1. OLAYIN ÖZETİ: Uyuşmazlık konusu dava imar-ihya ve zilyedliğe dayalı tapu iptali ve tescil işlemine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde; çalılık ve dikenlik iken davacı tarafından imar-ihya edilen ve 1974 yılından beri davacının zilyetliğinde bulunan bir parça taşınmazın kadastro çalışmaları sonucunda 1448 parsel numarası ile davalı Hazine adına tespit ve tescil edildiğini açıklayarak Hazine üzerindeki tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Hazine vekili 09.06.2011 tarihli yargılama oturumunda davanın reddine karar verilmesini talep etmiş ve mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin önüne gelmiştir. Yapılan incelemede DSİ Müdürlüğünün yazısı ve jeolog bilirkişinin raporu karşısında taşınmazın seddenin yapım tarihi olan 2007 yılına kadar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunun kabulü gerekmediği belirtilmiş ve resmi kurum yazısı ve bilimsel içerikli bilirkişi raporunun esas alınarak davanın reddi yerine takdiri delil niteliğinde olan mahalli bilirkişi ve tanıkların beyanlarına üstünlük tanınarak kabulüne karar verilmiş olması doğru bulunmayarak yerel mahkemenin verdiği karar bozulmuştur.

Bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme yoluyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının somut olayda davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

2. ÜZERİNDE DURULMASI GEREKEN KONULAR

- Zilyetlik Kavramı ve taşınmazlarda zilyetlik hakkının kazanılmasının koşulları,

- Toprağın imar ve ihya edilmesinin şartları.

- Tapusuz Taşınmazların Olağanüstü Zamanaşımı ile Kazanılması Koşulları,

3. MERCİLERİN ÇÖZÜMÜ

a) YEREL MAHKEMENİN KARARI

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; her ne kadar Y.HGK kararında yerel mahkemenin davayı kabul etmesinin gerekçeleri açıkça belirtilmemiş ise de davacının uyuşmazlık konusundaki iddia ve taleplerinden yola çıkılarak taşınmazın çalılık ve dikenlik iken davacı tarafından imar-ihya edildiği ve 1974 yılından beri davacının zilyetliğinde bulunduğuna kanaat getirilerek yerel mahkemece davacının talebiyle bağlı kalındığı ve davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

b) YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİNİN KARARI

Yerel Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de; özel dairenin yaptığı incelemeye göre yerel mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Zira dosyada yapılan incelemeye göre; 1448 parsel 21.11.2002 tarihinde Hazine adına hali arazi vasfı ile tespit edilmiş, tutanağın itirazsız olarak 03.01.2003 tarihinde kesinleşmesi üzerine 02.05.2008 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.

Taşınmaza ait tutanağın edinme sütununun incelenmesinde, taşınmazın 1965 yılında yapılan kadastro tespitlerinde Yeşilırmak yatağı olarak tespit harici bırakıldığı, Almus Barajı'nın yapımı ile kendiliğinden kontrol altına girdiği ve 2002 yılında Tokat Defterdarlığının talebi üzerine yapılan kadastro çalışmalarında ileride tarım alanına dönüştürülmesi mümkün yerlerden olduğu gerekçesi ile Hazine adına hali arazi vasfı ile tespit edildiği saptanmıştır. Bu saptama ışığında taşınmazın öncesinin dere yatağı olduğunun kabulü gerekmektedir. Kural olarak, dere yatakları Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Aktif dere yatakları ile derenin etki alanında kalan yerlerin kazanılması mümkün bulunmamaktadır. Ancak, aktif dere yatağında ve etki alanında kalmayan bir yer, koşulları mevcut olduğu takdirde, niteliğine göre zilyetlik ve imar-ihya yoluyla kazanılabilir.

