Sağlık hukuku kapsamında hekim ile hasta arasındaki ilişki; kişinin yaşam hakkı, vücut bütünlüğü ve kişilik hakları ile doğrudan ilişkili olduğundan diğer hukuki ilişkilere nazaran önem arz etmektedir. Öncelikle hasta ile hekim arasındaki sözleşmenin, tedavi sınırları içerisinde kaldığı sürece, vekalet sözleşmesi olduğunu ifade etmek gerekir.[1] Nitekim Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 8590 E. 9569 K. Sayılı, 06.11.2000 Tarihli Kararında da; Bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak HUMK. 76. maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Dava, davalı doktorun vekalet sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır (BK. 386-390). Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur.” şeklinde hüküm tesis etmiştir. Ancak bu noktada hekim ile hasta arasındaki ilişkinin konusu estetik ameliyatlar olduğunda hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi olmadığını da belirtmek gerekir. Estetik ameliyatlarda; hekim yalnızca özen ve dikkat yükümlülüğü altında olmayıp, ameliyat ile beklenen neticeyi garanti ettiği şekilde meydana getirmeyi taahhüt ettiğinden, hekim ile hasta arasındaki ilişki eser sözleşmesidir.[2]

Her hukuki ilişkide olduğu gibi, hekimlerin veya hastane organizasyonunun hasta ile arasında bulunan sözleşme kapsamında karşılıklı yükümlülükler, hak ve borçlar söz konusudur. Hastaların teşhis ve tedavi sürecinde birtakım komplikasyonların meydana gelme riskinin bulunması, kompleks bir varlık olan insanın tabiatı gereği olağan bir durumdur. Bu sebeple teşhis veya tedavi sürecinde hastada meydana gelen komplikasyonlar neticesinde ortaya çıkan zararda hatalı tıbbi müdahale olup olmadığı ve bu sebeple hekimin veya hastanenin sorumlu olup olmayacağı ve bu sorumluluğun kapsamının belirlenmesinde kusur, hastanın aydınlatılmış onamı, illiyet bağı gibi hususların irdelenmesinin önem arz ettiği düşüncesindeyiz.

HEKİMLERİN TIBBİ STANDARTLARI BİLME YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Türk hukukunda hekim ile hastaları arasındaki ilişkiyi ayrıntılı olarak düzenleyen hükümler bulunmadığından Yargıtay kararları ile kriterlerin oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu kriterlerin başında sağlık hukuku kapsamında hekimin tıbbi gelişim ve standartları bilme yükümlülüğü bulunmaktadır. Hekimler, hastalarına karşı özen borçlarını yerine getirirlerken bilim ve teknolojinin getirdiği imkânlar hakkında bilgi sahibi olmalı, hastaları veya ilgili kişileri tıp alanındaki imkanlar ile ilgili bilgilendirmesi gerekmektedir. Dolayısıyla hekimler, herhangi bir uyuşmazlık çıktığında, tıbbi gelişimler konusunda bilgi sahibi olmadığını ileri sürme hakkına sahip değildir.

Belirtmek isteriz ki hekimin müdahalesi kabul edilen tıbbi standartlarda değilse kusur söz konusu olacaktır. “Tıbbi standart” kavramının tanımlamasını Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin E.2019/2716 - K.2019/3692 - 30.09.2019 Tarihli Kararında;

Tıbbi Standart” hekimin tedavinin amacına ulaşması için gerekli olan ve denenerek ispatlanmış bulunan, hekim tecrübesi ve doğa bilimlerinin o anki ulaştığı düzeyi ifade etmekte olup, denenmiş ve bilinen temel meslek kurallarıdır.” şeklinde yapmıştır. Bu kapsamda hekimin bilmesi gereken tıbbi standart ve gelişimlerden; denenerek ispatlanmış, muhtemel sonuçları bilinen yollar anlaşılması gerekmektedir. Dolayısıyla tıbbi standardın sağlanıp sağlanmadığı konusunda her somut uyuşmazlıkta ayrı değerlendirme yapmak gerekir.

