Osmanlı Devletinin etkisinde olan dünya düzeni ve toplumsal yapının değişmesi ile öncelikle 17. - 18. yüzyıllara rastlayan süreçte hızla farklılaşan bir yaşam tarzı ile karşı karşıya kalındığı muhakkak olmakla birlikte, dünya tarihinde 19. yüzyıl, çok önemli dönüşümlerin gerçekleştiği, geleneksel aile ve toplum yapısına dair değerlerin çözülmek zorunda kalarak zaafa uğradığı bir dönem olmuştur. Bu açıdan bakıldığında özellikle Fransız Devrimi sonrasındaki süreç, insana dair kabiliyetleri aşan yeni bir çalışma düzenini beraberinde getirmiştir. Anılan süreç, adeta yaşam mücadelesine dönüşerek kadının da işçi olarak çalışma hayatına katılmasını zorunlu kılmış ve  geleneksel aile yapısı yeni bir şekil almıştır. Aradan geçen iki asırdan fazla zamana rağmen, söz konusu süreçte özellikle kadınların yaşadıkları olumsuzlukların halen tamanlamıyla telafi edilemediği açıktır. 
 
Öncelikle bugün yani 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, daha iyi çalışma koşulları için başlattıkları grev esnasında fabrikaya kilitlenerek, çıkan yangında hayatlarını kaybeden kadın işçileri hatırlamak durumundayız. Zira, ancak bu acı olay neticesinde 129 kadın işçinin yanarak can vermesinden sonra ve diğer endüstri kollarındaki kadınların başlattığı mücadelenin çoğalarak devam etmesi ile kadınlar temel olarak seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular üzerinde durabilmiş ve eşitlik için, bağımsızlık için, siyas, haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için ortak hareket etme çağrısında bulunabilmiştir. 
 
Kadınlar, o günden sonra, belki de hiç olmadığı kadar yüksek sesle kendini ifade edebilmiş ve sadece beklemekten vazgeçerek kendi hakkını talep etme mücadelesine başlamıştır. Belki de olağan ve sıradan olanın ötesinde geçebilen kadın, Murathan Mungan'ın "ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır" sözünü aşarak, haklı savunmasını bugünlere taşıyabilmiştir.
 
Aradan geçen uzun zaman ve verilen onca mücadeleden sonra, bu anlamlı günde, kendime sormam gereken bir soru var: 
 
Beklemeyi bırakarak, adalete ulaşmaya ve ulaştırmaya azmetmiş bir avukat nasıl huzur bulur? 
 
Vicdanen rahat olmak, dosdoğru olup hakkınca muamele etmek, iyilik peşinde koşmak; ya da sebepsizce hayata gülümseyebilmek, ardında hayırla anılan bir isim bırakabilmek, beyaza siyah çalanlarla mücadele etmek ya da belki sadece ve sadece aramak… Bütün bunlar huzurun kaynağı olabilir mi sizce de?
 
Bir avukat için huzur, daha adil olan için çabalamak, tutkuyla adaleti aramaktır, kanaatimce… 
 
Huzur, esir düşmüş bir kadını bulunduğu yerden kurtarmak ve güvenli bir limana ulaştırmaktır örneğin: Kongo'da, Tutsimültecilerinin tutulduğu yerden, Rose Mapendo adlı genç bir kadını ve çocuklarını sahiplenerek, onları yalnızlığa itmeyerek kurtarmaktır mesela. Zira; söz konusu kadın hamile ve duldur, askerler, kocasını işkenceyle öldürürken ona zorla seyrettirmişlerdir. Rose bir şekilde, yedi çocuğunu birden hayatta tutmayı başarmış, ve bir kaç ay sonra, erken doğumla ikiz çocuklarını dünyaya getirmiştir. İki erkek çocuk dünyaya getirmiş ve göbek bağlarını bir çomakla kesmiş ve bebeklerin göbeğini kendi saçıyla bağlamıştır. Onlara, kampınkomutanlarının adlarını vermiştir ki onların gönlünü hoş tutsun ve bebekleri çayla besleyebilsin çünkü sütü az gelmiştir. Bir gün askerler hücresine dalıp en büyük kızına tecavüz etmeye kalkmış, kızına sarılıp onları engellemiş, başına bir silah dayadıklarında bile kızını bırakmamıştır. Aile her nasılsa 16 ay boyunca hayatta kalmış, ve sonra çok büyük bir şans eseri, tutkulu bir kalbi olan genç bir avukat ortaya çıkmış, ve onları bir Amerikankurtarma filosuna yerleştirmiştir. 
 