Keşif mahallinde dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar, dava konusu taşınmazın Almus Barajının inşasından önce Yeşilırmak yatağı olduğunu, ancak barajın inşasından sonra Yeşilırmak'ın debisinin düşmesi ve rejiminin düzene girmesiyle ırmak yatağı olmaktan çıktığını ve davacının 1978 yılında taşınmazın imar-ihyasına başlayıp 2 yıl içinde taşınmazı tarım arazisi haline getirdiğini bildirmişlerdir. Buna karşılık aynı keşifte teknik bilgisine başvurulan jeoloji mühendisi bilirkişi 18.05.2011 tarihli raporunda "1965 yılına kadar Yeşilırmak'ın debisinin oldukça fazla ve düzensiz olduğunu, bu tarihte baraj inşaatının tamamlanması ile debisinin düştüğünü, bu tarihten sonra taşınmazın kuzeyinden düzensiz ve yay gibi kavisli şekilde menderesli olarak akarken ıslah projesi kapsamında yapılan sedde çalışmaları ile taşınmazın bugünkü halini aldığını…" bildirmiş, DSİ 7. Bölge Müdürlüğü 72. Şube Müdürlüğü 12.11.2010 tarih ve 242257 sayılı cevabi yazısında taşınmazın bulunduğu yerde ıslah çalışması kapsamında seddenin 2007 yılında inşa edildiğini bildirmiştir. DSİ Müdürlüğünün yazısı ve jeolog bilirkişinin raporu karşısında taşınmazın seddenin yapım tarihi olan 2007 yılına kadar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunun kabulü gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan bu gerekçelerle resmi kurum yazısı ve bilimsel içerikli bilirkişi raporunun esas alınarak davanın reddi yerine takdiri delil niteliğinde olan mahalli bilirkişi ve tanıkların beyanlarına üstünlük tanınarak kabulüne karar verilmiş olması özel dairece doğru görülmemiş ve karar bozulmuştur.

c) HUKUK GENEL KURULU KARARI

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının somut olayda davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Dava konusu 1448 parsel sayılı taşınmaz 2002 yılında yapılan tesis kadastrosu ile 9.132,24 m² miktarlı ve hali arazi vasfı ile 02.05.2003 tarihinde tapuya tescil edilmiş olup, dosya içerisinde bulunan 18.05.2011 tarihli jeoloji bilirkişi raporunda taşınmazın kuzey sınırında bulunan Yeşilırmak'ın düzensiz ve yay gibi kavisli bir şekilde menderesli akarken, ıslah projesi kapsamında yapılan sedde çalışmalarıyla bugünkü halini aldığı belirtilmiştir. DSİ tarafından gönderilen 12.11.2010 tarihli yazı ile seddenin 2007 yılında yapıldığı bildirilmiş olup, dava konusu taşınmazın 2007 yılına kadar aktif dere yatağının etkisi altında bulunduğu dolayısıyla Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle, Yerel mahkemenin dava konusu taşınmazın Almus Barajının yapıldığı 1965 tarihinden sonra ırmak metrukatı haline geldiği yönündeki gerekçesi yerinde değildir.

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının davacı yararına gerçekleşmiş olduğu, DSİ seddesinin 2007 yılında yapılmasının kazanma şartlarının oluşmasına engel olmadığı ileri sürülmüşse de bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir. Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı hususa işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuş ve Y.HGK tarafından direnme kararı isabetsiz bulunarak bozulmasına karar verilmiştir.

5. DEĞERLENDİRMEMİZ

UYUŞMAZLIK KONULARINA İLİŞKİN GENEL BİLGİ

a) Zilyetlik Kavramı ve taşınmazlarda zilyetlik hakkının kazanılmasının koşulları.

TMK' da zilyetlik kavramı açıkça tanımlanmış değildir. Ancak hukuki manada zilyetlik tanımını TMK m. 973/1[1]'den yola çıkarak yapmak mümkündür. Buna göre bir eşya üzerinde fiili hakimiyete sahip olmaya zilyetlik adı verilir[2]. Bir eşya üzerindeki hakimiyetin zilyetlik olarak değerlendirilebilmesi için "fiili hakimiyet" ve "zilyet olma iradesi" olmak üzere iki unsurun bir arada bulunması gerekir.

