halinde, tüketici mahkemelerinde basit yargılama usulü, asliye hukuk mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulandığı gerekçesiyle, davaya genel mahkeme sıfatıyla bakılması gerektiğine hükmedilmiştir[40].

Yine asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu hukuki ilişkilere örneklere aşağıda yer verilmiştir. Buna göre; eşlerden birinin diğer eşin yaptığı hukuki işlemin muvazaa sebebiyle iptali için açtığı dava mal varlığına ilişkin bir dava olduğu için asliye hukuk mahkemesinde görülür, aynı şekilde boşanma davası ile ilgili bulunmayan davacı kadının evlilik birliğinin kurulması için yaptığı harcamalara ilişkin talebi hakkında da asliye hukuk mahkemesi karar vermelidir. Terekenin borca batık olduğunun tespitine ilişkin davalar HMK 2. maddesi gereğince mal varlığına ilişkin olduğundan asliye hukuk mahkemesinin görevine girmektedir. Yine Mirasın reddinin iptali davasında görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Mirasçılık belgesinin iptali davalarında görevli mahkeme HMK 2. maddesi gereğince mal varlığına ilişkin olduğundan asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Çekişmesiz yargı işi olan gaiplik istemi yanında, gaibin malvarlığının da Hazineye devri isteminde artık bir dava olarak nitelendirilerek malvarlığına ilişkin olduğundan asliye hukuk mahkemesi görevli kabul edilmektedir.2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m.277-284 hükümleri uyarınca açılacak Tasarrufun iptali davalarında Yargıtay, özel bir düzenleme bulunmadığı için, genel mahkemelerin görevli olduğunu, malvarlığına ilişkin olduğu için de asliye hukuk mahkemesi görevli olduğunu belirtmektedir[41].

Sigortadan kaynaklanan rücuen tazminat davalarında Yargıtay, sigortacının, sigortalının haklarına halef olduğu gerekçesiyle sigortalı kimse ile sorumlu kişi (davalı) arasındaki tazminata konu olan esas hukuki ilişkinin niteliğine göre görevli mahkemeyi tespit etmektedir. Örneğin sigortalı ile sorumlu kişi arasında taşıma ilişkisi varsa bu sebeple dava mutlak ticari dava sayılarak rücuen tazminat davası da asliye ticaret mahkemesinde görülmelidir[42].

1944 tarihli içtihadı birleştirme kararına göre; rücuen tazminat davasında halef olunan hukuki ilişkiye bakılması gerektiği vurgulanmıştır. Hüküm gereği sigortacının hukuken sigortalının yerine geçmesi sebebiyle rücu davasında sigortalı ile sorumlu kişi arasındaki hukuki ilişkiye bakılarak görevli mahkemenin belirlenmesi gerektiği, zira kanunun sigortalının daha önceden açtığı bir dava varsa sigortacının bu davaya devam edeceğini de düzenleyerek görev konusunda asıl hukuki ilişkiye bakılması gerektiği belirtilmektedir[43].

İdarenin taraf olduğu rücuen tazminat davalarında, somut olayın özelliğine göre adli veya idari yargıda (tam yargı davası olarak) görülebileceği belirtilmekte, diğer rücu ilişkilerinde de, rücu talebine esas olan hukuki ilişkiden ayrı olarak, taraflar arasındaki hukuki ilişkiye göre görevli mahkemenin belirlendiği belirtilmektedir[44].

b. Şahısvarlığına İlişkin Dava ve İşler

Şahıs varlığına ilişkin haklar malvarlığına ilişkin haklar gibi maddi bir değere sahip değildir Bu haklardan kaynaklanan davalar şahıs varlığına ilişkin davalardır. Örneğin boşanma davası babalık davası nesep ile ilgili davalar şahıs varlığına ilişkin davalardır.

