Taksirle insan öldürme, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir kusurlu davranış ile öngörülebilir nitelikte bir neticenin “öngörülemeyerek” bir kimsenin hayatına son verilmesidir. Bilinçli taksirle insan öldürme ise yapılan kusurlu davranış ile bir kimsenin ölebileceğinin fail tarafından “öngörülmesine” rağmen, şansa veya kişisel becerilere güvenilerek davranışın yapılmasıdır. Taksirle ölüme neden olma suçu, ‘‘Hayata Karşı Suçlar’’ bölümünde TCK md. 85’te düzenlenmiştir.

İster basit taksirle öldürme suçu, isterse bilinçli taksirle öldürme suçu olsun; her iki halde de failin ortaya çıkan “insan öldürme” sonucunu istememesi halinde taksirli sorumluluk meydana gelir. Fail, “insan öldürme” neticesini bilerek ve isteyerek fiili gerçekleştiriyorsa taksirle öldürme suçu değil, kasten öldürme suçu söz konusu olur. Taksir ile işlenen fiil neticesinde ölüm meydana gelmez ve mağdur yaralanırsa taksirle yaralama suçu işlenmiş olur.

Taksirle ölüme neden olma suçu işleyen fail aleyhine, mağdur yakınlarının (anne, baba, eş, çocuklar, kardeşler vb.) maddi ve manevi tazminat davası açma hakkı vardır.

- Ölüm hatalı doktor uygulamasından kaynaklanmışsa fiili işleyen doktora karşı tıbbi malpraktis sebebiyle tazminat davası açılabilir.

- Ölüm iş kazasından kaynaklanmışsa iş sahibine karşı iş kazası nedeniyle tazminat davası açılabilir.

- Ölüm trafik kazasından kaynaklanmışsa trafik kazasından kaynaklanan tazminat davası açılabilir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 13.12.1993 tarih ve 221/317 sayılı kararında taksirin unsurlarını şu şekilde belirtmiştir:

- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması

- Hareketin iradiliği, neticenin iradi olmaması (istenmemiş olması)

- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması

- Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık

- Neticenin öngörülebilir (tahmin edilebilir) olması. (Failin yaşı, eğitim öğrenim durumu, kültür düzeyi, mesleği, sosyal ve ekonomik durumu, kişisel gelişim düzeyi, yaşadığı çevrenin koşulları)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.04.2014 tarih ve 2013/12-698E-2014/201K sayılı kararında ‘’Motosiklet sürmesi için ehliyeti olmayan ve arkadaşına ait motosikletle meskun mahal yakınlarında, geceleyin, alkollü ve süratli şekilde seyrederken yol içindeki koyun sürüsüne ve sürü içindeki çobana çarparak bir kişinin ölümüne neden olan sanık, aydınlatma olmayan bu yolda karşısına bir araç ya da insan çıkabileceğini ve çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmüş, ancak şoförlük yeteneklerine, şansına ve yolun boş olacağı ihtimaline güvenmek suretiyle sonucun gerçekleşmeyeceği yönünde yanlış düşünceyle hareket etmiştir. Buna karşılık, istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, bu bağlamda motosiklet sürmesi için ehliyeti olmamasına ve alkollü olmasına rağmen görüş hakimiyeti dışına çıkacak biçimde motosikleti süratli bir şekilde kullanmıştır. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilmelidir. Diğer yandan, suçun “basit taksirle mi”, yoksa “bilinçli taksirle mi” işlendiğinin belirlenmesi açısından, olayda ölenin de kusurlu olup olmamasının hiçbir önemi bulunmamaktadır.’’ denilmiştir. Kararda sanığın alkollü ve ehliyetsiz şekilde aracıyla seyrederken sonucun gerçekleştiği ve mağdurun ölümüne sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Yargıtay alkollü ve ehliyetsiz olmanın basit taksir değil bilinçli taksir olduğuna hükmetmiştir. Yargıtay’a göre suç bilinçli taksirle işlenmiştir, verilecek ceza artırılmalıdır ve mağdurun kusurlu olup olmamasının fiilin işlenişinde önemi bulunmamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.03.2016 tarih ve 2014/12-411E-2016/133K sayılı kararında ‘’Trafik kazası neticesinde üç kişinin öldüğü, sanık araç sürücüsünün de basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı, bilirkişi raporları doğrultusunda sanık sürücünün tam kusurlu bulunduğu sabit kabul edilen olayda, yerel mahkeme tarafından iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle üç kişinin ölümüne neden olma suçunda 4 yıl 2 ay hapis cezası vermiştir. TCK md. 85/2’de yer alan taksirle ölüme sebebiyet verme suçu nedeniyle iki sınır arasında temel ceza belirlenirken “suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı ve maddede öngörülen hapis cezasının alt sınırı” nazara alınarak tam kusurlu olarak meydana getirdiği trafik kazası sonucu, kazada herhangi bir kusuru bulunmayan üç kişinin ölümüne sebebiyet veren sanık hakkında, dosya muhtevası ile adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun şekilde asgari hadden biraz daha fazla uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerektiği gözetilmelidir.’’ denilmiştir. Karar incelendiğinde sanık gündüz vakti, meskûn mahalde, yaklaşık on bir metre genişliğinde, orta refüjle bölünmüş, üç şeritli, tek yönlü, hafif virajlı, asfalt kaplama ve havanın yağışlı olması sebebiyle ıslak olan yolun sol şeridinde seyir halinde iken sağa yönelen viraja hızla yaklaşıp altmış yetmiş metre ilerisinde yolun sol şeridinde meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasını ve yolda bulunan reflektörleri gördüğünde fren tedbirine başvurup sola doğru manevra yapmış, ancak süratini aracının