Uygulamada zilyetliğin ispatında sadece taşınmaz üzerindeki fiili hakimiyet ve zilyetlik iradesi yeterli görülmemekte ve "taşınmazın ekonomik bir amaç için kullanılmış olması" unsurunun varlığı ek bir zilyetlik koşulu olarak aranmaktadır[3].

b) Toprağın imar ve ihya edilmesinin şartları.

Tarıma elverişli olmayan bir toprağın masraf ve emek sarfı ile imar edilerek tarıma elverişli hale getirilmesine ihya denir[4]. Kadastro Kanunu m. 17/1' e göre "Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir." Hemen belirtmek gerekir ki; 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesi aynı Kanunun 33/3 maddesi gereğince genel hüküm niteliğinde olup Kadastro Kanunu'nun uygulandığı yerler dışında bulunan taşınmazlar hakkında da uygulanır.

Toprağın ihya eden adına tescili için toprağa, zilyetliğe ve ispata ilişkin bir takım şartların hepsinin bir arada gerçekleşmiş olması gerekir. Aksi takdirde arazi, ihya edilmiş olsa bile hazine adına tespit edilir[5].

- Toprağa İlişkin Şartlar

İhya edilecek olan toprak:

- Orman sayılmamalı ve kamu hizmetine tahsis edilmemiş olmalıdır[6].

- Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bir toprak olmalıdır[7].

- Toprak masraf ve emek sarf etmek suretiyle imar ve ihya edilmiş ve tarıma elverişli hale getirilmiş olmalıdır[8].

- Taşınmaz özel mülkiyete tabi olmamalıdır.

- Orta malı topraklar ile hizmet malı taşınmazların ihya yoluyla iktisabı mümkün değildir.

- Ayrıca Kadastro Kanunu m. 17/2 uyarınca il, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda ihyaya izin verilmemiştir.

Bir yerin imar-ihya ile kazanılabilmesi için öncelikle taşınmazın orman sayılmayan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arazilerden olması gerekir[9]. Kamu hizmetine tahsis, hukuken olabileceği gibi fiilen de olabilir. Kamu hizmetine tahsis edilmeyen, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşlık, orman sayılmayan çalılık, makilik ve fundalık gibi topraklar imar ve ihyaya müsait olan yerlerdir. Aynı şekilde 1958 tarihli bir Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında yabani ağaçların aşılanması suretiyle meyve veren kültür bitkilerine dönüştürülmesi de ihya sayılmıştır[10].

Makilik ve fundalık yerler orman toprağı ise imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Zira kanun koyucu Anayasa'nın 169 ve 170. maddelerini gözeterek ormanların imar ve ihya ile kazanılmasını yasaklamıştır. Aynı ilkenin bir sonucu olarak, 3402 sayılı Kadastro Kanunun 16/A maddesinde belirtilen hizmet malları, 16/B maddesinde belirtilen orta malları, yollar, meydanlar ile 16/C ve 16/D maddelerinde belirtilen taşınmazların imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Nitekim nehir ve çay gibi akarsuların eski (terk edilmiş, metruk) yatakları, kural olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Ancak bu yerlerin koşulları oluştuğu takdirde imar ve ihya ile kazanılması mümkündür. Buna karşılık aktif nehir, çay yatakları etki alanında bulunan yerlerin imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir[11].

İmar ve ihya ile edinilebilecek taşınmazın niteliği yanında, özel mülkiyete tabi olmaması da gerekmektedir. Tapuda Hazine yada gerçek ve tüzel kişiler adına kayıtlı taşınmazların imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Başkasının mülkiyeti altındaki tarla şeklindeki bir araziyi bağ-bahçe haline getirmek bu bakımdan ihya sayılmaz fakat şartları varsa haksız inşaata ilişkin hükümler kıyasen uygulanır[12]. Ayrıca il, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmazlar da imar ve ihya ile kazanılamazlar.

