Demokratikleşme paketi için dağ fare doğurdu diyenler, yapılan bunca reformları görmezden gelip yapıcı eleştiri yerine yıpratma kampanyasına dönüştürenler, yakın geçmişi ne çabuk unuttular ? Bir hatırlatma için bugün E.Hakim Albay Yusuf Çağlayan’ın bizzat yaşadığı bir olayı onun kaleminden sizlerle paylaşmak istiyorum. "Osmanlı'dan Ortadoğu'ya sosyolojik Savaş" kitabını okuyucularıyla buluşturan Yusuf Çağlayan beye bu paylaşımı için açık teşekkürlerimi sunuyorum.


YÜZBAŞI GÜRAY BALATEKİN’İN DRAMI
 “Bugün kalbi kırılmış bir insan ile karşılaştım. Bir YAŞ'zede idi benim gibi...Uzun boylu, esmer, yağız bir Anadolu evladı... Yüzbaşı Güray Balatekin… Gencecik siması gülmeyi unutmuş... Kanayan bir yaranın acısı yüzüne vurmuştu…  
Sana ne yaptılar diye sordum. Istırap dolu yarı bir gülümsemeyle, “ne yapmadılar ki” dercesine bakışlarla karşılık verdi…Sonra bir bir anlattı, anlattı kendisine yapılanları...
Belli etmeden ağlıyordu. Ben de belli etmeden ağlamaya başladım. Bir süre böyle belli etmeden karşılıklı ağlaştık. 
Onu çok iyi anlamıştım. Çünkü bana da yaşatmıştı aynı isyanı, aynı duyguları birileri bir süre önce. Tam kalbimdeki yara kabuk bağlarken karşılaştığım bu insan, yeniden kanatmıştı içimdeki yaraları... 
Çantasından çıkardığı bir tomar belgeyi uzattı. En üstteki belgeye şöyle bir göz attım;  bana da verilen belgenin bir benzeri idi : “Disiplinsizlik nedeni ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiştir.”
Sonra altındaki belgeleri inceledim tek tek; takdir, takdir, takdir... Tam yirmi bir adet takdir... Ve en altta da bir bayan resmi yapıştırılmış GATA sağlık raporu... 
Bu kim? diye sormuş bulundum... Eşim dedi, fedakar eşim, çileli eşim...Üç yıl önce balkondan düşen evladını kaybetti, içinden PKK roketi geçen lojmandan çocukları ile sağ kurtulup gazi oldu, Ve şimdi de amansız bir hastalığın pençesinde hayat mücadelesi veriyor…

Çok üzülmüştüm… Ne diyeceğimi bilememiştim…  
Yaralı teröristleri bile tedavi ediyorlardı diye mırıldandı. Bir süre sustu... Sabit bakışlar fırlattı rast gele... Kalbindeki kırık çehresine aksetmişti. Sonra, “ tüm kimliklerimizi ve sağlık karnesini de aldılar ilişiğimi keserken; eşimin tedavisi yarım kaldı. GATA’dan çıkarıldı. Maaşım kesildi. İş bulamadım...” diye mırıldanmaya devam etti.
“Bu haksızlık, bu yapılan doğru değil, hele eşime yapılan...” diye isyankar kükreyişleri bana neden geldiğini anlatır gibiydi : Hukuk arıyordu...Suçunun ne olduğunu bana soruyordu... Sanki yakama yapışmış, sen bir hukukçusun, bana bunları izah et der gibi benden hesap soruyordu adeta…  
“Ben de işledim kanunlarda yazmayan, cezası gösterilmeyen ve hiçbir mahkemede görüşülmeyen o ağır suçu” diye karşılık verdim.
Ben vatanıma, milletime bağlıyım; devletime hizmetimi ve sadakatimi belgeleyebilirim...” dedi. 
“Ben de” diye karşılık verdim.
Ona bu hukuksuzluğa katlanmayı öğretinceye kadar çok ama çok uğraştım.
“Olan bitenden eşimin haberi  yok” dedi. Ona izne ayrıldığını söylemiş... GATA’daki tedavin tamamlandı demiş... O da inanmış...

Bir gün sabah güneş doğmamıştı. Telefonum çalıyordu acı bir haber vermek istercesine...Açtım ahizeyi bu acı haberi duymaya kendimi hazırlayarak...Bir ses : ağabey dedi; Güray’ın eşi rahmetli oldu..
İçim kan ağlıyordu... Yedeğimizde cenaze arabası ile mi gelecektim ilk defa evine Güray kardeşim? Eşinin cenaze evrakını “cenaze sahibi” diye ben mi imzalayacaktım? Eşini cenaze arabasına indirirken, arkamızdan annemizi nereye götürüyorsun dercesine ağlaşan çocuklarının sesleri kulağımda hala …Eşini tabuta verirken çektiğin ıstırap; üstüne seccadeyi sererken duyduğun şefkat gitmiyor gözümün önünden... “Mukadderat böyleymiş ağabey”  deyişin...
Artık belli etmeden ağlayamıyordun... Ben de belli etmeden ağlayamamıştım. Karşılıklı  açık  açık ağlamaktan ikimizde kendimizi alamamıştık...Artık anlamıştım ki senin kalbinin daha bir kırık, yaranın daha bir derin, isyanının daha bir büyük  olduğunu...
Biliyor muydu? Diye sordum. O da, titreyen dudakları cevap vermeye mani olunca, başını sallamıştı “evet” anlamında.
Aradan günler geçmişti. Kapı çaldı. Açtığımda karşımda dağ gibi duruyordu Güray... Karşı karşıya olduğu gerçeğe daha bir alışmıştı sanki… Karşılıklı hal hatır sorduk.
Söz döndü, dolaştı, eşine, Aliye hanıma geldi. Ağabey dedi : Eşim son günlerinde bir rüya gördü. Aksakallı bir zat-ı nurani ona: “-Kızım sen çok çile çektin, temizlendin, tertemiz oldun...” demiş.
Bilmem ki, aynı zat-ı nurani, ona bu çileyi çektirenlere rüyalarında görünse idi kim bilir neler diyecekti...




(Bu köşe yazısı, sayın Reşat PETEK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)