Tutuklamanın hukukiliğinin çerçevesi ve şartları; Anayasa m.19/3’de, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/1’de CMK m.100 ve m.101’de düzenlenmiştir. Bu maddelerde gösterilen şartlar emredici özellik taşıyıp, Anayasa m.138/1 gereğince de tüm hakimleri ve mahkemeleri bağlar. Anayasa m.13 gereğince; Anayasada gösterilen özel sebepler ve yasal düzenleme olmadıkça, hiç kimsenin hak ve hürriyeti kısıtlanamayacağı gibi, yasal kısıtlamalar demokratik toplumda bulunan zorunluluğa, “ölçülülük” ilkesine aykırı olamaz, hiçbir kısıtlama temel ve hak hürriyetlerin özünü zedeleyemez.

Tutuklamanın hukukiliği ilk tutuklama için geçerli olup, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti (CMK m.100/1’e göre iddiaya konu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesin gösteren somut deliller) olan kişi, ancak kaçmasını veya delilleri ortadan kaldırmasını veya değiştirmesini gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilmesi veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve yasal dayanağa sahip hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir.

İlk tutukluluğa itirazda ve bireysel başvuru yollarına gidilmesi halinde; itiraz veya olağanüstü kanun yolu mercilerinin ilk tutukluluğun hukuka aykırılığı ve neden tutukluluk yerine adli kontrol tedbirinin uygulanmadığı konusunda sıkı bir inceleme yapmadıkları, bu konuda tutuklayan hakime veya davayı gören mahkemeye bir takdir alanı bıraktıkları görülmektedir.

Anayasa m.19/7, İHAS m.5/3’de güvence altına alınan makul sürede yargılanma ve serbest bırakılmasını isteme hakkını düzenlemiştir. Anayasa m.19/8 ise; İHAS m.5/4’de öngörülen, tutuklunun derhal bir hakim veya mahkeme önüne çıkarılarak tutukluluğun incelenmesini ve hukuka aykırı tutuklamaların bu yolla kaldırılmasını sağlama hakkını güvence altına almıştır.

Anayasa m.19/4 ve İHAS m.5/4, aynı zamanda tutuklunun ve müdafiinin dosyaya erişim hakkını da kapsamaktadır. Bu şekilde; tutuklunun özellikle soruşturma aşamasında dosyaya erişiminin sağlanması ve tutuklama sebepleri ile delillerini öğrenerek, tahliyesini isteme ve tutuklamaya itiraz etme hakkı doğmuştur. Tutuklu için dosyaya erişim hakkı çok önemlidir.

Tutuklamaya sevk edilen ve tutuklanan kişinin; tedbiren kısıtlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tekrar kazanması için yasal yolları kullanması, hangi sebeple ve delillerle tutuklandığını öğrenmesi ile mümkündür. Tutuklama tedbiri ve “ölçülülük” ilkesi gereğince tutuklama tedbiri yerine kabul edilen aynı şartlara sahip adli kontrol tedbiri konusunda mukayeseli hukukta üst düzey normlara sahip olduğumuz bir gerçektir. Ancak sorun; hukuka, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne, Anayasaya ve Kanuna aykırı, yasal temeli olmayan sebeplerin tatbikata yerleşmesinden, tutuklamanın bir ceza yargılaması tedbiri olmaktan öte, ceza veya sübjektif vasıta olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorunu tetikleyen ve yargı mensuplarını tutuklama tedbirini tercih etme noktasında birkaç fiili sebep varsa da, bu sebepler hukuki temelden yoksundur.

Üç tür tutuklama vardır. Bunlar; ilk tutukluluk, tutukluluğun devamı ve tutukluluğun uzatılması olup, tüm bunlarda şüphelinin veya sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı tedbiren kısıtlanır.

Tutuklulukla ilgili yasal düzenlemeler, soruşturmaya veya kovuşturmaya konu suçun cezasının ağırlığı ve özellikle de CMK m.100/3’de sayılan suçlardan birisinin işlendiği iddiası, somut bir sebebe ve delile yer vermeyen birçok tutuklama kararının, bireyselleştirme de yapılmaksızın soyut dayanağını oluşturmaktadır. İHAM ve AYM; bu konuda birçok ihlal kararı verdiği halde, bu yargı mercilerine yapılan başvurular “bireysel” kabul edildiğinden, maalesef tutuklama tedbiri konusunda yerel mahkemeleri ve kanun yollarını bağlayan bir içtihat oluşturulamamıştır. Tutuklama tedbiri ile ilgili kararlarda, açıkça CMK m.101/2’nin ilk cümlesine aykırı gerekçe oluşturulduğu görülmektedir[1].