teknik özellikleri ile hava ve yol durumunun gereklerine göre ayarlamaması ve aşırı hızı dolayısıyla direksiyon hâkimiyetini kaybedip orta refüje çıkmış, orta refüjde otuz metre giderek öncesinde araçlarının kaza yapması sebebiyle gelen araçları uyarmak için sol şeride belirli aralıklarla iki adet reflektör koyan ve orta refüje çıkan şahıslara ve ardından aydınlatma direğine çarpmış ve kaza neticesinde üç kişi ölmüştür. Somut olayda yerel mahkeme alınan bilirkişi raporuna göre tam kusurlu olan ve üç kişinin ölümüne sebep olan sanığa hiçbir ceza artırımı yapmadan alt sınırdan cezaya hükmetmiştir. Ancak olayın oluş şekli, sanığın hızını ayarlayamaması, mağdurların kusursuz olmaları gibi nedenlerle Yargıtay alt sınırdan uzaklaşılarak cezanın artırılması gerektiğine kabul edip yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 20.02.2014 tarih ve 2013/8360E-2014/4235K sayılı kararında ‘’Olay günü meskun mahalde gündüz vakti sanık yönetimindeki otomobil ile yaya kaldırımı bulunan bölünmemiş çift yönlü 6 metre genişliğindeki hafif virajlı ve hafif iniş eğimli parke zeminli sokakta seyir halinde iken hızından dolayı direksiyon hakimiyetini kaybederek gidiş yönüne göre sol taraftaki ağaca çarptıktan sonra evlerinin önünde oturmakta olan iki kişinin ölümüne bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın tam kusurlu olduğu, olay sonucunda iki kişinin öldüğü bir kişinin de yaralandığı dikkate alınarak iki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, maddede öngörülen cezanın alt sınırı da nazara alınmak suretiyle, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden teşdidin derecesinde yanılgıya düşülmek suretiyle sanık hakkında az ceza tayin edilmesi kanuna aykırı olup katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA’’ denilmiştir. Söz konusu kararda da sanığın tam kusurlu olması, birden çok kişiye karşı suçu işlemiş olması, hız sınırlarını ihlal etmesi gibi nedenlerle Yargıtay alt sınırdan uzaklaşılarak daha yüksek ceza verilmesini isteyerek yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin Karar: 2016/10563 sayılı kararında ise sanığın tali kusurlu olmasına rağmen cezasının artırılması ve bilinçli taksirle hareket ettiğine hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. ‘’Olay tarihinde, saat 06.40 sıralarında sanığın idaresindeki otobüsü ile meskun mahal dışında bulunan bölünmüş yolun yol çalışması sebebiyle iki yönlü hale getirildiği yolda seyrettiği esnada, hızını mahal şartlarına göre ayarlamayan sanık ile kavşaklarda geçiş üstünlüğü kuralına uymayan ölen Belediye otobüs şoförünün çarpışması sonucu, 3 kişinin öldüğü ve yaralananlardan şikayetçi olan 18 kişiden 10 kişinin nitelikli şekilde yaralandığı olayda; tali kusurlu sanık hakkında, kusur durumu, meydana gelen zararın ağırlığı dikkate alınarak, iki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, maddede öngörülen cezanın üst sınırı nazara alınmak suretiyle, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun şekilde asgari hadden daha fazla uzaklaşılması gerekirken, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek temel cezanın eksik tayini ile yol çalışmasının bulunduğu, hız limitinin 50 km/saat olduğu yolda kavşak mahalline sanığın sürücüsü olduğu otobüse ait takograf incelenmesi ile 95 km/saat hızla girerek kazaya sebebiyet verdiği anlaşılan sanığın, bilinçli taksirle hareket ettiği sübuta erdiği halde, cezasında TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca artırım yapılmaması hukuka aykırıdır.’’