Şahıs varlığına ilişkin olup açıkça sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmeyen davalarda genel görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Örneğin Yargıtay’ın bir kararında;

“Şahıs varlığına dahil olup talepler arasında para olsa dahi Asliye Hukuk Mahkemesi görevli olacaktır. Örneğin saldırının kınanması veya karar özetinin yayını gibi isimlerin bulunduğu davalar HUMK’nın 8/II. bendinde sayılan davalar arasında yer almaktadır.Tazminat ile birlikte olsun ya da olmasın bu gibi işlemlere ilişkin davalarda görevli mahkeme dava değerine göre de belirlenemez o halde BK.’nın 49. Maddesinde belirtilen yaptırım ve kınama istemli davaların asliye mahkemesine sonuçlandırılması gerekmektedir.” denilmektedir[45].

Diğer bir kararında;

“Yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı sebebiyle açılan davalar kişi varlığına yönelik davalar olup HMK 2. maddesine göre miktara bakılmaksızın tüm mal varlığı ve kişi varlığına dair davalara bakmaya asliye hukuk mahkemesi görevlidir” denilmiştir[46].

Şahıs varlığına ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemesinin görevi asıl sulh hukuk mahkemesinin görevi ise istisnadır. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin görevi kanunda ayrıca ve açıkça belirtilmelidir. Ancak şahıs varlığına ilişkin olmakla birlikte 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanuna göre aile mahkemesinin görevine giren davalar bakımından asliye hukuk mahkemesi değil aile mahkemesi görevli olacaktır. Bu nedenle sulh hukuk mahkemesi ve aile mahkemesinin görevine girmeyen ve özel hükümler ile başka bir mahkemenin de görevlendirilme davalar bakımından asliye hukuk mahkemesi görevlidir demek doğru olacaktır.

HMK m. 383 uyarınca, çekişmesiz yargı işlerinde ise görevli mahkeme aksine düzenleme olmadıkça sulh hukuk mahkemesidir. Bazı çekişmesiz yargı işlerinin ise asliye hukuk mahkemesinin görevine girdiği açıkça belirtilmiştir. Kanunlarda bu şekilde açıklık bulunmayan sadece mahkeme ya da hakim teriminin kullanıldığı hallerde de çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesi olarak anlaşılmalıdır. Örneğin, gaiplik ile ilgili TMK m.32, 33, 35, 44, 131, aile yurduna ilişkin 387, 390, 395, yetki belgesinin geri verilmesi ile ilgili TBK m. 44, ifadan kaçınma ve tevdi ile ilgili m. 187, malın açık artırma ile satılmasına ilişkin m. 542, yine gaiplik kararı ile ilgili TMK m.45.“Gaiplik kararı, hakimin bildirmesi üzerine, ölüm kütüğüne kaydolunur” hükmü, TMK m. 183 )[47].

C. ÖZEL MAHKEMELER KURULUŞ VE GÖREVLERİ

1. Kısaca Tarihsel Gelişim

Ülkemizde ilk olarak kurulan özel mahkeme ticaret mahkemesidir. Zira devlet şer'i hukuk ile bağlı olmadan ticari ilişkileri düzenlemek için Fransız Ticaret Kanunu’ndan çeviri ile Türk Ticaret Kanunu’nu yürürlüğe koyunca bu kanunun uygulanması için özel bir ticaret mahkemesi kurmuştur. Nizamiye mahkemelerinin kurulması daha sonra olmuştur. Meşrutiyet'in ilanının ardından, sulh mahkemeleri kurulmuştur. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, doğan ihtiyaç sebebiyle hükümet ülkenin genel kadastrosonu yapmaya karar vermiş ve insanlar arasında arazi sınır uyuşmazlıkları fazla olduğundan, kadastro işlemlerinin çözümlenmesi amacıyla işlemlerin seri bir şekilde yapılabilmesi için bu konulara bakmak üzere özel kadastro mahkemeleri kurulmuştur. Kadastro mahkemelerini, Danıştay ve ağır ceza mahkemelerinin kuruluşu takip etmiştir[48].