Şöhret ya da unvan için değil, bir kadın, sadece adalet arayan tutkulu bir kalp tarafından kurtarılmıştır. Zira, budur ancak huzuru bulmak isteyenlerin aradığı…
 
Evet, kadınlarla ilgili meseleler açısından, ülkemizin sicilinin de iyi olduğunu söylemek, maalesef henüz mümkün değildir. 
 
Öncelikle; “ekonomik katılım ve fırsat eşitliği”, “eğitime erişim”, “siyasi yetki”, “sağlık ve yaşamın sürdürülebilmesi” kriterleri bakımından yapılan incelemelere dayanarak Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan “Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu"na göre neden Türkiye'nin son sıralarda yer aldığını aramak gerekmektedir…Ya da ailede başlayan çatışmalar, düzensizlikler ve şiddetin yavaş yavaş bütün topluma yayılacağı öngörüsüyle ailenin korunması için çalışmalarda bulunmak önem arz etmektedir.
 
Ama en önemlisi, beklemeden, harekete geçerek bir şeyler yapmak gerekmektedir… Çünkü, Theodore Roosevelt'in sözleriyle "Bir karar anında yapabileceğiniz en iyi şey doğru olanı yapmak ondan sonraki en iyi şey yanlış yapmak ve yapabileceğiniz en kötü şey, hiçbir şey yapmamaktır." aslında.
 
Yüzyıllık yalnızlık adlı eserinde Gabriel Garcia Marquez; kalabalıklar içerisinde yalnız kalmaktan söz ediyordu işte, yani benim, bizlerin ve özellikle de kadınların yalnızlığını anlatıyordu… Bu durumu “yalnız ölüm” gibi bir tasvirle okuyucuya sunuyordu Marquez, bunun sebebi olarak da kalp huzurundan yoksun olma halinden bahsediyordu. Yani, ne kadar kalabalık bir toplum içerisinde yaşıyor olursak olalım, ne kadar geniş bir çevremiz olursa olsun, kalp huzurumuz yoksa yalnızlık denilen o duygu en hassas anımızda bizi yakalıyordu.
 
Bilmeliyiz ki, adım atmamak, çabalamamak ve elimizden gelenden öteye geçmemek bizleri giderek Gabriel GarciaMarquez'in deyimiyle kalben huzursuz edecek ve daha yalnız bırakacaktır.
 
Günümüzde halen eğitimli de olsa, eğitimsiz de olsa; ülkemizgelişmiş de olsa, gelişmemiş de olsa kadınlara yönelik baskı, şiddet, mobbing gibi haksızlıklar halen devam etmekte ve kadınlar mesleki bakımdan sosyal hayata dahil edilmemektedir. Kadın davranışları üzerindeki önyargı halen kırılamamıştır.
 
En azından bugün, yani 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde;gerçekten sevmeyi öğrenmediğimiz, tutku dolu bir kalple adaleti aramadığımız takdirde, hüsrana uğrayacağımızı ve huzuru ıskalayacağımızı idrak etmeliyiz. Çanlar kimin için çalıyorda Ernst Hemingway`in anlatmayı arzuladığı üzere, şu hayatta aslolanın sevgi olduğu, ne anlamda olursa olsun savaşta kazananın olmayacağı gerçeğini idrak ettiğimizde gerçek manada, kadın haklarını tam manasıyla sağlayacağımız, toplumsal eşitsizliklerden ve buhranlardan kurtulacağımızı kavrayabileceğiz. 
 
Dünya kadınlar gününün kendine özgü sorgulamalarından, yani kadınların eşitliğinden, bağımsızlığından, politik haksızlıklardan ya da daha iyi çalışma ve daha iyi yaşama koşullarından bağımsız olarak şunu ifade etmeliyim ki kalplerimizde hiç tükenmeyecek ve tutkuyla sahipleneceğimiz bir umut, bir inanç ve bir yaşama amacı olmasını diliyorum…
 
Çünkü biliyorum ki:
 
“Dereler ve bitkiler gibi, ruhlar da bir başka yağmura gerek duyuyordu: umut, inanç ve yaşam amacı. Bunlar olmazsa, beden yaşamayı sürdürse bile ruh ölüyordu; o zaman insanlar şunu söyleyebilirdi: Burada, bu bedenin içinde, vaktiyle bir insan varmış…” 
 
Saygılarımla…


(Bu köşe yazısı, sayın  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)