Mal veya hizmetlerin ideal üretim kapasitesi, toplumun ihtiyacına göre ayarlanır; çıkabilecek farklılıklar için de bir marj bırakılır. İhtiyaç çok, üretim az olursa, üreticiler, kaliteyi düşürür, kar marjını olabildiğince yükseltirler. Az emekle çok kazanılan bu durumu, mümkün olduğu kadar da uzun sürdürürler. Kanunla getirilen tekel durumları, bunun en güzel örneğidir. Fiili üretim tekelleri ise, kendi kendilerini yıkarlar.

Kapasite ihtiyaçtan çok fazla olsa bile, üretim fazlalığı oluşmaz; üreticiler kaynaklarını israf etmez; üretimi ihtiyaç miktarı ile sınırlarlar. Üretim kapasitesi ihtiyaca uygun ve orantılı olsa bile, üretimde yarışma ve rekabet yok ise, üretim hızla azalır, kalite düşer, fakat kârlar yükselir, fırsatçılık devreye girer. Bu durum, özel sektörde de kamu sektöründe de aynıdır. Bir örnek vermek gerekirse: özel hastanelerin hiç yok, ya da tek tük olduğu 1980’li yıllardaki hizmet kalitesi ile özel hastanelerin çok fazla sayıda olduğu günümüzdeki sağlık hizmetleri kalitesi arasındaki devasa farktan da görüleceği üzere, rekabet hem kalite ve üretim artışı getirir. Rekabet olmadığında yani üreticiler yarışmadığında üretimde kalite değil, elde edilecek menfaate – karın yükseltilir; üretimin kalitesi ve miktarı düşer.

Bunun en güzel örneği de, ülkemizdeki yargı hizmetlerinin geldiği durumdur. Yıllardan beri defalarca reformlar yapılmasına, kadroların artırılmasına, çalışanların çalışma şartlarının ve özlük haklarının geliştirilmesine rağmen, yargı hizmetlerinde gerileme ve hukukun üstünlüğü endekslerinde geri gitme durumu söz konusudur. Çünkü yargı hizmetleri sadece devlet tarafından verilebilen ve yasal olarak tekel niteliğinde hizmetlerdir.

Doğal veya kanuni sebeplerle olsun tekel niteliğindeki kurumların hizmetleri mutlaka geri gider, buna karşın kadroları şişer. Yargı’da oluşan bu iki temel sorunun çözümü, kanuni tekel olan yargı içinde rekabeti sağlamaktan; bu da yargı kurum ve unsurlarının şeffaf ve hesapverir olmasını sağlamaktan geçer.

Yargı hizmetlerinde rekabet oluşturma içgüdüsü, devletimizi zorunlu arabuluculuk, uzlaştırma ve zorunlu tahkim gibi alanlara yöneltmiş bulunmaktadır. Her ne kadar yargının iş yükünü azaltmak için bu tedbirler alınmakta ise de, gerçekte olan yargıya alternatif ve onunla yarışabilen ikinci bir hizmet üretim kapasitesi oluşmaktadır. Bunun sonucunda, uyuşmazlık çözümü hizmeti veren bu kurumlar arasında açıktan açığa bir rekabet ve yarışma oluşması kaçınılmazdır.

Fakat her şeyden önemlisi şudur ki; üretimin sağlıklı gelişimi, üreticilerin sağlıklı olarak yapılanmasını gerektirir. Zira sadece sağlıklı üreticiler arasındaki rekabet üretimin gelişmesini sağlar; tersi durumlarda kötü üreticiler, sadece kendilerinin değil ,iyi ve sağlıklı üreticilerin de yıkılmasına, üretimin ve hizmetin aksamasına neden olur.

"Yazarın özel izni ile mehmetgun.com sitesinden aynen alınmıştır."