GİRİŞ

3194 saylı Kanuna Geçici 16 . madde eklenmek suretiyle kaçak yapıların kayıt altına alınmasına yönelik ”İmar Barışı” düzenlemesi yapılmıştır. Çalışmamızda İmar Barışı amacıyla çıkarılan Yapı Kayıt Belgelerine ilişkin düzenlemede Anayasada öngörülen ilke ve kurallar bağlamında kamu vicdanını en çok rahatsız eden başta eşitlik ilkesine aykırılık olmak üzere Anayasaya aykırılık halleri irdelenecektir.

1-İMAR BARIŞI DÜZENLEMESİNİN ANAYASANIN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

İmar Barışı amacıyla çıkarılan Yapı Kayıt Belgelerine ilişkin düzenlemede Anayasal ilkeler bağlamında irdelenecek birçok husus olmakla birlikte, bunlar arasında kamu vicdanını en çok rahatsız eden husus eşitlik ilkesine aykırı olarak yaratılan durumdur. Bu düzenlemeden yararlananlar ile yararlanamayanlar arasında yaratılan farklılık aşırı ölçüsüz olup diğer bir ifadeyle amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengeyi barındırmamaktadır.

3194 Sayılı Yasaya 11.05.2018 tarihli ve 7143 sayılı Yasanın Geçici 16. Maddesi ile eklenen İmar Barışı düzenlemesinin yasalaşma sürecinde kapsamın “31.12.2017 tarihinden önce yapılmış yapılar” için belirlenmesinde kamu vicdanını tatmin edecek haklı ve nesnel bir gerekçeye yer verilmediği görülmektedir.

11.05.2018 tarihinde yapılan düzenlemede miladın 31.12.2017 olarak belirlenmesi, imar barışı düzenlemesinden önce yani 31.12.2017 ila 11.05.2018 tarihleri arasında imal edilen yapı sahipleri bakımından dramatik mağduriyetlere sebep olmuştur.

Örneğin 31.12.2017 tarihinde arsasına prefabrik bir yapı koyan bir kimse ile sadece bir gün sonra 01.01.2018 tarihinde aynı eylemi gerçekleştiren kişi arasında bu imar barışından yararlanmasını engelleyen makul ve kabul edilebilir kamu vicdanında kabul görebilecek nitelikte nesnel bir farklılık bulunmamaktadır. Zira, her iki olay da İmar Barışı düzenlemesinden önce gerçekleşmiştir.

Şöyle ki, 31.12.2017 tarihine kadar kaçak inşa edilmiş yapılar ”izinli yapı” statüsü kazanmış, hatta kat mülkiyeti tesis edilmiştir. Bu haliyle bazıları kapsam dışında kalan yapılara göre milyonlarca lirayla ifade edilen ekonomik değer kazanmıştır. Diğer bir ifadeyle bu yapı sahiplerine aşırı bir ekonomik değer bahşedilmiştir.

Oysa, sadece bir gün sonra (01.01.2018) tarihinde inşa edilen bir yapının sahibi böyle bir ekonomik değerden yararlanmak bir yana aşağıda sayacağımız mağduriyetlere uğratılmıştır.

Bu düzenleme özü itibarıyla neredeyse birebir aynı durumda olan kişilerden bir tarafı aşırı ekonomik değerler bahşederek mükafatlandırırken diğer tarafı adeta cezalandırmıştır.