Tutuklama tedbiri ile ilgili katalog suçlar CMK m.100/3’de yer almaktadır. Bir suçun katalogda yer alması ve işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebebinin varlığı, yalnızca tutuklama nedeninin varsayılabilmesi için bir kriter olup, CMK m.100/1’de öngörülen “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin” ibaresinin göz ardı edilmesini haklı kılmaz. Bu durumda sadece m.100/1’de bulunan “bir tutuklama nedeninin bulunması halinde” ibaresi, katalogda yer alan suçla karşılanmış olur. CMK m.100/1 kişiye, yani şüpheliye ve sanığa bağlı ve m.100/3 de suça konu fiile bağlı bir ölçüttür. CMK m.100/3, m.100/1’in ilk kısmından ayrı düşünülemez.

Yeri gelmişken; hakkında adli kontrol tedbiri tatbik edilen sanıkların, bu tedbirin şartlarını yerine getirdikleri halde haklarında verilen hapis cezasına mahkumiyet kararları ile birlikte CMK m.112’ye aykırı şekilde tutuklandıkları görülmektedir[2]. Bu uygulama hatalıdır, çünkü CMK m.100, m.101, m.109 ve m.112’de, adli kontrol tedbirinin şartlarına uyan sanık hakkında verilen mahkumiyet kararıyla birlikte adli kontrolün tutuklama tedbirine dönebileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Adli kontrol tedbiri ile yargılanırken hakkında mahkumiyet kararı verilen sanığın, ancak adli kontrol tedbirinin şartlarına uymadığında veya hapis cezası kesinleştiğinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kısıtlanabilir.

Tutuklama kararlarında yapılan ortak hatalar;

1- Basmakalıp sözlerle, soyut kelime ve cümlelerle, bireyselleştirme yapılmaksızın oluşturulan tutukluluk, tutukluluğun devamı ve uzatılması kararları,

2- İlk tutuklulukta ve özellikle tutukluluğun devamında neden adli kontrol tedbirinin yeterli olmadığına dair somut gerekçe yokluğu,

3- “Suçun vasfı ve mahiyeti”, “suçun ve cezasının ağırlığı” ve “katalog suç” kavramlarının somut tutuklama sebebi gösterilmeksizin kullanılması,

4- Yeni delil ve somut gerekçe yokluğuna rağmen ilk tutukluluk gerekçeleri ile tutukluluğa devam edilmesi,

5- Değişen durum tahliye sebeplerinin derhal dikkate alınmaması veya tümden gözardı edilmesi veya tutuklamanın şartları kalktığı halde, bu tedbirle aynı şartları haiz adli kontol tedbirinin tatbiki,

6- Tutuklama tedbirinin Anayasa m.19’da, İHAS m.5’de, CMK m.100 ile m.101’de öngörülen amacına ve fonksiyonuna uygun tatbik edilmemesi.

Tutuklama tedbiri ile ilgili yukarıda yer verdiğimiz sorunlarla ilgili birdenbire çözüm bulunması belki hayali olacaktır. Bu sorunların çözümü; hukuk vasıtalarının amaçlarına ve fonksiyonlarına uygun şekilde tatbikinden, kişiye olaya ve duruma göre farklı muamele yapılmamasından geçer. Dolayısıyla; hukukta ve yargıda yaşanan “eşit uygulama ve adalet” sorunlarının çözümü basittir.

Çözüm yolu, ancak kanunların ve tatbikatın hukukun evrensel ilke ve esaslarına dayandırılmasıyla bulunabilir. Yargı mercileri; hukukun evrensel ilke ve esaslarının peşinden gider. Yargı, hukuka aykırı talepleri meşrulaştırma yeri olarak görülemez.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------------------

[1] CMK 101/2’nin ilk cümlesine göre; “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir”.

[2] CMK 112/1’e göre; “Adli kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir”.