Bir hekimin veya hastanenin kusurunu değerlendirilirken dikkat edilecek ilke ve standartları Yargıtay Kararları ışığında belirtmekte yarar görmekteyiz.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin E. 2013/15408 - K. 2014/16675 Sayılı Kararı;

“Davalı doktorun davacı Özlem’in takibi sırasındaki değerlendirme ve kararlarının çağdaş tıp literatürüne uygun olup olmadığı, bir ihmal, kusur ya da özensizliğin bulunup bulunulmadığı…” şeklinde olup hekim kusuruna ilişkin bir iddia söz konusu ise bilirkişi raporları ile hekim müdahalesinin çağdaş tıp literatürüne uygun olup olmadığının denetlenmesi gerektiği belirtilmiştir.

AVRUPA BİYOTIP SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA TIBBİ STANDARTLAR

Avrupa Biyotıp Sözleşmesi uluslararası bir sözleşme olarak iç hukukumuzda kullandığımız, adeta Türkiye’de açılan tıbbi davalar kapsamında Anayasa olarak sayılabilecek öneme sahiptir. Bu sözleşme 09.12.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Sözleşmenin ilk maddesi “Bu sözleşmenin tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler.” şeklindedir. Madde uyarınca bu Sözleşme’nin temel amacı, insan onuru ile insan kimliğinin korunması ve ayırım gözetmeksizin herkesin vücut bütünlüğü ile diğer temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Bu bakımdan ülkemizdeki biyotıp uygulamaları ve araştırmaları da bu temel ilkelere uygun yürütülmek zorundadır.[3]

Sözleşmenin 4. maddesinde ise, “Meslek Kurallarına Uyma” başlığı altında; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” denilmektedir. Madde uyarınca her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir. Bu kapsamda Sözleşme yazılı olan veya yazılı olmayan meslek kurallarına uygun müdahaleyi güvence altına almaktadır.

Biyotıp Sözleşmesinin 5. Maddesinde ise “Rıza” konusu düzenlenmiş olup Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir.

Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir.

İlgili kişi, muvafakatini her zaman, serbestçe geri alabilir. düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiştir. Burada ifade etmek gerekir ki ilgili kişinin yalnızca müdahaleye rıza göstermesi yeterli olmayıp ayrıca ilgili kişiye, müdahale sonrası oluşabilecek komplikasyonların da izah edilmesi ve bu suretle aydınlatılmış rızasının alınması gerekmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında kapsamındaki “uygun bilgiler” ifadesi önem taşımaktadır. Bu noktada, somut durum bakımından gerekli ve yeterli derecede, esasen önemli noktalara, alternatif yöntemlerin mevcudiyetine ve müdahalenin başarısız olmasına ilişkin olası tehlikelere dair bilgilendirme yeterli görülebilecektir. Bununla birlikte yapılan bilgilendirme, tıbbi terminolojiden uzaklaşılarak mutlaka ilgili tarafından anlaşılabilir şekilde yapılmalıdır.

TIBBİ KOMPLİKASYON KAVRAMI VE HUKUKİ BOYUTU:

Hekimin müdahalesi neticesinde istenmeyen sonucun meydana gelmesi durumuna “zarar” adı verilmektedir. Bu zararın meydana gelmesinde hekimin rolü bulunması ve yukarıda izah ettiğimiz ilkeler çerçevesinde belli şartları taşıyorsa “hekimin kusuru” söz konusu olacaktır. Eğer meydana gelen zarar ile hekimin müdahalesi arasında “nedensellik ilişkisi (illiyet bağı)” kurulabiliyor ise ve bu durum hekimin tıbbi hatasından meydana geliyor ise (hekimin kusuru bulunuyorsa) “malpraktis” gündeme gelecektir.[4]

Tıbbi müdahale neticesinde hastanın uğradığı zarar ile hekimin müdahalesi arasında illiyet bağı bulunmakla birlikte hekimin kusuru bulunmuyor ise bu noktada “komplikasyon” söz konusu olacaktır. Bu kapsamda da hekimin kusurunun tespiti önem taşımaktadır. Başka bir ifade ile hekimin tıbbi müdahaleyi doğru yapmasına rağmen yine de istenmeyen bir şekilde hastanın zarara uğraması durumuna “tıbbi komplikasyon” denmektedir.[5]