Bu cezalandırmayla kastedilen şunlardır:

1- Resmî Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçundan Soruşturma Açılması

2- İmar Kanunu Uyarınca :

a. Yapı hakkında Yapı Tatil Tutanağı düzenlenerek MÜHÜRLENMESİ,

b. Yapının imar mevzuatına aykırı olduğunun tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmesi,

c. İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 2. fıkrasına göre İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİ,

d. Verilen süre içerisinde yapı yıkılmaz veya aykırılık giderilmez ise İmar Kanunu’nun 32. maddesine göre YIKIM KARARI ALINMASI,

e. Verilen süre içerisinde yapı yıkılmaz veya aykırılık giderilmez ise İmar Kanunu’nun 42. maddesinin 3. fıkrasına göre İKİNCİ DEFA İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİ,

3- İmar Kirliliğine Neden Olma Suçundan Soruşturma Açılması,

4- İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatının İptal Edilmesi,

5- Su, Elektrik ve Doğalgaz Aboneliği İptal Edilmesi,

6- Hazine veya Belediye Arazilerinin Satış İşleminin gerçekleştirilmemesi veya gerçekleştirilmiş ise İptal Edilmesi öngörülmüştür.

Özellikle uygulamada, İptale esas alınan Google Earth görüntülerinin bazı bölgelerde 1 yılı aşan aralarla kaydedildiği düşünüldüğünde, imar barışı düzenlemesinden sonra inşa edilmesine rağmen uydu görüntülerine yakalanmayan kimi yapılara ait Yapı Kayıt Belgelerinin geçerliliğini koruduğuna; düzenlemeden önce yapıldığı halde 31.12.2017 tarihinden sonra ve bununla beraber imar barışı düzenlemesinden önce yapıldığı uydu görüntülerine yansıyan yapıların ise belgelerinin iptal edildiğine şahit olmaktayız.

Düzenlemeden önce inşa edilmesine rağmen imar barışından yararlanamayan yapılar bakımından orantısız bir mağduriyet ve külfete neden olunabilmektedir.

Anayasa Mahkemesine Göre Kanun Önünde Eşitlik İlkesi

Anayasa Mahkemesi eşitlik ilkesi yönünden Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde yapacağı anayasallık denetiminde öncelikle aynı ya da benzer durumda bulunan kişiler arasında farklı muamelenin mevcut olup olmadığını incelemektedir.

Yapılacak bu belirlemenin ardından ise farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü olup olmadığı hususlarını irdelemektedir. Ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Diğer bir ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile orantılı olmasını gerektirir (Bkz., Anayasa Mahkemesi 11/6/2020 tarihli ve E.2019/2 K.2020/28 sayılı karar).

Bu bağlamda, 3194 sayılı İmar Kanununun Geçici 16. Maddesiyle, öngörülen tarihten sonraki bina sahipleri için yani bu düzenlemeden yararlananlar bakımından mülkiyet hakkı kapsamında kıymetli bir hak ve menfaat bahşedildiği tartışmasızdır. Bu durumda düzenlemeden yararlanamayanlar bakımından ise, özünde aynı konumda kimseler arasında hakkaniyete aykırı ve içinde hak ve yükümlülükler bağlamında orantısız eşitsizlik barındıran düzenleme yaptığı ve yasa koyucunun bunu yaparken takdir yetkisinin sınırlandıran evrensel ilke ve kurallara uygun davranmadığı değerlendirilmektedir.

2- YAPI KAYIT BELGESİNİN İPTALİNİN ”TEBLİĞ” İLE DÜZENLENMESİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI

İmar Barışını düzenleyen İmar Kanununun Geçici 16. maddesinde 31.12.2017 tarihinden önce inşa edilmiş son fıkrasında yer alan, ”Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.” hükmü uyarınca verilen yetkiye istinaden “Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar” başlıklı ”Tebliğ” adı altında bir düzenleyici işlem tesis edilmiştir.

Anılan Tebliğin 8.maddesinin (2). fıkrasında bu belgenin nasıl ve hangi hallerde iptal edileceği ve sağlamış olduğu hakların geri alınacağı, yatırılmış olan bedelin iade edilmeyeceği ve belge düzenlenmesi safhasında yalan ve yanlış beyanda bulunulan müracaat sahibi hakkında suç duyurusunda bulunulacağı ifade edilmektedir.