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Karar: 2017/362 sayılı kararında ‘’İki kişinin ölümü nedeniyle yargılanan ve meydana gelen kazada asli kusurlu olan sanığın, ölenlerin yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararı giderdiğine dair dosya kapsamında bir bilgi ve belgenin mevcut olmaması, savcılıkta “üzgün olduğu” şeklindeki beyanı dışında herhangi bir pişmanlığını gösterir davranışının dosyaya yansımaması ve kazanın meydana gelmesinde diğer araç sürücülerinin kusurunun bulunmaması karşısında; sanığı yargılama sürecinde bizzat gözlemleyen yerel mahkemenin, hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesine ilişkin gösterdiği “kusur oranının fazlalığı, asli kusurlu olması, meydana gelen zarar, suçun işleniş şekli ve özellikleri” şeklindeki gerekçenin dosya kapsamına uygun olduğu ve sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.’’ denilmiştir. Somut olayda yerel mahkeme sanığa verdiği cezayı adli para cezasına çevirmemiştir. Bu kararına gerekçe olarak da sanığın ölenlerin yakınlarının uğradığı zararları gidermediğini, asli kusurlu olduğunu, pişmanlığını gösterir hiçbir davranışının olmadığını göstermiştir. Yargıtay da sanığın asli kusurlu olması, ölenlerin kusursuz olması, zararın yüksek olması ve bu zararın giderilmemesi gibi nedenlerle hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesi kararını onamıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Karar: 2014/363 sayılı kararında ‘’Kızıyla damadının geçmişten beri devam eden ve olay günü de tekrarlanan kavgaları nedeniyle büyük bir üzüntüye kapılan sanığın, kendisini öldürmek amacıyla yatak odasında gördüğü silahı alıp salona geldiği, kızına ve damadına “bıktım bu şekilde davranmalarınızdan, öleyim de kurtulayım” diyerek silahı göğsüne dayadığı, kızı ve damadının sanığın elinden silahı almaya çalışırken sanığın parmağının tetiğe değmesi ile silahın bir kez patlaması sonucu maktule A.’nın sol göğüs kısmından bitişik atış mesafesinden vurulduğu sabittir. Buna göre, sanık ile kızı ve damadı arasındaki olayın ani gelişmesi, sanık ve maktulenin anne-kız olup aralarında öldürmeyi gerektirecek herhangi bir sebebin bulunmaması, sanığın maktule A. yönünden maddi delillerle örtüşen istikrarlı savunması, sanığın kızı olan maktuleyi öldürmek istediğine ilişkin herhangi bir delilin dosya içerisinde bulunmaması, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğu hususunun şüphede kalması ve bu şüphenin de sanık lehine değerlendirilmesi zorunluluğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.’’ denilmiştir. Kararda silahın aniden ateş alması, sanık ile ölen arasında bulunan yakın akrabalık ilişkisi ve sanık ile ölen arasında öldürme fiilini gerektirecek herhangi bir sebebin bulunmadığı gerekçeleriyle kasten öldürme yerine taksirle öldürme suçunun oluştuğu belirtilmiştir. Yargıtay ek olarak sanığın öldürme fiilinin olup olmadığı noktasında kesin delillerin olmadığını ve şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince fiili kasten işlemediğine hükmetmiştir. Sanığın kastının olmadığı tespit edilerek taksirle öldürme suçundan hüküm kurulması kabul edilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Karar: 2014/251 sayılı kararında ‘’Sanığın, eşi, baldızı, arkadaşı ve arkadaşının eşiyle birlikte patika yolda yürüdükleri sırada, elinde bulunan av tüfeğinin tetiğine parmağının değip tüfeğin patlaması sonucunda eşinin başından vurularak ölmesi şeklinde gerçekleşen somut olayda, sanık, içerisinde fişek bulunan ve horozunun çekili olması sebebiyle patlamaya hazır halde olan tüfek elindeyken yürüdükleri patika yolun yapısı gereği her an parmağının tetiğe değerek elindeki tüfeğin patlayıp yakında bulunanlar için tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini olağan hayat tecrübeleriyle öngörmesine rağmen, bir şey olmaz düşüncesi, benzer durumlarla ilgili olarak olumsuz sonuçlar doğmamış olması ve şansına güvenmesi sebebiyle sonucun gerçekleşmeyeceği yönünde yanlış bir kanaatle hareket etmiştir. Buna karşılık, istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, bu bağlamda içerisinde fişek bulunması ve horozunun çekili olması sebebiyle her an patlayabileceğini öngörmesine karşın tüfeği o şekilde taşımaya devam etmiştir. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabul edilmesinde bir isabetsizlik yoktur.’’ denilmiştir. Somut olayda sanık elinde olan tüfeği patlamaya hazır halde olmasına rağmen bir şey olmaz düşüncesiyle hareket etmiştir. Tüfeğin içinde mermi vardır ve horozu da çekilidir. Yargıtay içinde mermi bulunan ve horozu çekili olan tüfeğin olağan hayat tecrübelerine göre her an patlayabileceğini belirtmiştir. Sanığın da bir şey olmaz düşüncesiyle tüfeği güvensiz şekilde taşımaya devam etmesi nedeniyle bilinçli taksirle hareket ettiğini kabul etmiştir.

SONUÇ

Taksirle öldürme suçunda Yargıtay yukarıda yer verilen içtihadında yazılı kriterlere göre olayları yorumlamakta ve sonuca ulaşmaktadır. Taksirle öldürme suçlarının en tipik işleniş şekli olan trafik kazalarında Yargıtay sanığın asli veya tali kusurlu olmasına, ölenin yakınlarının uğradığı zararların giderilip giderilmemesine, ölenlerin herhangi bir kusurunun bulunup bulunmamasına, taksirin basit veya bilinçli olmasına göre farklı kararlar vermektedir.

Taksirle işlenebilen suçların tümünde olduğu gibi mahkemelerce; sanığın taksirinin ağırlığı, fiilden sonraki davranışları, neticeyi öngörüp öngörmediği hususları dikkatle incelenerek karar verilmelidir.

Stj. Av. H. Deniz ARLI