Bir yerin imar ve ihya ile kazanılması için taşınmazın emek ve para sarf edilerek tarım arazisi haline getirilmesi gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bir taşınmazın tarım arazisi haline getirilmesi halinde imar ve ihyadan söz edilebilir. Ekime, dikime ve ürün yetiştirmeye müsait olmayan yerler ihya edilecek taşınmazlardır. Emek ve masraf gerektirmeyen, zilyetliğin sürdürülmesi seviyesindeki, taşınmazın daha verimli hale getirilmesi gibi çalışmalar imar ve ihya sayılmaz. Bu tür yerlerin imar-ihyaya gerek olmaksızın, TMK m. 713/1 ve Kadastro Kanununun 14. maddeleri gereğince kazanılmaları mümkündür.

Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bir yerin emek ve para sarf edilerek tarım toprağı haline getirdikten sonra güçlendirmek amacıyla yapılan işlemler ihya olgusu içinde kabul edilmelidir.

Taşınmaza tarım arazisi niteliği kazandırmayan uğraşlar, meydana getirilen eserler Kadastro Kanununun 17. maddesi kapsamında imar ve ihya olarak kabul edilemez.

- Zilyetliğe İlişkin Şartlar

- Toprağın ihya edenin adına tespiti için bu toprağa ihya fiilinin tamamlandığı anla tespit tarihi arasında 20 yıl süreyle, çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyet bulunması gerekir[13]. Bu süre ihya fiilinin tamamlandığı tarihten itibaren başlar.

- İspata İlişkin Şartlar

Maddi olgu olan imar ve ihya, her türlü delil ile kanıtlanabilir. Her somut olayın özelliğine göre, yerel bilirkişi, tanık beyanları, teknik bilirkişi raporları gibi deliller imar ve ihyanın kanıtlanmasında kullanılabilir.

İhya iddialarında ilk planda taşınmazın ihyadan önceki durumu örneğin taşlık olup olmadığının tespit edilmesi gerekir. Sonra taşınmazın gerçekten gider ve emek harcanmasıyla tarıma elverişli duruma getirilip getirilmediği; daha sonra ihyanın kim tarafından, ne zaman yapıldığının ispatı gerekir[14].

İhya edenin, zilyetliğini aynı çalışma alanı içinde toprak sulu ise 40 dönüme, kuru ise 100 dönüme kadar belgelerle veya tanık ya da bilirkişi beyanlarıyla ispat etmesi gerekir[15].

b) Tapusuz Taşınmazların Olağanüstü Zamanaşımı ile Kazanılması Koşulları.

40 dönümü aşmayan sulu ve 100 dönümü aşmayan kuru tapusuz taşınmazlar, TMK m. 713/1. fıkrada belirtilen şartların gerçekleştiği sabit olursa maliki sıfatıyla zilyedi adına kaydolunabilir. Hükme göre "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir."

Dolayısıyla imar ve ihya tek başına taşınmazın mülkiyetinin kazanılması için yeterli bir olgu değildir. Kadastro Kanunu'nun 17. maddesindeki yollama gereğince aynı Kanun'un 14. maddesinde belirtilen zilyetliğin nizasız fasılasız ve malik sıfatıyla 20 yıldan fazla sürmesi gerekmektedir. 20 yıllık süre imar ve ihyanın tamamlandığı tarihten itibaren hesaplanır[16].

SONUÇ

Davacı, imar-ihya ve zilyetliğe dayanarak dava konusu taşınmazın tapu sicilinde kendi adına tescilinin talep etmiştir. Dava konusu 1448 parsel sayılı taşınmaz 2002 yılında yapılan tesis kadastrosu ile 9.132,24 m² miktarlı ve hali arazi vasfı ile 02.05.2003 tarihinde tapuya tescil edilmiş olup, dosya içerisinde bulunan 18.05.2011 tarihli jeoloji bilirkişi raporunda taşınmazın kuzey sınırında bulunan Yeşilırmak'ın düzensiz ve yay gibi kavisli bir şekilde menderesli akarken, ıslah projesi kapsamında yapılan sedde çalışmalarıyla bugünkü halini aldığı belirtilmiştir.