Yapı kayıt belgesinin iptaline dair her türlü tasarruf temel hak ve özgürlüğü sınırlayıcı mahiyette olacağından bu hususun ancak kanun ile düzenlenmesi halinde hukuka uygun olacağı; ”yasama organı olan meclis” tarafından çıkarılan ”kanun” ile verilen bir hakkın, ”Yürütmenin bir parçası olan bakanlık” tarafından çıkarılan bir ”tebliğ” ile düzenlenemeyeceği kanaatindeyiz. Zira bu durum Anayasanın 7. maddesinde yer alan ”yasama yetkisinin devredilmezliği” ilkesine aykırı olacaktır.

YASAMA YETKİSİNİN DEVREDİLMEZLİĞİ İLKESİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME

Anayasa'nın 7. maddesinde, "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez." denilmektedir. Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olması ve bu yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Anayasa'nın açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi mümkün değildir. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir kanun hükmünün Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.

Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır.

Mülkiyet hakkı, temel bir hak olduğu için sınırlandırılması sırasında temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa'nın 13. Maddesine uyulması gerekmektedir. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı, Anayasa'nın 35. maddesinde belirtilen nedenlere bağlı olarak, kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca, mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine de aykırı olamaz.

Çağdaş demokrasilerde, temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalarda tasarrufun nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilir. (AYM, Esas 2017/110, Karar 2017/133,)

İmar Barışından faydalanan yapılar için verilen “Yapı Kayıt Belgesi” yapıyı imar mevzuatı açısından ruhsatlı bir yapı gibi yasal hale getirdiği gibi, yapı kullanma izin belgesi bulunan bir yapının sağladığı tüm hakları da sağlayan mülkiyet hakkı niteliğinde bir menfaat bahşetmektedir.

Bu durumda yapı kayıt belgesinin iptaline dair her türlü tasarruf temel hak ve özgürlüğü sınırlayıcı mahiyette olacağından bu hususun ancak yasada düzenlenmesi halinde mümkün olacağı gözden uzak tutulmamalıdır.

MALİ YÜKÜMLÜLÜKLERİN KANUNLA KONULMASI İLKESİ

İptal edilen yapı kayıt belgesi için yatırılmış olan bedelin iade edilmeyeceği öngörülmektedir. Bu durumda yerine getirilmemiş bir kamu giderinin karşılanması bireye yüklenerek idari bir tasarrufla(tebliğ ile) sonuç itibarıyla mali yükümlülük getirilmiş olmaktadır. Bilindiği gibi Anayasanın 73 maddesi uyarınca mali yükümlülüklerin ancak kanunla getirilebileceği ayrıca Devletin vermediği bir kamu hizmetinin giderini bireye yükleyemeyeceği hususları gözetildiğinde, iptal edilen yapı kayıt belgesine ilişkin bedelin iade edilmeyeceğine dair hususun yasada olmadığı halde “Tebliğ”e bırakılması Anayasa'ya aykırıdır.

BELİRLİLİK VE ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK İLKESİ

Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu. bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.

Anılan maddenin ikinci fıkrası gözetildiğinde, mülkiyet hakkının sınırlamasına dair bir düzenlemenin ancak kanunla yapılması gerektiği öngörülmektedir.

Bu durumda çalışma konumuz bağlamında ekonomik bir hak ve yetkiyi ifade eden mülkiyet niteliğinde bir hakkı gösteren YKB’ nin iptaline ilişkin bir düzenlemenin, sonuç itibarıyla idari bir işlem olan ”Tebliğ” ile yapılmasının hukuksal değerlendirilmesi yapılırken, anılan düzenlemenin mülkiyet hakkının sınırlanması dair bir sonuç ortaya çıkardığının gözetilmesi gerekir.

O halde, bu idari tasarrufun Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin bir sınırlama mahiyetinde olduğu gözetilerek konunun ele alınması gerektiği açıktır.