Komplikasyon olması tek başına hekimin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak olup;

-Komplikasyonun hekim tarafından zamanında fark edilip edilmediği,

-Komplikasyon olma ihtimaline karşı hekim tarafından yeterli hazırlık yapılıp yapılmadığı,

-Hekim tarafından komplikasyon fark edildikten sonra tıbbi standartlara uygun müdahale yapılıp yapılmadığı,

-Hekimin müdahalesi sonucu komplikasyon ihtimali konusunda hastanın aydınlatılmış olup olmadığı ve bu hususta onamının alınıp alınmadığı gibi durumlar da önem taşımaktadır.

Bu noktada tıbbi komplikasyon eğer; zamanında fark edilmez ise, fark edilmesine rağmen gerekli önlemler alınmaz ise, fark edilip önlem alınmasına rağmen bu önlemler yerleşmiş standart tıbbi girişim olarak değerlendirilmez ise malpraktis’ten söz edileceğinin belirtilmesi gerekir.[6]

Dolayısıyla dava sürecinde tek başına hastada komplikasyon olduğuna dair bir bilirkişi raporu, adli tıp raporu olması veya bir uzman görüşü bulunması hekimin veya hastanenin sorumsuz olduğuna ilişkin bir karine teşkil etmez. Sorumluluk hukuku kapsamında komplikasyonun yukarıda değindiğimiz hususlar doğrultusunda irdelenmesi gerekir.

Yargıtay13. Hukuk Dairesi’nin E. 2013/1737- K. 2013/29148 - 25.11.2013 Tarihli Kararında;

“Adli tıp kurumu raporunda açıkça "...hastanın her iki gözünde lazer öncesi anlatılması ve görme kaybı olabileceği bildirilmesi gereken .." demek sureti ile davalı doktorun bilgilendirme yükümlülüğü olduğunu belirttiği gibi, davalının ameliyat öncesi muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında hastasını bilgilendirmesi BK.md.357.maddesine göre bir zorunluluktur. Öyle olunca dosyaya ibraz edilen onam formu matbu olup, davalı tarafın, davacıyı bu konuda bilgilendirdiği ve gerekçeli açıklamaları yaparak uyardığı hususu ve davacının yeterli derecede aydınlatılıp aydınlatılmadığı, operasyonun kopmlikasyonlarının bilinmesi halinde dahi bu operasyona davacının rıza gösterip göstermeyeceği konuları dosya içeriği ile anlaşılamamaktadır.” denmekle hekimin sorumsuzluk halinin söz konusu olabilmesi için müdahale sonucunda komplikasyon ihtimali konusunda hastanın aydınlatılıp aydınlatılmadığının, hastanın komplikasyon riskine maruz kalarak onamının alınıp alınmadığı hususlarının değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla uyuşmazlıklar açısından hasta dosyasında bu anlamda belgelerin ya da kayıtların bulunması önem taşımaktadır.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin E. 2015/6125 – K. 2016/10662 Sayılı Kararında;

“Mahkemece alınan bilirkişi raporları ile ameliyat sonrası meydana gelen kanamanın komplikasyon niteliğinde olduğu anlaşılmakta ise de, yukarıda anlatılan bilgiler ışığında, davalının komplikasyon nedeniyle sorumlu olmadığının kabulü için hastanın bu komplikasyon sonrası yaşadığı süreç ile ilgili ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmiş olması gerekmektedir. Dosya içinde hasta…’in bilgilendirildiğine dair herhangi bir belge yer almadığına göre hastanın ameliyat öncesinde, kanama sonrası yaşadığı sağlık sorunları ile ilgili olarak aydınlatılmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki bilirkişi raporlarından da anlaşıldığı üzere davalı doktorun davacıya uyguladığı tedavi yöntemi İl Sağlık Müdürlüğü’nün muayenehanelerde yapılabilecekler listesinde de yer almamaktadır.” şeklindedir. Yargıtay kararında hekimin bilgilendirme yükümlülüğü olduğu, bunun yanında Türk Borçlar Kanunu m. 357 kapsamında ameliyat öncesi muhtemelen hasıl olabilecek sonuç ve komplikasyonlar hakkında hastasını bilgilendirmesinin de hekimin sorumluluğu olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda hastanın aydınlatılması yeterli olmayıp aynı zamanda da onamı gerektiği unutulmamalıdır.

