Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, 30.05.2019 tarihinde Yargı Reformu Stratejisi Belgesi yayınladı. Bu belge; Yargı Reformu Stratejisi kapsamında yayınlanan üçüncü strateji belgesi olup, ilk belge 2009 yılında ve ikincisi de 2015 yılında hazırlanmıştır.

Hukuk devletinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi ile etkin ve hızlı işleyen bir adalet sisteminin oluşturulmasını amaçlayan 2019 Yargı Reformu Strateji belgesinde dokuz amaç, 63 hedef ve 256 faaliyetin düzenlendiği görülmektedir.

Belgede yer alan dokuz amaç şu başlıklar altında toplanmaktadır:

- Hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi,

- Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve şeffaflığının geliştirilmesi,

- İnsan kaynaklarının nitelik ve niceliğinin artırılması,

- Performans ve verimliliğin artırılması,

- Savunma hakkının etkin kullanımının sağlanması,

- Adalete erişimin kolaylaştırılması ve hizmetlerden memnuniyetin artırılması,

- Ceza adaleti sisteminin etkinliğinin artırılması,

- Hukuk yargılaması ile idari yargılamanın sadeleştirilmesi ve etkinliğinin artırılması,

- Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin yaygınlaştırılması.

Yukarıda yer verdiğimiz dokuz başlık altında sıralanan hedefler ile bu hedefleri gerçekleştirmek üzere ortaya koyulan faaliyetler incelendiğinde, dikkatimizi çeken birkaç hususu belirtmek isteriz:

1- Tutukluluk Süreleri

Belgede; tutuklama tedbirine ilişkin değişikliğe gidileceği, tutukluluk süreleri soruşturma ve kovuşturma için ayrı ayrı düzenleneceği, ancak istinaf ve temyiz kanun yolunda tutuklulukta geçen sürelere ilişkin bir faaliyet öngörülmediği ve mevzuatta değişikliğe gidilmeyeceği söylenebilir.

Uygulamada; ilk derece mahkemesince mahkumiyet hükmü verilen sanık hakkında “mahkumiyete bağlı tutma” veya “hükmen tutukluluk” gibi kavramlarla, istinaf mahkemelerinin azami tutukluluk süresi biten veya uzatma süresi dolan sanıklar yönünden, dosyanın esası incelemeye başlayıncaya kadar, yani istinaf mahkemesince dava dosyası duruşma açılmak suretiyle veya dosya üzerinden incelenmeye alınıncaya kadar herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. İstinaf mahkemelerince geliştirilen bu uygulamanın, temyiz mahkemelerinden esinlenerek tatbik edildiği muhakkaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; temyiz kanun yolu sürecinde sanığın “hükmen tutuklu” sayıldığı, sanığın ilk derece mahkemesinde “isnada bağlı olarak tutulurken”, temyiz kanun yolu aşamasında “mahkumiyete bağlı olarak tutulduğu”, bu sebeple Yargıtay’da geçen tutukluluk süresinin CMK m.102’de öngörülen sürelerden sayılmadığı, dolayısıyla Yargıtay aşamasında azami tutukluluk süresi tamamlanan veya uzatma süresi biten sanıklar yönünden talep üzerine veya re’sen inceleme yapılmadığı bilinmektedir.

Gerek istinaf ve gerekse temyiz incelemesinde geçen tutukluluk süresinin (CMK m.102’den) mahsup edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu, en önemlisi de CMK m.2/1-b ve f ile m.102’yi ihlal ettiğini, bu aşamada devam eden “sanık­” sıfatı ve kovuşturma aşamasına rağmen, istinaf ve temyiz kanun yollarında geçen tutukluluk sürelerinin sayılmaması, CMK m.102’de gösterilen azami tutukluluk sürelerinden mahsup edilmeyip, yerel mahkemece verilen karardan sonra istinaf kanun yolunda duruşma açılıncaya kadar, temyiz incelemesinde de ilk derece mahkemesinin kararından sonra istinaf kanun yolunda duruşma açılmadığında tutukluluk süresinin sayılmaması veya duruşma açılmakla birlikte verilen mahkumiyet kararı sonucunda tutukluluğun devamına karar verilmesi hallerinde geçen bu sürelerin tutukluluk sürelerinden sayılıp mahsup edilmemeleri, net bir şekilde Kanunun açık hükümlerine aykırıdır. Bugün tutuklama tedbirinde en önemli iki sorunu; geciken adaletten dolayı tedbirin cezaya dönüşmesi ve somut gerekçeden yoksunluk olarak gösterebiliriz. Kanun koyucu bu sorunu çözmek için bugüne kadar ne değişiklik yaptı ise, henüz uygulamada etkin ve tutarlı sonuçlara ulaşılamadığı görülmektedir.