Bilindiği üzere, 3194 sayılı Geçici 16. Maddenin (10) fıkrasında “Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiş, ancak bu yasal düzenlemede yapı kayıt belgesinin iptaline dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu durumda, ”anayasal belirlilik ilkesi” çerçevesinde bireyler bakımından hukuksal güvenliği temin eden idare yönünden ise, keyfî uygulamalara karşı yapı kayıt belgesi sahiplerini koruyan açık, net, anlaşılır, uygulama esas ve usullerini gösteren yasal bir düzenlemenin bulunması gerekirdi.

Özellikle kanun koyucunun Yapı Kayıt Belgesinin iptaline dair bir hüküm öngörmediği göz önüne alındığında, mülkiyet hakkının sınırlanması mahiyetinde Yapı Kayıt Belgesinin iptalini gerektiren nedenlerin belirlenmesinin ancak yasayla öngörülebileceği dolayısıyla bu hususun idari bir tasarrufa konu edilmesinin Anayasanın belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine uygun olmadığı düşünülmektedir.

Diğer bir anlatımla Yapı kayıt belgesi düzenlenmesine dair 3194 sayılı Kanunun Geçici 16. Maddesinde; yapı kayıt belgesinin hangi halde verileceği ve hangi taşınmazlara yönelik yapı kayıt belgesi verilemeyeceği belirtilmiş ise de alınan yapı kayıt belgelerinin hangi hallerde

İptal edileceği ya da geçersiz sayılacağının da anılan anayasal ilkeler uyarınca Kanunla düzenlenmesi gerekmekteydi. Çünkü̈ bu tür bir belgenin "iptali” sonucu itibariyle “hak sınırlaması” mahiyetinde bir yaptırım içermektedir. Bu hususta mevzuatımızda yüzlerce örnek bulunmaktadır. Örneğin, ”5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu, 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri Ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanun, Turizmi Teşvik Kanunu vs.” kapsamında düzenlenen belgelerin iptal ya da geçersizlik sebebi yine aynı kanunda gösterilmektedir.

Diğer yandan; söz konusu Tebliğde yapı kayıt belgelerinin iptaline yönelik hükümleri 3194 sayılı Yasanın Geçici 16. Maddesinde yer almadığından, sonuçta bir idari tasarruf olan tebliğe bırakılması yukarıdaki anayasal ilkelere aykırı olacaktır. Bedelin iade edilmemesinin sonuç itibarıyla bir yaptırım olduğu düşünüldüğünde bunun “mali yükümlülüklerin kanunla konulmasına” dair anayasal ilke yanında “ suç ve cezaların kanuniliği” ilkesine de aykırı olacağı ve bu hususun ancak “kanunla” düzenlenebileceği göz ardı edilmemelidir.

”Kanunla verilen tebliğ ile alınamaz” görüşümüze itiraz olarak; yapı kayıt belgesi alabilecek yapılarla ilgili hükümler ve belgeleri düzenleyecek kurum ”kanunda” düzenlendiğinde; ”yetki ve usulde paralellik ilkesi” uyarınca belgeyi veren kurum tarafından iptal edilmesinin hukuka uygun olacağı ve bu hususun ayrıca kanunda düzenlenmesinin şart olmadığı, iptalin ”tebliğ” ile düzenlenmesinin iptal işlemlerinin geçerliliğini etkilemeyeceği akla gelebilir. Bir an için bu itirazı kabul etsek dahi, yapı kayıt belgesinin iptali işlemlerini gerçekleştiren komisyonların hukuken geçerli şekilde yetkilendirilmelerinin zaruri olduğunu ifade etmekte yarar görüyoruz.