HASTANIN AYDINLATILMASI VE ONAMI:

Sağlık hukuku açısından yukarıda da değindiğimiz üzere aydınlatma ve onam hayati önem taşımaktadır. Bu kapsamda hekimin müdahalesi tıbbi standartlara ve gelişen teknolojiye uygun olsa dahi hastanın müdahale konusunda aydınlatılması veya onamının alınması usulüne uygun şekilde ve uygun koşullarda gerçekleştirilmemiş ise bu durumda hukuka aykırılık durumu gündeme gelecek olup, zarar meydana gelmiş ise tazminat sorumluluğu gündeme gelecektir.
Dolayısıyla hastaya tanı, tedavi ve süreç, risk ve tedavi seçenekleri hakkında aydınlatma yapılmaksızın yapılan her tıbbi müdahale hukuka aykırıdır. Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması için, hekim hastasını açık ve anlaşılır bir dille aydınlatmalıdır. Bu bağlamda, hekim hastasını mesleki uygulama ölçütü, makul hasta ölçütü veya sübjektif ölçüt kullanarak aydınlatmalıdır.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2015/41712 - K.2018/4243 – 05.04.2018 Tarihli Kararı

“Hekim Etiği Yönetmeliği'nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve "Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.”

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2016/30023 – K. 2018/ 11375 Sayılı Kararı

…Epikriz raporunda “göz hastalığı polikliniğinde ROP muayenesi önerildi” şeklinde yazıyor olması hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat için yeterli kabul edilmez.”

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2016/23372 - K. 2019/12469 Sayılı Kararı

“Mahkemece rapor doğrultusunda enjeksiyonun neden olduğu hasarın önceden öngörülebilecek bir komplikasyon olmaması nedeniyle, bu hususta ... personeli tarafından hastanın aydınlatılmasının beklenemeyeceği, "aydınlatılmış onam" yükümlülüğünün ihlali ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bir zararın söz konusu olmadığı, böylece somut olayda hukuka aykırı bir durum gerçekleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki; ortaya çıkan hasarın komplikasyon olması aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi hastanın komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi aydınlatma yükümlülüğünün bir gereğidir.”

Yukarıdaki Yargıtay Kararlarında anlaşılacağı üzere hastanın aydınlatma ve onamın ilkeleri belirtilmiştir. Ayrıca ortaya çıkan zararın komplikasyon olması durumunda da hekimin aydınlatma yükümlülüğünün kalkmadığı ve daha önce de belirttiğimiz gibi hekimin komplikasyon riski kapsamında da hastayı aydınlatma yükümlülüğü bulunduğu ifade edilmektedir. Bunun yanında Yargıtay kararlarında hastane raporunda “… önerildi.” gibi ifadelerin bulunmasının yeterli olmadığı, bu bilgilendirmelerin hasta ve hasta yakınlarına açık ve anlaşılır şekilde yapıldığına dair beyan ve imza bulunması gerektiği de vurgulanmıştır.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2016/26894 – K. 2018/8072 – T. 18.09.2018

“Ayrıca dosyaya ibraz edilen hasta yatış onam formunun davacı tarafından imzalanmış olmasına rağmen aynı tarihli tıbbi uygulamalar için bilgilendirme onam formunun davacı yerine neden yakını tarafından imzalandığının açıklaması yapılmayarak bu durum mahkemece ve bilirkişiler tarafından değerlendirilmemiştir. Bahsedilen bu formlar, davacıya yapılan ameliyatın niteliği konusunda davacıya gerekli bilginin verildiğini gösterir nitelikte değildir. Aydınlatılmış onamda, ispat külfeti ise hekim ya da hastanededir.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2012/117 – K. 2012/6939 – T. 15.03.2012

“..Operasyon için davacının kızının oluru alınmış ise de, davacıya ameliyatın risklerinin anlatıldığı ve kabul ettiğine dair bir bilgi ve belge sunulmamış, dinlenen davalı tanıkları kendilerine benzer ameliyatlarda davalı Doktorun bilgi verdiğini beyan etmiştirler ise de, bu beyanlar davacının da bilgilendirildiğini kabule yeterli görülmemiştir.”