DSİ tarafından gönderilen 12.11.2010 tarihli yazı ile seddenin 2007 yılında yapıldığı bildirilmiş olup, dava konusu taşınmazın 2007 yılına kadar aktif dere yatağının etkisi altında bulunduğu dolayısıyla Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Yerel mahkemenin dava konusu taşınmazın Almus Barajının yapıldığı 1965 tarihinden sonra ırmak metrukatı haline geldiği yönündeki gerekçesi yerinde değildir.

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının davacı yararına gerçekleşmiş olduğu, DSİ seddesinin 2007 yılında yapılmasının kazanma şartlarının oluşmasına engel olmadığı ileri sürülmüşse de bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.

Kanaatimizce yukarıda açıklanan nedenlerle her ne kadar DSİ seddesinin 2007 yılında yapılması, toprağın davacı tarafından imar ihya ile iktisap edilmesine engel değilse de imar ihya koşullarının taşınmaza ilişkin şartları gerçekleşmemiştir. Zira söz konusu arazi 1965 tarihinden sonra ırmak metrukatı haline gelmiş fakat DSİ tarafından 2007' de ırmak seddesi yapılmıştır. Bu durum söz konusu toprağın 2007 yılına kadar devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu göstermektedir. Dolayırıyla somut olayda süre ve toprağa ilişkin koşullar bakımından davacı lehine imar ihya koşulları oluşmadığından HGK kararı isabetli olup yerel mahkemenin kararı yerinde değildir.

KAYNAKÇA

Ayan Mehmet, Eşya Hukuku I Zilyetlik ve Tapu Sicili, Güncelleştirilmiş 10. Baskı, Mimoza Yay., Konya 2014.

Başpınar Veysel, Türk Toprak Hukukunda İhya, 1. Baskı, Nobel Yay.

Çınar Turan, Açıklamalı, İçtihatlı, Uygulamalı, Konularına Göre Tapu İptali ve Tescili Davaları, 1. Baskı, Kartal Yay., Ankara 2008.

Eren Fikret / Başpınar Veysel, Toprak Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 4. Baskı, Yetkin Yay., Ankara 2014.

Ertaş Şeref, Yeni Türk Medeni Kanunu Hükümlerinde Göre Eşya Hukuku, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 2006.

Kılıç Halil, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu, Sözkesen Yay., 2. Baskı, Ankara 2008.

Oğuzman M. Kemal / Seliçi Özer / Özdemir Saibe Oktay, Eşya Hukuku, Gözden Geçirilmiş 11. Baskı, Filiz Yay., İstanbul 2006.

Özmen İhsan / Çorbalı Halim, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, 3. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 1995.

Tekinay Selahattin Sulhi / Akman Sermet / Burcuoğlu Haluk / Altop Atilla, Eşya Hukuku, C:1, 5. Baskı, Filiz Yay.

------------------------------

[1] TMK m. 973/1; "Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir."

[2] Turan Çınar, Açıklamalı, İçtihatlı, Uygulamalı, Konularına Göre Tapu İptali ve Tescili Davaları, 1. Baskı, Kartal Yay., Ankara 2008, s. 192; Şeref Ertaş, Yeni Türk Medeni Kanunu Hükümlerinde Göre Eşya Hukuku, Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 2006, s. 74; M. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi/Saibe Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, Gözden Geçirilmiş 11. Baskı, Filiz Yay., İstanbul 2006, s. 48; Mehmet Ayan, Eşya Hukuku I Zilyetlik ve Tapu Sicili, Güncelleştirilmiş 10. Baskı, Mimoza Yay., Konya 2014, s. 45.

[3] Ertaş, s. 75.