3- YAPI KAYIT BELGESİ DEĞERLENDİRME KOMİSYONLARININ OLUŞUMUNUN İDARİ TASARRUFA BIRAKILMASI

Yapı Kayıt Belgesi verilmesine ilişkin iş ve işlemlerin anılan düzenlemenin 10. maddesinin (1) . fıkrası uyarınca salt “Bakanlık” tarafından denetlenebileceği ifade edilmiş, ancak bu denetimin nasıl ve ne şekilde, hangi birim tarafından icra edileceği konusunda hiçbir düzenleme öngörülmemiştir. Özelikle Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri nezdinde ''Yapı Kayıt Belgesi Değerlendirme Komisyonu'' adı altında bir birim oluşturulmasına yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Ancak Yapı Kayıt Belgesi iptal işlemleri Çevre Şehircilik İl Müdürlükleri nezdinde teşekkül ettirilen ''Yapı Kayıt Belgesi Değerlendirme Komisyonları'' tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu husus Yapı Kayıt Belgelerinin İptaliyle ilgili kamu hizmetinin gördürüleceği ”görevli ve yetkili” kamu görevlilerinin nasıl belirlendiği konusunun değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Uygulamada, bu kamu hizmetini fiilen gerçekleştiren komisyonları oluşumu, üyelerin niteliklerinin ve sayılarının belirlenmesi ile çalışma esasları bakımından her biri bulunduğu ile göre farklılar arz etmekte olup, bu konuda herhangi bir birliktelik bulunmamaktadır. Nitekim; bazı illerde komisyonlar 3 kişiden oluşmakta bazılarında da 7 kişiye kadar çıkmaktadır, yine komisyonlara kimi illerde Çevre ve Şehircilik İl Müdürleri kimilerinde ise mimarlar başkanlık etmektedir. Oysa bu komisyonlar doğrudan Mülkiyet hakkını sınırlandırıcı iş ve işlemler yürütmektedirler.

Bu bağlamda, Anayasanın 128. Maddesine göre kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği; bunların nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenleneceği öngörüldüğünden, söz konusu komisyonların kurulması ve buralarda yapılacak görevlendirmelerde bu ilkelere göre davranılması gerekmektedir. Buna rağmen yapı kayıt belgesinin iptal komisyonlarının oluşumunun idari tasarrufa bırakılması Anayasanın anılan hükümlerine aykırıdır.

Kaldı ki; bir an için söz konusu “Komisyonların” oluşumunun yasal dayanağının bulunduğu kabul edilmesi halinde dahi, mülkiyet gibi temel hak ve özgürlüğü ilgilendiren bir konuda, yapı kayıt belgelerinin iptalini değerlendirecek komisyonu oluşturacak üyelerin nitelikleri, uzmanlıkları esas alınarak belirlenmiş iptale yetkili birimler ile Yapı Kayıt Belgelerinin iptaline dair usul ve esaslar yasayla açıkça tanımlanmadan, idari bir tasarrufa bırakılması yine Anayasaya aykırılık teşkil edecektir.

SONUÇ :

Bu maddenin içeriğine baktığımızda, bir yönüyle yapı kayıt belgesi sahibine mülkiyet hakkı kapsamında mütalaa edilecek ekonomik değeri olan bir kısım hak ve menfaatler sağlamakta yanı sıra tahsil edilemeyen idari para cezaları için af niteliğinde bir düzenleme öngörmektedir.

Bundan önceki ”İmar Affı” 1984 tarihinde 2981 Sayılı Kanun ile getirilmişti. Bu düzenleme için özel bir ”kanun” çıkarılmasına rağmen yıllar içerisinde çeşitli değişiklikler ve güncellemelere ihtiyaç duyuldu. Bu kadar kapsamlı bir konunun 3194 sayılı İmar Kanunu'na ”tek bir kanun maddesi”(Geçici 16. Madde) ile getirilen ”imar barışı” düzenlemesinin uygulamada bir çok soruna yol açtığını tecrübe etmekteyiz. Bu nedenlerle anılan düzenlemenin benzer süreçlerden geçeceği ve ihtiyaçlara göre tadil edileceği kanaatindeyiz. Çalışmamız da bu yönde yapılacak düzenlemelere katkı sağlamak amacıyla yapılmıştır.