Yukarıdaki Yargıtay kararları dikkate alındığında; hastanın aydınlatıldığı ve onamının alındığı konusunda ispat külfeti hekim veya hastanededir. Aydınlatma yazılı yapılmalı ve bu kapsamda tanık beyanı ispat için yeterli değildir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin E. 2016/256663 - K. 2018/7615 – 04.07.2018 Tarihli Kararında

“Ancak, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemiş oluşu, yapılan müdahaleyi hukuka aykırı hale getirdiğinden, davalıların manevi tazminat dışında maddi tazminattan da sorumlu olduklarının kabulü gerekir.”denmekle aydınlatmanın usulüne uygun yapılmamış, eksik yapılmış veya hiç yapılmamış olması halinde daha önce de belirttiğimiz üzere hukuka aykırılık hali söz konusu olacağı ve diğer şartlarında somut uyuşmazlıkta bulunması halinde tazminat sorumluluğunun gündeme geleceği karara bağlanmıştır.

Bu kapsamda belirtmek isteriz ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de hastanın aydınlatılması ve onamının usulüne uygun yapılmaması durumunu Sözleşmenin özel hayatı düzenleyen 8. Maddesine aykırı görmektedir.[7]

Anayasa Mahkemesinin bu konudaki görüşüne de baktığımızda aydınlatmanın eksik yapılması veya hiç yapılmaması veya ilgili kişilerin rızalarının alınmaması halinde kişinin maddi ve manevi varlığının ihlal edildiği kanaatindedir. Bunun yanında Anayasa Mahkemesinin bir kararında doğum sürecine ilişkin evrakların doğum sancısı içerisinde olan hastaya değil, başvurucunun yasal mirasçısı ve birinci derece yakını olan eşi tarafından imzalanmasının olağan olduğu belirtilmiş olup acil durumda eşe yapılan aydınlatma ve eşin rızası hukuka uygun bulunmuştur.[8]

İLLİYET BAĞI (NEDENSELLİK İLİŞKİSİ) VE ZARAR

Tazminat sorumluluğu kapsamında; hastada meydana gelen zarar ile hekimin müdahalesindeki tıbbi hata arasında illiyet bağının kurulabiliyor olması gerekir. İlliyet bağı kurulamıyor ise tazminat sorumluluğunun gündeme gelmesi söz konusu olmayacaktır.

İlliyet bağı kapsamında “en hafif kusur ilkesi” ne değinmenin faydalı olacağı görüşündeyiz. Eğer bir hekim müdahalesi sonucunda bir zarar meydana gelmiş ise bu kapsamda kusurun ağırlığı ve derecesinin bir önemi yoktur. Dolayısıyla hekimin kusuru en hafif kusur olsa dahi, bu zarardan hekim sorumludur.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin E. 2005/3645 - K. 2005/11796 - 08.07.2005 Tarihli Kararı;

“Tüm bu açıklamalar ışığında, taraflar arasındaki uyuşmazlık vekalet aktinden kaynaklandığına, davalıların her türlü özen gösterme borcu olup, en hafif kusurundan bile sorumlu bulunduğuna göre, zararın tamamından sorumlu tutulmaları gerekirken, maddi zarar hesabında kusur oranına göre indirim yapılmış olması usul ve yasaya aykırıdır.”

Yukarıdaki karardan da anlaşılacağı üzere; hekimin kusurunun derecesi önemli olmayıp en hafif kusur dahi tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir.

Danıştay 15. Dairesinin E. 2016/2388 - K. 2016/4714 – 29.09.2016 Tarihli Kararı;

“İdarelerin kamu hizmetinin gereği gibi işleyebilmesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu hususunun tartışmasız olduğu gözönünde bulundurulduğunda, sağlık hizmetini yürüten personelden olan Genel Cerrah konsültan hekimlerinin 08/07/2010 tarihinde çekilen batın BT deki mevcut serbest havaya rağmen takip önerip acil cerrahi girişim düşünmemelerinin tıp kurallarına uygun olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dosya içeriğinde yer alan bilimsel raporlar ışığında, meydana gelen ölüm olayı ile sunulan sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de; bu durumun davacılarda, murisinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken..”