Yargı Reformu Strateji Belgesi incelendiğinde; uygulamada tutukluma tedbirinin süreleri konusunda yaşanan sorunun dile getirilmediği, konuya ilişkin bir çözümün düzenlenmediği, tutukluluk bakımından sadece mevzuatta yapılacak değişikliklerin ön plana çıkarıldığı, bunun da kovuşturma ve soruşturmada geçecek sürelerin ayrılması ile sınırlı tutulduğu, esas sorunun mevzuatta değil uygulamada olduğu ve tatbikatta kanun yolunda tutuklukta geçen süreler konusunda ciddi bir sorunun varlığına rağmen, belgenin bu yönü ile eksik olduğu görüşündeyiz.

2- Hakim ve savcılara “coğrafi teminat”, uzlaşma ve yetki güvencesi

Yargı Reformu Strateji Belgesinde, “Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve şeffaflığının geliştirilmesi” amacı doğrultusunda önemli düzenlemelere yer verildiği, hakim ve savcıların mesleki açıdan güçlendirilmesi amacıyla ilk defa “coğrafi teminat” sistemi getirileceği, böylelikle belli bir kıdemdeki hakim ve savcıların görev yerlerinin, mesleki başarılarının da gözetilmesi suretiyle istekleri olmaksızın değiştirilemeyeceği, hakim ve savcılığa girişteki mülakat heyetinin genişletileceği, belirli görevler için mesleki kıdem şartları tekrar belirleneceği, hakim ve savcılar hakkındaki disiplin prosedürleri yeniden yapılandırılacağı ve Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun disiplin kararlarına karşı yargı yolu genişletileceği ve en önemlisi de Adalet Bakanlığı’nın gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hakimleri başka bir yargı çevresinde geçici görevlendirebilme yetkisinin, yani 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu m.77’nin kaldırılacağı belirtilmektedir.

İçi doldurulamayan ve objektiflikten uzak gerekçelerle hakimler ve savcıların görev yerlerinden ayrılmasının yanlış olduğunu, hakim ve savcılarının bağımsız ve tarafsız bir şekilde görevlerini yapabilmeleri için yer, yetki ve dosya güvencesi sağlanmasının hayati önem taşıdığını birçok kez ifade ettik. Belge ile bu güvencenin sağlanacağı görülmektedir ki, öngörülen bu faaliyetin geç kalınmış bir teminat olduğunu belirtmek isteriz. Yer ve yetki güvencesini öngören yasal teminatlar bir an önce getirilmelidir.

3- Gerekçeli Karar Hakkı Eğitimi

Belgede; yargı mensuplarının insan hakları konusundaki farkındalığı ve duyarlığının artırılacağı, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere insan hakları konusunda eğitim çalışmaları düzenleneceği, başta tutuklamaya ilişkin olmak üzere kararların gerekçelendirilmesi hususunda eğitim çalışmaları düzenleneceği belirtilmektedir.

Öncelikle belirtmek isteriz ki; hakim sıfatını haiz olan kişinin, insan hakları ve hürriyetleri konusunda farkındalığa ilişkin eğitimini tamamlamış olduğu kabul edilir. Yukarıda yer verdiğimiz; insan haklarına duyarlılık ve kararların gerekçelendirilmesine ilişkin eğitim öngören bir sistemin gündeme getirilmesi, esasında yargı mensuplarının bu konuda eksik olduklarını, hakimlerin kararlarını gerekçelendirme yetkinliğine sahip olmadıklarının örtülü kabulü ve bir öz eleştiridir. Bu açıdan tespit objektif ve öz eleştiri niteliği taşıması yönü ile de olumludur. Bu ikrarın; ciddi bir soruna işaret ettiği, mevzuat değişikliklerine ve gelişen teknoloji ile getirilen yeni sistemlere ilişkin zorunlu formasyonlar dışında, yargı mensuplarının hukukun evrensel ilke ve esaslarına, insan haklarına, kararlarını nasıl gerekçelendireceklerine ilişkin eğitim almalarının ihtiyaç olmaması gerektiği, bu konuda yargı mensuplarının yetersiz olduğuna dikkat çekildiği, esasında yargı mensuplarının hukuki eğitim öğrenimini tamamlamış kişiler oldukları, belgede bu yönde bir öğretim projesinin öngörülmesinin bunun eğitim ve öğretim sistemimizde ciddi bir sorunu gündeme getirdiği, bu noktada belgenin mevcut yargı mensuplarının görevlerinde yetkin kişiler olup olmadıkları ile verdikleri kararların hukuka ve hakkaniyete uygunluğunun sorgulanmasının da önünü açmakla beraber, şimdiye kadar yapılan reform ve mevzuat değişikliği ile gelinen aşamada önemli gelişmelere işaret eden belgenin, gündeme getirdiği bu sorunla kendi içinde çeliştiği, ancak insan hakları ile kararların gerekçelendirilmesi konusunda yargı mensuplarına bir eğitim-öğretim projesinin de önünü açarak, mevcut durumu objektif bir şekilde analiz ettiği ve yerinde bir adım atıldığı kanaatindeyiz.

