Milli bilincin öneminin daha iyi anlaşıldığı bugünlerde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı anlamak ve bu bayramın taşıdığı ulusal egemenlik kavramının ne denli önemli olduğuna dair duygularımı Cumhuriyetin yetiştirdiği bir hukukçu adayı olarak tarihe not düşmek adına yazıyorum bu satırları.

“19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan Milli Mücadele sürecinin temel amacı neydi?” sorusuna karşılık net bir biçimde iki kelime olarak “ulusal egemenlik” yanıtını vermek mümkündür.

“Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak olan gücün kaynağı nerededir?” sorusunun yanıtı da elbette “ulusal egemenlikte” olabilir.

Peki nedir bu “ulusal egemenlik” kavramı? Hangi temeller üzerine oturtulmuştur? Merak etmeyin bunların yanıtı için 1789 Fransız İhtilaline kadar gitmeyeceğim. Bir hukukçu adayı olarak bunun cevabını da mevzuatlar nezdinde aramak en doğrusu olacaktır sanırım. 23 Nisan 1920’de açılan Meclisin oluşturduğu ve o zamanki adıyla Büyük Millet Meclisi’nin içerisinde yer alan Meclis Hükümetinin 21 Ocak 1921 tarihinde yürürlük kazandırdığı ilk anayasası olan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 1.maddesi aşağıdaki hükmü havidir;

“Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.”

Kanımca ulusal egemenlik kavramının en net bir biçimde tanımının yapıldığı yukarıdaki madde hükmü bizlere bu tanımın yanında bu kavramın bağlı olduğu dinamikleri açıklaması bakımından da son derece önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası niteliğinde olan 21 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu uzun ve çok sert tartışmalar sonucunda I. İnönü Savaşında elde edilen başarının hemen ardından mecliste kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Bu anlamda bu zaferin yukarıda yer alan madde hükmünün yürürlüğe girmesindeki payı oldukça büyüktür.

Egemenliğin kayıtsız ve şartsız bir biçimde millete ait olduğunu, yönetim şeklinin tayinin tamamen halkın özgür irade neticesinde şekilleneceğini düzenleyen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 1.maddesine karşılık o günlerde saltanat ve hilafetin durumuna yönelik de mecliste yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Saltanat ve hilafetin durumuna yönelik Büyük Millet Meclisi bünyesinde yapılan tartışmaların temelinde 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan bu Meclisin “amacının” ne olacağı yatmaktadır. Bu konuya dair yaşanan çeşitli tartışmaların sonrasında 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun taslağına Büyük Millet Meclisi’nin amacını açıklayan bir hüküm eklenmemiştir fakat Teşkilat-ı Esasiye Kanunun ek maddesinin atıfta bulunduğu Nisab-ı Müzakere Kanununu ’nun 1.maddesi, o zaman için Büyük Millet Meclisi’nin amacını, “Hilafet ve Saltanatın, Vatan ve Milletin istihlas(kurtuluşu) ve istiklali(bağımsızlığı)” olarak tanımlamıştır. Bu amacın o zamanın şartları içerisinde hilafet ve saltanatın istihlas(kurtuluşu) ve istiklalini(bağımsızlığı) kapsamasının nedeninin hiç şüphesiz ki I. Meclis’te yer alan ve saltanat, hilafet destekçilerinin tepkisini çekmemek olduğu aşikardır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’te bu durumun farkında olmakla birlikte Millî Mücadele sürecinde Büyük Millet Meclisi Hükümetinin etklinliğini artırmak adına meclisin saltanat ve hilafetin teminatı olduğu yönündeki görüşlere ilişkin “bilinçli susma” siyasetini izlemiştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Milli Mücadelenin başından beri zihninde olan ve halkın yönetimini esas alan bir Cumhuriyet rejiminin kurulması için “ulusal egemenlik” kavramı, adeta bir ön şart niteliğindeydi. Dolayısıyla egemenliğin herhangi bir zümre, cemaat, topluluk ve aileye ait olması başta yukarıda bahsettiğimiz milli bilincin, milli kültürün ve en önemlisi milli gücün önüne set çekmiş olacaktı. Bu engele karşı “ulusal egemenlik” kavramı tüm bunların önünde adeta bir buzkıran görevi gördü ve bu kavram Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda çok önemli bir misyon yüklendi. Böylece demokrasi ve uygarlık denizinde sonsuz maviliklere doğru 19 Mayıs 1919 tarihinde yelken açan Bandırma Vapuru, 23 Nisan 1920 tarihinde ön cephesine “Gençliğe Hitabe” de belirtildiği şekliyle gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlara karşı “ulusal egemenlik” buzkıranını ekledi. Hiçbir din, dil ve ırk temeline dayanmayan ve referansını Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” sözünden alan Türk Milleti de Bandırma Vapuru ’nun önünde yer alan bu “ulusal egemenlik” buzkıranını harekete geçirecek olan yegâne dinamo olarak tarih sahnesinde yerini aldı.