Yukarıdaki karadan da anlaşılacağı üzere; idare aleyhine açılan davalarda ölüm ile hizmet kusuru arasında illiyet bağı kurulamıyor olsa dahi, hasta yakınlarının yanlış müdahaleye ilişkin endişe ve üzüntüsüne yol açan bir ölüm olayında manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.

HEKİM HATASI NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASINDA TAZMİNİ İSTENEBİLECEK ZARARLAR

Hekim hatası nedeniyle açılacak tazminat davalarında hangi kalemlerin talep edilebileceği, tazminata konu tıbbi müdahale sonucu hastanın ölümü veya yaralanması durumuna göre değişmektedir. Şöyle ki;

Hatalı tıbbi müdahale sonucu hastanın ölümü halinde, ölen kişinin yakınlarının; cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ve çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu yoksun kalma nedeniyle uğradıkları zararların tazmini, ölenin yakınlarının duydukları acı-elem ve kedere karşılık manevi tazminat talebinde bulunulabilmesi mümkündür.

Hatalı tıbbi müdahale sonucu hastada yaralanma meydana gelmesi halinde kişi; tedavi giderlerini, kazanç kaybını, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden kaynaklanan kayıpları, ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan kayıpları ve manevi tazminat talep edebilir. Yaralanan kişinin yakınları da yaralanan hastanın ağır bedensel zararlara uğraması halinde manevi tazminat talebinde bulunabilir.[9]

SAĞLIK HUKUKU KAPSAMINDA TAZMİNAT DAVALARINDA GÖREV VE ZAMANAŞIMI

Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması ve öğretinin paralel görüşünü de dikkate aldığımızda; özel hastaneler ve hekimler ile hasta arasındaki sözleşme vekâlet sözleşmesidir. Bu kapsamda 6502 Sayılı Tüketicilerin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca taraflardan birinin tüketici olduğu vekâlet sözleşmesine ilişkin uyuşmazlıkların Tüketici Mahkemelerinde görüleceği de sabit bulunmaktadır. Dolayısıyla özel hastane ve hekim aleyhine açılacak davaların Tüketici Mahkemelerinde açılması gerekmektedir.

İşbu kapsamdaki tazminat davalarında zamanaşımı konusunda hasta ve hastane / hekim arasındaki ilişkiye yönelik olarak belli kıstaslar bulunmaktadır;

- Hekim /özel hastane ve hasta ilişkisi vekâlet ilişkisi ise; TBK m.147/5 uyarınca vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan 5 yıllık zamanaşımı süresi söz konusu olacaktır.[10]

- Vekâletsiz iş görme halinde (örneğin hastadan aydınlatılmış onam alınmadan tıbbi müdahale yapılması) özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu 146. Maddesinde gösterilen genel zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zaman aşımı süresi uygulanacaktır.[11]

- Estetik ameliyatı gibi hekimin bir sonucu taahhüt etmesiyle kurulan ilişki, eser sözleşmesi olarak değerlendirileceğinden TBK m. 147/6 uyarınca dava zamanaşımı süresi 5 yıldır.

- Hekimin fiili haksız fiil teşkil ediyorsa ve bu haksız fiil suç oluşturuyorsa ceza kanunu daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş olabilir. TBK m. 72/1 uyarınca bu halde tazminat davasının zamanaşımı süresi, ceza davası zamanaşımı süresine tabidir.[12]

- Devlet hastanelerine hizmet kusuru sebebiyle açılacak malpraktis davaları aslında idare aleyhine açılacak bir bir tam yargı davası olduğundan İYUK m. 13 uyarınca ilgili kişinin idarenin kusuru olduğunu öğrenmesi veya ölümlü olaylarda ölüm tarihinden itibaren 1 yıl, herhalde 5 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde ilgili kuruma başvurarak tazminat isteminde bulunması gerekir.[13] Bu ön başvuru sonucunda ilgilinin isteğinin kısmen veya tamamen idarece reddedilmesi halinde tebliğ tarihinden itibaren, başvuruya idare tarafından 60 günlük cevap süresi içerisinde herhangi bir cevap verilmez ise bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içerisinde dava açılabilir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2019/2955 – K. 2019/10484 Sayılı Kararı;

