Sosyal güvenlik toplumsal risklere karşı bireyin korunma hakkıdır. Bireyin risklere karşı hukuki koruma hakkını elde edebilmesinde sigortalı hizmet süresi en önemli koşullardan birini oluşturmaktadır.

Sigortalılığın zorunluluğu ilkesinin kabul edildiği bir sosyal güvenlik sisteminde, sigortalı hizmetlerin yargı kararı ile tespitinin bir sorun oluşturmaması beklenmektedir. Bireyler bu sistemde sigortalılığı doğuran ilişkinin içerisine girmekle, isteklerinden bağımsız sigortalı olacaklardır. Sigorta hak ve yükümlükleri fiili ilişkiyle başlayacak, sigortalılığı gerçekleştirmek için oluşturulmuş olan Kurum bu hak ve yükümlüklerin takipçisi olacaktır. Kurum bireylerin sosyal güvenlik haklarından yaralanmalarını sağlarken aynı bireylerin yükümlülüklerini yerine getirmelerini de sağlayacak, getirmeyenlere yaptırım uygulayacaktır. Böylece sosyal güvenlik hakkı bireyin yükümlüklerini yerine getirmediği için yoksun bırakıldığı bir hak olmaktan çıkacaktır. Lakin ne yazık ki sosyal güvenlik uygulamamız bu şekilde yürümemektedir. Sosyal güvenlik sisteminin getirdiği yükümlüklerden kaçma eğiliminin güçlülüğü, Kurumun sınırlılıkları, ekonomik açmazlar, işsizlik, bireylerin gelir düzeyindeki düşüklük, verilen hizmetlerin yetersizliği veya kalitesinin düşük olması, az gelişmiş sosyal güvenlik bilinci, sosyal güvenliğe maliyet gözüyle bakılması, sosyal güvenlik sisteminin siyasi müdahalelerle bozulması, sosyal güvenlik hakkı üzerinden oy devşirme çabaları gibi bir dizi ekonomik, siyasi ve hukuki nedenle sistem yargısal müdahale olmadan işleyemez bir hale gelmiştir.

Sosyal güvenlik sistemleri sosyal riskler üzerinden kendilerini tanımlarlar. Sosyal güvenlik sisteminin varlık nedeni sosyal riskleri önlemek, ortaya çıkması halinde bireyin bu risklerden olumsuz şekilde etkilenmesini engellemek ve bireyi topluma kazandırmaktır. Risk gerçekleştiğinde sosyal güvenlik sisteminin devreye girmesi her zaman otomatik olarak gerçekleşmez. Sistemin kapsamına giren güvenceden yararlanabilmek için, bazen sigortalı hizmet süresi, bazen prim gün sayısı bazen hem sigortalılık süresi hem prim gün sayısı yararlanma koşulu olarak aranmaktadır.

Sosyal güvenlik hakkı, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış, temel sosyal haklardandır. Bu nedenle sosyal güvenlik hakkından vazgeçilemez, bu hak devredilemez. Sosyal güvenlik hakkının gerçekleştirilmesi için devlet gerekli önlemleri almak, teşkilatı kurmakla anayasa tarafından görevlendirilmiştir. Sigortalılığın zorunluluğu ilkesi 5510 sayılı yasanın “Sigortalılığın zorunlu oluşu, sona ermesi ve sosyal güvenlik sicil numarası” başlıklı 92. Maddesinde açıkça düzenlenmiştir.

Maddeye göre;

Kısa ve uzun vadeli sigorta kapsamındaki kişilerin sigortalı ve genel sağlık sigortalısı olması, genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin ise genel sağlık sigortalısı olması zorunludur. Bu Kanunda yer alan sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak, azaltmak, vazgeçmek veya başkasına devretmek için sözleşmelere konulan hükümler geçersizdir.

Sigortalılığın zorunluluğu ilkesinin hukuki sonucu, sigortalılığı doğuran olay gerçekleştiği anda sigortalılık statüsünün de doğmasıdır. Sigortalılık statüsü için başvuru, bildirim, kayıt vb. bir koşul yoktur. Sigortalılık statüsünün kazanılması böyle bir kayıt ya da koşula tabi tutulamaz. 5510 sayılı yasa da sigortalılığın sigortalılığı gerektiren fiili durum ya da ilişkinin doğmasıyla birlikte başlayacağını 7. Maddesine hüküm koyarak değişik sigortalılık statüleri açısından ayrı ayrı düzenlenmiştir.

Yargıtay da sigortalılığın zorunluluğu ilkesinin altını birçok kararında özellikle çizmiştir.

Yargıtay 21 HD, 30.04.2012 tarihli kararında;

“sigortalı hizmet tespiti davaları ile sigortalılığın zorunluluğu ilkesi arasındaki hukuki bağa işaret etmiş, bu hukuki ilişki içerisinde özel bir yargılama ile hizmet tespitinin yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Yargıtay 21 HD, Kararına göre; Sigortalılığa ilişkin “hizmet tespiti” davaları, Sosyal Güvenlik hakkına ilişkin olarak ortaya çıkan davalardır. Yasal dayanağını 506 sayılı Yasanın 6. ve 79/10. (5510 sayılı yasa açısından ise 86/9.) maddelerinden almaktadır. Sözü̈ edilen 6.madde de, çalıştırılanların, işe alınmaları ile kendiliğinden sigortalı olacakları, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir. Anılan yasanın 79/10. maddesinde ise, sigortalıların, çalışmalarının tespiti ile ilgili dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan, hizmet tespitine ilişkin davalar sosyal güvenlik hakkı ve kamu düzeni ile ilgili olup, kişi iradesi belirleyici etkiye sahip değildir. İçerisinde bulunduğu yasal statünün belirlediği durum doğrudan dikkate alınır. Bu nedenle hâkim, kendiliğinden araştırma yapma yetkisine sahiptir. Bu yetki kapsamında, gerektiğinde tanık ve diğer deliller yoluyla doğrudan gerçeği bulma yükümü̈ bulunmaktadır”(Yargıtay 21. HD, E. 2012/7981 K. 2012/6794 T. 30.04.2012).

Yargıtay 10. HD, sigortalılığın zorunluluğu ilkesini anayasal dayanakları içerisinde ela aldığı kararlarında sigortalılığın vazgeçilmez devredilemez bir hak olmanın yanında yükümlülük de olduğunu belirtmiştir.

Yargıtay 10. HD, 2013 yılında vermiş olduğu bir karara göre;

Anayasa’nın 12. maddesine göre;

“Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”. Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir insan hakkıdır. Aynı zamanda “sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir”. Bu esası göz önüne alan anayasa koyucu “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında sosyal güvenlik hakkını da düzenlemiş ve 60’ncı madde ile “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” hükmünü getirmiştir. Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve vazgeçilemez bir hak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. (Mülga) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 6. maddesinde ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 92. maddesinde de, bu ilke aynen benimsenerek, çalışanların işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olduğu, bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği, sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamayacağı belirtilmiştir. Bu haliyle sigortalı olmak, kişi bakımından sadece bir hak olmayıp aynı zamanda bir yükümlülüktür (Yargıtay 10. HD, E. 2013/327, K. 2013/1329, T. 05.02.2013).