Kararların gerekçelendirilmesi konusunda ise; sorunun sadece tutukluluğa ilişkin verilen kararlarda olmadığı belirtmek isteriz. Gerekçeli karar hakkının ihlali Türk Hukuku’nun kronik sorunudur. Özellikle bölge adliye mahkemesi kararlarında; formül, matbu veya görü­nüşte gerekçeler değil, açık, somut ve tam gerekçelere yer verilmeli ve gerçek anlamıyla “gerekçeli karar” niteliği taşıyan kararlar yazılmalıdır. Karar; sadece ilk derece mahkemesinin kararının hukukilik denetimini veya genel değerlendirmesini içermemeli, tarafların gerekçeli başvuru dilekçelerine cevap vermelidir. Bu noktada bölge adliye mahkemesinin; bir bütün olarak dosyayı incelediğini, yerel mahkeme kararını denetlediğini, maddi vaka incelemesi yaptığını ve delilleri tartıştığını gösteren, özellikle dosya üzerinden yapılan incelemelerde tarafların beyanlarına hukuki ve fiili dayanaktan yoksun olmayacak şekilde cevaplandıran gerekçeli kararlar yazması elzemdir. Anayasa m.141/3 gereğince, her yargı kararı somut hukuki ve fiili gerekçeleri içermeli ve denetlenebilir olmalıdır.

Bu noktada; belgede istinaf kanun yolunun güçlendirileceği ve özellikle tutukluluk konusunda nitelikli gerekçeli kararların yazılmasının sağlanacağı ifade edilmekle birlikte, konuya ilişkin sayılan güvencelerin soyut bırakıldığı, uygulamada var olan sorunlara somut çözüm ortaya koymadığı görülmektedir.

Kanaatimizce kanun koyucu; daha etkin hale getirilmesi gereken iki dereceli yargılamada duruşmalı inceleme yollarını güçlendirmeli, sistemi verimli hale getirmeli, istinaf kanun yolunda dosya üzerinden yapılan incelemelerin sınırını iyice daraltmalı, bu yolla iki dereceli yargılamanın amacına uygun bir şekilde işlemesine imkan sağlamalıdır. Sadece hukukilik denetimi değil maddi vaka incelemesi yapan istinaf kanun yolunda duruşma açılması istisna olarak görülmemeli, mümkün olduğu kadar duruşmalı inceleme tercih edilmeli, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre CMK m.102’ye göre yapılacak azami tutukluluk süresi hesabında dikkate alınmalı, yani bu maddede gösterilen usule göre tutukluluğun devamına veya uzatılmasına karar verilmelidir.

4- Belgede ayrıca;

- İfade özgürlüğüne ilişkin davalarda kanun yolu güvencesi artırılarak ilgili kararların istinaf sonrası Yargıtay tarafından da incelenmesi sağlanacağı,

- Hukuk fakültelerinde müfredat yenileneceği, “hukuk mesleklerine giriş sınavı” geleceği, stajyer avukatlara sigortalı çalışma imkanı sağlanacağı,

- Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru üzerinden verdiği ihlal kararlarının, usul kanunlarında yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak yer almasının sağlanacağı,

- Avukatların hususi damgalı, yani yeşil pasaport alabilmelerine ilişkin haklarının genişletileceği,

- Ceza infaz sisteminde mevzuat düzenlemenin değiştirileceği, suç ve yaptırım dengesinde bütünü ile gözden geçirileceği,

- Takibi şikayete bağlı suçların kapsamı genişletileceği (tehdit ve yaralama),

- Bazı ağır suçlar istisna olmak üzere 15 yaşından küçüklerin ilk defa işledikleri fiillerden soruşturma ve kovuşturma yapılmayacağı,

- Hakimler, ceza ve hukuk hakimi olarak ihtisaslaşacağı,

- Hakim, savcı ve noter yardımcılığı müesseselerinin getirileceği,

Duruşma tutanaklarının elektronik sistemde tutulacağı, dolayısıyla hakimin özetleyip, katibin yazıya aktardığı değil, herkesin ağzından çıkanın tutanağa aktarıldığı bir sistemin hayata geçirileceği (böylece, yaşanan tartışmaların son bulacak, iddianın ve savunmanın insicamı bozulmayacak söz kesilmeyecek, beyanların tutanağa geçirilmediği veya eksik veya hatalı geçirildiğine dair itirazlar da bitecektir).