“...Öte yandan davacının şikâyetlerinin devam ettiğini, iyileşme olmadığını ve yeniden ameliyat olması gerektiğini ileri sürdüğü, buna göre tedavi bitmeden zararın bilinemeyeceği ve zarar öğrenilmeden zamanaşımı süresinin işlemeye başlamayacağı düşünüldüğünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup...” şeklindedir. Karardan da anlaşılacağı üzere; hastanın tedavi süreci devam ediyorsa veya kişi zararı öğrenmemişse zamanaşımı süresi başlamayacaktır.

Her zaman olduğu gibi, salgın nedeniyle yaşanan zor koşullara rağmen, son dönemde de hastaları sağlığına kavuşturmak için büyük bir çaba ile çalışmalarının yanı sıra hekimlerin, haksız suçlamalardan korunabilmek için hukuksal açıdan sorumluluklarını da çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Tedavi için kendisine başvuran hastadan aydınlatılmış onamını usulüne uygun biçimde almak, hastaya uygulanan tıbbi müdahalenin usul ve esasının bilimsel dayanağından emin olmak, tıbbi müdahalede hata ve zarar oluşumunu önlemek için azami gayret göstermek, hekimin üzerine düşen sorumluluklardandır. Hekimlerin, mesleklerini sağlıklı yaşama hakkına sahip insanlar üzerinde ifa etmeleri sebebiyle sorumluluklarının geniş olduğu ve mesleklerini ifa ederken diğer mesleklerden daha fazla dikkat ve özen ile yerine getirmeleri gerektiği izahtan varestedir. Nitekim hastaların, tıbbi malpraktis sebebiyle oluşan zararlarını tazmin hakları olsa da bu çeşit bir tazminatın insanın sağlıklı yaşama hakkı ile eşdeğer olmadığı şüphesizdir.

-------------------------

[1] Hakeri, Hakan, Tıp Hukuku El Kitabı, S.102.

[2] Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, 2017/2286 E., 2017/3847 K.

[3] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 04.07.2018, 2016/25663 E., 2018/7615 K.

[4] Hancı, İsmail Hamit, (2005), “Tıbbi Girişimler Nedeniyle Hekimin Ceza ve Tazminat Sorumluluğu”, 2. baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, s.30

[5] Somer, P. Komplikasyon Yönetimi. Tıp Hukuku Atölyesi. Akyıldız/Hakeri/Çelik/Somer, Ankara; 2013,s.110.

[6] Çelik, F. Komplikasyon. Tıp Hukuku Atölyesi. Akyıldız/ Hakeri/Çelik/Somer, Ankara; 2013, s.80-81.

[7] Trocellier v. Fransa Başvuru No: 75725/01, 05.10.2016. / İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca v. Türkiye Başvuru No: 46156/11, 21.05.2013.

[8] Anayasa Mahkemesi Başvuru Numarası: 2015/2536, Tarih: 04.07.2019.

[9] “https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/214064” , s.42-45 (Son Erişim Tarihi 14.01.2021)

[10] 6098 Sayılı TBK Madde 147: “Aşağıdaki alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanır: 1. Kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler. 2. Otel, motel, pansiyon ve tatil köyü gibi yerlerdeki konaklama bedelleri ile lokanta ve benzeri yerlerdeki yeme içme bedelleri.3. Küçük sanat işlerinden ve küçük çapta perakende satışlardan doğan alacaklar. 4. Bir ortaklıkta, ortaklık sözleşmesinden doğan ve ortakların birbirleri veya kendileri ile ortaklık arasındaki; bir ortaklığın müdürleri, temsilcileri, denetçileri ile ortaklık veya ortaklar arasındaki alacaklar. 5. Vekâlet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden, ticari simsarlık ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklar. 6. Yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklar.”

[11] 6098 Sayılı TBK Madde 146: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.”

[12] 6098 Sayılı TBK Madde 72/1: “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.”