[4] Fikret Eren/Veysel Başpınar, Toprak Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 4. Baskı, Yetkin Yay., Ankara 2014, s. 321; Veysel Başpınar, Türk Toprak Hukukunda İhya, 1. Baskı, Nobel Yay., s. 36; Selahattin Sulhi Tekinay/ Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/ Atilla Altop, Eşya Hukuku, C:1, 5. Baskı, Filiz Yay., s. 310; İhsan Özmen/Halim Çorbalı, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, 3. Baskı, Seçkin Yay., Ankara 1995, s. 737;Ertaş, s. 333.

[5] Kadastro Kanunu m. 17/1.

[6]Y.8.HD.,06.03.2006, E: 2006/694 K: 2006/1472; "Taşlık bir yer Medeni Kanunun ilgili maddesi hükmü gereğince Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olup bu yerler ancak 3402 sayılı Yasanın 17. maddesindeki koşullar altında kazanılabilir. Öte yandan taşınmazın zilyetlikle kazanmaya elverişli olması gerekir.", Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programları, e.t. 01.01.2015.

[7] Y.8.HD.,11.12.2001, E: 2001/5856 K: 2001/9160;"…Tespit dışı bırakılan yer kural olarak Devletin hüküm tasarrufu altında sayılan yerlerden olup ancak imar ve ihya yolu ile kazanılabilir." Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programları, e.t. 01.01.2015.

[8] Y.8.HD., 10.05.2012, 2012/3243 E., 2012/4093 K. "…Bir yerin ihya yoluyla kazanılması için; tarıma elverişli hale getirilmesi ve bu olgunun tamamlandığı tarihten itibaren yirmi yıldan fazla süreyle Kadastro Kanununun maddesindeki koşullar altında tasarruf edilmiş olması gerekir. Öte yandan; ev, ahır, garaj ve benzeri tesisler yapmak Kadastro Kanununun maddesinin uygulanması bakımından ihya da sayılmayacağından davanın reddine karar verilmesi gerekirken farklı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır." Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programları, e.t. 01.01.2015.

[9] Oğuzman/Seliçi/Özdemir, s. 344; Ertaş, s. 333.

[10] Ertaş, s. 333, 135 No'lu dipnot.

[11]Y.HGK, 02.10.1996, 1996/20-429 E., 1996/643 K.; "…halen aktif olarak dere yatağı bulunmayan yerlerin, koşullarının gerçekleşmesi durumunda, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla mülk edinilebileceği kuşkusuzdur. Mahkemece izlenmesi gereken yol, kamulaştırma kararı ve haritasının celbi mahallinde jeoloji ve ziraat bilirkişisi aracılığı ile fen memurundan da yararlanılarak keşif yapılması bu yerin aktif olarak ya da kuru dere yatağında ve kamulaştırma haritası kapsamında bulunup bulunmadığının tespiti; tanık beyanları dahil tüm deliller değerlendirilerek, hasıl olacak sonuca göre karar vermekten ibarettir. Bu yön gözetilmeksizin eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulamaz."; Y.HGK.,18.02.1998 ve 1998/4-122 E.,1998/138 K, Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programları, e.t. 01.01.2015.

[12] Ertaş, s. 334.

[13]Oğuzman/Seliçi/Özdemir, s. 357; Y.HGK., 05.05.1999, 1999/1-262 E., 1999/257 K. "Koruma makiliği dışında kalan makilikler orman sayılamazlarsa da nitelikleri itibariyle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir.Ancak imar ihya koşullarının gerçekleşmesi halinde özel mülkiyete konu teşkil edebilirler. Bu itibarla imar ihya koşulları gerçekleşmeden Devletin hüküm ve tasarrufundaki yer niteliği devam ederken maki alanının kişiler adına tespit edilmesi halinde hak düşürücü süreden söz etme olanağı yoktur.", Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programları, e.t. 01.01.2015.

[14] Halil Kılıç, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu, Sözkesen Yay., 2. Baskı, Ankara 2008, s. 681.

[15] Eren/Başpınar, s. 326.

[16] Çınar, s. 739, Oğuzman/Seliçi/Özdemir, s. 342.