- Ara kararların celse arasında yerine getirilmesinin sağlanacağı,

- Makul sürede yargılanma için hedef sürelerin hayata geçirileceği,

- Asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcılığı yeniden getirileceği (çelişmeli yargılama ilkesi gözetilecek),

- Kovuşturma öncesi çözüm araçları ve soruşturma süreçleri güçlendirileceği,

- Önödeme ve kamu davasının açılmasının ertelenmesinin uygulama alanı genişletileceği,

- İddianamenin iadesi müessesesi kapsam itibariyle yeniden belirleneceği (iddianameyi taraflar da görebilmeli, varsa eksiklik veya yanlışlık itirazlarını bildirebilmelidir),

- Uzlaştırma müessesesinin kapsamının genişletileceği,

- Bazı fiillere yönelik soruşturmalarda fail ile cumhuriyet savcısı arasında anlaşma ile sonlandırabilmesinin sağlanacağı,

- Mahkeme yazı işleri müdürlüklerinin güçlendirileceği,

- İstinaf kanun yolunun güçlendirileceği, bozmaya ilişkin yetkiler yeniden düzenleneceği,

- Başsavcılık itirazının güçlendirileceği,

İfade edilmektedir.

Belgenin; esas itibariyle hukukun evrensel ilke esaslarına değindiği, mevcut pek çok soruna teknik, hukuki ve akademik bir bakış açısıyla çözüm ürettiği, somut projelere yer verdiği, toplumun hukuka ve adalet sistemine ilişkin algısını da dikkate alarak kapsamlı bir çalışma içerdiğini ifade etmek isteriz.

Ancak belirtmeliyiz ki; ülkemizde var olan sorun bir mevzuat değil, zihniyet ve bakış açısı sorunudur. Bu sorun; ne yazık ki hukuk zihniyetinde ve adalet bilincinde varlığını devam ettirmektedir. Bu sorunun çözümünün ise mevzuatla bir ilgisi yoktur. Esasında sorunların çözümünde kural nettir; Anayasa ve kanunlarımız hukukun evrensel ilke ve esaslarına dayanmalı, tatbiki de hukukun evrensel ilke ve esaslarına gerçekleştirilmelidir.

Yargı reformu stratejisi belgesinin kapsamının genişliği, aslında hukuk ve adalet sitemimizde giderilmesi gereken birçok aksaklık olduğuna dikkat çekmektedir ve nitelikli bir çalışmanın ürünüdür. Ancak esas mesele bu değildir. Mevcut sorunların çözümü; hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun mevzuattan ziyade, uygulamanın düzeltilmesinde, yani mevcut kuralların Anayasaya ve kanunların emrettiği şekilde tatbik edilmesinde yatmaktadır. Gerçek bir hukuk devleti, ancak yazılı hukuk kurallarının tatbiki ile sağlanabilir ki, bu da bu kuralları tatbik edecek duyarlı, adalet bilinci gelişmiş bir toplumla mümkündür. Böyle bir topluma; yıllar sürecek eğitim ve öğrenimle, hukuk ve iktisat alanında yapılacak reformlarla ulaşılabilir, yoksa salt yazılı belgelerle beklenen olumlu sonuçlara ulaşılamaz.

İşini gerçekten isteyerek yapan, adalete ve maddi hakikate ulaşma, temsil ettiği kişinin haklarını koruma kaygısı içinde olan, görev bilincini haiz, sorumlu, vatanına, milletine, hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı hukukçular yetiştirilmedikçe, hukuku eşit uygulamadıkça hiçbir sorunu belge yayınlayarak çözemeyiz.

Son Söz;

Sadece strateji belgeleri, bildirgeler ve kanun değişiklikleri ile bu iş olmaz; liyakatlı, teminatlı ve bilgili insanların yargı mensubu yapılması iyi olur, yoksa basmakalıp sözlerle, strateji belgesi de yazılabilir, kanun da çıkarılabilir, ancak önemli olan eşit ve adaletli uygulama, Türkiye Cumhuriyeti’nin ana sorunu hukuk zihniyeti ve bakış açısıdır, bu kadar net yoksa kural ve kaide var, fakat uygulama, ya yanlış veya kurala uygun değil, gerekçeli karar hakkı sorunu var. Zihniyet değişmedikçe, toplumda hukuk ve adalet bilinci gelişmedikçe, hukuk öğrenimini beş yıla çıkarmak sorunu çözmez, hukuk fakültelerinin ilk iki sınıfında, hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi ve hukuk etiği dersleri verilmeli, yani öğrenciye hukuk nosyonu kazandırılmalı, ardından teorik bilgiler aktarılmalıdır. Hukukun evrensel ilke ve esasları özümsenmedikçe, “hukuk”, “yargı”, ve “adalet” kavramlarının varlık sebepleri ile değerleri anlaşılamaz.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Filiz Demirbüker

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

>> Yargı Reformu Stratejisi TAM METİN için TIKLAYINIZ