Özel mahkemelerin kurulma nedeni, yargının hantal işleyen sistemi içerisinde, belirli konularda uzmanlaşma (ihtisaslaşma) sağlanması ve daha seri ve tarafları memnun edici kararlara ulaşılmalarının sağlanması olmuştur. Özel görevli mahkemelerin kuruluşlarındaki hukuki dayanağı ise 5235 sayılı K. m.6 dır. Özel görevli mahkemelerde görevli hakimler meslekten hakimdirler. Genel ve özel görevli mahkemeler arasındaki ilişki ise görev ilişkisidir[49].

2.Asliye Ticaret Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri

a. Genel Olarak

Asliye ticaret mahkemeleri, dava konusunun miktar veya değerine dair herhangi bir sınırlama olmaksızın ticari davaların görüldüğü özel mahkemelerdir. Asliye ticaret mahkemeleri, sadece büyük şehirlerde veya ilçelerde kurulabilmiştir[50].

Asliye ticaret mahkemeleri bir başkan ve iki üyeden oluşan tek toplu mahkeme konumundadırlar. Bir yerde ticari davaların yoğunluğu sebebiyle birden fazla asliye ticaret mahkemesi kurulmuşsa HSK, bu mahkemelerden bir veya birkaçını münhasıran TTK ile diğer kanunlarda doğan deniz ticaretine ve deniz sigortalarına ilişkin hukuk davalarında bakmakla görevlendirebilir (TTK m. 5/f.2,son c.). Ayrı asliye ticaret mahkemesi kurulmamış olan yerlerde, bu mahkemelerin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılır.[51]

6335 sayılı kanunla[52], asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasındaki iş bölümü ilişkisi sona erdirilmiş ve her iki mahkeme arasındaki ilişki görev ilişkisine dönüştürülmüştür. Nitekim 6335 sayılı kanunun 2. maddesine göre 6102 sayılı TTK’nın 5/f.3 değiştirilerek 1956 yılından itibaren asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkide varlığı kabul edilen iş bölümü ilişkisi sona ermiştir[53].

Asliye ticaret mahkemeleri, ticari davalarla, ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlendirilmiş olan bir uzmanlık yargı yeri konumundadır (TTK. m.5). Ticari davalar mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olmak üzere iki ana gruba ayrılmaktadır.

a. Mutlak Ticari Dava

TTK’da düzenlenen hususlardan doğan ve tarafların tacir olup olmamasına ve uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesiyle ilişkili bulunup bulunmamasına bakılmaksızın, ticari sayılan davalardır. Örneğin kıymetli evraka ilişkin davalar. Bu davaların nelerden ibaret olduğu TTK’nın 4. m’si ile özel kanunlarda gösterilmiştir.

TTK da düzenlenen mutlak ticari davalar şunlardır;

TTK’da düzenlenmiş olan bütün hususlardan doğan davalar (TTK m.4,I/a), TMK’nın 962 ila 969. maddelerinde düzenlenmiş olan rehin karşılığında ödünç verme işlerinden doğan(TTK m.4/f.1/b), 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı TBK’nın malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi veya şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ila 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ila 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ile 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ila 554, havale hakkındaki 555 ila 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ila 581 maddelerinde düzenlenen hususlardan doğan (TTK m.4,I/c), fikri mülkiyet hukukuna dair mevzuattan doğan, (TTK m.4/f.1/d), borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerden doğan, (TTK m.4/f.1/e), bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerden doğan (TTK m.4/f.1/f), hukuk davaları ile çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı düzenlenmiştir. TTK’nın 4/f.1.c.son’da, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir eserlerine ilişkin haklardan doğan davaların bunlardan istisna olduğu belirtilerek, ancak bir ticari işletmeyi ilgilendirmesi kaydı ile ticari dava sayılacağı kabul edilmiştir.

Ancak TTK’nın 4. m’sinin düzenlenmesi öğretide mutlak ticari dava kavramıyla örtüşmediği, havale ve vedia (saklama) sözleşmesi sözcüklerinin madde metninden çıkartılmasının kanunun kendi içindeki tutarlılığı bakımından daha doğru olacağı, havale ve vedia ilişkisinden kaynakl